27. Bölüm “Sevmek Sevilmek”

1904 Words
27. Bölüm “Sevmek Sevilmek” Hanna; Kız kardeşimle mutfağı toplamaya başlamıştık. Tabakların şıngırtısı arasında kendi düşüncelerime daldım. “Bu kadar kalabalık olacağını nereden bilebilirdim ki?” dedim içimden. Sözde tanışma olacaktı ama bildiğin kız isteme merasimi gibi geçmişti. Koray’ın amcası, yengesi, kuzeni, hatta kız kardeşleri bile gelmişti. Her birinin bakışında farklı bir anlam vardı: kimisi ölçüp biçiyor, kimisi gülümsüyor, kimisi sanki beni tanımaya çalışıyordu. İşleri gücümün yettiğince toparlayıp kalanı sabah yaparım dedim. Daha doğru iç sesim sakin kalmadığı için yarım bırakıp, odama geçmiştim. Düşünmek istiyordum, Koray'ı ailesini ve yarının neler getireceğini. O gece evin içi sessizliğe gömülmüştü. Misafirlerin kahkahalarından, kahve kokularından, kadınların fısıltılarından geriye sadece ağır bir yorgunluk kalmıştı. Salondaki orta sehpasının üzerinde bir iki kahve fincanı hâlâ duruyordu. Sanki kimse dokunmak istememiş, her şey olduğu gibi kalmıştı. Ben odamın kapısını kapattığımda, kalbim hâlâ babamın sesiyle çarpıyordu. > “Ben uygun görmüyorum kızım...” O an tekrar yankılandı kulaklarımda. Yatağımın üzerine oturup sırtımı duvara yaslamıştım. Kalbim yavaş yavaş kendi içinde bir fırtına koparıyordu. Küçüktüm belki ama hissettiklerim çocukça değildi. Telefonumu elime aldım, ekran ışığı yüzüme vurdu. Koray’dan mesaj gelmişti: Koray🌙 “İyi misin Hanna? Babanlar bir şey dediler mi?” Bir süre baktım ekrana. Yazmak istedim ama parmaklarım donmuştu sanki. İçimden bin cümle geçiyordu ama hiçbiri yerini bulmuyordu. Sonra sadece: Hanna💫 “İyiyim. Yoruldum biraz,” diye yazdım. Üç nokta çıktı ekranda. Yazıyor… Sonra bir süre sessizlik. Koray🌙 “Ben seni korkutmak istememiştim. Ailem öyle birden karar verince... Ben de durduramadım. Keşke daha sakin bir tanışma olsaydı,” yazdı sonunda. İçim bir an yumuşadı. Koray’ın bu kadar düşünceli olması beni rahatlatmıştı ama yine de içimde babamın sesi vardı: > “Daha çok talibin olur...” Sanki sevmenin bir sırası, yaşamanın bir yaşı vardı. Yatağa uzandım, tavanı izledim. Kalbimle mantığım kavga ediyordu. Kalbim, “Bu çocuk seni seviyor, sana değer veriyor,” diyordu. Mantığım ise babamın yüzündeki endişeyi hatırlatıyordu. Her şey bu kadar basit olamazdı. Bir ara kapı hafifçe tıklatıldı. “Girebilir miyim?” Annemdi. Elinde bir fincan sütle girmişti. “Uyuyamadın değil mi?” dedi gülümseyerek. Başımı salladım. Yanıma oturdu, fincanı elime tutuşturdu. “Babanın kalbi sert görünür ama seni korumak ister, Hanna. O, senin aşkına değil, aceleciliğin den korkuyor,” dedi. Sesi öyle yumuşaktı ki, boğazımdaki düğüm çözüldü. “Ben... sadece onun onayını istiyorum anne,” dedim. “Onayı değil kızım, huzurunu iste. Gerçek sevgi, zamana dayanabilendir. Eğer doğruysa, baban bile önünde duramaz.” Bir süre konuştuk. Sonra bana sarıldı, “Kalbini üzme, Rabbim kalpleri en iyi bilendir,” dedi. O cümleyle içim bir nebze rahatladı. Annem odadan çıkınca telefonu tekrar elime aldım. Koray hâlâ çevrimiçiydi. Bir mesaj daha attı: Koray🌙 “Sana bir söz veriyorum Hanna, baban ne derse desin ben beklerim. Yeter ki sen vazgeçme.” Gözlerim doldu. Bu cümle, yüreğimin en kırılgan yerine değmişti. Bir süre o sözü düşündüm: Beklemek. Bir erkek “beklerim” derse, gerçekten bekler miydi? Yoksa zamanla yorgunluk mu kazanırdı? Bilmiyordum. Ama o anda inanmak istedim. Perdeyi araladım, dışarıda ay gökyüzüne asılıydı. Karanlığın içinde bile bir umut vardı. Belki de her kızın kalbinde aynı cümle dönüp duruyordu: > “Ya doğru zamansa, ya da doğru kişi yanlış zamandaysa?” İç sesim kıpır kıpırdı, sanki cebimde bir peri zıplayıp duruyordu. “Üf Hanna, ne kadar da sıkıcısın sen! Şu mantığını bir kenara bırak da kalbinin sesini dinle artık. Koray çok yakışıklı, çok efendi sözünün de eri. İlk konuştuğunda niyetinin ciddi olduğunu söylemişti, bir de ailesini getirdi buraya. Kızım, daha ne bekliyorsun? Nasıl bir kanıt istiyorsun? Bırak şu kafandaki mantığı susturup biraz yüreğine kulak ver. Koray, senin için çaba gösteriyor; ailesini yanına alıp geldi. Allah aşkına, mantıklı olmaya ara ver de sevdiğinin elini tut. En kötü ne olur? Anlaşamazsanız, ayrılırsınız; dünyanın sonu mu? Ama Koray anlaşılmayacak bir çocuk değil. O bakışları yok mu, o bakışlar her şeyi anlatıyor. Kahveyi uzatırken ki o bakışı hatırlıyor musun? Eğer kimse olmasa boynuna sarılırdım! Neyse, konuyu dağıtmayalım. Beni dinliyorsan bir önerim var: Sabah kalkınca niyetinin ciddi olduğunu annenle paylaş. Benim elimden daha fazlası gelmez; annen babana karşı cazibesini mi kullanır ; işveyle mi, cilveyle mi, yoksa trip mi atar ikna eder, bunu annen düşünsün. Her şeyi de bana bırakmayın. Ben arkandayım, korkma. Hadi, biraz cesaret, biraz teslimiyet gör bak nasıl güzel olacak.” Sabah ezanıyla birlikte uyuya kalmışım. Sabah annemin sesiyle uyandım: “Hanna, kahvaltı hazır kızım.” Sesinde hem yorgunluk hem huzur vardı. Aynaya baktım; gözlerim şişmiş, ama içimde tuhaf bir dinginlik vardı. Belki babam haklıydı. Belki de sevgi, hemen yaşanacak bir şey değildi. Ama o sabah, aynaya baktığımda kendime bir söz verdim: > “Ben bu hikâyeyi yarım bırakmayacağım.” Masadaki sessizlik sadece çatal bıçak sesleriyle bozuluyordu. Annem peynir tabağını uzatırken babam, telefon ekranına bakarak seslendi. “Gelin hanım, çay ver bakalım.” Sesinde belli belirsiz bir alay vardı. Elimdeki bardağı titrek bir gülümsemeyle uzattım. “Buyurun baba.” O “baba” kelimesi dilimin ucunda takıldı, boğazıma düğümlendi neredeyse. Ne kadar da zordu bazen kelimelerin içini doldurmak. Babam, çayı alırken göz ucuyla bana baktı. “Şekeri de ver gelin hanım,” dedi bu defa, dudak kenarında ince bir tebessümle. İç sesim hemen devreye girdi. Demek hâlâ hazmetme sürecindeyiz... Gece annemle kısa konuşmuştuk ama beni anlamıştı. “Babanı ben hallederim kızım, merak etme,” demişti. Sabah olduğunda annemin bakışlarında gerçekten de bir yumuşama vardı, ama babam... o hâlâ sanki kendi içinde bir savaştaydı. Annem sofrada herkesin tabağını toparlarken bana anlamlı bir bakış attı. O an iç sesim ; “Hanna kızım, baban kendini bu fikre alıştırıyor bence... sen sessizce ortamdan kay,” dedi. Kaşlarımı hafifçe kaldırıp başımı yana eğdim. Yani şimdi mi? dedim içimden. İç sesim “ tamda şimdi” diyordu. Sandalyeden sessizce kalkarken babam kaşlarını hafifçe çattı ama bana bir şey demedi. Bu bile ilerleme sayılırdı. Odama geçip derin bir nefes aldım. Mutfaktaki tansiyon yerini sessiz bir sohbete bırakmıştı. Annem hemen konuyu değiştirmişti bile, sanki az önceki gerginlik hiç yaşanmamış gibi. Sesleri geliyordu bana. Acaba babam istemeye gelsinler diyecek mi diye kulak kabartıyordum. Pencerenin küpeştesine yaslanıp dışarıdaki sabah ışığına baktım. Gökyüzü bulutsuzdu, hava taze yaz havasıydı. Birkaç saniye gözlerimi kapadım. Derin uyku bana haram olmuş olabilir ama belki huzur küçük anlarda saklıdır, diye düşündüm. Bir yandan Koray’ı düşündüm onun bu sofraya dahil olabileceği günü. Babamın “gelin hanım” imaları gercek olur mu? Henüz oraya çok var gibiydi ama belki... belki de bu sabah o yolun ilk adımıydı. Acaba Koray da uyanmış mıydı? Telefonu elime alıp kısa bir mesaj yazdım: Koray🌙 “Günaydın. Umarım sabahın erken saatinde seni uyandırmamışımdır.” Gönderdikten sonra bir an ekrana baktım. Mavi tik belirdi mi diye değil, sadece onun o an ne yaptığını merak ettiğimden. Belki işe çoktan gitmiştir. Belki molasında görür, dedim içimden. Derin bir nefes alıp hazırlanmaya başladım. Dolabın kapağını açarken sabahın o loş ışığı odaya dolmuştu. Klasik bir gri takım seçtim; sade, ama günün ağırlığını taşımaya yetecek kadar ciddi. Aynadaki yansımama baktım. Göz altlarımda uykusuzluğun izleri, dudaklarımda ise belli belirsiz bir tebessüm vardı. Bu halinle kimseye ciddi bir şey anlatamazsın Hanna, diye geçirdim içimden. İş için hazırlanırken akşamın yankısı hâlâ üzerimdeydi. Bakalım iş yerindekiler bugün nasıl dalga geçecek benimle. Dilek abla dün gece arayıp özür dilemişti. Kızı ateşlenmiş, apar topar hastaneye gitmişler. “Artık istemede oluruz inşallah,” demişti. Sesinde hem telaş hem de hafif bir burukluk vardı. Oysa dün gece onların da orada olmasını istemiştim. Sanki onlar gelince herşey dahada güzel olurdu. Saçlarımı toplarken dışarıdan gelen kuş seslerine kulak verdim. Güneş, perde aralarından ince bir çizgi gibi içeri süzülüyordu. Yeni gün, yeni meseleler, dedim kendi kendime. Şalımı da bağlamıştım. Son bir kez aynaya baktım, sonra çantamı alıp derin bir nefesle kapıya yöneldim. Koray mesajı görmüş müdür acaba? Parmaklarım telefona gitmek istedi ama kendimi tuttum. Yok, Hanna. Bu kadar meraklı görünme. O görür zaten, dedim. Kapıyı kapatırken babamın sesi koridordan yankılandı: “Hanna, işe geç kalma kızım.” “Tamam baba!” dedim gülümseyerek. Demek “gelin hanım”dan “kızım”a terfi etmiştim. Günün ilk zaferi buydu belki de. Sabah serinliği yüzüme çarparken apartmandan çıktım. Sokak, her zamanki gibi kendi telaşında. Simitçi çocuğun sesine karışan egzoz kokusu, işe yetişmeye çalışanların adım sesleri… Hepsi bir şehir senfonisi gibiydi. Otobüs durağına yürürken iç sesim tabii ki devreye girdi: “Hadi bakalım gelin hanım, bakalım işyerinde seni nasıl karşılayacaklar. Dilek abla kesin laf sokmadan duramaz. Bir de kızlar var, “Kız sen ne çabuk kaptırdın kendini?” diye başlarlar. Ah Hanna, bugün senin sabır testin günü. Otobüsün cam kenarına oturdum. Dışarıda her şey sıradan görünüyordu ama içimde sanki yeni bir sayfa açılmıştı. Koray’ın dün geceki bakışı hâlâ aklımdaydı. Keşke şu an burada olsaydı, bir şey demese bile o sessizliği bile yeterdi, dedim içimden. İş yerine vardığımda kapıdan girer girmez kasada Dilek ablayı gördüm. Elinde çay bardağı, yüzünde her zamanki meraklı ifadesiyle bana doğru bakıyordu. “Hoop gelin hanım, hoş geldin!” dedi. İç sesim hemen devreye girdi: “Evet, başladı…” Ben gülümseyip, “Ayy abla hemen başlamayalım sabah sabah,” dedim ama fayda etmedi tabii. “Ne yapayım kızım, dün gelemedik. Vallahi sabaha kadar seni konuştuk evde. Kız nişanlı mı oluyor, yoksa daha görüşme aşaması mı diye tartıştık.” “Abla, görüşme aşaması diyelim biz şimdilik,” dedim utanarak. “Görüşme dediğin öyle herkesin önünde mi olur kuzum? Senin fotoğrafını gönder bana da kaynanamla paylaşayım, ‘işte modern çağın mütevazı gelini’ diye örnek göstereyim.” O sırada Zeynep masadan başını kaldırdı: “Hanna, dün akşamki videoyu izledik biz. Koray’ın annesi seni nasıl süzüyordu öyle? Ben heyecandan kahvemi döktüm vallahi!” İç sesim kahkaha attı: Eyvah, görüntüler yayılmış! Neyse Hanna, gül geç, gül geç... “Ya siz de abarttınız,” dedim. “Sadece tanışma amaçlıydı, söz falan değil yani.” Ama kimse dinlemiyordu. Herkesin dilinde aynı cümle: “Koray bey çok efendiymiş.” “Yakışıklıymış da hani.” “Birlikte çok yakışmışsınız.” İçim bir yandan mahcup, bir yandan da tuhaf bir sıcaklıkla doldu. Demek insanlar bile fark ediyor aramızdaki elektriği, diye düşündüm. Bilgisayarımı açarken iç sesim yine fısıldadı: Bak Hanna, insanlar bile anladı, sen hâlâ “mantıklı olayım” diye diretiyorsun. Mantığın fişini çek artık, kalbini şarja tak! Ben çayımı yudumlayıp sessizce gülümsedim. Belki de haklısın, dedim içimden. Bugün mantığı değil kalbi dinleme günü olsun. Tam o sırada mağaza kapısı açıldı. Yakındaki kafede çalışan kızın sesi duyuldu: “Hanna Hanım burada mı?” Üçümüz birden başımızı kaldırdık. Ben şaşkın bir ifadeyle elimi kaldırdım. “Benim.” Elindeki kahve tepsisini gösterdi. “Koray Bey’den geliyor, sıcak dikkat edin.” Zeynep’in gözleri anında parladı. “Yaa! Ne diyorum ben size! Bu çocuk boşuna gelmedi bu dünyaya!” Dilek abla da ellerini beline koydu. “Ayy bu çocuk senin kaderin kızım!” Ben kıpkırmızı oldum. Kahve bardaklarının üzerindeki notu fark ettim. Küçük bir kâğıda yazılmıştı: “Sabahın telaşına biraz kahve, biraz da gülümseme iyi gider. Koray” İç sesim, kahve köpüğü kadar kabarmıştı. “Ahh Koray, sen nasıl bir planlama abidesisin! Şimdi mantık ne yapsın böyle bir jestin karşısında?” Ben kahvemi elime aldım, notu gizlice cüzdanıma koydum. Ama tabii Zeynep hemen fark etti. “Ne yazıyor orada ha? Şiir mi yazmış, ilan-ı aşk mı?” “Hiç öyle şey değil,” dedim utançla. “Sadece… günaydın yazmış.” Dilek abla kıkırdadı. “Ayy belli ki seninle gün başlatmak istiyor!” Müşteriler yavaş yavaş gelmeye başlayınca konu kapanır gibi oldu ama içimdeki sıcaklık hiç azalmadı. Kahvemi yudumlarken vitrindeki cama vuran güneş ışığında kendi yansımama baktım. Belki de gerçekten bir başlangıcın içindeyim, dedim içimden. Ve iç sesim hemen tamamladı: “Evet Hanna, kahvenin köpüğü bile senin tarafında. Artık direnmeyi bırak.” “Koray Kılıç kalanlarını indiriyorum artık gönlüme hoşgeldin sevmeyi bilen adam.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD