Sabah güneş doğar doğmaz arkadaşları sıcaktan şikayet etmeye başlamıştı. ‘’İsterseniz sizi bugün nehre göndereyim yüzüp serinlersiniz.’’ dedi Han gülerek.
Aziz alnında biriken terleri siliyordu. ‘’Kiminle, nereye göndereceksen gönder de ferahlayalım yoksa buhar olup uçacağız.’’
Genç adam Baha’ya baktı. ‘’Sen hariç dostum akşam verdiğin sözü unutma bugün benimlesin.’’
‘’İç güveysi geleceksem sıcağa da alışmam lazım değil mi?’’ diyen Baha ile hepsi gülmüştü.
Selman yanındakinin başına hafifçe vurdu. ‘’O kadar istiyorsan al ağa karşında beş dakikaya bulur sana evleneceğin birini.’’
Baha şakalaşmayı devam ettirdi. ‘’Yok önce şartları göreyim sonra duruma göre değerlendireceğim.’’
Sabah kahvaltısını yaparlarken Han arayıp Osman’ı çağırmıştı. Genç adam geldiğinde yeme işi de bitmişti.
Han arkadaşlarını kısaca tanıştırdı. ‘’Halaoğlu benim biraz işlerim var sen bizimkileri nehre götürürsün.’’
‘’Sen rahatına bak ben onlara felekten bir gün yaşatırım.’’ diyen Osman çok geçmeden Baha’nın dışındakileri alıp gitmişti.
‘’Biz ne yapıyoruz?’’ diyen arkadaşına güldü.
‘’Öğle sıcağı bastırmadan tarlalara gideceğiz.’’
Han motosiklete bindiğinde arkadaşı da arkasına oturdu ve yola çıktılar. Belli bir mesafe yol kat ettiklerinde sıralı ağaçların olduğu geniş bir arazinin önünde durdular. Her tarafta çalışan işçiler vardı. ‘’Fıstık mı yetiştiriyorsunuz?’’ dedi Baha ağaçları görür görmez.
‘’Evet, fıstık dışında bakliyat da ekiyoruz hatta babama birkaç yıldır kendi fabrikamızı kurup kendi markamızla satışa sunalım diyorum da o işleri pek bilmediğinden yanaşmıyor ama düğünden sonra bütün işleri bana bırakacak duruma göre belki yaparım.’’
Baha ağaçlara bakarken etraflarında geldiklerini gören işçiler başlarını öne eğip ‘’Hoş gelmişsin ağam.’’ diye selam veriyorlardı.
İşçilerle ilgilenen kişi yanlarına geldiğinde Han ayaküstü konuşup olan bitenle ilgili kısa bir bilgi aldı devamında bahçeyi baştan sona kat edip çalışanlara baktı. Motosiklete geri döndüklerinde diğer tarlaları da aynı şekilde gezmişlerdi ve öğle sıcağına kalmayalım derken zaman öğleni de geçmişti.
Yol üstündeki bir kahvehaneye girdiklerinde dönen pervane karşısına oturup birer çay istediler. ‘’Her gün sıcakta tarlaları gezip o kadar insanla konuşmaya nasıl dayanıyorsun ben ilk günden yoruldum!’’
Han arkadaşının sözlerine tebessüm etmişti. ‘’Hadi ben içinde olduğum durumdan dolayı gidip ziraat mühendisliği okudum sen niye bu bölümü seçtin?’’
‘’Ne bileyim puanımın yettiği bölümleri yazdım şansa o geldi.’’ dedi Baha çayını yudumlarken. ‘’Ayrıca senin yaptığın şey mesleğimizi kapsayan bir durum değil sabahtan beri kaç çalışanına selam verip dertlerini dinledin o çenen hiç mi yorulmadı?’’
Genç adam büyüdüğü hayatın getirisini yadırgamıyordu ama dışarıdan nasıl göründüğünün farkındaydı. ‘’Ağa damadı olacağım diyorsun ağalık böyle oluyor. Ali kıran baş kesen olur kimsenin yüzüne bakmazsan cehennem ateşinde yan diye kucakla odun getirecek insanlar biriktirirsin ama dertlerini dinler yardımcı olursan cennetine çiçekler döşeyecek insanlar edinirsin.’’
‘’Sadakat korkudan değil saygıdan olsun diyorsun, mantıklı.’’ diyen arkadaşını onayladı.
‘’Aynen öyle dostum.’’
Çaylarını bitirip kalktıklarında yol üstündeki bir kuyumcunun önünde durdular. Han iki bilezik iki altın alıp çıktı. ‘’Bunlar ne içindi?’’ diye sordu arkadaşı.
‘’Akşam gitmem gereken iki düğün var.’’
Eve geldiklerinde on dakika geçmeden hayırlı olsun demek için misafir gelmişti. Han yanında arkadaşıyla oturmuş misafirine yemek ikram edilirken sohbet edip konuşuyordu.
Karnını doyuran çift hediyelerini bırakıp gittiler. ‘’Ben olanlara yetişemiyorum bana biraz açıkla.’’ dedi Baha.
‘’Uzak köylerde yaşayıp düğüne gelemeyecek olanlar arada ihtiyaçları için çarşıya iniyorlar o esnada da gelip hayırlı olsun deyip, hediyelerini verip gidiyorlar.’’
‘’Ağaya ne hediye alınıyor merak ettim.’’ diyen genç adam kenara bırakılan pakete uzandı. İçini açtığında el emeğiyle örülmüş patik, lif, tülbent çıkmıştı.
‘’Herkes neye gücü yetiyorsa onu yapıyor.’’ dedi Han.
Baha hediyeyi geri paketine koyarken bir misafir daha geldi derken üst üste dört farklı misafir ağırlamışlardı. ‘’Yeni biri daha gelene kadar gidelim yoksa düğünlere yetişemeyeceğiz.’’ Genç adam arkadaşını alıp evden çıktı.
Kırk dakikalık uzaklıktaki köye vardıklarında davul zurna sesleri her yana yayılıyordu. Düğün sahiplerine hayırlı olsun diyen Han geline bileziği damada altını takmıştı ve yanındakiyle gösterilen yere oturmuştu. Önlerine getirilen yemekten saygısızlık olmaması için yemek zorunda kalmıştı.
Düğünden çıktığında diğer köydeki düğüne gelmişlerdi ve yine aynı rutin gerçekleşmişti.
Gecenin sonunda eve döndüklerinde dama çıktılar. Diğer arkadaşları Osman ile damda çoktan uyumuştu.
Yerde kendileri için hazırlanıp bırakılmış yatağın üzerine oturduklarında birer sigara yaktılar. ‘’Ben iç güveysi gelmekten vazgeçtim Aga hayatta yaşayamam böyle her şeyi geçtim gelene gidene yemek ikram ediliyor sen nasıl şişman değilsin diye sorguluyorum şu an.’’
‘’İlk günden pes etmeseydin bari.’’ diyen Han gülüyordu.
Baha sigarasından bir nefes çekti. ‘’Bütün gün koşturdun yapman gerekenleri eksiksiz yaptın ama o gözlerin çok mutsuz Aga. Unutmanın bir yolunu bul yoksa bu halde uzun süre dayanamazsın.’’
‘’Şimdi de dayanamıyorum Baha ama elimden gelen bir şey yok ben de olana uyum sağlamaya çalışıyorum. Nur Melek ile evliliğim çıkışı olmayan bir yol ikimizde mecburuz ama ben nasıl onu istemiyorsam O da aynı şekilde beni istemiyor. Motosikletle çarptığım gün yüzüme bakışları o kadar nefret doluydu ki bana öyle bakan bir kızla evimi, yatağımı, hayatımı nasıl paylaşacağım bilmiyorum.’’
Genç adam biten sigarasının yerine yenisini yaktı. ‘’Hazal zaten ayrı bir konu; Kapısına gittim yalvardım, elimi tut herkesi karşıma alacağım dedim ama bir adım bile atmadı. Buraya geldiğimden beridir benim onu sevdiğim kadar O da beni seviyor muydu diye düşünüyorum ve artık bu soruya cevap veremiyorum. Geldin hayatımı gördün tüm bunlara rağmen aileme karşı çıkmaya hazırdım ama Hazal elimi tutmak istemedi. Ayrılık onun için bu kadar kolaysa kalbine yeteri kadar girememişim demektir.’’
‘’Kardeş açık konuşayım mı söyleyeceklerimi kaldırabilir misin?’’ diye sordu Baha. Han başıyla onaylayınca konuşmaya devam etti. ‘’Hazal rahat bir kız hep de öyleydi. Seni sevdi buna eminim ama onun karakterindeki biri senin ona bağlandığın gibi birine bağlanmaz. Belki de anne baba ayrı büyüdüğü için böyledir birine bağlanmak korkutucu geliyordur bu yüzden duygularının köklerinin derinlere salınmasına izin vermiyordur.
Buraya gelene kadar bir kaç kez karşılaştık sende gördüğüm üzüntüyle onda gördüğüm üzüntünün miktarı aynı değildi. Kolay olmayacak buna eminim ama artık Hazal’dan ümidini kes ve önüne bak. Yaşadığın yer ortada sen erkeksin hayatında köklü bir değişiklik olmayacak ama Nur Melek için tam tersi bir durum söz konusu. Kız bir anda buraya ailenin içine girecek, bütün düzeni değişecek ve kendisini sevmeyen bir adamla yaşamak zorunda kalacak. Sev, aşık ol demiyorum ama hayatı biraz onun için kolaylaştır hissettiğin nefreti hareketlerine sözlerine yansıtma.’’
Han dayanamayıp bir sigara daha yakmıştı. ‘’Söylediklerinin farkındayım dostum aksini düşünseydim evden kaçması bile ona istediğimi yapma hakkını elime vermişti ama babası anlamasın diye türlü yalanlara girdim. Bir an önce şu düğün bitsin istiyorum çünkü yoruldum. Geldiğimden beridir yapılan hazırlıklarla uğraşıyorum yetmiyor bir de annemin konuşmalarını dinliyorum. Ne zaman kız tarafıyla bir araya gelse ‘Böyle gelin mi olur, yüzü bir kez olsun gülmüyor sürekli ağlıyor.’ diye başımın etini yiyor.’’
Baha istemsizce gülmüştü. ‘’Belli kızın kaynanasından çekeceği var senin de ondan sonuçta annen söylendikçe O da acısını senden çıkaracak.’’
‘’Ne yapsam evden ben mi kaçsam?’’ diyen Han da gülmesine eşlik etti.
‘’Kaçarsan bana gel ben tutarım elinden.’’ diyen Baha ile kahkaha atınca diğerlerini uyandırmışlardı.
Aziz söylenerek konuştu. ‘’Sıcakta uykuya geçmeyi başarmışım yemin ederim uyandırırsanız erken öten horoz gibi boynunuzu kırarım.’’
Mete, ‘’Ben çöl ortasına bırakılmış bir kardan adamım elveda dostlarım.’’ diyerek tekrar uykuya geçti.
‘’Biz de yatalım artık.’’ diyen Baha ile Han da yatağına uzandı.
~~~~
Sabah uyandıklarında kahvaltı sonrası hummalı bir koşturma vardı. Han resmi görünmek için üzerine kumaş siyah pantolonunu ve beyaz gömleğini giymişti. Babası ceket giy diye ısrar etse de sıcakta giymemişti.
“Ne yapıyoruz kardeş anlamadım?” dedi Aziz.
Cevabı Osman verdi. “Bugün kız evinden çeyiz getirilecek onun için gideceğiz.”
“Sen hangi taraftansın.” diye sordu Selman.
“Ortaya karışık takılıyorum.” diyen Osman gülmüştü.
“Düğün bitene kadar benimlesin.” dedi Han. “Kız tarafını unut sağdıçlığımı sen yapacaksın.”
“Hallederiz dayıoğlu dert etme.”
Gidilecek araçlar geldiğinde yola çıkmadan önce Han kuzeninin cebine gerektiğinde kullanması için yüklü miktarda parayı sıkıştırmıştı.
Davul zurna eşliğinde yola çıkıldığında kalabalıklardı. Bütün akrabaları gelmiş uzun bir konvoy oluşmuştu. Han'ın arkadaşları arabayla hemen arkasından takip ediyordu ve yabancı oldukları durumu zevkle izliyorlardı.
“Ulan adam istemiyorum dedi sonra da şaşalı düğün yapıyor.” diyen Mete’ye Bayhan cevap verdi.
“Keyfinden yapıyor sanki elinden gelse arkasına bakmadan kaçacak.”
Söze karışan Baha oldu. “Yapmayıp ne yapacak ailesinin inandığı gelenekler ortada mecbur uyum sağlıyor.”
Araçlar durduğunda Han ile beraber diğerleri de araçtan indi. Davul zurna çalmaya devam ederken evin kapısını çaldılar.
Nur Melek annesinin üzerine zorla giydirdiği elbiseyle istemeye istemeye avluya çıkmıştı. Hiç hazırlığı yokken kısa sürede avlunun yarısını çeyizle doldurmuşlardı.
Kardeşi halasının sözüyle önde duran sandığın üzerine oturdu. Kapı açıldığında içeri giren evlenmek istemediği adama dikkatlice baktı.
Yakışıklıydı, yürüyüşünde bir ağırlık vardı ama kalbinde sevgi olmayınca yakışıklılığının da o verdiği ağırlığın da bir önemi kalmıyordu.
Göz göze geldiklerinde bakışlarını kaçırdı. Han genç kızı en son kaçarken görmüştü ve o zaman biraz dağınık haldeydi ama bugün güzelliği tamamen ortadaydı yine de güzelliğiyle ilgilenmeyip başını çevirdi.
Dışarıdaki insanlar çalan davul zurnayla halay çekerken yanında Osman ile sandığa yaklaştığında Irmak gülerek ikiliye baktı. “Çeyizleri istiyorsanız bahşişimi verin.”
Osman cebinden çıkardığı parayı küçük kızın eline bıraktı. “Yetmez.” dedi Irmak.
Osman bu defa ağanın şanına yakışacak miktarda parayı verdiğinde küçük kız sandığın üzerinden kalktı ve almalarına izin verdi.
Han, Osman ile ağır sandığı tutup yerden kaldırdı ve bekleyen kamyona götürüp üzerine koydu. Geri kalan el birliğiyle kamyona taşınmıştı. Halaylar çekilirken hazırlanan yemekler yeniliyordu.
Nur Melek annesinin söylenmesiyle bardağa doldurduğu şerbeti küçük bir tepsi içine koyup Han’a götürdü. Genç adam ikramı mecburiyetten alırken sessiz kalmıştı.
Saatler süren eğlenceden sonra tekrar yola çıkıp erkek evine geldiler ve yine davul zurna ile halaylar eşliğinde çeyizleri içerideki kullanılmayan odalardan birine taşıdılar.
Hepsi bittiğinde akşam olmuştu. Han bir kez daha arkadaşlarıyla damda yalnız kaldığında rahat bir nefes çekti.
Mete gülerek konuştu. “Bir çeyiz almaya bu kadar davul zurna çaldıysanız düğünü merak ettim.”
Aziz, “Düğün gerçekten üç gün mü sürecek?” diye sordu.
“Evet.” dedi Han.
Sohbetleri bittiğinde hepsi uyumak için yatmıştı. Arkadaşları uyuyakaldığında genç adamın bakışları üzerini örten sayısız yıldızdaydı ve onunla aynı anda yıldızları seyreden bir çift ela göz daha vardı.