bc

Deli Ağa'nın Gelini (Bxİ)

book_age16+
836
FOLLOW
8.4K
READ
dark
family
friends to lovers
heir/heiress
drama
tragedy
mythology
like
intro-logo
Blurb

Eşcinsel kurgu... İnterseksüel birey içerir!!

"Bende dikkate değer gördüğün şey ne? Benden bunu istedin." Benim için kaçış olan ve ilk geceyi sorunsuzca atlatmak istediğim bu seçeneği önüme sunarken onun aklında ne vardı, bilmek istiyordum. Sigarasını dudaklarından uzlaştırıp bu kez farklı bir amaçla inceler gibi gözleriyle görüntüsünü taradı. "Beyaz elbisenin altında ince bir belin, dokunulmayı bekleyen küçük göğüslerin, el değmemiş sıkı ve biçimli kalçan, bacaklarının arasında söndürülme arzusuyla yanan bir alev var." Sanki sıradan bir şey söylemiş gibi omuz silkti. "Sanırım bunlar bana, güzel bir fiziğin olduğunu anlamam için yeterli geldi." Açık saçık konuşması beni her seferinde dumura uğratıyor, daha fazla soru sorarsam sadece cevap vererek amacına ulaşabilir gibi geliyordu. Sessizliğimle cevap verdiğimi anladığında "İzin verirsen devam ediyorum, sorularını uzun gecelerimizde devam ettirebilirsin" dedi ve dudaklarımı ıslatıp başımı sallamamla tuvaline döndü. "Her gece bir masal" diye mırıldandığına emindim.

chap-preview
Free preview
Bir
💠25.10.2024💠 Yazmamı isteyenin ben olmadığımı ve kafamın içindeki ana karakterimin kendi geçmişini anlattığını bilmenizi isterim. Şimdiden keyifli okumalar... Hayatımın en büyük hatasını üvey abimin başı için kendi başımı feda etmeyi kabul ederek yaptım. El bebek gül bebek büyümemiştim ama hor görülüp ötekileştirilmemiştim de. Ben annemin güçlü olmayı öğrettiği, haksızlığa boyun eğmeyen, dik başlı kızıydım. Ya da babam dahil herkes öyle sanıyordu. Babam annemi iki aile arasındaki husumeti bitirmek için berdel kararıyla ilk eşinin üstüne kuma olarak getirmiş, annem ise babamın aşireti karşısında güçsüz kalan ailesinin başı için kabul etmiş, zamanla da babama aşık olmuştu. Fakat babam ilk eşine hâlâ deli gibi aşıktı, onu annem de dahil herkesten çok sevmişti. Bazen annemi hiç sevmediğini, aşkının ilk eşiyle hâlâ devam ettiğini hissediyordum. O yüzden aşkı bulamayan annemin aşkı, doğduğunda adını Evîn koyduğu ben olmuştum. Kendi ayaklarımın üstünde duyabilecek kabiliyetim, çoğu insandan lafımı esirgemeyecek kadar sert bir karakterim, annem uğruna da canımı verebilecek cesaretim vardı. Ve tabi sadece annemin bildiği bir de sırrım vardı. Ben çift cinsiyetli olarak doğmuştum. Bunu bir tek annem ve beni konakta doğurtan yaşlı bir ebe biliyordu. Babamın ilk eşi, sancısıyla kıvranan annemin hastaneye götürülmesine izin vermemiş 'Kumadır, baş üstünde mi tutacaktım? Doğuracaksa burda doğursun, ölecekse de burda ölsün' diyerek bir tas su, bir parça kumaş parçasıyla annemin rahminden dünya denen bu kader çemberine gelmemi istemişti. Annem, ebenin gözlerinde gördüğü dehşete korkup kucağına aldığı bana bakmış ve ebeye el pençe "Kur'an hakkı için kimseye söyleme ebe, kurbanın olam, ikimizi de öldürürler" demiş, zaten kız doğacağımı düşünen babama da "Kız doğmuştur ağam" dedirtmişti. Kız doğduğum için yüzüme bakılmazken bir de kusurlu doğduğum anlaşılırsa konaktan atılıp baba evine gönderilmekten korkan annemin küçük ama kederli bir sırrıydım. Ben de bir ağanın evladıydım, hep göz önünde ama kapılar ardındaydım. Annem beni kimseye elletmez, kendi yıkar giydirir, ayıptır deyip kapıları kapatıp altımı değiştirirmiş. Küçükken renk renk elbiselerle bürünmüş, belime kadar su gibi akan ince telli saçlarım annem tarafından özenle örülmüş ve annemin nasıl konuşmam, nasıl davranmam gerektiğini öğretmesiyle büyümüştüm. Küçükken saçlarımı her ördüğünde altın öğüdü gibi saçlarımı okşaya okşaya "Büyüyünce güzel okullara gideceksin, okuyacaksın. Belli mi olur doktor olursun da kendi derdine de çare bulursun, ameliyat olur istediğin cinsiyete sahip olursun benim bahtsız yavrum. Hem ben soruşturdum senin gibileri de varmış, doktor bey anlattı, kimliğini de değiştirirsin. Ama kurbanın olam büyüyünce değin yalnız kız gibi davranasın, sakın kimseye bir şey demeyesin, evlenmeyesin" derdi. Ama annemin en büyük sancısı on beş yaşına gelmeme rağmen her genç kız gibi regl olmamamdı, gece gündüz ne yedirip ne içirdiyse olmamıştı, gizlice götürdüğü doktordan hormon dedikleri iğneleri kalçama enjekte ettirmeye başlamıştı. Bedenimde yaşanan ufak değişikliklere adapte olmam zor olmamıştı, göğüslerim bir mandalina kadar da olsa büyümüş, boyum uzamış, kalçalarım orantılı şeklini almıştı ama sesimğn tam olarak bir kız gibi incelmesi hayli zaman almıştı. Onu da küçükken annemin sesini taklit ederek değiştirmeyi zaten öğrenmiştim. Şükür ki on altıma basmadan ilk reglimi olmuş, annemin bütün köylülere "Kızım genç kız oldu" zılgıtlarıyla helva dağıttırmıştı. İşte o helva benim evden gidişimin arkasından dağıttığı acı bir tat haline gelmişti. Bir gece yarısı konakta acı bir ağıt yakıldı ve babamın ilk karısı feryat fiğan "Oğluum" diye bağırdı. Üvey abim ilçenin en belalı aşireti olarak bilinen Agviran aşiretinin son varisi Jêhat Agviran'ın genç karısını kaçırmıştı. Aşiret bu haberle bir gecede yerin altını üstüne getirmiş, üvey abimin ve ağanın kaçan karısının başı için ödül konulmuştu. Babam ve aşireti ise silahlara kuşanmış, araya giren dost aşiretler meclis kurup geline gelin berdeldir kararını vermiş ve ailemizin tek kızı olarak bilinen beni tüm aşiretlerce Deli Ağa diye tanınan Jêhat Agviran'a almışlardı. Bu karar elbette babamın ilk eşinin ağzından çıkmış, "Ailede bir kız vardır o da kumamın kızı Evîn'dir" deyip oğlunun başı için babamdan beni vermesini istemişti. Dili lal, gözü aşktan kör babam için benim varlığım da yokluğum da birdi. Ne "Kızımı o deli ağaya vermem, benim kızım okuyacak, istersen nikahından at yine de kızımı vermem" diye bağırıp çağıran, çift cinsiyetli olduğum ortaya çıkacak diye yakasını göğsünü yırtan annemi dinlemişti, ne de çaresiz göz yaşlarımı görmüştü. Çünkü herkes hâlâ benim cinsiyetimi kız diye biliyordu. Ya da ben öyle sanıyordum. Üvey abim ağanın karısını konağa getirmiş, beni ise sessiz sedasız Agviran konağına götürmüşlerdi. Davullu zurnalı düğün beklemiyordum onca olandan sonra ama ne annemin yavrum büyüyecek doktor olacak derdine çare bulacak hayalleri gerçek olmuştu ne de ben çift cinsiyetimin bana getirdiklerini ya da götürdüklerini öğrenemeden daha on sekiz yaşında hiç bilmediğim bir aileye gelin gelmiştim. Belki de annemin kaderini yaşamak için doğmuş, onun gibi berdele kurban gitmiştim. Annemin yası ben evimden çıktığım gün başlamıştı, karalara bürünmüş, gözyaşları dinmemişti. Aşiret geline alışveriş isteriz, altın isteriz iki gün mühlet verin dediği sırada annem nasıl etmişse etmişti, kulağına fısıldanan dedikodularla "Deli Ağa yatağına karısını da almazmış, halvet sabahı gelin ona buna Jêhat'ın o işi yapamadığını yaymış, belki sana da yanaşmaz, yatağına almaz güzel yavrum, soyun derse de bir bahane bulup elinden kurtul, gözümün paresi agadan ne kadar saklayabilirsen sakla, baba evine göndermesine izin verme, seni de beni de yaşatmazlar" demişti. Ve o cümlelerle and içmiştim. Ne olursa olsun bir yolunu bulacak ve annemi kuma geldiği o konaktan ve babamın ilk karısı Neval'in elinden de dilinden de kurtaracaktım. Ucunda ölüm bile olsa. İşte bu, evden çıkarken hatırladığım son cümle ve kurduğum son yemindi. Sakın Deli Ağa'nın yatağına girme. Bana kalsa susmaz saklamazdım da annemin başı için kanımı da canımı da verirdim. Ben, Evîn Agviran. Yüzünü nikah esnasında bir kez tüller ardından gördüğüm Deli Ağa'nın Gelini, Jêhat Agviran'ın nikahlı karısıyım. Bu da benim ve bizim garip hikayemiz. 💠💠💠💠💠💠💠💠💠💠💠💠💠💠💠💠 Konağa attığım ilk adımda ölüm kadar kasvetli bir sessizlik beni karşıladı. Arkamı döndüm, beni bırakıp giden arabanın arkasından bakarak acıma gülümsedim. Kapı eşiğinde göğü delen gözyaşlarıyla "Yürek yangımın gitme, ben sana ana bile olamadım, ne edeceğimi bilemedim" diyen annem gözlerimin önünden geçti. Dakikalar sonra büyük konağın kapısından hızlı adımlarla çıkıp yanıma "Yeni gelin geldi, yeni gelin geldi" diye bağıra bağıra gelen iki kadının koluma girmesiyle onların coşkulu adımlarını takip ettim. İki gün sonra nasıl insanlar olduklarını öğreneceğim eltilerimdi bu kadınlar. Beni büyük konağa götürmek yerine yanındaki daha küçük, küçük olmasına rağmen kale gibi duran bir konağın kapısının önünde durdular. Başımı kaldırıp ay ışığının camlardan yansıdığı üst kata baktım. Benimle aynı yere bakan kadın "Deli Ağa'n yukarıda, seni bekliyor. Jêhat Ağa aşağı inmez, büyük konağa da gelmez, sen ona gideceksin. Hadi bakalım küçük gelin yeni evine hoşgeldin" deyip kıkırdayarak kolunu çekiştiren diğer kadınla beraber büyük konağa doğru koştular. Bir kez daha başımı yukarı kaldırıp uzayıp giden konağa baktım. Gerçekten bir kaleye benziyordu ya da kuleye. Deli Ağa'nın kulesi. Büyük tahta kapıyı açıp sözde gelinliğimle konağa girdim. Beni karşılayan oval merdivenlerde durdum ve ensemde hissettiğim ürperme ile gelinliğimin eteğini tutup topuklu ayakkabılarımı çıkarttım. Çünkü bedenim korkudan mı kasvetten mi bilinmez için için yanıyordu. Serinleme ihtiyacıyla soğuk parkelere ayaklarımı basıp gergin bir nefes vererek çıplak ayaklarımla merdivenlerden çıktım. Nereye gideceğimi bilmediğim için sessiz koridorda etrafıma bakındım, bütün odaların kapıları kapalıydı ve hangisine girmem gerektiğini bilmiyordum. Yoğun sessizlikle gözlerimi kapattım, bir mırıltı sesi duyduğumda başımı sağa çevirdim. Biri mırıldanarak bir şeyler söylüyordu, bir şarkıya ya da bir şiire benziyordu. Adımlarımı ona yöne çevirip bir kez daha gelinliğimin eteğini kaldırarak yürümeye devam ettim. Koridorun sonunda karşıma çıkan devasa kapıya bakarak korkuyla geri adım attım ama o mırıltı hâlâ devam ediyordu ve beni çağırıyordu. Korkak biri değildim ya da kimseye karşı çekinmem yoktu. Kader beni buraya getirdiyse, burda da başım dik yaşatacaktı. Devasa kapının kollarından tutup sertçe ittirdim ve açılan kapıyla nefesimi tuttum. Beni karşılayan damalı taşlar üç odayı kaplayacak kadar uzanıyor ve buraya oda demenin mantıksız olacağını belirten koskocaman bir katın bütün zemininde devam ediyordu. Kapı eşiğini aştığımda arkamda kapıyı açık kapıyı bırakarak odada ilerlemeye başladım. Hemen solumda duran masada bir tepsi ve üstünde akşam yemeği yenildiği belli olan tabaklar vardı. Burası beni duvarlı bir bölmeye yönlendiriyordu, parmaklarımı soğuk taşlara dokundurarak yürümeye devam ettim. Attığım o adım gözlerimi dehşetle açmama sebep oldu. Koca odanın solundaki tüm duvarlar boydan boya aynalarla kaplıydı, uzayıp giden aynaların ilerisinde duvarda sallanan tahta bir salıncak ve onun da gerisinde damalı taşların üstünde oyunun belki de yarısında kalmış koca koca satranç taşları vardır. Mırıltıları şimdi daha yakından duyuyordum ve sanki boş odada aynalar sesleri yansıtıyor gibi parlıyordu. Odanın büyüklüğünde kaybolan tam ortasında duran siyah deri bir koltuk, önünde ise tuval, yerde sayısızca boya kutuları ve çeşit çeşit fırçalar, tuvalin gerisinde ayaklı bir taburede oturan adamla arkama dönme isteği duydum. Mırıltılar yavaş yavaş artarken önüme dönüp kaçacak yer arar gibi sağıma baktım. Bu defa da boydan boya camlardaki yansımama ve hemen dibindeki simsiyah yansıyan piyanoya baktım. Boydan boya camlar tam aynaların karşısında uzayıp gidiyor, önlerinde ise saygısızca üzerleri siyah örtülerle kapatılmış tablolar sıralanıyordu. Yoğun boya kokusuyla beraber keskin afrodizyaklı parfüm kokusu burnuma çalınıyordu. Oda, büyülü bir kalenin içine benziyordu. Aynalar ve camlar yansımaları içe içe karıştırmış, ay ışığını yansıttığı aynalar odaya büyülü bir manzara sunuyordu. Camlardan aynaya yansıyan dağların ahengiyle dudaklarım aralandı. İtilen taburenin sesiyle yerimde irkilerek gözlerimi aynalardan çekip odanın ortasına baktım. Elindeki fırçayı umursamazca yere atan adam tabureden kalktı ve aslında uzun boyunu tuvalin gizlediği bedenini gererek boynunu kütletti. Aynaların yansıttığı ve sürekli kırılan loş ışığın altında gözleri karanlığını gizlemekten çekinmeyerek gözlerime takıldı. Daha önce yüzü bu kadar güzel bir adam görmediğime yemin edelirdim. Pejmürde, boyalarla kaplı, nerdeyse sökülecek bir kazağın içinde bile yüzü kızgın kumlarda birer inci gibi parlıyordu. Yüzünün güzelliğini göstermek için vardı bunca aynalar. Kumral yüzünde yırtıcı bir kuşu andıran büyük badem gözleri gözlerimden tenime akmak ister gibi delice bakıyordu. Loş ışıkta bile kendini belli eden ve gerilen birer yay gibi kirpikleri, onları süsleyen düzenli kaşları, keskin yüz hatları, kemikli burnu ve şimdiye kadar hiç gülmediğini hissettiren dolgun büyük dudakları. Bu adam dünya üzerinde yaşıyor olamaz diye fısıldama isteği uyandırıyordu. Bir peri masalı gibi. Güzelliğine tezgah buz gibi sesi bütün bedenime soğuk rüzgarlar estirdi. O an bedenimin ürpermekten uzak, sesinin karanlığıyla üşüdüğümü hissettim. "Hoşgeldin Deli Ağa'nın Gelini."

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

İNFAZ

read
4.8K
bc

Askerin Gelincik Çiçeği

read
33.2K
bc

Kod adı :Buz

read
6.1K
bc

AŞKIN KÜLLERİ [ YENİDEN DOĞMAK ]

read
7.4K
bc

Sessiz Çığlık

read
10.0K
bc

Geyna-Layon'un Fısıltısı

read
1.3K
bc

Kader Çıkmazı

read
4.6K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook