44. Bölüm “ İstenmeyen Tesadüfler”

2224 Words
(Yorumlarınızı bekliyorum, yeni bölümü beğendiniz mi?) 🙏☕❤️💫🌙 44. Bölüm “ İstenmeyen Tesadüfler” Hanna; Cengiz’i uğurlamak için hepimiz oradaydık. Hava, sabahın ilk saatlerinden beri griydi; gökyüzü bile sanki ayrılığı hissediyor gibiydi. Yol kenarında toplanmıştık, herkesin yüzünde aynı sessiz endişe vardı. Tolga da gelmişti. O da askerliğin ne olduğunu, vedalaşmanın içini nasıl dağladığını bilenlerden biriydi. Elif, Cengiz’in elini bir türlü bırakamıyordu. Parmakları Cengiz’in eline kenetlenmişti, sanki biraz daha sıkarsa gitmesine engel olacakmış gibi. Dudaklarından tek kelime çıkmıyordu, ama gözlerinden akan yaşlar her şeyi anlatıyordu. Herkes vedalaşmış ama Elif hâlâ yerinden kıpırdamıyor. Tolga’nınki gibi olmamıştı bu veda. Cengiz arkasında sadece bir eş bırakmıyordu; işini, evini, düzenini de bırakıyordu. Her şeyini geride bırakıp bilinmeze gidiyordu. Elif’in gözyaşları hiç kurumadı. Her damlada biraz daha soluyordu. Babam yine o bildik ses tonuyla konuştu: “Ee, asker kocan var yeğenim, daha ne istiyorsun? Devleti koruyan adam seni nasıl korumasın? Gurur duy kocanla!” Ama Elif’in gözlerinde o sözlerin hiçbir yankısı yoktu. Bir kulağından girip ötekinden çıkmıştı sanki. Kadın, gururdan çok hasreti hissediyordu. Otobüs motorunu çalıştırdığında içimizde bir uğultu koptu. Cengiz, binip cam kenarına oturdu. Son bir kez arkasına döndü. Gözleri kalabalığın içinde Elif’i buldu. O an, sanki zaman durdu. Bakışlarında bin kelime gizliydi: “Bekle beni Elif,” diyordu o bakışlar. Otobüs uzaklaştıkça, Elif’in gözyaşları daha da büyüyordu; ben ise orada öylece kaldım. Boğazım düğümlendi, nefesim bile ağırlaştı. Bu sahne, bir veda değil, bir sınav gibiydi. Ve o sınavdan bende geçecektim… Cengiz’i uğurladıktan sonra, içimizdeki o ağır sessizliği Tolga bozdu. “Hadi,” dedi, “kafanızı biraz dağıtalım. Maaşım da yeni yattı, size de nasip olsun. Hep başkalarına yar olmuş, bu sefer sevdiklerim sebeplensin.” Tolga’nın yüzünde sahte bir neşe vardı. Gülümsemeye çalışıyordu ama gözlerinin altındaki yorgunluk her şeyi ele veriyordu. Koray ve Efe, “tamam” deyip kırmadılar onu. Oğuzhan’ı da aradı; o da işteydi ama öğle arası bize katılacağını söyledi. Birlikte onların çok sevdiği bir restorana gittik. İçeri girince sıcak yemek kokuları, dışarıdaki sonbahar serinliğini unutturur gibi oldu ama masaya oturduğumuzda hepimizin üzerinde aynı durgunluk vardı. Elif, sevdiği adamı biraz önce uğurlamıştı; Tolga, sevdiğinden ayrılmıştı. Eylem ve ben… biz sevdiğimize kavuşmuştuk ama onların yanında mutlu olmaya bile utanıyorduk. Sanki sevinmek bile ayıptı bu sofrada. Konuyu dağıtmak için Eylem’e döndüm: “Eylem, seni ne zaman istemeye geliyoruz?” dedim gülümseyerek. “Tolga abide izindeyken hep birlikte geliriz. Hem değişiklik olur. Belki Tolga’ya göre bir kuzenin, bir akraban vardır, tanışmış olurlar.” Masada bir anda kısa bir sessizlik oldu. Tolga başını kaldırıp bana baktı, o bakışta hafif bir sitem vardı. Sonra sustum. İç sesim fısıldadı: Eyvah Hanna, yine pat diye konuştun… Ama Tolga’nın bana değil, başka birine baktığını fark ettim. Arkama dönüp baktığımda, onun bakışlarının yönünü gördüm. Buse… ve nişanlısı. Elif’in gözyaşları kesildi sanki. Koray’ın eli yumruk olmuştu, Efe gözlerini yere indirdi. Masanın üzerindeki sessizlik bir anda ağırlaştı, kelimeler boğazımızda kaldı. Kimse bozuntuya vermedi. Herkes önüne döndü, çatal bıçak sesleri yavaş yavaş yeniden duyulmaya başladı. Ama ben farkındaydım; o masada hiç kimse gerçekten anın tadını almıyordu. Buse’nin kahkahası uzaktan duyuldukça Tolga’nın yüzü daha da soluyordu. İç sesim sessizce mırıldandı: İnsan bazen doymuyor değil mi? Bir zamanlar elindekini kaybedince, başkasının kahkahasında kendi sessizliğini duyuyor. Garson geldi; siparişlerimizi verdik. Koray ile Efe eski anılarını anlatıp gülüşmeye başladılar sanki ortam çok komikmiş gibi, sanki herkes çok mutluydu. Tolga da onlara katılıyordu; kahkahalarıysa içindeki çığlığı örten bir perde gibiydi. Bir ara Tolga kalktı, “Elimi-yüzümü yıkayıp geliyorum,” diyerek ayrıldı. Buz gibi suyla şok yaşasaydı, bunun üstesinden gelmesi zor olurdu belki de, diye düşündüm. Çok geçmeden Tolga geri geldi, tam o sırada yemeklerimiz masaya indi. Yemeklere dalarken Efe’ye takıldı Tolga: “Oğlum, şu olayı bir daha anlat; annen seni nasıl evliliğe ikna etti. Evlenmek gibi bir niyetin yoktu, iş kurma hayalin vardı, önce onu halledecektin…” dedi, esprili ama ısrarla. Eylem’e dönüp, “Yenge ya yanlış anlama,” diye ekledi; Eylem usulca gülümsedi. Gerçekten de Efe’nin hayalleri büyüktü; her şeyi dört dörtlük isterdi. Efe anlatırken annesinin oynadığı rolü abartarak anlattı: “Annem resmen beni ayakta uyutmuştu, ben kadını ayakta uyutuyorum sandım!” dedi, kahkahalar karıştı. “Bazı şeyleri yeni yeni anlıyorum.” Koray araya girip, “Yemin ederim, şu konuyu Filiz yengeme verseydik üç sezonluk dizi çıkarırdı kadın,” diyerek konuyu kapatmaya çalıştı. Ben de sessizce dinledim; Tolga sonra ağırlaşıp, “Bundan sonra böyle ilişkilere gerek yok, ben göreceğimi gördüm. Ben yoluma bakarım. Bundan sonra hedefim uzmanlık. Gider gitmez baş vururum. Normalde dönmeyi düşünüyordum ama artık niyetim yok,” dedi. Sesi kararlıydı; gözlerinde yeni bir odak vardı. Efe’nin hayali de uzmanlıktı ama Efe’nin sağlıktan geçememe ihtimali onu hüzne boğdu. “Bir bardak su içip annemin duaları tuttu, annem asker olmam. İçin dua etseydi” diye mırıldandı Efe, yarı şaka yarı iç çekişle, “şu anda hepinizden rütbeliydim. Binbaşı olmuştum.” Gülüştük; sonra Tolga araya girip, “İzin bitmeden önce Eylem’i isteyelim; sen de talepte bulun,” dedi. “Cengiz de, Koray da yoktum, bu sefer bari olayım,” diye takıldı. Eylem kolunu önünde bağlayıp, “ Koray abiye tuzlu kahveyi içiremedik, bakalım ben içirebilecek miyim?” dedi. Tolga da şakayla karışık, “Senin tuzlu kahveyi içerken yüz ifaden için iznimi uzatırım, Efe” diye cevap verdi. Masada kahkahalar yükseliyordu ama her biri, bir parça kırılganlık taşıyordu; çünkü aramızda herkesin kalbinde başka bir yerde kırık bir ses vardı. Daha sonra Buse’nin yerinden kalktığını fark ettim. Her ne kadar kendi aramızda konuşuyor olsak da, göz ucuyla onu izlemeyi bırakmamıştık. Elif’in bana belli belirsiz bir işaret göndermesiyle, telefonumu çıkardım. Sanki kendime bakıyormuş gibi yaparak ön kamerayı açtım. Ekranda Buse’nin her hareketi görünüyordu. Eylem de yanıma eğildi; merakla o da ekrandan bakıyordu. Bir süre sonra Buse ve nişanlısı hesabı ödemek için vezneye doğru yürüdüler. Adam, dönerken bizim masaya doğru kısa bir bakış attı. Kalbim bir an yerinden fırlayacak gibi oldu. “Eyvah,” dedim içimden, “kesin anladı… ya da Tolga’yı tanıdı. Şimdi geliyor, kavga çıkacak!” Ama düşündüğüm gibi olmadı. Buse’nin nişanlısı bir anda masamıza yaklaştı. Sanki hiçbir şey olmamış gibi, nazik bir gülümsemeyle elini uzattı Tolga’ya. “Teşekkür ederim, hesabı ödemişsiniz ama hiç gerek yoktu,” dedi. Masadaki herkes donup kaldı. O an zaman ağır çekimde ilerliyordu. Tolga önce başını kaldırdı, yüzünde sakin ama içten içe yanan bir tebessüm vardı. “Benim ödediğim bedellerin yanında bu hesabın lafı bile olmaz,” dedi, gözlerini Buse’ye dikerek. “Sadece dikkat etmeni öneririm.” Masaya bir sessizlik çöktü. Buse’nin nişanlısı şaşkın bir ifadeyle Tolga’ya baktı, neye uğradığını anlayamamıştı. Tolga elini uzattı, adam da istemsizce sıktı. “Ben Tolga Karcı,” dedi Tolga, sakin ama kelimelerin her harfi bir bıçak gibiydi. “Buse’nin eski sevgilisi… Ya da şöyle diyeyim: İkimizi aynı anda idare ediyormuş.” Masada nefesler tutuldu. Adamın yüzündeki şaşkınlık donup kalmış bir fotoğraf gibiydi. Ne diyeceğini bilemeden geri çekildi. Tolga son cümlesini de sakince tamamladı: “Mutluluklar dilerim size. Bu hesabın lafı bile olmaz.” Buse, yerinden kıpırdamadan, donuk gözlerle Tolga’ya bakıyordu. Ne bir tepki verdi ne de bir söz söyledi. Adam sert bir hareketle onun kolundan tuttu, neredeyse çekiştirircesine kapıya yöneldi. Eylem yanıma eğildi, “Ne oldu şimdi?” diye fısıldadı şaşkınlıkla. O, olayların geçmişini bilmediği için sadece bakakalmıştı. “Efe sana hiçbir şey anlatmıyor mu kızım?” dedim, kaşlarımı kaldırarak. Başını iki yana salladı. “Hayır.” “Efe’yleyken ne konuşuyorsunuz peki? Hiç mi dedikodu yapmıyorsunuz?” dedim alaycı bir tebessümle. Elif gülümseyerek lafa girdi: “Ben sana özet geçerim sonra… Hem kafamız dağılmış olur, şu anın tadını çıkaralım.” Sonra Tolga’ya döndü ve hayranlıkla, “Tolga abi, gerçekten tebrik ediyorum. Ne yaptın ettin, adamın gözünü açtın,” dedi. Masadaki herkes sessizce Tolga’ya baktı. O ise başını hafifçe eğip sadece, “Bazı hesaplar sessiz kapatılır,” demekle yetindi. “Hadi,” dedi Tolga, masadan kalkarken. “Şu bizim mekana gidelim. Kızlar da görsün eğlence nasıl olurmuş. Hem Elif’in de biraz kafası dağılır.” Sonra bana dönüp göz kırptı. “Ama bak,” dedi, “oraya gittiğimizde Cengiz’e mutlaka fotoğraf atacaksın. Üzülmesin.” “Üzülmesin mi?” dedim gülerek. “Yok yok,” dedi Tolga, yüzüne belli belirsiz bir tebessüm yayıldı. “O, gidince daha çok üzülecek. Hayır mı şer mi, oraya varınca görür Cengiz.” Koray, kaşlarını çattı. “Hayırdır Tolga?” “Hayır, hayır... Gidince görürsün,” dedi Tolga, yine o bilmece gibi gülümsemesiyle. Hesabı ödedikten sonra arabaya binip yola koyulduk. Radyodan hafif bir müzik çalıyordu; kimse tam konuşmak istemiyor ama herkesin yüzünde meraklı bir ifade vardı. Tam yola çıkmıştık ki, Oğuzhan’dan mesaj geldi. Tolga ona önceden paket yaptırmış. “Gel kardeşim,” dedi. “Bizim mekana geçiyoruz. Sen yemeğini orada yersin, biz de çayımızı içeriz.” Oğuzhan hemen aradı. “Tamam abi, patron öğleden sonra izin verdi. İşler de sakin, takılırım sizinle.” Eylem o sırada bana yaklaştı, sesi alçaldı. “Aslında Tolga abi için kafamda biri var,” dedi gizemli bir ifadeyle. “Gerçekten mi?” diye sordum heyecanla. “Evet. İstemeye geldiğiniz de onu da çağıracağım. İstemem de olsun. Bundan sonrası sen kaynanan mın kontrolünde olsun. Ben çok karışmayayım.” “Efe kızar diye mi?” Eylem omuz silkti. “Korku değil bu. Ama sinirlenince çekilmiyor. O yüzden en iyisi hiç sinirlendirmemek.” Gülüştük. Arabada kahkahalar birbirine karıştı. Tolga dikiz aynasından bize baktı. Gözlerinde hâlâ o sarsılmaz kararlılık vardı ama bir yandan da içten içe bir yara gizleniyordu. Kimse fark etmedi belki ama ben ettim; o gülümsemenin ardında hâlâ Buse’nin yankısı vardı. Türkübar’a getirmişlerdi bizi. Evet, yanlış duymadınız: Türkübar! Mekan öyle güzel, öyle samimi bir yerdi ki… Allah’ım, tam bir aile ortamı! Kimisi çayını yudumluyor, kimisi sahneye çıkıp eline mikrofonu alıyor, türkü söylüyor. Gençler eğleniyor, yaşlı amcalar tempo tutuyor, garsonlar bile şarkıya eşlik ediyordu. Tolga, masanın başında kahkaha atarak “Evet arkadaşlar, işte gerçek eğlence bu!” dedi. Eylem şaşkın şaşkın etrafa bakıyordu. “Tolga abi, sen bizi buraya getirmekle, hiç iyi etmedin! Her fırsatta isteriz buraya gelmeyi!” dedi gülerek. Elif de dayanamadı, “Aman iyi ki getirmişsiniz, ben zaten türkü aşığıyım,” deyip alkışlamaya başladı. Derken sahneye bir teyze çıktı, “Bahçada yeşil çınar” diye söze girdi. Bizim masadakiler de hep bir ağızdan eşlik etmeye başladı. O an düşündüm, “Biz gerçekten eğlenmeyi bilen bir milletiz,” dedim içimden. Türkübar’a getirmişlerdi bizi… Ve ben itiraf edeyim, hayatımda ilk kez bir geceyi bu kadar huzurlu, bu kadar neşeli geçirdim. Daha sonra Tolga, garsondan rica edip bir fotoğraf çekmesini istedi. “Hadi bakalım, herkes gülsün!” dedi neşeyle. “Ama öyle sıradan gülmek yok! Çok eğleniyormuşuz gibi olacak. Hatta abartın biraz.” Masada kısa bir sessizlik oldu. Hepimiz birbirimize baktık, “Ne planlıyor acaba?” der gibi. Sonra Tolga ellerini iki yana açtı, “Hadi ya, bu kadar zor mu gülmek?” deyince herkes kahkahaya boğuldu. Tam o anda garson fotoğrafımızı çekti. Tolga fotoğrafı görünce sırıttı. “Harika! Şimdi bu pozu Cengiz’e gönderin. O bizim yengemizi ağlatırsa, biz de böyle güldürürüz,” dedi. Koray çoktan telefonu kaptı, bir notla birlikte gönderdi: ‘Merak etme, ortam bizde. Yenge bize emanet.’ Hepimiz gülüyorduk ama Elif’in gözlerinde o tanıdık parıltı belirdi. Gülmeye çalışıyordu, fakat içinde bir yer ağrıyordu. Dakikalar sonra Cengiz aradı. Görüntülü aramaydı. “Bensiz ha?” dedi gülümseyerek. Elif hemen toparlanmaya çalıştı ama sesi titredi, gözleri dolmuştu. Tolga telefonu alıp, kameraya doğru eğildi. “Cengiz’im,” dedi. “Sen yengeyi bu kadar ağlatırsan, mecburen biz devreye gireriz. Milletin moralini toparlamak da bize düşer artık!” Masada kahkahalar yükseldi, Elif başını eğip gülümsedi. O an, hem içimiz ısınmıştı hem de Cengiz’in yokluğu daha da derinden hissedilmişti. Cengiz telefonu kapattıktan sonra Tolga hâlâ gülümsüyordu. O sırada Koray, “Bir dakika, bekleyin!” dedi aniden. “Ne oldu yine?” dedim şaşkınlıkla. “Aklıma bir şey geldi,” deyip hemen telefonunu çıkardı. Bir numarayı çevirdi, sonra hoparlörü açtı. “Filiz yenge, ne yapıyorsun?” dedi neşeli bir ses tonuyla. Filiz’in yengenin o tanıdık sakin sesi geldi karşıdan: “Ne yapayım Koray, çayımı içiyorum, kitap okuyorum. Siz ne yaptınız? Elif nasıl?” Koray göz kırptı bize, belli ki planı vardı. “Biz de türkü bardayız yenge. Eylem’i ne zaman istemeye gidiyoruz biliyorsun, değil mi?” dedi. Masada bir anda sessizlik oldu. Herkes merakla dinliyordu. Filiz yenge gülerek sordu: “Senin de yakında eğitim başlıyordu, değil mi Koray?” “Evet yenge,” dedi Koray, sesini iyice ciddileştirerek. “Üç aylığına gideceğim. Yani… üç ay bekleyecek misin yoksa…” Filiz yenge hemen lafa girdi: “Yok yok, Eylem’in annesiyle konuştum ben. İki gün sonra istemeye gidiyorsunuz.” Masada bir uğultu koptu. “Kraliçesin yenge!” dedi Koray kahkahalarla. “İyi hadi, selam söyle gençlere,” dedi Filiz yenge. “İsterseniz dönüşte uğrayın, size bir kahve ikram edeyim.” “Yok yok yenge, kendini hiç yorma. Ama var mı gelinine söylemek istediğin bir şey?” diye takıldı Koray. Filiz’in sesi yumuşadı: “Yok, yok. Bol bol eğlensinler sadece. Bu yaşlar bir daha gelmez.” “Tamam yengem, hadi görüşürüz!” dedi Koray ve telefonu kapattı. Masada bir an sessizlik oldu, sonra hepimiz Eylem’e döndük. “Evet Eylem,” dedi Koray ciddi bir yüz ifadesiyle, “iki gün sonra senin isteme var.” Eylem’in gözleri fal taşı gibi açıldı. “Ne? Daha günü bile belli değilken… ne ara kararlaştırmışlar bunu?” dedi. Kahkahalar arasında ben de lafa girdim: “Bunların hızına yetişemiyorum. Eylem, sen en iyisi kendini akışa bırak. Sadece sana denileni yap, boşver. Öyle daha rahat olur.” Eylem iç çekti, başını iki yana salladı. “Vallahi ben artık şaşırmadım. Bunlar bir gün beni de düğüne gidecek, haberim olmayacak,” dedi. Kahkahalarla karışık o samimi sıcaklık içimizi ısıttı. Sanki hepimizin derdi, özlemi o akşam biraz olsun dinlenmişti.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD