Nejat'ın anlatımıyla
Dosyayı açtığımda sarışın bir kız beni karşıladı. Yüzündeki gülümsemenin, sıcaklığı vardı resmen. Öyle gerçek ve içten bir gülüştü ki bu; yüzündeki her kas, her ifade, dudaklarının kıvrılışı, göz bebeklerinin parlaması, göz çevresinin kısılmayla oluşturduğu minik çizgiler....
Eğer bir ressam olsaydım bu ifadeyi çizmek isterdim. Öyle sanatsal, öyle izlenesi. Uzun bir süre fotoğrafta takılı kaldığımı fark ettiğim an dosyayı geri kapattım. Ailesi burada değildi artık. Tabii o kızın durumu kardeşimden iyiydi ne de olsa! Şimdi kesin yoğun bakımın önünde bizim kız daha iyi yorumlamalarına devam ediyorlardır!
Sinirle dosyayı yanıma bıraktım. Ayağa kalkıp volta atmaya başladım. Düşündükçe sinir katsayım artmaya devam ediyordu.
Yerime oturup tekrar dosyaya bakmaya başladım. Resme gözümü değdirmeden altında yazan bilgileri okumaya başladım.
Nazlı ÇELİK
25 yaşında
İşletme mezunu
Çelik çiçekçilik sahibi
Çağrı YILMAZ ile 1 yıldır nişanlı (daha önce hiç ilişkisi olmamış)
Hahhh ! Bir de nişanlanmış öyle mi? Hem de ilk ilişkisiyle! Ne bu şimdi! Leyla ile Mecnun'un bu yüzyıldaki versiyonu mu? Nazlı ile Çağrı mı? Destan gibi bir aşka sahipsiniz öyle mi?
İçimde tarif edemediğim bir sinir patlaması daha oluşmuştu. Bu kağıdı paramparça etmemek için kendimle savaşacak raddeye gelince 'ne oluyor' diye sordum kendime.
Yoğun stres yüzündendi bu duygular. Daha yüzünü bile görmediğim bir kız, beni sinirlendiremezdi çünkü.
İncelemeye devam ettim elimdeki dosyayı.
Baba Ahmet ÇELİK
55 yaşında
Emekli sınıf öğretmeni
Çelik kırtasiye sahibi (İhtiyaç sahibi çocuklara ulaşım sağlayıp kırtasiye malzemelerini ücretsiz temin ediyor)
Anne Asiye ÇELİK
Ev hanımı
Abi Kurtuluş ÇELİK
27 Yaşında
Bankacı
Nişanlısı tarafından ihanete uğramış, şu an ilişkisi yok
Kız kardeş Nazan ÇELİK
16 yaşında
11. sınıf öğrencisi (Bizim okulda burslu öğrenci)
Nişanlısı Çağrı YILMAZ
26 yaşında
Devlete bağlı bir kurumda memur
(Nazlı'nın peşinde koşmuş sonunda onu ikna edebilmiş)
Bilgiler bunlardı. Hepsine ait bir resim de vardı dosyada. Olmasa bile zaten onları birebir görmüştü Nejat.
Ancak tek takıldığı Nazlı ile Çağrı'nın nişan resimleriydi.
Nazlı bakışlarını sağa doğru çekmiş, kurdelesi takılı yüzüklü parmağını yukarı doğru kaldırıp kadraja doğru göstermişti. Çağrı ise onun bu hareketine içten bir şekilde gülmüştü. Bu resim neden canını sıkıyordu ki şimdi?
Şu an bilmediği tek şey kazanın nasıl olduğuydu.. Dakikalarca orada oturmuş, beklemişti. Ara ara dosyayı tekrar tekrar açıp okumuştu. Nazlı'nın fotoğrafına baktıkça takılı kaldığını fark ettiği an dosyayı kapatıyordu. Gözü sürekli o gülüşü görmek istiyordu.
Ne saçma işti bu böyle! Gün sabaha dönerken ameliyathanenin kapısı açıldı. Yorgun ve sinirleri bozulmuş bir şekilde volta atmaya devam ederken duyduğum bu ses ile hemen kapıya yaklaştım.
"Şule Saygın. Ben abisiyim. Durumu nedir?"
Doktor kadın sıkıntılı bir nefes verdi. Söyleyecekleri hiç de iyi değil gibiydi. Yüz ifadesi bunu bağırıyordu adeta.
"Hastamız şimdi yoğun bakıma alınacak Nejat Bey. Dilerseniz Şule Hanımın durumunu, odamda oturarak konuşalım."
Çok şükür ki 'Başınız Sağ Olsun!" dememişti. Hala ümit vardı demek ki. Kafamı sakince aşağı yukarı salladım. Konuşmaya dilim varmıyordu. Önümde ilerleyen Doktoru takip ettim.
Sessizliğe gömülmüştüm. Bu konuşmayı erteleyemez miydik? Ya da hiç konuşmasak? Konuşmasak da yok sayabilir miydik? Bu hayatta ailem dediğim tek kişinin hayatı hakkındaki bilgileri göğüsleyebilecek miydim?
Doktor odasının kapısını açtı ve geri çekildi. Benim girişimden sonra kendi de girip yerine oturdu. Karşısındaki iki koltuktan birine oturdum.
Ellerini masanın üzerinde birleştirip beni kahredecek o bilgileri aktarmaya başladı.
"Bakın Nejat Bey. Şule Hanım'ın durumu hastanemize geldiğinde de çok ağırdı. Bir çok kemiği kırıktı ve fazlasıyla kan kaybetmişti."
Sözleriyle ağzımın içi kupkuru olmuştu. Yutkunamıyordum. Kötü bir şey olmuştu. Ölmemişti ama onun gibi kötü bir şey olmuştu. Hissediyordum. Söylediği sözleri sindirmem için bana biraz zaman verdi. Tekrar devam etti.
" Diğer kırıkları ve kaybettiği kanı hallettik. Ancak kafasına aldığı darbe bizi çok korkuttu. Beyin ameliyatı bizi çok zorladı.
Sevindirici haber şu ki beyin sapında herhangi bir zarar yoktu. Bu durum bize büyük bir umut veriyor.
Fakat geçirdiği beyin travması sebebiyle kendisini uyutmak durumunda kaldık. 48 saat yoğun bakımda gözetim altında tutacağız.
Bu süreçte onu gözlemyeceğiz. Beyin hasarı onarılana kadar uyutulması hastanın yararınadır Nejat Bey. "
Duyduklarım sanki bana değil de bir başkasına anlatılıyordu. Cümlenin sonunda ismimi söylemeseydi üzerime bile alınmayacaktım.
"Ama 48 saat sonra uyanmazsa hasta komaya girebilir. Bu durum beyindeki hasarın henüz onarılmadığını, iyileşmek için zamana ihtiyacı olduğunu belirtir. Dediğim gibi durumu ağır olmasına rağmen, bu durumdaki bir hasta için durumuna iyi bile diyebilirim."
"Peki kır" Sesim içime kaçmış gibi tarazlı çıktı. Boğazımı temizleyip tekrar konuşmaya başladım. " Peki 48 saat sonra uyanmazsa, yani komaya girerse ne zaman uyanır? Ne zaman iyileşip gözlerini açar" Göğsünde doktor önlüğünün cep kısmının ağzında ismi yazıyordu. " Merve Hanım?" diye cümlemi tamamladım.
"Bu hastanın yaşına, beyin yapısına, aldığı hasara, vücudunun yaşama isteğine hatta eğitim durumlarına göre bile farklılık gösterebiliyor Nejat Bey. Bu yüzden şu kadar zamanda uyanır diye kesin bir cevap veremem. Bu bir haftada olabilir bir ay da.
Biz iyisini umalım şimdilik. Hem daha böyle bir durum yaşanmadı. İlerleyen zamanlarda olanları, olabilecek senaryoları tekrar konuşuruz olur mu?"
Kafamı sallayıp odadan dışarı çıktım. Yoğun bakımın önüne geldim. Nazlı'nın ailesi de buradaydı. Camın önünde uyuyan Nazlı'ya bakıp gülümsüyorlardı. İçerideki hemşire dışarı çıktı. Annesi heyecanla konuşmaya başladı.
"Hemşire Hanım bir az önce açtı gözlerini. Parmaklarını kaldırıp bizi doğru kaldırmaya çalıştı. Şimdi iyi mi yani çıkacak mı yoğun bakımdan?"
Aile üyeleri annesinin söylediği her şeye kafa sallamış ' evet evet bende gördüm' şeklinde annesinin sözlerini de desteklemişti.
"Doktorumuz gelecek birazdan. Şimdilik hayati değerleri iyi gidiyor. Uyuyup uyanabilir. Verdiğimiz ilaçlar onu uykulu bir hale getirebilir. Siz bekleyin yarım saate gelecek doktor." Geçmiş olsun deyip gitti hemşire.
Diğer cama baktığımda kardeşim getirilmişti. Hızla cama yaklaşıp ellerimi cama yasladım. Vücudunun çoğu yeri sargıdaydı. Görebildiğim sadece kolları ve kafasıydı. Üzeri yeşil bir örtüyle örtülmüş, göğsünün üzerinden bir çok kablo çıkıyordu.
Kafası komple bir bandajla kapatılmıştı. Yattığı yatağın yanında, her yerinde makine vardı. Ve bu makineler kardeşime bağlanmıştı. Dişlerimi sıkıp Şule diye fısıldadım. Daha bu sabah yüzü nasıl da gülmüştü. Yumruğumu cama geçirdiğim esnada yanıma iki adam geldi.
Bunlar Nazlı'nın ailesiydi. Babası omzumu sıkıp bıraktı.
" Geçmiş olsun evladım. İyileşecek Allah'ın izniyle! " diye temenni de bulundu. Hala bu konuda ne yapacağıma karar veremediğim için sessizce başımı salladım.
Daha fazla ne Şule'ye bakabilirdim ne de bu aileye. Son bir bakış attım öylece yatan kardeşime.
Hızlı adımlarla kendimi dışarı attım. Arabaya atlayıp mağarama sığındım. Kaçsam da gerçeklik gün gibi ortadaydı işte.
Sığınabileceğim bir annem yoktu. Sığınabileceğim, acımı paylaşabileceğim kimse yoktu. Beni anca bu mağara bağrına basardı.
İçki dolabını açıp elime gelen şişeyi aldım. Ağzını açıp boğulana kadar içtim. Sinirle şişeyi karşıdaki duvara fırlattım. Bağırsam bile öfkem dinmiyordu.
Peki kimdi bu öfkenin baş rolü?
Çalışmak istediği için Şule miydi?
Ya da ona izin veren annesi?
Babamı ikna eden ben?
Fare ile koz niyetine kardeşimin şirkette işe başlamasını paylaşmam?
Nazlı denen o kız?
Kimeydi bu kadar sinir! Evin salonunda dört dönüp kendimi düşünmemeye zorladım. Ancak olmuyordu.
Beynim susmuyor, doktorun sözlerini tekrar tekrar söylüyordu. Şule'nin yoğun bakım ünitesindeki görüntüsü de gözümün önündeydi.
İçki dolabına tekrar gittim. Bir şişe viski daha alıp, dolabın dibine yığıldım. Zihnimi uyuşturmak, bu iki günü yaşamamış olmayı dilemekten başka çarem yoktu.
Şişenin dibine doğru bilincim kapanmaya başladı. Telefonun çalma sesi duyduğum son şeydi.