Eve dönmesinin üzerinde üç gün geçmişti. Kahvaltıda bütün aile bir aradayken Şahin Bey oğluna bakarak konuştu. ‘’Karşı tarafa haber yollayalım da gidip usulünce kızlarını isteyelim.’’
Han elindeki ekmeği geri bıraktı. ‘’İsteme falan olmayacak.’’ dedi.
‘’Ne demek isteme olmayacak?’’ diyerek annesi araya girdi.
‘’Bu kızla nikahımı ben daha dokuz aylıkken kıydınız mı kıydınız madem karım ne diye kapısına gidip bir daha babasından isteyeyim! Düğünü yaparız biter ötesi yok ayrıca zamanında Avşar Bey gelip kızınızı istemek için bu kapıyı çalmak yerine evden kaçırıp götürmüşken şimdi siz mi onların ayağına gideceksiniz?’’
Sofradan kalkıp gittiğinde babası arkasından gülerek bakıyordu. ‘’İyi iyi ağalığı şimdiden aldı eline.’’
Karısı oturduğu yerde sırtını dikleştirdi. ‘’Yiğittir benim oğlum da inşallah gelin gelecek kızda ağa karısı olacak kadar olgundur. Bir kez bile getirmediler kızlarını buraya ki görüp anlayalım. Kardeşin de sorunca iyi kızdır diye geçiştirip duruyor.’’
‘’Bilmiyorsa da öğretirsin millete rezil olmayalım.’’ diyen Şahin Bey çayını keyifle yudumladı.
Han evin girişinde duran motosikletine oturup gaza bastı. Elinden gelse dünyadan kaçıp uzaya gidecek tek başına bir gezegende yaşayacaktı ama olmuyordu. Ana yoldan yan yola sapıp biraz daha ilerledi ve gölün kenarında durdu. Piknik yapmaya gelen aileler vardı ve görenler, ‘’Selamünaleyküm ağam.’’ deyip duruyordu.
Bu ağa kelimesi biraz erken yayılmamış mıydı? Üzerinde yırtık kot pantolonu ve kot ceketiyle altında motosikletiyle ağaların ağası olurdu herhalde.
Yalnız kalmak isterken tanımadığı birçok insana selam vermek zorunda kalmıştı. Babası yaşındaki adamların selam verirken önünde başını eğmesinden de rahatsız oluyordu ama çaresi yoktu. Yüzyıllardır süregelen düzeni bir günde bozamazdı.
‘’Ağam bir kahvemizi iç.’’ diyen adamı saygısızlık olmasın diye geri çeviremedi.
Yanlarına gittiğinde yerdeki örtünün üzerine bağdaş kurup oturdu. Közün üstündeki bakır cezvede kahveyi pişiren karısı fincanları sessizce hem Han’ın hem kocasının önüne bırakıp yanlarından uzaklaştı.
Han sigarasını çıkardığında karşısındaki adama uzattı. Almak istememişti ama biraz ısrar edince kabul ettirebilmişti. Çakmağını çıkarıp yaktığında sigarasıyla beraber kahvesinden bir yudum çekti.
‘’Hayırlı olsun ağam düğününüz olacakmış.’’
Düşüncelerini kendine saklayıp, ‘’Teşekkür ederim.’’ dedi.
Kahvesini bitirene kadar karşısındakini dinlemiş her söylediğine sabırla cevap vermişti. Gitmek için müsaade isteyerek oturduğu yerden kalktı. Yalnız kalabileceği bir yer bulmak için gidecekken başına çarpan topla duraksadı.
Yere düşen topu eline aldığında çocuklar korkuyla yüzüne bakıyordu. Hafifçe gülümsedi. ‘’Gelip almayacak mısınız?’’ dedi.
İçlerinden biri ürkek adımlarla yanına geldiğinde başını okşadı. ‘’Ne oynuyordunuz?’’ diye sordu.
‘’Televizyonda gördüğümüz oyunu.’’ dedi on yaşındaki erkek çocuğu.
‘’Nasıl bir oyunmuş bana da anlatsana.’’
Küçük çocuk ne olduğunu tam bilmediği oyunu anlattıkça diğeri gülmemek için kendisini tutuyordu. Diğer çocuklarda tavrıyla yanına gelmişti. ‘’O oyunun adına basketbol diyorlar ve bu topla oynanmaz.’’
‘’Ama bizim başka topumuz yok ki!’’ diyene tebessüm etti.
‘’Sizinle oynamama izin verecekseniz o toptan size alırım.’’
Çocuklar hevesle başlarını sallayınca yanlarında ayrılıp motosikletine bindi ve ilçe merkezine indi. Göl uzak mesafede değildi bu yüzden çok vaktini almamıştı.
Çocuklar için basketbol topuyla beraber potasını da alıp geri geldi. Gölden uzak bir noktada potayı çocukların boyuna uygun ağaca bağladı ve nasıl oynayacaklarını anlatmaya başladı.
Hepsi pürdikkat dinlerken aileleri de biraz şaşkın ama ağalarından gelen ilgiyle memnun halde onları izliyordu.
‘’Hadi bakalım beni yenebilecek misiniz?’’ dediğinde topu en yakınındakine attı.
Arazi düz değildi ve yer ağaç kabuklarıyla, dallarıyla doluydu ama hepsi gülerek koşup topu sektirmeye çalışıyordu.
Çocuklarla oynamak biraz olsun düşüncelerini dağıtmış, yüzünün gülmesini sağlamıştı. Birkaç kez gitmek istemişti ama çocuklar gitme deyince kıramayıp kalmaya devam etmişti.
Üç saatin sonunda oynamayı bırakmıştı. Kendisi yorulmuştu ama çocukların enerjisinde azalma yoktu. Çocuklardan biri yanına geldi. ‘’Sonra yine oynayalım.’’ dediğinde, ‘’Tamam oynarız.’’ dedi kırmamak için.
Hepsine el sallayıp motosikletine bindi.
~~~~
Genç kız ağlamaktan şişmiş gözleriyle annesinin önüne koyduğu patatesleri soyuyordu. Kalabalığa yemek yapmak için de yarım çuval patatesi soyması gerekiyordu. Evden dışarı çıkmasına izin vermiyorlardı, telefonu yoktu, çocukların hiç bitmeyen bağrışmalarını dinlemekten yorulmuştu ve delirmesine az kalmıştı.
Furkan’ı merak ediyordu. Kendisini arayıp ulaşamayınca ne yapmıştı? Kimse nerede olduğunu bilmiyordu ki O da öğrensin! Gözünden yine yaşlar akmaya başlayınca koluyla sildi.
Patatesleri bitirip annesine verdiğinde evin avlusuna çıktı. Etrafını çevreleyen duvarın üzerinden atlasa kaçamaz mıydı? Bu ilçeyi hiç bilmiyordu ama elbet bir yerde taksi, otobüs falan bulurdu.
Babası, amcası ve eniştesi evde yoktu. Kadınlarda yemek, temizlik işe dalmıştı. Bir çıkış yolu bulamazsa evlenmeye mecbur kalacaktı. Kapının açılırken ses çıkardığını biliyordu bu yüzden kenardan bir tabure alıp duvarın önüne koydu ve basıp üzerine çıktı. Diğer tarafa atladığında hiçbir şey düşünmeden koşmaya başladı.
Herkese izini kaybettirip kaçmak istiyordu. Sevmediği bir adamla bu küçük ilçede bir ömür kalamazdı. Ana yolu bulmuştu ama peşinden gelen olur diye bulduğu ilk ara yola sapmıştı ve o anda diğer taraftan gelen karşısında belirene çarpmamak için yönünü değiştirmeye çalışmıştı.
Her şey saniyeler içinde olup bitmişti. Han motosikletiyle yan yatarken Nur Melek gelen darbeyle yere savrulmuştu.
Genç adam düştüğü yerden kalkmayı başarıp yolun diğer tarafında yatana doğru ilerledi. ‘’İyi misiniz?’’ dediğinde göz göze geldiler. Birbirlerini tanımışlardı ve aralarındaki gerginlik şimşekler çaktıracak kadar çoktu.
Kendisini ilk toplayan Han oldu. ‘’İyi misin?’’ dedi bir kez daha.
Nur Melek, ‘’İyiyim.’’ dese de el bileğindeki ağrıyı hissediyordu. Yerden kalkmaya çalışırken yanındaki yardım etmek için eline uzanınca acıyla inlemişti.
Han şişmiş bileğe baktı. ‘’İyi olduğuna emin misin?’’
‘’Kullanmayı bilmiyorsan binme üzerine.’’ diye bağırdı genç kız ve ayağa kalktı.
‘’Deli gibi koşarak yola fırlayan ben değilim.’’
‘’Sizin elinizde akıllı kalmak mümkün sanki.’’ diye söylene söylene arkasını dönüp geldiği yolu geri yürümeye başladı. Bu defaki gözyaşları bileğindeki acıdan akıyordu. Ne tarafa gideceğini de bilmiyordu. Babası evden kaçtığını anlarsa bu defa kesin ölürdü.
Han motosikleti yerden kaldırıp tekrar üzerine oturdu ama gözü genç kızdaydı. Yol ayrımında hareket etmeden duruyordu. Motosikleti çalıştırdığında biraz ilerleyip önünde durdu. ‘’Atla, hastaneye gidelim bileğine baksınlar.’’
‘’İstemem.’’ dedi genç kız ve yürümeye başladı.
Motosikleti biraz daha ilerletip tekrar önüne geçti. ‘’Evden kaçıyordun değil mi? Bunu yapıp beni kurtarmanı çok isterim ama bu acıyla uzun süre yol gidemezsin önce muayene ol sonra seni ilçeden gönderirim.’’
Nur Melek sözlerle yüzüne baktı. Dalga geçip geçmediğini anlamaya çalışıyordu. Acıyı daha fazla çekmek istemediği için motosikletin arkasına oturdu ve düşmemek için tek eliyle beline sarıldı. Bu şekilde yakın olmak ikisine de tuhaf geliyordu.
Han hastaneye gelene kadar hızını azaltmadı. İçeri girdiklerinde doktor röntgen çektirip muayene etmişti. Kırık ya da çatlak yoktu ama iyileşmesi için krem verip sargıyla sarmışlardı bir de ağrı kesici yapmışlardı.
Hastaneden çıktıklarında genç adam motosikleti doğrudan terminale sürdü. ‘’Kaçmak istiyorsan kalkan ilk otobüse binip git ama bunu yaparsan olacakları biliyor musun?’’
‘’Ya kaçmayı başarır hepinizden kurtulurum ya da babam gittiğim yerde bulur saçlarımdan sürükleyerek yanına getirir. Seninle evlenmek istemiyorum.’’ diyen genç kız motosikletten indi.
Han karşısındakinin ağlamaktan şişmiş ela gözlerine bakıyordu. ‘’Hem ailen hem ailem gittiğin yeri bulana kadar seni arayacak ve buldukları yerde de ya öldürecekler ya da getirip önüme atacaklar öldür namusunu temizle diye. Ailen büyürken sana inandıkları töre denilen bu durumun ne kadarını anlattı bilmiyorum ama olacak olan bu şimdi gitmek istiyorsan git.’’
Nur Melek gidip gitmemek arasında bocalıyordu. Gitmek istiyordu ama Han’ın söylediklerinin verdiği korku ağır basıyordu. Planı yoktu, evden öylece çıkmıştı yanına ne para almıştı ne de kimliğini ki kimliği zaten babasındaydı kaçsa bile bu halde nereye gidecekti?
Akan gözyaşlarını sargılı olmayan eliyle hızlıca silip motosiklete geri oturdu. Genç adam konuşup, yorumda bulunmadan tekrar yola çıktı. Eve yaklaştığında mahallenin başında durup Osman’ı aradı.
‘’Neredesin?’’
‘’Bahçedeyim.’’
‘’Sizin mahallenin başında bekliyorum.’’ diyerek telefonu kapattı.
‘’Neden durdun?’’ diye sordu Nur Melek.
Han, ‘’Bu şekilde eve gitmen sorun olmayacaksa gidelim.’’ dediğinde diğeri sessiz kaldı. Muhtemelen annesi delirmiş haldeydi ve babasına haber verip vermediğini bilmiyordu.
Genç adam motosikletten indiğinde diğeri de onu takip etti. Aracını yol kenarına çekip bıraktı.
Osman yanlarına geldiğinde Nur Melek’i görünce öfkeyle üzerine yürümüştü ve eli vurmak için havalanmıştı. ‘’Senin dışarıda ne işin var?’’
Genç kız geri adımlarken Han havaya kalkan eli sertçe tuttu. ‘’O elinin kime kalktığına dikkat et!’’ Sözleri sertti.
Osman elini geri çekti. ‘’Kusura bakma dayıoğlu amcamın evden çıkmayacak diye kesin emri vardı.’’
‘’Seni buraya boş yere çağırmadım. Nur Melek benimleydi sadece biraz yalnız konuşmak istedik ama yanıma senin getirdiğini söyleyeceğim boş yere babasıyla sıkıntı yaşamasın.’’
‘’Normalde kabul etmezdim ama senin hatırına tamam.’’
Üçü birlikte eve vardıklarında diğer taraftan Özdemir Bey, kardeşi ve damadıyla geliyordu. Karısı arayıp kızının bir anda ortadan kaybolduğunu söylemişti. Evin önüne geldiğinde kızını gördüğü anda yüzünde oluşan öfke ateşi neredeyse bütün ilçeyi yakacaktı.
‘’Nur Melek!’’ diye bağırdığında Han içine düştüğü duruma içinden küfürler ede ede adama yaklaştı. ‘’Öpeyim baba.’’ diyerek elini öptü.
Özdemir Bey elini öpeni tanıdığında öfkesi dinmeye başlamıştı. Osman gülmeye çalışarak araya girdi. ‘’Han, Nur Melek ile konuşmak istediğini söyleyince yanına götürmüştüm kusura bakma amca seni aramayı akıl edemedim.’’
‘’Yanlarında mıydın?’’ diye sordu Özdemir Bey yeğenine.
‘’Evet yanlarındaydım.’’
Özdemir Bey korku içinde bekleyen kızına bakarken bileğindeki sargıyı fark etti. ‘’Eline ne oldu?’’ dediğinde Nur Melek ne söyleyeceğini düşünürken Han başını öne eğdi.
‘’Benim suçum arabanın kapısını açarken anlayamadan koluna çarptım ve hastaneye gittik bu yüzden de eve geri dönmesi biraz gecikti.’’
‘’Neyse ki doktor kırık yok dedi.’’ diyerek söze karıştı Osman ama söylediğinin doğru olup olmadığını bile bilmiyordu.
‘’Buraya kadar gelmişsin yemeğimizi ye öyle git.’’ diyen Özdemir Bey kapıyı açıp eve girdi.
Güler Hanım hepsini bir arada görünce sessiz kalmıştı ama kızını bir odaya çekmiş kızmaya başlamıştı. ‘’Evden kaçıp nereye gittin?’’
‘’Osman ile Han’ın yanına gittim.’’ diye söylenmiş yalanı devam ettirdi.
‘’Haber vermeden mi?’’
Genç kız herkesin kızıp bağırmasından yorulmuştu. ‘’Anne hepiniz bir işe dalmıştınız Osman geldi diyoruz dedi ben de gittim. Yeter artık bağırıp durma.’’
Hatice yengesi kapıyı bile tıklatmadan içeri girdi. ‘’Akşam yemeğine ağabeyimler gelecek.’’
Annesi derin bir nefes aldı. ‘’Somurtup durma yanlarında gözünden yaş da akmasın, gelenlere hizmette kusurun da olmasın. Babanı daha fazla sinirlendirme yoksa bu defa kemiklerini kırar.’’
Genç kız odada yalnız kaldığında yerdeki minderlere üst üste tekmelerini indirdi. Ne diye otobüse binip gitmemişti ki en fazla yakalanır sonra da ölürdü! Ölmek bu hayatı yaşamaktan daha iyi olmaz mıydı? Kaçırdığı fırsat için öfkelenip minderleri daha çok tekmeledi.