41. Bölüm “Hayal Kırıklığı”

1979 Words
41. Bölüm “Hayal Kırıklığı” Elif – Düğünden Sonra İlk Sabah Düğünümüz rüya gibiydi. Cengiz beni kırmamış, neredeyse tüm hayallerimi gerçekleştirmişti. Şimdi kendi evimizdeydik. İlk gecemiz… evet, her şey mükemmeldi. Ama sabah, o mükemmellik bir anda kabusa dönüştü. Uyandığımızda birlikte duş almıştık. Sonra ben mutfağa geçtim, Cengiz ekmek almaya gitti. “İlk kahvaltımızı birlikte yapalım, sonra annemlere geçeriz,” demişti. Ben kahvaltıyı hazırlarken içim içime sığmıyordu. Kayınvalidem buzdolabını doldurmuştu, her şey düşünülmüştü. “Ne kadar ince düşünceli bir kadın,” diye geçirdim içimden. Gerçekten de her şey vardı; ne yapacağımı hiç düşünmeden sofrayı hazırlamıştım. Cengiz kapıdan içeri girdiğinde elinde sıcacık ekmekler vardı. “Mis gibi kokuyor,” dedim. O da gülerek yanıma geldi, beni kollarına alıp öptü. Cennette gibiydim… ta ki o cümleyi duyana kadar. Çayları doldururken, farkında olmadan söyledi: “Keşke… iki hafta sürmeseydi. Daha uzun kalabilseydim. Görev zamanı beklenenden erken verildi.” Bir an donakaldım. “Ne göreviymiş bu?” dedim, şaşkınlıkla. “Fabrikada değişik görevler mi veriyorlar artık?” Cengiz durdu, başını eğdi. “Yok Elif… sözleşmeli erliğe başvurmuştum. Kabul olmuş. İki hafta sonra gideceğim.” Sanki biri beynimin içinde bir şey patlatmış gibiydi. “Ne dedin sen?” dedim, nefesim kesilmişti. “İki hafta sonra mı? Ve bunu şimdi mi söylüyorsun bana?” Cengiz elinde çaydanlıkla öylece kalakaldı. “Elif… anlatacaktım zaten, sadece doğru zamanı bekliyordum.” “Ne zaman başvurdun peki?” dedim, sesim titriyordu. “Biz Koray’la birlikte başvurduk. O da sağlık ve mülakatta şu an…” Cümlesini bile bitiremeden elim neye denk geldiyse ona fırlatmaya başladım. Cengiz çaydanlığı tezgâha zorla bıraktı, yanıma yaklaşmaya çalıştı. “Elif, sakin ol! Bir dinle, anlatmama izin ver!” Ama ben onu duymuyordum. Sanki her şey üstüme yıkılmıştı. Kalbimin sesi kulaklarımı bastırıyordu. Elime ne geçiyorsa Cengiz’e fırlatıyordum. “Bunu bana nasıl yaparsın Cengiz! Sözleşmeli er olduğunu, iki hafta sonra göreve gideceğini nasıl saklarsın benden?” Sesim titriyordu, gözyaşlarım yanaklarıma sıcak sıcak süzülüyordu. “Bana hiç mi güvenmedin? Beklerdim ben seni! Sadece bilmek isterdim!” Cengiz çaresizce yaklaşmaya çalıştı. Kollarına aldığında hâlâ hıçkırıklarım dinmemişti. Saçlarımı okşadı, alnımdan öptü. “Sakin ol bebeğim... Üç sene sadece. Üç senelik sabır. Sen o zamana kadar okulunu kazanırsın, bitirirsin. Ben de borçları kapatırım.” Sözleri yüreğimde yankılandı. Ama içimdeki korku daha baskındı. “Nereye çıktı görev yerin?” dedim hıçkırıklar arasında. “Manisa...” dedi. O an içimden bir şey koptu sanki. Gözyaşlarım sel oldu. Ona sıkıca sarıldım. Sanki o sarılış, uzun bir ayrılığın habercisiydi. Kahvaltı sofrasında sessizlik vardı. İçimde pişmanlık, öfke, sevgi birbirine karışmıştı. “Keşke daha önce söyleseydin,” dedim. “Belki ben okulumu bitirir, sen de para biriktirirdin. Evlilikle ayrılık bu kadar yakın olmamalıydı. Borçları ödemenin başka yolu yok mu? Altınları satsak kapanmaz mı? ” Cengiz derin bir nefes aldı. “Elif... O altınlar bizim garantimiz. Hiç dokunmayacağız onlara. Hatta sen fırsat buldukça artır, çoğalt. Kira nereye kadar? Bir evimiz olur belki.” “Ya ben sınavı kazanamazsam?” dedim, sesi kısılan bir umutla. “O zaman ev hanımı olursun. Ne olacak? Evinde beni beklersin.” Gözlerimi kocaman açtım. “Saçmalama! Ben de seninle gelsem olmaz mı?” Gülümsedi. “Olur, beraber askerlik yaparız. Çifte maaş girer eve.” İkimiz de bir an güldük, ama içimdeki sancı geçmedi. “Sadece üç sene,” dedi sonra. “Dişini sık. O zamana kadar borçlar biter, belki birikmişimiz de olur. Sonra bir kafe açarız. Birlikte işletiriz. Hayal et... Sen pastaları yaparsın, ben kahveleri.” “Güzel fikir,” dedim sessizce. Sonra gözlerine baktım. “Ya orada sana birşey olursa Cengiz? Ben nasıl yaşarım o zaman?” Elimi tuttu. “Allah’ın izniyle hiçbir şey olmayacak. Bak Tolga hâlinden memnun.” “Bana Tolga deme!” dedim hemen. “Aklıma Buse geliyor. O kızın yaptığı... Askerdeki çocuğa yapılır mı öyle şey?” “Haklısın,” dedi. “Zaten haftaya izine geliyor. Konuşacağız onunla.” Cengiz başımı okşadı, alnımdan bir kez daha öptü. “İşte,” dedi gülümseyerek, “ben o zor durumu yaşamamak için hemen nikâh kıydım seninle.” Birlikte etrafı toplamaya başladık. Gerçekten de ortalığı fena dağıtmıştım. Tabaklar, bardaklar her yerdeydi. “Haydi,” dedi Cengiz gülümseyerek, “kahvaltıya annemlere gidelim. Karnımızı doyuralım.” Ben sessiz kaldım, hâlâ içimde bir şeyler düğüm düğümdü. “Bana çok kızmadın değil mi?” diye sordu. Başımı kaldırdım. “Asıl sen bana kızmadın mı?” Omuz silkti, yüzünde o tanıdık pişman gülümseme belirdi. “Bu şekilde anlatmak istemezdim ama... ağzımdan birden çıktı işte,” dedi. Sonra gözlerine baktım, sesim biraz titredi. “Umarım bu üç sene çabuk geçer. Nasıl dayanacağım, şimdiden onu düşünüyorum.” demiştim Onun gözlerinde hem endişe hem sevgi vardı. Elimi tuttu. “Sen onu değil, bu iki haftayı nasıl güzel geçireceğimizi düşün,” dedi. “Şimdi ona odaklan.” Birden aklıma gelenle kolunu tuttum, merakla sordum: “Sen az önce Koray’dan da bahsettin. O da mı başvurdu?” Cengiz başını salladı. “Evet, Koray, Efe, Tolga, ben... Hepimiz başvurduk. Ama sanırım Efe sağlık kontrolünde elenecek. Yine de pes etmiyor, kendini zorluyor. Bakalım ne olacak.” Bir an durdu, elindeki bardağı rafa koyarken ekledi: “Biz sınavı geçtik sırayla. Şimdi diğer aşamalardayız. Koray iki hafta sonra mülakata girecek. Sağlıktan da geçmiş. Spor sınavı da şimdi.” “Peki Hanna bunu biliyor mu?” dedim. “Ya da Eylem?” “Eylem biliyor. Efe söylemiş. Ama Koray henüz Hanna’ya bir şey dememiş.” Başını iki yana salladı. “Bence söylesin. Geciktirdikçe daha zor oluyor. Ayrılığı saklamak insanı iki kat yıpratıyor.” Etrafı topladık ve Cengiz’in annesinin evine gitmek üzere yola çıkmak üzereyken, Cengiz bir anda durdu, “Güzelim, üzerimize bir şeyler alalım; hava kapalı, yağacak gibi.” dedi. Tamam dedim. İkimiz de ince trençkot larımızı, alıp üzerimize giydik. Gerçekten çok iyi görünüyorduk. “Çok yakışıyoruz,” dedim gülümseyerek, “yakışıyoruz değil mi?” Cengiz’de bana baktı, “Sen bana çok yakışıyorsun.” diye karşılık verdi. İçimde yine o buruk düşünce dolaştı. “Keşke gitmeseydin, başka bir çözüm bulsak…” diye geçirdim içimden. Cengiz hemen konuyu dağıttı: “Gel, gel kafanı dağıtalım.” Sonra telefonuna bakıp, “Koray’a mesaj attın mı, Hanna ile konuşması için?” diye sordum. “Evet, attım. Bugün konuşacakmış. O da söyleyecek.” diye yanıtladı.Şu anda karakolday mış zaten. Spor sınavı var ya, onu geçtikten sonra gidip söyleyecek büyük ihtimal. Hayırlısı bakalım.” Adımlarımızı hızlandırırken, ben de umut ve tedirginlik arasında gidip geliyordum. Bakalım Hanna nasıl karşılayacak… Hanna; Bugün gökyüzü de benimle aynı ruh halindeydi. Kapkara bulutlar şehri sarmış, ince ince yağan yağmur vitrin camlarına hüzünlü notalar gibi düşüyordu. İnsanlar şemsiyelerinin altında telaşla yürürken ben, mağazanın camından dışarıyı seyrediyordum. Saatin akrep ve yelkovanı, sanki inadına ağır ilerliyordu. Telefonuma düşen o mesaj hâlâ zihnimde dönüp duruyordu: “Çıkışta buluşalım.” Düğünden sonra konuşmamıştık. Sadıç olunca benimle çok ilgilenmemişti. Akşam eve bırakırken yarın görüşürüz demişti. Koray yazmıştı. Onunla buluşacağım günlerde zamanın ne kadar yavaş geçtiğini anlatamam. Gelen müşterilerle ilgileniyor, güya ürünleri tanıtıyordum ama aklımın yarısı, belki de tamamı, çoktan Koray’ın yanına gitmişti. Bugün de buluşmamızın konusu muhtemelen aynı olacak: evlilik. Cengiz hızlı davranmıştı. Evlenmek bu kadar zor olmamalı, diye düşündüm. İçimdeki sabırsızlık dudaklarımdan döküldü: “Üf yaa… Aşkıma kavuşmak istiyorum ben.” Sözlerim biraz fazla yüksek çıkmış olmalı ki, yanımdaki müşteriler bana dönüp gülümsedi. Yüzümün kızardığını hissettim. Hemen kabinlerden birine girdim, sanki kontrol ediyormuşum gibi etrafa bakındım. İç sesim;Yine saçmaladın be Hanna…! Çıkış saati gelmişti. İçimden “Oh şükür… Çok şükür!” diyerek aceleyle hazırlandım. Koray’ın dediği kafeye doğru yürüdüm. Her zamanki gibi cam kenarındaki masayı seçtim. Manzarası güzeldi; şehrin telaşı yağmurun ince ince yağan taneleriyle birleşince, sanki her şey daha romantik görünüyordu. Kahvemi sipariş ettim. İçimden “Bakalım hangisi önce gelecek, kahvem mi yoksa Koray’ım mı?” diye geçirdim. Camdan dışarı baktığımda onu gördüm. Koray, sakin adımlarla yürüyordu, yağmura aldırış etmeden. “Aslanım gelmiş işte…” dedim kendi kendime. Koray, beni cam kenarında görünce dışarıda durdu. Sigarasından derin bir nefes çekip dumanını havaya bıraktı. İçtiğini gördükçe içim burkuluyordu. Keşke içmese… Ben sevmeye kıyamıyorum, o kendini zehirliyor. Sonra camın buğusuna parmağıyla bir kalp çizdi. Nefesini cama üfleyip bana gülümsedi. İçim eridi. Ardından kapıya yönelip içeri girdi. Daha kalp camda silinmeden masama gelmişti. Yanağıma küçük bir buse kondurdu. Tam o sırada kahvem geldi. Koray ise kendine çay söyledi. “Çay ısmarladım, sen de alış artık.” dedi gülümseyerek. Ben kahveme sarılıp başımı salladım. “Yok, kahve başka. Çayı da sen seviyorsun diye arada içiyorum zaten.” Koray gülümsedi. “Senin inadın bile tatlı be Hanna.” Ellerimi kahve fincanında ısıttım, sonra onun soğuktan üşümüş ellerini tuttum. Parmaklarının arasına parmaklarımı geçirince tebessüm etti. Bu halini çok seviyordum; bakışlarında hep bana sakladığı bir huzur vardı. “Ee, anlatmayacak mısın niye buluştuk?” diye sordum. Soruyu sorduğum an yüzündeki gerginliği fark ettim. Belli ki söyleyeceği şey hoşuma gitmeyecek bir şeydi. İçimden bir ürperti geçti. Koray derin bir nefes aldı. “Bak Hanna… Seninle evlenmeyi çok istiyorum. Ama ailemin durumunu biliyorsun, çok borçluyuz. Düğünü bırak, altına yetmez. Bunun eşyası var, düğünü var, nişanı var… Var oğlu var.” Sözleri yüreğime ağır ağır inen taşlar gibiydi. Sessizce dinledim. “Seni hiçbir şeyden mahrum bırakmak istemiyorum. O yüzden düşündüm, taşındım. Uzmanlığa karar verdim. Zaten tecilim de bitmek üzereydi. Maaşı da güzel… Başvuruyu yaptım. Karakoldan geliyorum. Sınava girmiştim, geçtim. Haftaya mülakata gideceğim.” Koray bir çırpıda anlatmıştı. Ama onun her kelimesi kalbimde daha da büyüyen bir boşluk bırakmıştı. İçimde kocaman bir sessizlik oluştu. Yüzüm düşmüştü, elim farkında olmadan titredi. Koray hemen fark etti. “Yapma Hanna, asma yüzünü. İkimiz için gidiyorum.” dedi, gözlerimin içine bakarak. “Üç yıl sözleşmeli er olacağım, oda kabul edilirsem.” Koray’ın sözleri kulaklarımda yankılanırken, dışarıda yağan yağmura gözlerim takıldı. Her bir damla sanki içimde kopan fırtınaların tercümanıydı. Onunla geçirdiğim her anı düşündüm: Şimdi bütün bunlar, üç yıl belkide daha fazla bir süre için yok olacaktı. Sözleşmeli er 3 yıl … Başkası için belki sıradan bir zaman dilimiydi ama benim için sonsuzluğun ta kendisiydi. Onsuz nasıl gülecektim? Onsuz hangi şarkıya eşlik edecektim? Onsuz geçen günler, nefes almak kadar zor gelecekti bana. Kalbim sıkıştı. Bir yandan gururluydum; Koray, ikimiz için çabalıyor, daha güzel bir gelecek kurmak istiyordu. Ama öte yandan iç sesim fısıldıyordu: Koray’ın yokluğuna nasıl dayanacaksın Hanna? Ya başına bir şey gelirse? Avuçlarımı sıktım. Kahve fincanı hâlâ önümdeydi ama boğazımdan tek yudum bile geçmiyordu. Çaresizlik bir gölge gibi üzerime çökmüştü. Ona baktım. Gözlerindeki kararlılık, dudaklarının kenarına yerleşen güven dolu ifade… İşte bu yüzden seviyordum onu. Beni bırakıp gitmeye niyeti yoktu aslında; sadece ikimiz için daha sağlam bir yol çiziyordu. Ama yine de kalbim fısıldadı: Keşke hiç gitmesen Koray… Boğazımda bir düğüm, gözlerimde ise tutamadığım yaşlar vardı. Ne kadar saklamaya çalışsam da olmadı; gözyaşlarım sessizce süzüldü yanaklarımdan. Kahve fincanının kenarına düşen sıcak damlayla içimdeki direnç tamamen kırıldı. Koray hemen fark etti. Elini uzatıp yüzümü ellerinin arasına aldı. Baş parmaklarıyla yanaklarımı silerken gözlerimin içine baktı. “Hanna… Ne olur yapma. Gözlerinden yaş akmasın.” Titreyen dudaklarımı açabildim. “Ben… ben sensiz nasıl yapacağım Koray? Bu sadece altı ay değil ki… Sözleşmeli olacaksın. Yıllarca… Ben sensiz ne yaparım nasıl olacak bu?” Koray derin bir nefes aldı. Gözlerinde kararlılıkla birlikte beni ikna etmeye çalışan bir sabır vardı. “Biliyorum, kolay değil. Ama bu bir iş, bir meslek. Maaşı iyi, geleceğimiz için sağlam bir adım. Ailemin borçları bitecek, biz de rahat edeceğiz. Benim tek istediğim seni hiç bir şeyden eksik bırakmamak. Sana istediğin hayatı verebilmek.” Elimi tuttu, parmaklarını sımsıkı kenetledi benimkine. “Bak Hanna… Evet, sözleşmeli er olacağım. Zor olacak, biliyorum. Ama ben senin sevgini yanımda hissettiğim sürece hiçbir şey bana ağır gelmez. Sen varsan, ben dayanırım.” Yağmur cama ince ince vuruyordu, sanki onun sözlerine eşlik eder gibiydi. Kalbim sıkışıyor, içimden fırtınalar kopuyordu. Onu kaybetmekten korkuyorum… Koray yüzüme daha da yaklaşarak kısık bir sesle konuştu: “İnan bana, bütün bunlar bizim için. Dönüşümde ilk işimiz nikâh masası olacak. Söz veriyorum sana Hanna.” Onun bu sözü yüreğime mühür gibi kazındı. Ağlamaya devam etsem de içimde bir umut filizlendi. Çünkü biliyordum: Koray, sadece kendisi için değil, bizim için gidiyordu. Bir ömür dese bir ömür beklerdim Koray'ı… (Yorumlarınızı ve desteklerinizi bekliyorum başkalarına da önerirmisiniz. Post atmanızı da rica etsem🙏☕❤️🌹)
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD