KAYA...

1494 Words
... İsmimin bir yabancı tarafından böyle fütursuzca seslendirilişi adımlarımı olduğu yerde sabitlemiş ve ardımı dönene kadar geçen sürede aklımdan bir çok senaryo geçmişti. - Kimsiniz ve adımı nereden biliyorsunuz? Hem siz babamı nereden tanıyorsunuz Allah aşkına? Sakinliğimi kaybettiğimin farkındaydım ama hem yetişmem gereken önemli bir dersim varken hem de ardımda cevabını merak ettiğim sorular bırakmak arasında sıkışmak sakin kalmamı engelliyordu. - Sabah için teşekkür etmek istedim. Üstelik yaka kartında adın yazıyordu. Babana gelecek olursak; bu sadece ilginç bir tesadüf. Küçük bir araştırma yaptım ve iki yıl öncesine kadar şirketimizde çalıştığını öğrendim. Başına talihsiz bir kaza gelmiş. Nasıl olduğunu merak ettim. Bilirsin işte basit bir merak. - Sizin Soner inşaatla tam olarak nasıl bir bağınız var? - Yıllar önce babam tarafından kurulmuş. Ben de mecburen işlerin başına geçmek zorunda kaldım. Malum kardeşim işleri batırınca rahatımı bozmam kaçınılmazdı. - Her neyse. Bana teşekkür etmeniz için hiçbir sebep yok. Şimdi izniniz olursa yetişmem gereken bir yer var. Size iyi günler. - Eğer senin için sorun olmazsa gideceğin yere bırakabilirim. - Lüzum yok, iyi günler. Eğer hava şartları yeterince uygun olsaydı ve biraz daha vaktim olsaydı; bu sinirle fakülteye kadar yürüyebilirdim. Ancak ne yazık ki beni lafa tutarak zaten olmayan vaktimden de çalmıştı beyfendi! Soner inşaat babamın çalıştığı ve kaza geçirdiği binanın yapımını üstlenen şirketti. Rıdvan Soner ve oğlu Bora Soner yaşanan kazaya öyle güzel kılıflar uydurmuşlardı ki; kazaya uğrayan üç işçinin kaybettikleri acı bir şekilde onların yanına kalmıştı. Bir dönem sonra okulu bitirip hocalarımın aracılığı ile staja başalayacağım hukuk bürosu ise şans eseri Soner inşaatın da bünyesinde bulunduğu, Soner Grup'a karşı açılan davalarla ilgileniyordu. Babamların davasının yeniden görülmesini sağlamam için elime geçen büyük bir fırsattı orada staj yapacak olmak. Kardeşinin işleri batırdığını söylediğine göre getirilen yaralı Bora Soner olmalıydı. Rıdvan Soner'in Amerika'da yaşayan bir oğlu daha olduğunu duymuştum ama şirkete ait hiçbir resmi evrakta adı geçmediği için inşşat ile ilgisi olduğunu düşünmüyordum. Yurda yeniden dönüş sebebi şirketin içinde olduğu zor durum ise; bu da demek oluyordu ki onlarla uğraştığım süreçte sık sık karşılaşacaktık. Fakülte binasından girdiğimde dersin başlamasına beş dakika kadar kısa bir süre kalmıştı. Amfinin girişinde beni bekleyen Sırma, Emre ve Ayşenur koridorun başında gözükmemle derin bir nefes aldı. Okula başladığım andan itibaren aramızda kurduğumuz dostluk bu güne kadar kuvvetlenerek gelmiş ve birbirimiz için her şeyi yapabilecek kıvama ulaşmıştık. Emre üçümüzün de abisi gibi davranmaktan hoşlanan, babacan ve sahiplenici bir gençti. Aramızda iki yaş fark olmasının sebebi ise ailesel durumlardan ötürü kaydını iki yıl dondurmasından kaynaklanıyordu. Özellikle benim üzerime daha çok düşerdi çünkü ona göre diğerlerinden daha saf ve savunmasızdım. Savunmasız olduğumu inkar edecek değildim. Babamın durumu ortadayken annem beni sadece eve para getiren bir robot olarak görüyordu. Sırma ve Ayşenur'un ailesi ise her zaman arkalarındaydı. Sık sık evlerine davet eder ve birlikte vakit geçirmek isterlerdi. Ama benim onlar gibi normal bir hayatım yoktu. Hafta içi gündüz başka, akşam başka bölünüyor, hafta sonu ise ev işleri yaparak ve ders çalışarak vakit harcıyordum. Bu sebeple ilk iki yıl yaptığım gibi, onların planlarına düşünmeden uymak gibi bir lüksüm yoktu. Babamın geçirdiği kazadan sonra sürekli bana destek olmalarına, onun noksanlığını doldurmak için kendimi paraladığıma şahit olmalarına rağmen beni de kattıkları planlar yapmaktan geri durmuyorlardı. Yine de onları geri çevirmeme gönül koymayışları içimi rahatlatan en güzel ayrıntıydı. Sırma'nın heyecanlı çıkışına cevap verdiğim sırada dersin hocasının koridoru döndüğüne şahit oldum. - Nerede kaldın Dilrüba. Yetişemeyeceksin diye çok korktuk. - Ama yetiştim gördüğün gibi. Hem bugün çok saçma bir durum yaşadım. İlk aralıkta anlatacağım size. Hadi salona girelim hoca geliyor. Amfide yine yan yana oturabileceğimiz bir sırayı gözümüze kestirip oraya doğru yürümeye başladık. Bizim aramızdaki bağ, sınıftaki bazı kişilerin oldukça garibine gidiyordu. Özellikle aramızda tek erkek olan Emre'nin bizden daha çok dikkat çektiği su götürmez bir gerçekti. Birbuçuk saati aşkın süren blok dersin ardından çıktığımız 20 dakikalık molada üçünün de dikkati bana yöneldi. Emre; - Hadi anlat bakalım ne oldu sabah sabah? - Sormayın. Sabah çizelgede acilde çalışacağımı gördüm ve malzemeleri almak için acil tarafındaki malzeme odasına yöneldim. O arada bir curcuna oldu. Silahlı bir çatışmada yaralananları bizim hastaneye getirdiler. Ortalık birden karıştı. Ben hastane bahçesinde o kadar kalabalığı ilk defa bugün gördüm. - Hani şu sabah viyadükte olan çatışmadan mı bahsediyorsun? Okula gelirken metroda konuşuyorlardı. - Evet ondan bahsediyorum. Her neyse ben bir içeri bir dışarı koştururken biri kolumdan tutup içerideki yaralılardan birinin durumunu sordu. Ben açıklamaya yetkim yok deyince beni işimle değil direk canımla tehdit etti. - Adi şerefsiz. Eee sonra? - Her neyse bir şekilde öğrenip bilgi verdim. Çünkü içerideki kardeşiydi ve o durumda insanlar olmak istemedikleri kiilere ister istemez bürünebilirler. - Sıçarım senin empati yeteneğine. Ya birinin kulağına giderse ve sen işinden olursan? - Emre Allah aşkına müsaade edecek misin anlatayım? - Tamam sustum ama içimden bir ses, sanki bu işin sonu hiç hayra alamet çıkmayacak diyor. - Lütfen dinle. Her neyse ortalık duruldu, ben de mesaimi öyle ya da bitirdim ve hazırlanıp okula gelmek için acele ile yürümeye başladım. Personel kapısından çıkarsam ben durağa gidene kadar otobüs kaçardı. Bu sebeple başhekimlik kapısından çıkmaya karar verdim. Bir yandan eldivenimle, bir yandan da beremle cebelleşirken birine çarptım ve ne olduysa ondan sonra oldu zaten. Çarptığım kişi, sabah beni tehtid eden adamdı. Ben yine de üzerinde durmadan özür dileyip ilerlemeye çalıştım ama arkamdan; "Dilrüba Kayhan. Ahmet Kayhan'ın biricik kızı. Baban nasıl Dilrüba?" diye seslendi. - Oha kızım. Kim bu adam? - Kim olduğunu duyunca asıl şokun o zaman şaşacak. Babamın kaza geçirdiği inşaatın sahibinin oğlu. Kaya Soner. Ve bilin bakalım yaralı olan kim? - Sakın Bora Soner deme düşüp bayılırım. - Hiç bayılma Yonca. Ta kendisiymiş. Bizim davamızı ustaca püskürten Bora Soner. O adam bana ne dedi bir de biliyor musun? Kardeşimin ve babamın batırdığı işi toplamaya geldim dedi. Rıdvan Soner'in Amerika'da yaşayan bir oğlu olduğunu duymuştum. Anlaşılan ayağının tozuyla karşıma çıktı beyfendi. - Bundan sonra karşına çıkıp seni rahatsız edecek olursa haberim olsun, tamam mı? - Emre sen ne yapabileceksin Allah aşkına? Adam Dilrüba'nın karşısına çıkmak istedikten sonra nasıl engel olabilirsin ki? Hem baksana herif, ayak üstü tehdit ettiği sıradan bir çalışanın bile şeceresini araştırmış. Yoksa nereden bilecekti Ahmet amca ile arasındaki bağı. - Ne olursa olsun onun yalnız olduğunu düşünmemeli Sırma. - İyi de ne yapabilir ki? Dava görülmüş, kapanmış. Bu saatten sonra Dilrüba'nın kim olduğunu bilse ne, bilmese ne? - Eğer kim olduğu dikkatini çekmeseydi bunu bildiğini Dilrüba'nın gözüne sokmaya çalışmazdı. Bu adamları bilmiyorsunuz sanırım. Her şeyi kontrol altında tutmak isterler. Geçmişte kalsın ya da kalmasın. Kaldı ki bu kız; mesleğe atılır atılmaz ilk iş onları süründürmeye ant içti. Şimdi değilse bile en fazla bir yıl sonra karşı karşıya gelecekler. Emre'nin söyledikleri doğruydu ama benim yüzümden kimsenin mimlenmesini istemiyordum. Benim için şahsi olan mesele yüzünden kimseyi zora sokamazdım. Ama bunu dillendirmemden rahatsız olduklarını bildiğim için kendimi tutup konuşmaktan vazgeçtim. Zaten bu sürede de bir sonraki dersin saati gelip çattı. Anlattıklarımdan sonra Emre'nin bariz bir şekilde kafaya taktığını görebiliyordum. Başıma iş açacaklarından korktuğu aşikardı ama şimdilik kendi halinde, hem okuyup hem de çalışarak ailesine bakmaya çalışan çaresiz bir kızla uğraşacaklarını hiç sanmıyordum. Bu sebeple bugün yaşananları unutma yolunu seçtim. KAYA SONER... Yaka kartında gördüğüm ismin bana nereden tanıdık geldiğini, Bora ve adamlar o durumdayken düşünmem ne kadar akla yatkındı bilmiyorum. Fakat iki yıl önce şirket aleyhine açılan ihmal davasının şirket avukatları tarafından endişe ile karşılanması, ister istemez dosyayı incelemememe sebep olmuştu. Bütün itirazlara rağmen usulsüzlüklerinin üzerini başka usulsüzlüklerle örtüp davadan yara almadan kurtulmuş olmaları onları adalet önünde haklı çıkarmayacaktı. Bunu dile getirişim babamın; beni duygusallıkla suçlayıp hayatım boyunca başarısız olacağım konusunda uyarmasına neden olmmaktan başka bir şeye yaramadı. Babamla yollarımı ayırmamın en önemli sebebiydi kardeşimle arama açtığı uçurumlar. Bora'yı biraz başına buyruk yetiştirmiş ve ona ulaşmama asla izin vermemişti. Annem öldükten kısa süre sonra evlenmesi ve ardından da Bora'nın dünyaya gelmesi zaten aramızda var olan uzaklığı daha da açmış ve beni ailemden kalan tek adamdan yani babamdan daha da uzaklaşmaya itmişti. Yıllardır kendime ait dünyamda sıkıntısız yaşarken birden onun tarafından çağrılmış olmam, aslında durumun ne kadar vahim olduğunun kanıtıydı. Çünkü ne babamın ne de Bora'nın benden yardım alacak kadar ileri gidebileceğini düşünmüyordum. Burunları düşse eğilip yerden almayacak insanlardı neticede. İncelediğim dosyada üç farklı hayatın birden ters yüz oluşu ve geride bıraktıkları ailelerin girdiği çaresiz hukuk savaşının ayrıntıları mevcuttu. Avukatlar aile üyeleri hakkında da geniş kapsamlı araştırmalar yapmış ve güçsüz olduklarına kanaat getirdiklerinde ise onları davalarından vaz geçirmek, hatta şirket yerine kazazedeleri suçlu çıkaracak sahte kanıtlar üretmekten geri durmamışlardı. Bu dava hakkında babamla yaptığımız o büyük kavganın ardından beni şirketin kurtarıcısı olarak görmesi o yüzden garibime gidiyordu. Bir örneği bilgisayarımda olan dosyayı incelemk için sakin bir yere geçip, Bora ameliyattan çıkana kadar bu meseleye yoğunlaşmıştım. Ahmet Kayhan'ın kızının hukuk fakültesi öğrencisi olduğu yazıyordu. Fakat bu sabah burada karşılaştığım kızın öğrencilik ile uzaktan yakından bir ilişkisi olduğunu anlamak kolay değildi. Bir iki telefondan sonra ulaştığım bilgiler sayesinde kendince ayarlamalar yapıp hem okuluna devam ettiğini hem de ailesine bakabilmek için çalıştığını öğrenmiştim. Ülkeye çağrılmam ve işlerin üzerime devri sayesinde geçmişte yapılan usulsüzlüklere de erişim hakkımın doğması belki de bir işaretti. Onları saplanmış oldukları bu bataktan kurtararak mensubu olduğum soy adını da temize çıkarabilirdim. Fakat mevcut duruma göre fazla erken ümitlendiğimi bilmiyordum...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD