39. Bölüm “Buse’nin kuzeni değilmiş,”

1985 Words
39. Bölüm "Buse’nin kuzeni değilmiş,” Koray Cengiz yine fevri davranmış ve Elif’i öfkeyle kaçırmıştı. Öfkeyle kalkıp, zararla oturmuştu. En iyi şahidi de kendisiydi; hep bu ani kararları yüzünden başı beladan kurtulmaz. Neyse ki, aileler kısa sürede barışmış, nişan ve düğün bir arada gerçekleşecekti. Evde tatlı bir telaş başlamıştı; düğün hazırlıkları çoktan gündeme gelmişti. Ama Cengiz, sözleşmeli erliğe başvurduğunu henüz Elif’e söylememişti. Sağlık kontrolünden geçmiş, yazılı sınavı ve mülakatı tamamlamıştı; şimdi tek sorun, Elif’e bunu anlatmaktı. Ben her fırsatta ona “Elif’le konuş” dedikçe, o hep “Düğünden sonra,” diyerek ertelemeye devam ediyordu. Bakalım bu sefer ne kadar daha erteleyebilecek… Ama biliyordum ki eninde sonunda söylemek zorundaydı. Benim için de sınav tarihim yaklaşıyordu. İçimde hem heyecan hem de tedirginlik vardı; bir yandan kalbim kelebekler gibi çırpınıyor, bir yandan da omuzlarımı sorumluluk ağırlığı eziyordu. Hanna’ya, bunu nasıl anlatacaktım? İçimdeki fırtına bir türlü dinmiyordu; her adımım bir bilinmezliğe doğru atılmış gibi hissediyordum. Cengiz ve Elif’in düğününden sonra, Filiz yengem Eylem’i istemeye gidecekti. Tabii, Eylem de onun telaşındaydı. Neredeyse gece gündüz yengemlerdeydi; yengem bir türlü yakasını bırakmıyordu. “Eylem bize emanet,” diyordu her fırsatta. “Yalnız başına nasıl bırakayım?” diye de sürekli eve çağırıyordu. Eylem ise çoğu zaman sadece uyumak için evine gidiyordu, ama bu durumdan oldukça memnundu. Hanna’nın deyimiyle, Eylem kaynanasına kavuşmuş, kaynana da “kaynana” diye tutturmuş ve sonunda kavuşmuştu. Gördüğüm kadarıyla aralarında mükemmel bir uyum vardı; sanki birinin sözü diğerini tamamlıyordu. Gelin ve kaynana adeta tencere ile kapağı gibiydi. Efe ise bu durumu dışarıdan izliyordu sadece. Resmen annem benim pabucumu dama atmış, Eylem de evin içinde rahat rahat geziniyordu. Efe’nin Eylem’i kıskandığını söyleyebilirdim, ama bunu asla ispat edemezdim. O an fark ettim ki, evin içindeki bu küçük kaos hem komik hem de içten bir sıcaklık yaratıyordu. Her ne kadar Eylem henüz resmi olarak gelin olmasa da, o evin kızı olmuştu; yengemle aralarındaki bağ gözle görülür şekilde kuvvetliydi. Bakalım bizim gelin kaynana nasıl anlaşacaktı? Yengem hiç iyi örnek olmamıştı; çıtayı ha bire yükseltiyordu. Annem başını sallayıp içten bir gülümsemeyle, “Yazık, ben yengen gibi duygularımı çok belli edemem ama Hanna’yı çok sevdim,” diyordu. Akşama doğru, Elif’i usulüne uygun bir şekilde istemeye gidecektik. Her şey planlı, tertipli ve geleneklere uygun olacaktı. Ama içimde bir eksiklik vardı; kayınpederimle benim şartımız hâlâ yerine gelmemişti. Hanna’nın halası, Hanna’dan özür dileyecekti. Bu özrün gelmesi bir ön şarttı; ailelerin huzuru, düğünün sorunsuz ilerlemesi buna bağlıydı. Eğer akşam o özür gelmezse, hem Hanna hem de ben düğüne katılmayacaktık. İçimde hem heyecan hem de tedirginlik vardı. Akşam yaklaşırken her dakika halanın davranışını düşündükçe gerilmem artıyordu. Sözde Hanna ve benim düğünümüz önce olacaktı, ama Cengiz yine kendini ortaya atmıştı. Her şeyi planlamış, kendi kuralını koymuş gibiydi. Bu gidişle, Efe ve Eylem de bizden önce evlenecek gibi duruyordu. İlk adımı atan bendim; ama gerisi peşimden hızla gelip geçmişti. Sanki zaman, bir yarış gibi akıyor, herkes bir adım öne geçmeye çalışıyordu. İçimde hem bir telaş hem de hafif bir gurur vardı; evet, başlamak benim işimdi, ama devamının gelmesi için birbirimizi daha iyi tanımamız gerekiyordu. Her adım, hem heyecan hem de merakla doluydu. Kim bilir, belki de bu yarışın sonunda, sadece ilk adımı atan kazanacaktı; ya da belki de en önemlisi, kalplerimizin birlikte attığını hissetmekti. Babamla yeni bir iş kurmuştuk, ama işler beklediğim gibi ilerlemiyordu. Evimizin giderlerini karşılıyor, ama birikim yapmaya yetmiyordu. Düğün epey masraflı olacaktı ve yaz neredeyse bitmek üzereydi. Babam, “Seneye yaza yapalım, mahcup olmayız, hem de siz birbirinizi daha iyi tanırsınız,” diyordu ama altın, bir dünya para tutuyordu. Annem ise eşyaları merak etmiş, kendi çapında araştırmalar yapıyordu. “Altından nasıl kalkacağız?” diyerek sürekli kafamızı kurcalıyordu. Bu işlerin hepsi bir araya gelince zor olacaktı; hem mali hem de planlama açısından. Sınavım da yaklaşıyordu. Her fırsatta Tolga’yla görüşüyorduk; “Gelin gelin, burası rahat,” deyip beni gaza getiriyordu. Ama asıl söylemem gerekeni ona söyleyemiyor, telefonu kapatıyordum. Tolga’dan sonra Buse’ye göz kulak olmasını istemişti, ama Buse bizle tüm ilişkisini kesmişti. Kafede yabancı biriyle gördüğünü söylemişti. “Kim?” diye sorduğumda “Kuzenim,” deyip geçiştirmişti. Hanna’ya bu durumu söylemiştim; Hanna işin bu tarafında çok iyiydi. Esnaf olunca çoğu kişiyi tanıyordu ve bağlantıları güçlüydü. Hanna, “Buse’nin kuzeni değilmiş,” deyince içimden bir “Eyvah!” koptu. Ama elimden hiçbir şey gelmiyordu; sadece beklemek ve durumu izlemek kalmıştı. Hanna Koray, Buse’yi araştırmamı isteyince hemen tüm çevremde ki kızları seferber ettim. Herkes kendi sosyal medyasını açtı, küçük bir dedektif ordusu gibiydik. Günün sonunda, Buse’nin yanında gördüğümüz o çocuğun kuzeninin sevgilisine ulaştık. Kız, “Onlar sevgili, hatta evlenmeyi düşünüyorlar,” dedi. O an elimdeki telefonu neredeyse düşürüyordum. “Ne diyorsun sen!” dedim içimden. Buse, Tolga’yı boynuzluyordu… Ufff! İç sesim bir yandan söylenip duruyordu: “Bu kızlar resmen kudurmuş! Mis gibi çocukları aldatıp araya salıyorlar. Hanna, sen akıllı ol; Korayı da, kendini de üzme, tamam mı?” Mağazada gelen giden müşterilerle ilgileniyordum. Ama kafam hiç üstümde değildi. Buse’yi anlamaya çalışıyordum ama ne hak verebiliyorum nede anlayabiliyordum. Koraya mesaj atmıştım böyle birşey telefonda anlatılamazdı. İç sesim; ‘Korayı görmeye bahanemiz oldu ne olur konuyu uzat doya doya izleyim yakışıklı çocuğu’😅 Koray mağazaya geldiğinde, birlikte dışarı çıkıp kahve içtik. Biraz sessizlik oldu, sonra sordu: “Ne yaptın? Var mı bir bilgi?” Ben hemen kem küm ettim, lafı dolandırmaya çalışıyorum. İç sesim devreye girdi tabii: “Aman Hanna! O yaparken utanmıyor, sen söylemeye mi utanıyorsun?” Derin bir nefes aldım. “Kuzeni değilmiş…” dedim sadece. Koray’ın yüzündeki ifade bir anda değişti. Yumruklarını sıktı, çenesindeki kaslar gerildi. Gerisini sormasına bile gerek yoktu her şeyi anlamıştı. “Ah Buse…” dedim içimden. “Asker adama bu yapılır mı? Ayrılacaksan gitmeden söyle bari…” Koray sessiz kaldı bir süre, gözlerini yere dikmişti. Sonra başını kaldırıp kısık bir sesle, neredeyse kendi kendine konuşur gibi dedi: “İzne gelecekmiş Tolga… Söz kesmek için. En son konuşmamızda bunu söylemişti.” O an içim cız etti. “Ben şimdi bunu Tolga’ya nasıl derim?” Kahveler elimizde soğumuştu. Söylenecek söz kalmamıştı. Sadece ikimiz de kendi içimizde yandık o gün. O gün kendime bir söz verdim; Ne olursa olsun, Koray’a asla böyle bir acı yaşatmayacaktım. Koray kahvesini bile bitirmeden ayağa kalktı. “Ben çıkayım biraz, hava alayım,” dedi kısık bir sesle. Yüzündeki kırgınlık, gözlerindeki sessiz öfke o kadar belirgindi ki, içim burkuldu. “Tamam,” dedim sadece, “biraz gez, kafanı dağıt. Sıkma canını… bazı vedalar, daha güzel başlangıçlara gebedir. Bilemeyiz, değil mi?” Kendimi zor tuttum, sanki içimde onun yerine yanıyordum. Koray başını hafifçe salladı, sonra arkasını dönüp uzaklaştı. Kaldırımda adımlarının yankısı bile yorgundu o gün. Ben kahvesine baktım… Buharı çoktan tükenmişti tıpkı Koray’ın içindeki umut gibi. Elif O kadar heyecanlıydım ki, odamda bir o yana bir bu yana dolanıp duruyordum. Kalbim, sanki göğsümden fırlayacak gibiydi. Artık anneme söylemeliydim. Cengiz’le gizli saklı görüşmek istemiyordum. Onun da bilmesini, içimin rahat etmesini istiyordum. Ama meğer ben erken davranmışım. Annemin gözlerinde, konuyu açar açmaz bir şeyler kıpırdadı. Sanki benden önce her şeyi öğrenmiş gibiydi. Sözlerim ağzımdan dökülürken, yüzündeki o anlamlı tebessümden anladım: O, zaten biliyordu. Bir an sustum, ellerimi birbirine kenetledim. Kalbim çarpıyor, sesim titriyordu. “Anne…” dedim, “ben sana bir şey anlatacağım ama… lütfen hemen kızma.” Annem sandalyesine yaslandı, gülümsemeye devam etti. “Cengiz değil mi?” dedi, ben daha tek kelime etmeden. O an yüzümdeki tüm ifadeyi okuduğunu fark ettim. Sanırım bazı şeyleri söylemeye gerek yoktu; bir anne, kızının kalbini kelimelerden önce duyuyordu. Ben böyle düşünürken annem ; “mesajlarınızı yakaladım, telefonunu ortaya bırakmışsın dı dı ötünce açıp baktım.” İçimden iyiki söylemeye karar verdim diye geçirdim. Yoksa ondan gizli saklı iş çeviriyorum diye bir daha bana güvenmezdi. Annemin gözlerine bakarak, “Anne Cengiz sizinle tanışmak istiyor, ailesiyle gelecek,” dememle bir anda değişti. Ayağa fırladı; gözlerinde hem telaş hem kararlılık vardı. “Sakın, kızım,” dedi sertçe. “Ben seni okutacağım. Sınavlarına odaklan. Hanna’ya özendin, değil mi? Ama sen okuyacaksın. Aklından bile geçirme; o çocuğu da engelle. Konuşma; bir daha baban bunu duyarsa gebertir seni.” Söyledikleri göğsüme taş gibi oturdu. “Engellemeyeceğim,” diye fısıldadım, ama sesim incecikti; omuzlarım çökmüştü. İçimde bir sızı vardı annemin korkusu, şaşkın bakışları ve evin ağır sessizliği. Ama çok seviyordum Cengiz’i. Nasıl unuturum ki onu? Söylemesi kolay tabi; kalbim başka türlü atıyordu. Odama geçip yatağıma uzanıp yastığıma sarıldım… AğAğlamaktan başka birşey gelmiyordu elimden. Aklıma ilk gelen ile Cengiz’e mesaj attım: “Annem çok kızdı,” yazıp birkaç ağlak emoji yolladım. O ise direk konum attı: “Gel, konuşalım,” dedi. Saf gibi, tereddüt etmeden hazırlandım. Anneme, “Markete gidiyorum,” diyerek evden sessizce çıktım içimde hem umut hem de korku vardı. Gittiğimde Cengiz arabasına yaslanmış beni bekliyordu; Yüzün de bir tereddüt vardı. Hızlı adımlarla yanına gittim, bir iki cümle konuşup hemen eve dönecektim. Ama o an, annemin tepkisini, babamın kızacağını anlattığımda yüzü sertleşti; siniri hemen belli oldu. “Sen okumak mı istiyorsun?” diye sordu kısa ve net. “Evet,” dedim. “Kazanırsam… evet, okumak istiyorum.” Dedim. Cengiz derin bir nefes aldı, sonra yüzüne hafif bir tebessüm kondurdu. “Okumak istersen, ben de okuturum seni. Engel olmam ki . Okumuş karım var, ‘kültürlü kültürlü’ laf sokuyor derim,” diye şakayla karışık ekledi; sesi ciddiyetiyle alay eder gibiydi ama gözlerindeki kararlılık gerçekti. “Gerçekten mi?” dedim; ama içimde annemin sözleri yankılanıyordu. Bu bahane değildi; Ben istersem hem okuyup hemde evimi çekip çevirebilirim. Hayatımın iki yönü arasında sıkışıyordum. Cengiz elimi tuttu, parmakları sıcak ve güven vericiydi. “Sen hayallerinden vazgeçme,” dedi. “Benimle beraber yürürsün. Evlendikten, sonra da okursun; ikisini de hallederiz.” “Ama annem ve babam asla izin vermez kazansam dört sene okul, sen eklermisin beni o kadar?” Cengiz, “Gel, benimle,” dedi kısa ve kararlı bir sesle. Ben bir an tereddüt ettim. “Nereye?” diye sorabildim ancak. “Arabaya bin, anlatırım,” dedi. Başta çekindim; içimde bir korku, aynı zamanda merak vardı. Tam o sırada içimden bir ses fısıldadı: ‘Bin o arabaya.’ O sese kulak verdim. Arabaya bindiğimde Cengiz motoru çalıştırdı. Araba hareket etmeye başladı, yoldaki çizgiler hayatımın yönünü çizen birer şerit gibi uzanıyordu. Bana bakıp, hafif bir tebessümle mırıldandı: “Seni kaçırıyorum, güzelim. Hadi şimdi kızsın annen.” Söylediği sözler hem cesaret verici hem de baş kaldırışdı. Kalbim bir an hızlandı; pencereden dışarı süzülen rüzgar yüzüme vuruyordu. İçimde hem suçluluk hem de tarifsiz bir heyecan büyüdü babamın, annemin gözleriyle yüzleşeceğim gerçeğiyle burun burunaydım ama şu an, Cengiz’in yanında olmak her şeye değer gibiydi. Bir saatte hayatım yön değiştir mişti. Cengiz ablasının evine getirdi beni. Kapıyı çalındığını da kapıyı ablası açtı. Ablası sıcacık sevgi dolu enerjik biriydi; Cengiz’in ablası tam da anlattığı gibi cana yakın biriydi. İçeri girer girmez elimi tuttu, gözlerimdeki titremeyi hissetti ve kucakladı. “Aman karfeşim, ne telaş bu böyle?” dedi şefkatle. “Açıkla bakalım, ne oldu?” diye de merakla ekledi. Ben durumu anlatmaya çalışırken Cengiz telefonu eline aldı; önce annesini, babasını aradı, babasının kızdığı belli olunca yüzü biraz daha sertleşti. Tam o sırada Koray aradı ve olanları anlattı; hattın diğer ucundan gelen sesler, günün gerilimini daha da belirginleştiriyordu. Cengiz’in ablası Cengiz’e döndü, hafifçe kızgın bir ifadeyle: “Gidip isteyecektiniz, hemen hallederdik! Kız kaçırmak neyin nesi?” Sözü sertti ama tonunda koruyucu bir telaş da vardı; sanki önce beni sonra da kardeşini korumak istiyordu. Sonra bana baktı, yüzündeki sertlik yumuşadı: “Sen korkma, burada güvendesin. Hemen bir çay koyarım, konuşuruz. Her şeyi yoluna koyarız.” O an anladım ki, Cengiz ne kadar fevri olursa olsun, yanında güvenebileceğim insanlar vardı. Ablasının hem öfkesi hem de sıcaklığı, beni biraz olsun sakinleştirdi. Bakalım ailem duyduğunda nasıl tepki vereceklerdi. Çok korkuyordum keşke şimdi yanımda Hanna olsaydı… Sanki duam kabul olmuştu yarım saat bile geçmeden Hanna ve Koray gelmişti. Öyle sıkı sarılmıştım ki ona beni bırakıp gitmesin istiyordum. Hanna dayımı ikna ederdi dayım da babamı. Ben böyle düşünüyordum ama olaylar nasıl gelişecek çok merak ediyorum. Ama Hanna ve kızlar bir olup çözerdim bu işi. Çocukkende böyleydi ben ortalığı karıştırırım Hanna toparladı. Onun bu özelliğini çok severdim. Hanna’yı o yüzden hep kuzen değilde kız kardeş gibi görmüştüm. Ve şimdi Hanna herşeyi düzelecektir… Yada ben öyle umut ediyordum. 😔☀️ (Yorumlarınızı bekliyorum. Umarım beğenirsiniz🙏☕💐)
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD