12. Bölüm Sözleşmeli Er Tolga Karcı

1063 Words
12. Bölüm Sözleşmeli Er Tolga Karcı “Kendin ol insanların seni sevmesi gerekmiyor, senin de onları umursamam gerekmiyor. Seni sen olduğun için sevenlerle yola çıkarsın, diğerleri zaten yolda seni satar. Sen yanında kalanlarla devam edersin.” Tolga; Annem ve kardeşimle vedalaşıp terminale geldiğimde içimdeki ağırlık bir kat daha artmıştı. Evden vedalaşmayı özellikle kısa tutmuştum, böylece ayrılığın yarası daha derin olmasın istemiştim. Bizim delikanlıları da istememiştim Buse ile sakin bir veda istiyorum bu sefer deyince anlayışla karşıladılar. Ama bir de Buse vardı… O da terminale gelmişti. Ayrılığımız sandığımdan daha zor olmuştu. Sıkıca sarıldım ona; saçlarını okşadım, kokusunu ciğerlerime kadar çektim. İnsanın sevdiklerini geride bırakması gerçekten çok zordu. “Bekle beni, Buse,” dedim. “Hayallerimiz için gidiyorum. Döndüğümde hayallerimiz gerçek olacak. Bana üç sene ver. Her şey istediğimiz gibi olacak.” Bu sözü kolayca vermiştim ama içimde bir hesap vardı. Ölür müyüm, sağ kalır mıyım bilmiyordum. Buse gözlerimin içine bakıp “Bir ömür beklerim” dediğinde içim bir nebze rahatladı. Yosun gözlüm benim… O yeşil gözler için canımı verirdim. Sadece bana baksın o yeşiller. Gözlerinden süzülen damlaları parmağımla sildim, alnından öptüm. “Bu son vedamız,” dedim. Otobüse binip Manisa Kırkağaç’taki eğitim için yola çıktım. Buse’nin, otobüs gözden kaybolana kadar arkamdan baktığına emindim. Ben Buse’mden emindim… Nerden bilebilirdim ki onun aslında benden emin olmadığını? Otobüs hareket ettiğinde sanki içimden bir parça kopup kaldı terminalde. Camdan dışarı bakıyordum ama gözüm hiçbir şeyi seçmiyordu. Gözlerim Buse’nin siluetinde, kokusu hâlâ üzerimdeydi. “Üç sene,” dedim içimden, “üç koca sene… Dayanacağız.” Kafamda binlerce soru dönüyordu. Eğitim zordu, hayat belirsizdi. “Ölmez sağ kalırsam…” Bu cümle dudaklarımda sessizce yankılandı. Ama sonra Buse’nin o yosun yeşili gözleri aklıma geldi. İçimde bir umut çiçeği açtı. Onun gözleri bana her zaman güç vermişti. “Bir ömür beklerim,” demişti ya… İşte bu sözle yola çıktım. Otobüs uzaklaştıkça kalbim hem umutla hem korkuyla doldu. “Dayan Tolga,” dedim kendi kendime, “Bu yol, hayallerin yolu.” Buse ;Tolga Uzaklaşırken Otobüs terminalden yavaşça çıkarken Buse’nin elleri hâlâ havada kalmıştı. Sanki Tolga’nın eli hâlâ onun elindeymiş gibi… Gözyaşlarını siliyordu ama akmaya devam ediyordu. İçinde bir fırtına kopuyordu. “Beklerim,” demişti ama o üç yıl nasıl geçerdi? Kalabalığın içinde yalnız hissediyordu kendini. Tolga uzaklaştıkça içindeki boşluk büyüyordu. Onun kokusu, sıcaklığı hâlâ tenindeydi ama yavaş yavaş hatıralara dönüşüyordu. “Dayan Buse,” dedi kendi kendine. “Bu yol onun hayali. Bu yol bizim geleceğimiz.” Ama içten içe küçük bir korku da vardı yüreğinde. “Ya dönmezse? Ya döndüğünde ben değişmiş olursam?” Bu düşüncelerle savaşıyordu. Gözleri otobüsün arkasında kaldı; uzaklaşan ışıklara bakarken dudakları kıpırdadı: “Seni bekleyeceğim…” Otobüs şehir merkezinden uzaklaşırken ben camdan dışarı bakıyordum. Yol akıp gidiyordu… ömrüm gibi. Bizimkilere gelmeyin, sakin bir veda olsun demiştim ya… Meğer bunu hiç demeseymişim daha iyiymiş. Şehir çıkışında Malaklı Heykeline yaklaştığımızda bir kalabalık vardı. Davul zurna çalıyor, Türk bayrağı açmışlardı. Şoförden rica etmişler: “Vedamız böyle olsun, askerimize…” diye. O da kırmamış, otobüsü beş dakika durdurmuştu. Trafik resmen durmuştu; herkes bize bakıyordu. Koray gelip otobüsten indirdi beni. Yolcular da müsaade isteyip onlardan özür diledi, anlayışınıza sığınıyoruz dedi. Dışarıda insanlar halay çekiyor, davul zurna çalıyordu , konfeti patlatıyor, dumanlar uçuşuyordu. O an anladım ki, insan biriktirmek gerçekten çok önemliydi. Hepsiyle vedalaştım; Koray, Cengiz, Efe, kardeşim Oğuzhan ve iş yerindeki arkadaşlarım… Diğer araçlardan da kornalar çalıyor, insanlar coşkuya eşlik ediyordu. Ama artık daha fazla insanları mağdur etmemek için otobüse geri döndüm. Gözyaşlarıma engel olamadım; hiç beklemiyordum, beni yine şaşırtmayı başardılar. Yolcular da içten bir şekilde “Allah yardım etsin” diye dua ettiler. Keşke babam da sağ olsaydı… O da bu anı görebilseydi, dedim içimden. O an, hem gurur hem özlemle dolmuştu içim. Tolga ; Manisa Kırkağaç’taki İlk Gece Otobüsten indiğimde Manisa Kırkağaç’ın serin akşam havası yüzüme çarptı. Eğitim merkezi, beni hem heyecanlandırıyor hem de biraz ürkütüyordu. Sözleşmeli er olarak ilk görev yerim burasıydı; komando olarak başvurmuştum ve kabul edilmiş olmam hâlâ kafamda bir inanılmazlık hissi yaratıyordu. Prosedürleri tamamlamak uzun sürmüştü: kimlik kontrolü, kıyafetlerin teslimi, silah ve malzeme kontrolü, odaların dağılımı… Her işlem sıkı kurallar içinde ilerliyordu. Eğitmenler sert, gözleri keskindi; yanlış yapmamak için dikkatimi dört katına çıkarmıştım. Gece olduğunda koğuşa yerleştik. Yataklarımız düzenli, silahlarımız hazır ve her şey titizlikle denetlenmişti. Ama içimde hâlâ bir karmaşa vardı. Buse… Şimdi o ne yapıyor acaba? İçim rahat mı? Ben bu zorlu yola hazır mıyım? Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Komando olmak, sadece fiziksel değil, ruhsal dayanıklılık demekti. İçimde bir yerlerde korku, diğer bir yerlerde ise gurur vardı. İlk günün yorgunluğu bütün vücudumu sarmıştı. Ama biliyordum ki, bu zorlukların hepsi beni hedefime bir adım daha yaklaştıracaktı. Yatağıma uzandım, gözlerimi tavana diktim. Buse, söz verdiğim gibi döneceğim… Üç sene, hepsi için… Dayan Tolga. Gözlerim yavaşça kapanırken, kalbimde hem özlem hem de kararlılık dalgaları hissediyordum. Komando olarak atıldığım bu ilk gece, bana hem yalnızlığın hem de sorumluluğun anlamını öğretmişti. Tolga ; İlk Eğitim Günü Sabah güneşi henüz doğarken alarmla uyandık. Koğuş sessizliğini yırtan tek ses, komutanın sert ve keskin sesiyle verdiği talimatlardı. Gözlerim hâlâ ağırdı, ama kalkmak zorundaydım. Komando olarak başvurmuştum ve buraya ulaşmış olmam, bir yandan gurur, bir yandan korku veriyordu. Dışarı çıktığımızda, geniş eğitim alanı bizi karşıladı. İlk ısınma koşusu, ardından şınav ve mekiklerle başlayan antrenmanlar, kaslarımı acıya boğdu. Her hareket, her emir, dikkatsiz bir hata yapmak istemediğim için daha da zorlayıcıydı. İçimden düşündüm: Buse’yi düşündüğümde güç buluyorum, ama burada her şey test… hem fiziksel hem zihinsel. Komutanlar sertti, gözleri keskinti ve yanlış yaptığımızda hemen düzeltiyorlardı. Yanımda duran bazı arkadaşlarım hâlâ yeni ve biraz çekingen, bazıları ise yetenekli ve deneyimli görünüyordu. İlk tanıştığımızda kısa bir selam ve göz teması dışında fazla konuşamadık. Ama gün ilerledikçe, yorgunluk ve aynı acıyı paylaşmak bizi yakınlaştırıyordu. Öğle arası geldiğinde kısa bir mola verdik. Su şişemi açarken arkadaşlarımla göz göze geldim. "Dayanacağız, değil mi?" diye fısıldadım. Onlar da başlarını sallayarak cevap verdiler. Bu sessiz dayanışma, kelimelerden daha fazlasını anlatıyordu. Öğleden sonra engel parkuru ve temel komando eğitimleri başladı. Tırmanışlar, ipten inişler, çamur ve su… Her adım beni hem zorladı hem güçlendirdi. Yorgun düşmüştüm ama bir şekilde moralimi yüksek tutuyordum. İçimdeki motivasyon kaynağı, Buse’nin bana olan güveni ve gözlerindeki beklentiydi. Dayan Tolga, her acı bir adım daha yakınlaştırıyor hedefe. Akşam olduğunda koğuşa döndüğümüzde, bedenim ağrılarla doluydu ama ruhum tatmin olmuştu. Arkadaşlarımla kısa bir sohbet ettik, birbirimizi hafifçe takıldık, gülüştük. İlk günün yorgunluğu ve başarısı arasında, bir bağ oluşmuştu aramızda. Yatarken, gözlerimi tavana dikerek düşündüm: Buse… Beni beklediğin için teşekkür ederim. Her antrenman, her zor adım, senin için… ve kendim için.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD