1.Bölüm Part1 / Savaş

1219 Words
Elimdeki mavi dosyayı yerdeki yığının üstüne fırlatırken öfkeyle homurdandım. Bu şirketi açarken çalışmak gibi bir düşüncem yoktu. En saçma işler için bile birilerini işe almış kendimi bu yükün altından kurtardım sanmıştım. Ama gel gör ki imparatorluk seviyesinde bir şirket sahibi olmak sandığım kadar kolay bir iş değildi. Her ne kadar kaçarsam kaçayım kendimi bir şekilde binanın en tepesinde bana ait olan bu ofiste şu saçma dosya ve kağıt yığının içinde buluyordum. Tanrılar aşkına! Ben bir ejderhayım, bir savaşçıyım. Evrenlerin en kalifiyeli özel ordusunun komutanıyım. Düşmanlarım ile savaşıp tarih yazacağıma dosya karıştırıp imza atıyorum. Sevgili insan babamı dinleyip hiç girişmeyecektim bu işlere. Sözlerim garip gelmesin. Bir ejderhanın insan babası mı olur? Olmaz. Öyle filmlerde dizilerdeki gibi melez bebekler ejderhalar için geçerli değildir. Yani öz babamın insan olduğu falan yok. Kendisi bir gümüş ejderha. Annem de öyle.  Ailem, başka bir evrende olan 2 güneş altında ki en güçlü ejderhaların ülkesi olan Kırmızı Topraklar ’da yaşıyor. Benim ayrıca insan bir babaya sahip olmamın sebebi ise… Eh işte bu uzun bir hikaye.  Kısaca ben ejderhaya dönüşemeyen bir ejderha olduğum için ülkemden dışlandım. Bunun bende yarattığı tüm o kin ve öfkeyi uzun yıllar önce kendi içimde hallettim. Sonuçta ülkeden sürülmemi isteyen ailem değil İhtiyar Heyeti’ydi. Eski kralın kararlar alırken danıştığı, gereğinden fazla gücü elinde tutan bir grup yaşlı ejderha. Aslında dürüst olmak gerekirse şimdilik nefretimin ve öfkemin tek hedefi şu bir avuç yaşlı ejderha diyebiliriz. Şimdilik… Her şey bir yana Dünya’da yaşasam da aynı zamanda Kırmızı Topraklar için çalışıyordum. Tabi bundan ailemdeki kimsenin -bir kişi hariç- haberi yoktu. Bir ordum vardı. Ejderhaların, vampirlerin, elflerin, kurt adamların, cadıların ve daha pek çok türün olduğu iki evrenin en büyük bağımsız ordusuna sahibim. Yardıma ihtiyaç duyulan yerlere gider, savaşır, düzeni kurar ve kendi yaşadığımız yerlere geri döneriz. İnsanlar da var aramızda. Ama onlar daha çok haber taşıma, yemek sağlama gibi ayak işlerini yapıyorlar. Bunu yapacak insanlar da oldukça cesur olanlar genelde. Sadece birkaç yüz yıl önceye kadar benim türüm insanları yemek olarak görüyordu. Aramızdaki dinamiklerin değişmesi aramızdaki korku ilişkisini yok etmemişti. Sonuçta tonlarca ağırlıkta olan bir ejderha ne zaman acıkır bilinmezdi. “Hey patron? Rosalinda?” Gözlerimin önünde şıklatılan parmaklar beni daldığım düşüncelerden çıkarırken bana bir süredir seslendiğini fark ettiğim adama baktım. Ronald masamın önünde karşılıklı duran tekli koltuklardan birine oturmuş, kollarını masama dayamış, tek eli çenesinde bana bakıyordu. Yakışıklı yüzü kocaman bir gülümsemeyle ikiye bölünmüştü. Vampir olduğunun en önemli kanıtlarından olan iki sivri dişini gizlemişti. Sarı saçları her zamanki gibi dağınıktı. Kirli sakallıydı. Mavi gözleri parıldıyordu. Önümde parmak şıklattığı eli ile masada duran dosya yığınını gösterdi. “Önündeki dosyalar öyle boş boş bakman için değil canım.” Sesinden benimle uğraşmaktan memnun olduğu gayet anlaşılıyordu. “Bilmiş vampir konuştu.” Kıkırdadı. Bende gözlerimi devirdim. “Burada ne yapıyorsun?” “Senin sonunda şirketine teşrif ettiğini duydum. Gelip ne kadar iş yaptın görmek istedim. Aferim baya ilerlemişsin. Hatta şu bitirdiğin dosyaların bazılarının teslim tarihine daha üç hafta var. Çok iyi. Böyle devam edersen bir iki güne yıl sonuna kadar olacak tüm işleri bitirirsin.” Çenem söyledikleri üzerine hafif bir öfke ile kasılırken önümde duran işlevlerine göre ayrılmış dosya kümelerine baktım. Tamamlanmayı bekleyen projelerin çoğunu bizzat tamamlamıştım. Okuduğum anlaşma tekliflerini ise üçe ayırmıştım. Yarısı çöpteydi. Yarısı da tartışılacaklar ve kabul edilecekler olmak üzere ikiye ayrılmış halde duruyordu. Koca bir bölüm de benim şirketlerimle ve diğer şirketlerle ilgili istatistiklerdi. Önüme yığılan dosyaların çoğunu okumuştum. “Beni bu lanet odaya tıkıp tüm işleri de elime mi tutuşturdunuz siz?” “Şey… Evet sanırım tam olarak bunu yapmışlar. Onlar. Ben değil. Yine de seni böylesine çok çalıştırdıkları için onları taktir ettim. Güzel cesaret.” “Ben burada günlerce yayıla yayıla yapabileceğim işleri tek başıma, bir günde mi yaptım?” Kahkaha atarak bana bana kafasını salladı. Ona ters ters baktım. Ardından aniden gelen ilhamla sinsice güldüm. Kararan havaya baktıktan sonra “Neyse ki senin günün daha yeni başlıyor.” dedim. Hemen kalktım. Duvardaki gizli kapıyı açıp dinlenme odamda ki portmantonun askısından montumu alırken gülümsemem genişledi. “Benim için kalan işleri tamamlarsın artık. Şu dağınıklığı ve kalan evrakları hallediver. Ben birkaç ay kafa dinleyeceğim.” Onun yanından geçip kapıya vardığımda o da ayağa kalkmıştı. Önce bana şok olmuş gözlerle baktı. Sonra bana karşı çıkmaya hazırlandı. Kafasını kaldırdı, omzu dikleşti. O bir vampir olarak Dünya’daki besin zincirinin en üstünde olanlarındandı. Tek kaşımı kaldırıp ‘Gerçekten bunu denemeyeceksin değil mi?’ dercesine baktım. Tamam, bir ejderhaya dönüşemeyebilirdim. Ama özel güçlerim normalden de fazlaydı. Yanında bir de gümüş ejder olmanın kattığı güçlerde olunca üç bin yaşında dört vampir beni anca devirebilirdi. O da yaptığının farkına varırcasına teslim olmuş bir şekilde ellerini kaldırdı. Düşmüş omuzları ile az önce benim oturduğum koltuğa geçip benim düzenimi anlamak için dosyaları karıştırmaya başladı. Ben de kıkırdayarak onu orada bırakıp odadan çıktım. Kapıdan çıkmamla tanıdık birinin kokusunu almam bir olmuştu.  Ama olamazdı ki bu. Onlar buraya gelmezdi hiç. En fazla beni rahatlamak için yaptığım özel inimde ya da evimde ziyaret ederlerdi. Kesinlikle bir şey olmuştu. Etrafıma bakındım. Kimseyi göremiyordum. El yordamı çantamdan telefonumu buldum. Of! Sessizde bırakmışım. Yirmi iki tane cevapsız arama ve on üç mesaj vardı. Ve bir o kadar da sesli mesaj. Çoğu abimdendi. Ve o şu an buralardaydı. Evet, evet kesinlikle bir şeyler olmuştu. “Ufaklık!” Öfkeli sesin geldiği yöne asansörün olduğu tarafa döndüm. “Küçük Hanım! Başın büyük belada. Kaç saattir seni arıyorum haberin var mı?” Bacaklarını iki yana açmış, göğsünde kollarını kavuşturmuştu. Tam anlamı ile kavgaya hazırdı. Üzerinde kendisine en az iki beden bol gelen eski moda takımı fark edene kadar bu öfkesini ciddiye almıştım. Ama bu moda faciasının kahramanına karşı takınabileceğim tek ifade “Hadi üstündekileri yakalım.” teması içeren dehşete uğramış modacı suratı olabilirdi. Görüşmeyeli moda anlayışında gram ilerleme olmamıştı demek ki. Ah ne kadar da özlemişim onu. Annem, babam ve ağabeylerim arasında en iyi onunla anlaşıyordum. Jackson en büyüğümüzdü. Ayrıca diğerleriyle pek görüşmüyorduk. Hatta hiç görüşmüyorduk. Ailemde Dünya ile bağlantısı olan tek kişi abimdi. İnsanlarla 60 yıl geçirmişti. Benim kadar olmasa da insanlarla iyi anlaşabiliyordu. Düşünceleri bir kenara bırakıp neredeyse sekerek abimin yanına gittim. Ben yanına vardığımda duruşunda değişiklik yapmamıştı. Kızgınlığını korumak istiyordu belli ki. Bu durumu umursamadım. Gülümseyerek parmak uçlarımda yükseldim ve yanağından öptüm. “Sana da merhaba abi. Ben de seni özledim.” Koyu kahverengi gözlerinin üstünde ki çatılmış kaşlar anında yumuşadı. Beni hemen kollarının arasına aldı ve sıkıca sarılmadan evvel anlıma küçük bir öpücük kondurdu. Benden neredeyse bir kafa kadar uzun olmasından faydalanıp kafamı onun boynuna gömmüştüm. “Ah tabii ki bende seni özledim ufaklık.” Sesi biraz boğuk çıkmıştı. Ufaklık. Ben kendime bir isim vermeye karar verene kadar abim bana hep böyle seslenmişti. İsmim olmasına rağmen de böyle devam ediyordu. Ona takılmaya karar verdim. “Benim artık bir adım var abi. Hatırlıyorsun değil mi?” Ona gözlerimi devirerek baktım. Tam bu sırada asansörün kapısı açıldı. Kafamı kaldırıp gelenlere baktım. Asansörden inen birkaç şirket çalışanı abime bakıp kıkırdayarak bir şeyler fısıldaştılar. Hatta abime doğru yöneldiler ama hala onun kollarında duran beni görünce resmen irkilerek geri kaçtılar. Bizimkinin hoşuna gitmiş olacak ki gülerek kafasını salladı. Sonra yüzü ve sesi birden ciddiyete büründü. “Hayatım şu anda senin adından çok daha önemli işlerimiz var ve sen bana tatlılık yapıp bunları unutturuyorsun. Haydi, yürü. Sessiz bir yere geçelim. Çok kötü şeyler oluyor ve benim de az zamanım var.” Kollarının arasından çıktım. Beni kendinden çok uzaklaştırmadan bir kolunu belime doladı ve asansöre döndük. En alt kata aracımın olduğu yere inerken hiçbir şey konuşmamıştık.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD