26. Bölüm “Hangi Baba Kızını Güle Oynaya Verir”
Tolga Karcı ;
Manisa Kırkağaç’taki eğitim günlerimiz oldukça zorlu geçiyordu.
Bazen ufak bir pişmanlık hissediyordum ama sonra kendime, “Hayallere kavuşmak kolay olsaydı, adı hayal olmazdı,” diyordum.
Komutanlar inanılmaz disiplinliydi. Ama bu zorluklardan bizimkilere bahsetmiyorum tabii. Onlar da yaşayarak öğrensinler.
Cengiz de başvurusunu yapmış Efe’yle birlikte. Tabi Efe, ailesinden gizli yapmış. İşi bile bırakmış.
Ana kuzusu, bir gelse de görse…
“İş beğenmemek neymiş, eğitimlerde anlarsınız,” derdim ya hani; tam da öyleydi.
Vatanı korumak kolay olsaydı, ödülü şehitlik olmazdı zaten.
Eskiden bir şehit haberi duyunca “Allah şehadetini kabul etsin,” der, iki dakika hüzünlenir sonra normal hayatıma devam ederdim.
Bazı şeyleri şimdi anlıyordum.
Botlarımı çıkarıp ayaklarımın haline bakınca annemin sözü geldi aklıma:
> “Sen orada perişan olurken ben senin maaşını nasıl yerim oğlum?”
Ben de,
> “Afiyetle ye annem,”
demiştim.
Şimdi şu halimi görse, açlıktan ölür herhalde...
Eğitim tamamlanmak üzereydi, başarmama çok az kalmıştı.
Sabret Busem, dedim içimden, az kaldı.
Telefonumu alıp onu aradım. Uyumadan önce sesini duymak, ilaç gibi geliyordu.
“Tolgaaa, nasılsın? Gecikince korktum, bir şey oldu sandım,” dedi sesi titreyerek.
“Yok güzelim,” dedim, “eğitim uzadı o yüzden geciktim. Nasılsın bir tanem? Seni görmeyi çok özledim. Müsait misin? Arayayım seni görüntülü, iki dakika.”
“Tamam, sessiz ol ama,” dedi, “odadayım, annem de uyanık.”
Aradım. Çalmadan açtı telefonu.
Karşımda mühür gözlüm… Saçları, yanakları, kaşları… Her yeri ayrı güzel.
Bakmaya doyamadığım o yüz… Masum bakışlarıyla gözlerimin içine baktı.
Konuşmamıza gerek yoktu. Bazen insan, sevdiğine sadece bakarak da her şeyi anlatabiliyormuş.
Gözlerinde süzülen yaşları gördüm. Benim de gözlerim doldu ama akıtmadım.
> “Bekle sevdiğim,”
dedim içimden.
“Hayallerimize çok az kaldı…”
Buse aniden telefonu kapatınca anladım, yanına biri gelmişti.
Vakit varken Efe’yi aradım, görüntülü aradım. İkinci çalmada açtı.
Ve gördüğüm manzara karşısında hayretler içinde kaldım.
Görüntüyü açar açmaz, sus işareti yaptı. Sonra arka kamerayı açtı…
Meğer misafirlikteler miş. Ama o an bir şey fark ettim: Bu “Aileler Tanışıyor” faslı değil, bildiğin kız istemeye dönmüş!
Efe alttan mesaj yazıyordu:
> “Annem kızı dayanamayıp babasından isteyince çayla başlayıp kahveye döndük.”
Gülümseyip mutluluk diledim. Şahit olmak da varmış bu işin içinde.
Annemi ve kardeşimi arayıp biraz seslerini duymak, onları dinlemek istedim.
Tabii, gece yapılacak eğitimden haberleri yoktu.
Sanki derin bir uyku benim için haram kılınmış gibiydi; gözlerim kapansa bile zihin uyanıktı.
Hanna ;
Sözde sadece tanışma olacaktı ama kapıyı açtığımda karşılaştığım manzara biraz şaşırtıcıydı. Sadece Koray’ın ailesini bekliyordum, ama amcası, yengesi, kuzeni ve kız kardeşleri de gelmişti. “Umarım babam çok sinirlenmez,” diye düşündüm. Annem ona sadece “oğlanın ailesi gelecek” demişti.
Yengesinden çiçek ve çikolatayı görünce içimden bir “eyvah” geçti; iş ciddiye biniyordu. Koray’ın bakışlarını ara ara üzerimde hissediyordum, ama utancımdan göz göze gelemiyordum. Bizimkiler yakalanırım diye tetikteydi. Annemin telaşı ise beni çoktan geçmişti.
Mutfağa gelince annem yanıma sokuldu: “Hanna, oğlan hangisi?” diye sordu. Koray’ı tarif ettim. Annem elini ağzına kapatıp “Maşallah,” dedi. Kanım ısındı oğlana; çok efendi duruyor, onayını vermişti.
Hoş geldiniz diyip sırayla tanışmalar gerçekleşti. Annesi ve yengesi çok samimiydi. Şansıma yengesine tanıdık biri çıkmıştı, sohbet ve muhabbet kısa sürede açıldı. Ortak tanıdıklar, günlük işler derken ortam ısındı.
Koray’ın yengesi babama dönüp, “Yabancı değiliz abi, adını koymadan kalkmayalım. Hele çocuklar bi tanısın birbirini,” dedi. Babam, “Olmaz, tanışmaya geldiniz,” dese de yengesi söz nişan için var, kendi aramızda rahat konuşsunlar diyordu. Eşine işaret verdiğini gördüm. O an göz göze geldik Filiz yenge ile.
“Hadi, kıymetli ellerinden bir kahve içelim,” dedi. Ben de sanki o isteği bekliyormuşum gibi hemen kalkıp kahve yaptım. Kahveleri dağıtırken Filiz yenge espriyle, “Tuz atmasaydın kızım, ama çıkarmak istemiyorsan şeker koyalım, anlarız,” dedi. Herkes gülüştü; şans eseri kahveler şekerliydi. “İsteme değil,” diye bir şey katmadım, acaba katsam mıydım diye düşündüm.
Kahveleri dağıtıp yerime oturdum. Koray’ın amcası, “Allah’ın emri, Peygamberimizin kavliyle kızınızı oğlumuza istiyorum,” demesin mi? Koray’ın ablası kahveyle birlikte mutfağa kaçtı resmen. Herkes gülüştü. Babam, “Bu ne acele, hele bir durun,” dese de yengesi çantasından bir kolye çıkardı ve boynuma taktı: “Olsun olmasın, ben kızımızı çok sevdim, hediyemi takayım, olmasa da sıkıntı yok, hediyem olsun,” dedi. Babam “Olmaz, takı takılırsa adı konmuş olur,” dese de Filiz yenge dinlemedi. “Siz düşünün, oğlumuzu araştırın, müsait olduğunuzda buyur edersiniz, hazırlıklı geliriz,” dedi. Babam şaşkın ama hazırlıksız, “Böyle geldiyseniz, hazırlıklı nasıl geleceksiniz?” dedi.
Erkekler daha sonra balkona geçip sigara içip rahat konuşmak için alan açtılar; kadınlar salonda sohbeti sürdürdü. Sohbet o kadar güzeldi ki, bu kadar samimi ve içten geçeceğini tahmin etmemiştim.
Gece, erkeklerin koyu sohbeti ve kadınların plan telaşıyla geçmiş, saat neredeyse on ikiyi gösteriyordu. Misafirleri uğurlamış, mutfağı toparlamaya başlamıştık. Kız kardeşimle tabakları yerleştirirken annem yanıma gelip, “Baban çağırıyor,” deyince içim birden burkuldu. “Eyvah,” dedim kendi kendime.
Utana, sıkıla babamın yanına gittim. Allah’a şükür babaannem de yanındaydı; en azından bir destekçim vardı önümde, biraz rahatladım. Babam doğruca gözlerime baktı:
“Ne diyorsun kızım?” diye sordu. Sesi sakin ama resmiydi. “
Bak, istemiyorsan açık söyle, ben kibarca geri çeviririm. Millete ayıp olmasın diye kendini kasma,” dedi.
İç sesim çığlık atıyordu; ne diyeceğimi bilemedim.
İç sesim;
“Ama baba, biz yüzükleri taktık,” diye başladı, kelimeler ağzımda düğümleniyordu.
İç sesim;“Hey yavrum hey.” İçimden durup durup
“Bu yoldan dönenin kaşığı kırılsın” diye küfür bile ettim ama yüzüme vuran sorumluluk soğuktu. Durdurmaya çalıştım kendimi; bir yandan da kalbim “Nasıl hayır derim ki?” diye bağırıyordu.
Dışarıdan sakin bir sesle, “Sen nasıl uygun görürsen, baba,” dedim. Sözlerimden emin olmaya çalışıyordum ama sesim titriyordu.
Babam tebessüm etti; o tebessüm hem yumuşak hem de öğreticiydi. “Ben uygun görmüyorum, kızım. Yaşın daha küçük. Daha çok taliplerin olur, acele etme,” dedi. Sözleri beklendiği gibi çarpıcıydı; babamın mantığı, gelenek ve koruyucu ruhuydu.
İçimde bir yerde iç sesim kıvranıyordu Hanna babaya sen bilirsin denir mi?” Babaya bırakılır mıydı bu iş? Hangi baba kızını güle oynaya verir, al sana cevap. Vermese otur ağla mendil verenin.” İç sesim haklı isyanını gerçekleştiriyor du.
Babamın bakışı sertleşti ama sonra yumuşadı. “Senin mutluluğun önceliğim, kızım. Ama acele kararlar bir hayatı sarsar. Biz de seni düşünüyoruz,” dedi. Sesi hem koruyucuydu hem de yatıştırıcı.
O anda babaannemin eli elime değdi; gözleriyle onay verdi. O küçük dokunuş, içimdeki fırtınayı biraz olsun dindirdi. Yine de içimde, “Kaymak gibi çocuk, babam neden istemeyim?” diye fısıldayan küçük bir iç sesim vardı. İnsan sevdiği adama nasıl hayır diyebilirdi ki?
Babamın sözleriyle odadan ayrıldım; kalbim hem huzur hem hüzün taşıyordu. Aklımda tek bir şey dönüp durdu: "Bu gece her şey çok hızlı oldu; ama benim de bir seçimim var."