Yeni Bölüm “Gizli Başlangıçlar”
Sabah gözlerimi açmaya zorlanıyordum. Akşamki hengâmeden sonra aileler tanışacak sözde. Kuzenimin tanışması sözde “tatlı bir buluşma” diye başlamış, annemin final golüyle kız istemeye dönmüştü. O sahneyi hatırladıkça içimden istemsiz bir gülümseme geçti.
“Acaba benim ki olsa, annem ne kadar heyecanlanırdı?” dedim içimden.
Tam o sırada kulağımın dibinde bir ses duydum:
“Hayırdır, rüyanda kimi görüyorsun sen bakalım?”
Gözlerimi araladığımda annem tepemde, kollarını göğsünde kavuşturmuş beni izliyordu.
“Anne ya! Yapma şunu. Yemin ediyorum kapıyı kilitleyeceğim artık.”
“Kilitle de görelim bakalım,” dedi gülümseyerek. “Yedek anahtarı bende. Ne yapayım, çok seviyorum oğlum seni. Uykuda bir daha ne zaman izlerim ki seni? Yarın evlenip barklandığında artık karın izler benim yerime.”
“Anne ya, ne evlenmesi?”
Bu sözü söyler söylemez yanağıma bir tokat nakşetti.
“Tabii ki evleneceksin! Koray bile yuva kuruyor. Sen hâlâ ağzını sallıyorsun. Yok mu konuştuğun, ettiğin biri? Elin kızlarıyla gönül mü eğlendiriyorsun yoksa?”
“Anne, sabah sabah sınav mısın bana ya? Daha uykumu açamadım.
Uykulu uykulu ne dediğimi biliyor muyum ben,” dedim. Annem sinirle odamdan çıkarken: “Çabuk kalk kahvaltı hazır gerizekalı. Kime çektin ki böyle.” Canım annem yine günlük söylenme ritüelini gerçekleştiriyordu.
Annem işte böyleydi: şakası bile ciddiydi, ciddiyeti bile şakaya kaçardı.
Yorganı üzerimden atıp doğruldum. Başım ağır geliyordu gövdeme, ama kalbim daha ağırdı. Çünkü bir süredir içimde büyüyen o sırrı artık taşımakta zorlanıyordum:
Sözleşmeli er başvurum onaylanmak üzereydi.
Henüz anneme söylememiştim.
O “askerlik” kelimesini bile duyunca tedirgin olurdu; “biricik oğlum”u uzaklarda, soğuk kışlalarda düşünmek bile istemem.
Ama ben kararımı çoktan vermiştim. Belki de ilk defa bir şeye bu kadar emin hissediyordum.
Yatağın kenarına oturup telefonu elime aldım. Eylem’in mesajı vardı:
Eylem🌹❤️
“Sabahın körü, uyanabildin mi kahraman adayı?”
Gülümsememek elde değildi. O hep böyleydi; ciddi anlarda bile bir espriyle havayı yumuşatırdı.
Yazmak istedim: “Evet, uyanabildim. Ama annem nöbetçiymiş yine.”
Sonra parmaklarım durdu.
Ona da henüz söylememiştim. Başvurumdan haberi yoktu.
Kendimi onun yerine koydum; söylesem ne hissederdi acaba? Gurur mu duyardı, korkar mıydı, yoksa “neden haberim yoktu” diye kırılır mıydı?
Hepsi mümkündü.
Bir yandan annelerin sesleri mutfaktan geliyordu: tavada yumurta cızırdıyor, telefonunda yine o eski bir şarkı çalıyordu.
“Efe hadi kalk oğlum, kahvaltı hazır!”
“Geliyorum anne!” dedim, ama içimden başka bir ses yankılandı:
“Gitmeden önce söylemelisin. Hem annene, hem Eylem’e.”
O anda kapı çaldı. Annem telaşla “kargodur ben bakıyorum,” diye homurdandı.
Ben de aynaya dönüp saçımı düzelttim. Gözlerimin altında uykusuzluk değil, kararlılık vardı bu defa.
Birine söylemem gerekiyordu artık.
Belki bugün...
Belki kahvaltıdan sonra...
Belki Eylem’le buluşunca…
Ama bir şey kesindi:
Bir daha hiçbir şeyi yarım yaşamayacaktım.
Lavaboya girip elimi yüzümü yıkadım. Soğuk suyun serinliği, uykunun kalıntılarını yavaşça aldı üzerimden. Saçlarımı tarayıp biraz şekil verdim. Aslında duş almak istiyordum ama üşendim. “Neyse, akşam yatmadan alırım,” diye düşündüm.
Dolabın üzerindeki parfüm şişesine gözüm takıldı. Eylem’in hediyesiydi o. Kutusunu bile atmaya kıyamamıştım.
O pahalı parfümü sıktım üzerime; koku odaya yayılırken yüzümde istemsiz bir tebessüm belirdi.
Annem, parfümü ilk gördüğünde neredeyse kriz geçirecekti.
“Bir parfüme bu kadar para verilir mi oğlum?” diye çıkışmıştı.
Sonra da dayanamayıp internetten fiyatına bakmış.
“Parayı böyle şeylere ziyan etme. Evleneceksin, yuva kuracaksın. Ufak ufak biriktir şimdiden,” diye söylenmişti.
Ona, parfümün Eylem’in hediyesi olduğunu söyleyemedim.
Hem lafı uzatır, hem yüz ifadesi değişirdi.
Sadece “Kokusu hoşuma gitti anne,” demekle yetinmiştim.
O da hemen konuyu evlilik hazırlıklarına getirmişti tabii.
Canım annem...
Kargocu kapıya her geldiğinde “Kim bilir bu sefer hangi eşyamı getirmişti!” diyerek söylenirim.
Kendince ufak ufak hazırlık yapıyordu, odanın birini tamamen eşya deposuna çevirmişti.
Tencere, çeyiz takımı, bornoz takımları, nevresim...
Sanki ben değil, o evlenecekti.
Allah’tan ben şimdilik evlilik düşünmüyordum.
Gerçi “düşünmüyorum” desem de kim inanırdı bilmiyorum.
Annem kalsa ev üstüne ev kuracaktı.
Babam çoktan bırakmıştı onu kendi hâline.
Kimi zaman gülerek, kimi zaman iç çekerek şöyle derdi:
“Ne diyeyim oğlum, zapt edemiyorum anneni. Kendi kazanıyor, kendi alıyor. Bir bildiği vardır herhalde...”
Oysa ben nerden bilebilirdim…
Annemin neden bu kadar acele ettiğini, neden her fırsatta “yuva kur” diye tutturduğunu.
O günlerde sadece biraz tuhaf buluyordum.
Ama ileride öğrenecektim.
Ve öğrendiğimde... o kadar yıkılacağımı bilmiyordum.
Annem yine mükemmel bir sofra hazırlamıştı. “Kahvaltı” diyordu ama bildiğin ziyafetti sadece kuş sütü eksikti. Evde ilk günüm hep böyle olurdu, işten geldiğimde beni karşılayan o nefis masa…
Ama şimdi artık her gün böyle olacaktı.
Canım annem, dükkânı bile geç açıyordu; sırf ben evde düzgün kahvaltı yapayım diye.
Tabii kahvaltı boyunca da bana laf sokmayı ihmal etmiyordu:
“İstersen bugün ilk günün, gez biraz. İkindine doğru gelirsin dükkâna. Ben o zamana kadar işleri toparlarım, sen de kalanını halledersin. Böyle böyle alışırsın yeniden,” dedi.
Şaşırmıştım bu kadar anlayışlı olmasına.
Normalde “Yalnızım, ne olur yanıma gel!” diye yalvarması gerekirdi.
“İstersen beraber gidelim anne, sıkıntı değil. Nasıl olsa her gün buradayım artık,” dedim.
“Yok yok,” diye elini salladı. “Sen ilk gün gez dolaş. Akşamüstü gelirsin, kalan işi toparlarız beraber. Harçlığın yoksa benim odadaki çekmeceden al, oraya ayırdım sana biraz.”
Gülümseyip, “Kraliçesin anne,” dedim.
Her şeyi o kadar ince ayrıntısına kadar düşünüyordu ki, bazen şaşırıyordum.
Kahvaltıdan sonra masayı toparlarken içimden, “Bugün güzel geçecek,” dedim.
İlk işim, yedek telefonumdan Eylem’e mesaj atmak oldu.
> “Dersin yoksa buluşalım mı öğlen? Güzel bir yemek ısmarlayayım sana.”
Ona bugün küçük bir sürpriz yapmak istiyordum.
Öğrencilik kolay değildi, çoğu zaman canı istediği şeyi bile alamazdı.
Bugün ona şöyle güzel bir ziyafet çektirecektim.
Annem o sırada telefonuna gömülmüştü.
Eminim yine müşterileri bir şeyler soruyordu; perde kumaşının eni mi dar, rengi mi açık, indirim var mı…
Ben de fırsattan istifade, cüzdanımı alıp kapıya yöneldim.
İçimde garip bir karışım vardı: hem Eylem’i göreceğim için heyecan, hem de annemden gizlediğim şeyin ağırlığı vardı.
Annemin benim için ayırdığı harçlığı da cüzdanıma koydum.
Montumu giyerken, “Ben çıkıyorum!” diye seslendim.
Ama annem duymamıştı belli ki yine telefona iyice dalmıştı.
Babam ise koltuğundan başını kaldırıp sadece,
“Görüşürüz evladım,” dedi.
Merdivenlerden hızlıca indim.
Hava serindi ama içimde garip bir sıcaklık vardı.
Arabaya atladım, motoru çalıştırdım.
Elimi cebime atıp yedek telefonumu çıkardım.
Eylem’e hemen mesaj attım:
> “Merhaba güzelim dersin ne zaman biter, ne zaman müsaitsin?”
Telefonu daha cebime koymadan mesaj sesi geldi.
> “Günün en güzel haberi! Bugün dersim boş. Öğlen buluşabiliriz.”
Yüzümde kocaman bir gülümseme belirdi.
Direksiyona yaslanıp parmaklarım hızla yazdı:
> “Ne öğleni güzelim, ben çıktım bile! Hazırlan, geliyorum!”
Mesajı gönderdikten sonra içimde tatlı bir telaş yayıldı.
Bir yandan Eylem’i göreceğim için mutluydum,
bir yandan da o başvuru meselesi aklımın bir köşesini kurcalıyordu.
Eylem’in gözlerine baktığımda, o sırrı ne kadar gizleyebilecektim bilmiyordum.
Motorun sesi sokağa karıştı.
Yol, uzun zamandır olmadığı kadar umut dolu görünüyordu.
Bugün her şey değişebilirdi.
Eylem;
Sabah perdeden süzülen ışık yüzüme vurduğunda uyanmıştım. Birkaç saniye tavana bakıp derin bir nefes aldım. Sessizlik. Ev yine her zamanki gibi sessizdi. Elimi yüzümü yıkayıp hazırlandım. Bugün fazla dersim yoktu. Aslında terzi ablama uğrayayım diyordum, hem biraz sohbet eder hem de ona yardım ederim diye düşündüm. Ama içimde nedense başka bir telaş vardı bugün.
Mutfakta dolabı açtığımda yine bomboştu. “Bu öğrencilik bir bitse de düzenli bir hayatım olsa artık,” dedim kendi kendime. Annemin kahvaltılarını o kadar çok özlemiştim ki… O sıcacık kokular, çayın fokurtusu, “soğumadan ye” deyişi… Kalbim bir anlığına sıkıştı.
Aklıma Filiz ablanın geçenlerde verdiği börekler geldi. “Bunları buzluğa koy, sabahları seni kurtarır,” demişti gülümseyerek. Hemen dolaptan bir paket çıkardım. Börek çözülürken lavaboları temizlemeye koyuldum, elim oyalansın istedim.
Çay demlenirken telefonum titredi. Filiz abladan dı mesaj:
“Resim at bakalım, kahvaltıda ne var bugün?”
Gülümseyerek hemen böreklerin fotoğrafını çektim ve yolladım.
“Senin verdiğin börekleri yiyorum abla.”
Kısa süre sonra cevap geldi:
“Ah keşke şimdi beraber kahvaltı yapsaydık, üzüldüm.”🥺
Ardından bir üzgün emoji.
“Ben de isterdim abla,” diye mırıldandım kendi kendime.
Sonra bir mesaj daha geldi:
“Bugün dersin var mı?”
“Yok abla, gün boyu boşum,” diye yazdım hızlıca.
Ama ondan gelen cevap sadece kısa bir “Tamam” oldu.
Telefonu masaya bıraktım. Kalbimde ince bir sızı… Acaba fazla mı konuştum, onu dertlerimle yordum mu? Yoksa gerçekten işi mi vardı? Bazen insanın içi sessizliği bile yanlış anlıyor.
Tam o sırada telefon yeniden titredi.
Efe’den mesajdı:
“Ne öğleni güzelim, ben çıktım, hazırlan!”
Gözlerim istemsizce parladı. Kalbim bir an hızlandı.
“Ne… Şimdi mi?” dedim yüksek sesle.
Aynada kendime bakıp gülümsedim.
“Eylem, hadi bakalım, hazırlan bakalım. Bugün sürprizlerle dolu bir gün olacak galiba.”