bc

KADER KARTLARI | ÖLÜM

book_age16+
385
FOLLOW
1.9K
READ
murder
kickass heroine
versatile
drama
bxg
multiverse
another world
secrets
soul-swap
sacrifice
like
intro-logo
Blurb

"Nazlı?" Alp saçlarımı yüzümden atarak yanağımı okşadığında titreyen dudaklarımla "Yalan söyledim." diyerek fısıldadım. "Biliyordum."

Bunu Alp'e söyleyemedim.

Başım geriye doğru düştüğünde göz yaşlarım şakaklarıma doğru damlamıştı.

Kiraz Çiçeğinin anlamını biliyordum.

O sadece yaşamı simgelemezdi.

Kiraz Çiçeği, bazen ani gelen ölümü de simgelerdi...

🀄

Mum söndü, ışıklar yandı, yağmur durdu. Ay gecenin kucağına düştü, insanlara gülümsedi. Bugün yeni bir gündü ve benim ölümüme ise tam üç yüz altmış dört gün vardı.

chap-preview
Free preview
ÖLÜM PARADOKSU
İşaret ve orta parmağımın arasındaki karta bakıyorum. İki dudağımın arasında sigara var, bitmek üzere. Bakımsızlıktan kenarları soyulmuş tırnağıma takılıyor gözlerim, karşımda bir ayna var. Aynadaki kadın yabancı geliyor bana. Oysa oradaki kadın benim. Saçları pasaklanmış, üstü başı çamur içinde olan, son dakikalarını ağzındaki sigarayla geçiren kadın, benim yansımam. Hemen gözlerimi çekiyorum oradan. Korkuyorum. Sigaram bitiyor, küllüğe bastırıyorum. Kartı önümdeki sehpaya koyup oraya dalıyorum. Ölmek üzereyim, hissediyorum.  Kalbim hızlanıyor, göğsümden çıkacakmış gibi hissediyorum. Saç diplerim acımaya başladı...Gözlerim yanıyor, nefesim daralıyor. Az bir zamanım kaldı, bunu iyi değerlendirmem lazım, biliyorum. Ufak bir tebessümle çakmağı alıp yakıyorum. Ateş, ilk defa beni korkutmuyor.  O zaman anlıyorum ölümün tek gerçek ve tek korku olduğunu. Öleceğimi biliyorum ve başka hiçbir şey korkutmuyor beni.  Kartı alıyorum, sol alt köşesinden tutuşturmaya başlıyorum. Kart büyük bir alevle yanıyor, sadece izliyorum. Kar beyazının üstündeki simsiyah yılan figürü ilk önce çığlık atıyor, sonra kayboluyor. Yavaş yavaş yok oluyor. Biraz açım ama az sonra öleceğim. Benim cesedime baktıklarında, 'zavallım, açlıktan ölmüş.' diyorlar. Halbuki ben bir oyun yüzünden ölüyorum, anlamıyorlar... Bakıyorlar, inceliyorlar bedenimi ama görmüyorlar.  Dışarısı soğuk, bir elimi çakmağın üstünde tutuyorum. Ellerim pembeleşmiş, üflüyorum. Acısı geçmiyor, bedenimi hissedemiyorum. Başımı arkaya yaslayıp çakmağı bir kenara atıyorum. Yalnızlığıma gülüyorum. Beni kimse hatırlamıyor, kimse sevmiyor, kimse bilmiyor. Ben yok oluyorum... Çalar saatin alarmı duyuluyor. Zamanımın geldiğini anlıyorum ama kıpırdamıyorum. Başka çaremin kalmadığını biliyorum. Arkamdaki kapı gıcırdayarak açılıyor, onun geldiğini anlıyorum. Ayağa kalkıyorum ama arkamı dönmüyorum. Aynadaki yansımada onu görüyorum. Yüzünü göremiyorum, kapüşonlusuyla kapatmış. İlk önce kollarıma dokunuyor, yavaş yavaş yukarıya çıkıyor. Son kez sevdiklerime veda etmediğim için pişmanlıkla kavruluyorum. Fakat bu kısa sürüyor. Elleri boğazıma sarılıyor. Ben ölüyorum. Sesimi duyuyor musunuz?  * Kafamı kaldırarak yıkık dökük harabe içindeki parıldayan tabelaya baktım. Uzun zamandır gelmekten çekindiğim ama bir o kadar da istediğim yerdeydim. Bir falcıda. Evet düşünüldüğünde komik geliyor. Bir falcı en fazla ne yapabilir ki de bundan korkuyordum? Yine de insan en çok bilmediği, göremediği, tadamadığı ve hissedemediği şeylerden korkmaz mıydı? Elimi ovuşturarak kapıyı tıklattım. Kısa bir süre içinde kapı gıcırdayarak açıldı ve içeriden, yaşlılığın getirisiyle yüzü gözü buruşmuş bir kadın çıktı. Saçları simsiyahtı ama renklendirmek için rengarenk tokalar takılmıştı, dudağının tam kenarında et beni vardı, kaşları çatık, simsiyah gözleri dikkatle beni inceliyordu. "Ben..." diye mırıldandım ama içimde hissettiğim ürpertiyle donakaldım. Dilim tutulmuş gibiydi. "Sen, Nazlı mısın?" başımı salladığımda kapıyı sonuna kadar açtı ve eliyle içeriyi gösterdi. Her an kaçıp gitmek istesemde vazgeçtim. En fazla ne olabilirdi ki? Arkamdan beni takip ederken etrafı inceleye inceleye yürüyordum. "Soldan ikinci kapıyı aç, otur. Geliyorum." cevap vermedim ama dediği yere giderek kapıyı açtım. Garip bir kokuyla karşılaştığımda yüzümü buruşturdum. Bir sürü tütsü yakılmıştı ve oda kıpkırmızı döşenmişti. Yerdeki mindere oturduğumda bir ürperti bedenimi sarınca irkilerek yana kaydım. Hayatımın en garip anını şuan yaşıyordum. "Geldim..." mırıldanarak karşımdaki mindere oturdu. "Nasılsın, Nazlı?" gülümseyerek konuşunca rahatlayarak ben de güldüm. "İyiyim, aslında bayağı iyiyim, çok yakında okulun bursuyla yurt dışı---" sözümü sertçe kesti. "Sadede gel. Kafamı ağrıtma." "Senin paranla seni rezil ederim diyorsun yani...eh o da iyi." diye mırıldandığımda masadaki ellerinin durduğunu görünce, "Yani şöyle." diye diyerek çevirmeye çalıştım. Kadın büyülerini üstümde denek olarak falan kullanmasa iyiydi. "Aslında geleceğim hakkında birkaç şey sormak istiyorum." "Sor." dediğinde, "Kahve falan içmeyecek miyiz...yani öyle olur diye düşünmüştüm." dik dik bana bakmaya başladığında gülmeye çalıştım. "Hiç, ben de! Yıl olmuş iki bin yirmi bir. Hala kahve falı diyorum." başını iki yana sallarken kapı üç kez tıklatıldı ve içeriye minyon, sarışın bir kadın elinde tepsiyle girdi. Önümde eğilerek tepsiyi uzattığında gördüğüm kahveyle, 'yok artık.' dedim. Bugün beynimin son damlalarını kullanıyordum. Sarışın kadın çıktığında, "Tabii kahveyle bakılır o fal şeyleri..." dediğimde kadın derin bir nefes aldı. "Falına kahveyle bakmayacağım, o sadece bir ikram. Bana ne öğrenmek istediğini söyle." Upss! Başımı sallayarak hevesle konuşmaya başladım. "Bir yıl sonra bu zamanlar yurt dışına gideceğim. Orada beni neler bekliyor ya da en azından azıcık aşk gördüğünüzü söyleyin lütfen." diye mırıldandım. Evet...Koca bir ömrümde illa sevgililerim olmuştu ama hiçbirine karşı aşk kavramını hissedememiştim. Ya da kimse bana hissetmemişti. "Aşk...Yok." duyduğum şeyle aniden, Osmanlı'nın birinci dünya savaşını kaybetmesi gibi çöktüm. "Şaka?" dudaklarım büzüştüğü sırada, "Yurt dışında pek de iyi şeyler yaşayacaksın gibi görünmüyor...Akademik açıdan, evet çok iyi bir gelecek seni bekliyor ama sosyal çevren ya da aşk ilişkilerin sana zarar verecek." "Al işte!" diye inledim geriye yatarken. Neden hayatımda bir türlü istediğim şeyler denk gitmiyordu ki? "Peki ne görüyorsun?" dediğimde uzun bir süre önündeki kartlara göz gezdirip bir grup desteyi önüme itti. "Seç bir tanesini." dediğinde elimi üstlerinde gezdirirken çok da heyecanlıydım. Bir tanesini işaret edip, "Bu." dedim. Seçtiğim karttan kesinlikle emindim. Gösterdiğim karta bakıp yarım ağız gülümsedi. "Savaş Arabası Ters gelmiş..." diye mırıldandanıp elinde tüttürdüğü sigaranın külünü halıya atınca yüzümü buruşturdum. Temizlik nedir bilmez miydi bu kadın? "Bu ne demek?" diye sordum az önce yaptığı şeyi görmezden gelerek. Şuan düşüneceğim son şey, onun külünü halıya atmasıydı. "Yenilgi, demek." dediğinde gözlerimi kırpıştırdım. "Kendi duygularını çözümleyemeyeceğin ve kendini boşlukta hissedeceğin bir dönem olacak. Ya hiçbir şey olmadan atlatırsın ya da..." duraksadı. "Eee." dediğimde hafifçe gülümseyip elini uzattı. "Anlamadım?" kaşlarımı çatarak konuşunca, "Bedavaya çalışacağımı düşünmüyorsundur umarım." sakin olmaya çalıştım. "İyi de ben ödedim zaten paranızı." dudaklarını büzüp "Ama hayat işte." dedi. "Sen bir para verirsin ben iki para isterim." derin bir nefes alarak, çantamdan parayı uzattım. "Para her kapıyı açar derlerdi de inanmazdım." "Sana, kim onu inandırmışsa büyük yalancı." çayından bir yudum aldı. "Şuan bunu mu konuşacağız?" omuz silkti. Önüne düşen pembe, kıvırcık saçlarını geriye doğru itip, "Ya da bağımlı olursun." elimdeki kahve yere kayıp düştüğünde, "Halının parasını da vereceksin." deyince kahkaha attım. "Dolandırıcı pislik!" dedim öfkeyle. "Böyle saçma bir şeye inanacağımı düşünmedin herhalde? Benim gibi bir kız mı bağımlı olacak? Gerçekten sallıyorsun, bari tutarlı salla." bir hışım oturduğum yerden kalktığımda, "Kader Kartlarına bakmak ister misin?" deyince duraksadım. Sesi, bebeğine ninni söyleyen bir anne kadar naif çıkmıştı. Arkamı döndüğümde, maskesinin ardından onu gördüm. Gözleri bana acıyor gibi bakıyor ama gitmemi istemiyordu. "Bana şöyle bakma!" diye tısladım. "Nazlı...Fal denen şey gerçek değil..." önüme gelip saçıma dokununca irkildim. "Ama hisler gerçek..." duraksadım. "O ne demek?" "Ben sadece hissederim, bugüne dek buraya yüzlerce insan geldi. Hepsine bir şekilde güldüm ve sohbet ettim ama sen..." gözlerini yumdu. "Ama sen içeri girdiğinden beri senden aldığım kötü enerji, benim bile enerjimi emdi." "Bak, tamam." deyip üzerimdeki elini ittim. "Çevreden çok fazla namını duyduğum için geldim ama yeter artık. Daha fazla katlanamayacağım sana." yeniden yürüyordum ki dedikleri yine duraksattı. "Korkuyorsun değil mi?" kafamı ona çevirdim. Yere eğilip mumu eline alarak dibime girdi. "Söyleyeceklerimin gerçek olmasından deli gibi korkuyorsun." Gülüp, "Korkmuyorum!" kapıyı açtığım an, "Bu arada fal gerçek." dedim ve çıkışa yürümeye başladım. Fal dediğimiz şey binbir türlü karttan oluşuyordu ve hepsinin ayrı bir anlamı vardı. Biraz dikkatle baktığımızda aslında çektiğimiz karları hayatımızın her yerinde görüyorduk ve ben delice inanıyordum. Ceketimi iliklediğim sırada yine sesini duydum. "Kader Kartlarına bakmak ister misin?" ofladım. "Yeter artık, bela oldun çıktın başıma." gülümsedi. "Bu kartlar senin bile bilmediğine eminim. Çünkü onlar özel." kollarımı göğsümde kavuşturdum. Meraklanmıştım. "Sadece ben de var. O kartlar, insanın kaderini değiştirebilir." kaşlarımı çattım. "Nasıl yani?" dedim. "İçeriye gir." bir daha o yere geri dönmek istemesemde girdim. Kararlılığım gözlerimi yaşartmıştı. Zaten başıma ne geliyorsa hep kararsızlığım yüzünden gelmişti ama bu huyumdan da vazgeçemiyordum. 'Bağımlısı.' olmuştum? Yine aynı koridorlardan geçtik, yine aynı duvarları gördüm...Çerçeveleri gördüm ve ilk geldiğimde korktuğum gibi hissetmedim. Tekrardan o kasvetli odaya dönünce, "Işık falan yok mu ya?" dedim. "Yok. Olursa elektrik faturası fazla gelir." istemsizce güldüğümde onun da hafiften sırıttığını görmüştüm. Tatlı bir kadındı. Tozlanmış, eski püskü bir rafa parmak uçlarının üstünde uzandı. Bir kapaklı kutu çıkarıp bana doğru salladı. "Buldum." diyerek neşeyle güldü ve yerdeki mindere oturdu. Eliyle karşısını gösterince ben de ona uydum ve yerde bağdaş kurdum. "Tam olarak demek istediğin neydi?" diye sordum. Kapkara gözlerini yüzüme dikti. "Bu desteler..." diye mırıldandığı sırada dışarıdan gelen ani şimşekle yerimden sıçradım. Buraya tekrardan geleli beş dakika olmamıştı ve hava bozmuştu. Huysuzca homurdanıp boynumdaki kolyemin ucuyla oynamaya başladım. "İnsanların kaderlerini değiştirir..." "...Toplam on kart var ve her kartın özelliği var. Birisi aşkı temsil eder. Bu, sonsuz aşkı bulacağını gösterir. Diğeri, hayatı temsil eder. Kimisi mutluluğu, kimisi ise yolculuğu." duraksayıp gözlerini kıstı. "Ama her zaman olduğu gibi güzel şeylerin, kötü yanlarıda vardır." "Ne gibi?" dedim kafam karıştığı için. Sırtını dikleştirip devam etti, "Bu oyunun kurucusu çok merhametliydi. Bu dünyanın kötü düzenini biraz olsun bozmak ve insanları mutlu etmek için kartlarına hep güzel şeyleri serpiştirdi ama insanlar...bilirsin biraz şeydir." deyip güldüğünde dik dik ona baktım. "Sen insan değilsin galiba?" deyince ağzına hayali bir fermuar çekti. Ne olurdu lafı dolandırmadan anlatsaydı? "İnsanlar her şeyi ister. İlk önce mutlu bir aile ister, mutluluğu bulduğunda bol bol para ister. Sonra doyumsuzca başka bir kadın ya da erkek ister hayatında. Çocuk ister," güldü ve başını iki yana salladı. "Sonra olduğunda bakmayıp siktiri çeker ama o doyumsuz insanoğluna yeter mi? Yetmez. Bir tane daha yapar ama bir köşede, doğurduğu meyvesinin kendi kendini yeşertmesini ister. Sulamaz, temizlemez, konuşmaz, güneş yüzü göstermez. Hatta bazen sıkıldığı için koparır yaprağını, ama sorsan, ah bir sorsan! Çok sever, çok." omuz silkti. Konuştukları yavaşça ilgimi çekmeye başladı. Haklı olduğunu fark ettim ve iç çektim. Doğamız gereği miydi bilmiyorum ama doyumsuzduk ve elimizde olanlarla yetinmeyi bilmiyorduk veya elde ettiğimiz an yenisini istiyorduk. Bizi sevsinler istiyorduk ama sevgimizi gösteremiyorduk, yaşamak istiyorduk ve yaşatamıyorduk, gülmek istiyorduk peki güldürüyor muyduk? Sadece istiyorduk da istiyorduk...Ne zaman kendi menfaatlerimizi değilde, bir kez olsun başkasını düşünmüyorduk? "Bir gün, oyunun kurucusu çok sinirlenmişti çünkü onun amacı insanlara iyilik dağıtmaktı ama işler sarpa sarmıştı. Artık herkes mutlu olduğu için mutluluğun değerini unutulmuştu. Bir sabah kalktıklarında sevgi neydi, ne değildi...Eğlenmek neydi...Bu gibi değerlerin, değerini herkes hafızasından silmişti. Bir zaman sonra kaoslar başladı...İşte ondan sonra, oyunun kurucusu kartları değiştirdi." Söylediği efsane, hoşuma gittiği için adeta kaskatı kesilerek onu dinliyordum. "Hangi kartları?" dedim heyecanla. "Yaşam Kartı." deyince devam etmesini istercesine ona baktım. Anlamış olacak ki devam etti. "Yaşam Kartını seçersen, bu sana sonsuz sağlık ve bir yaşam dolusu mutluluk hediye ederdi." ayağa kalktı ve etrafı dolanmaya başladı. Camdan baktığımda yağmur şiddetini arttırmıştı ve havada kararmıştı. Buraya geleli saatler olmuş olmalıydı. Elindeki çakmakla duvara asılı mumları yakmaya başladığında onu daha net görmeye başlamıştım. "Ama artık kartlar el değiştirdi. Şimdi ise o yaşam kartının yerinde ölüm, var." adeta buz kestim. Ağzımı açtım, diyecek bir şeyler aradım ama sustum. Oda da uzun bir sessizlik hakim oldu, yağmur sesleri huzursuz edici sessizliği bir nebze olsun indiriyordu. Kafamı eğip ellerime baktım. Ölüm mü demişti o? "Sonra?" dedim. "Peki onun anlamı ne?" biliyordum ama soruyordum işte. En azından aramızdaki gereksiz gerilimin bitmesini ve aynı zamanda hikayenin devamını da öğrenmek istiyordum. "Bir insanın tam bir yıl sonra öleceği anlamına geliyor." önümde durup bana üstten baktı. "Kart el değiştirince insanlar artık gelmemeye başladı. Çünkü artık mutluluğun serpiştirildiği kartlarda ölüm de vardı ve bu, insanların cesaretini kırıyordu. Yüz binlerce insanın sırf bu kartı seçtiği için öldüğünü duyan insanlar ise, Kader Kartlarını duyunca olduğu yerden kalkmaya başlamıştı. Hatta bazı kasaba ve kentlerde bu iki kelime yasaklanmaya kadar gitmişti. Şimdi mutluluğun değeri anlaşılmaya başlanmıştı işte. Yaşamın ne demek olduğunu anlamışlardı! Oyunun kurucusu amacına ulaşmıştı..." Sessizlik... "Çok güzel ve anlamlı bir hikaye." dediğimde sırıttı. "Peki sen de bu oyunu oynamak ister misin?" duraksadım. "O nasıl olacak?" dedim, alt tarafı bir hikayeydi. Gerçekten çıkan kartta sırf ölüm yazdığı için bir yıl sonra ölecek halim yoktu ya? "Kartları dizeceğim ve bir tanesini seçeceksin." deyince omzumu silktim. Fala inanırdım, tamamiyle içgüdüyle ve sezgiyle tahmin edilebilirdi ama bir kartla kaderimin değişeceğine inanmazdım. Hayaller dünyasında yaşamıyorduk. Saçlarımı omzumun arkasına iterek, "Tamam." dedim. Gülümseyerek yere eğildi ve tam on tane kartı önüme dizdi. Mum ışığını kartların üstünde gezdirirken, "Ne bu? Yoksa bir tür ritüel mi?" diyerek alay edince kaşları derince çatıldı ama çok uzun sürmeden tekrar tebessüm etti. "Merak etme, seni kimseye bağlamıyorum." deyip tekrar işine döndü. Gözlerimi odanın içinde gezdirdim. Ahşap döşemeliydi ve yer yer bitkiler bulunuyordu. Duvara yaslı kitaplık, eskimiş ve tozlanmıştı. Kartları oradan çıkardığı için orada duran bir boşluk vardı. Ayağa kalktığımda uyuşmuş olduğunu anlayarak inledim ve kalktığım yere geri oturdum. "Hadi başlayalım." dedi acımı görmezden gelerek. Kitaplığa tekrardan bakıp kartlara geri döndüm. "Şimdi burada benim ölümü seçme oranım kaç?" diyerek güldüm. "Onu seçmek istemem." kartlardan birini tam seçeceğim sırada elini elimin üstüne koyup sertçe itti. Orantısız güç uyguladığı için avucumda anlık acı hissettim ve, "Ne yapıyorsun sen?!" diye çemkirdim. Az önce büyük bir keyifle hikayeyi anlatan o değilmiş gibiydi. Yüzü pişmanlıkla kavrulmuştu. Neyin pişmanlığını yaşıyordu? Dakikalar içinde ne değişmişti? "Ne yaptığımı gördün. Hemen buradan git." kaşlarımı çatıp ayağa kalktım. "Nedenmiş o?" başını iki yana salladı. "Çünkü sonuçların ne olacağını bilmiyorsun ve seni böyle bir şeye sürüklemek istemiyorum." deyip kartları toplamaya başlayınca şaşkınlıkla güldüm ve "Kafayı mı yedin sen?" diye bağırdım. "Hem bu kartları göstermek için çağırıyorsun hem de izin vermiyorsun." diye devam ettim. Bir anda neden değiştiğini anlamamıştım. Kendisi, benim gitmemi engelleyerek kartları anlatan kişi değil miydi sanki? Aniden ayağa kalkıp üstüme yürümeye başlayınca bir iki adım geriledim. Çok sinirli ve gergin görünüyordu. Kara gözlerini yüzüme dikti, ardından gözleriyle kapıyı gösterdi. "Hemen git. Buraya da bir daha gelme." gözlerimi kıstım. Beni bu kadar sinirlendiren şey gitmemi istemesi değildi, bir şeyler karıştırdığını hissetmiştim ve eh! Ben meraklı bir kadındım. "Sen sorunlusun. Biliyorsun değil mi?" diyerek baş parmağımı ona doğrultunca tekrardan üstüme yürümesiyle çığlık attım ve koşar adımlarla kapıya gittim. Tek kelimeyle, delirmişti! Masanın önünde durmuş bana bakıyordu, bir an önce gitmemi istediği belliydi. Gözlerim çantamı buldu, boğazımı temizleyerek, "Çantamı alabilir miyim?" diye mırıldandım. Yüzüne bir gram mimik olmazken, adeta gir robot gibi, "Al." dedi. Küçük ve sakin adımlarla çantama yürüdüm. Yere eğildiğim sırada masanın üstünde gördüğüm kader kartlarıyla duraksadım. Yanımdaki kadının nefes alışveriş seslerini duyuyordum, çantamı alıp yüz yüze geldim. "Peki senin dediklerine uymazsam ne olacak?" kaşları derince çatıldı. Onun boşluğundan yararlanarak masaya eğildim ve bir tane kart aldım. Çok ani olmuştu, onun bile böyle bir şey beklemediğini biliyordum. Ben meraklı bir kadındım. Zaferle, tekrar doğrulduğumda gözü sadece karttaydı. "Sen...senin ne yaptığın hakkında en ufak fikrin yok." dedi. Omzumu silkip kartı salladım. "Benim ne yaptığım hakkımda çok bilgim var. Bakalım bu neymiş." diye mırıldanıp seçtiğim kartı bana döndürdüm. Bembeyaz bir kartın üstü, yedilerle çevriliydi. Tam ortasında simsiyah bir deriden oluşan, kıvrımlı yılan vardı. Yılanın gözleri kıpkırmızıydı ve sanki bana bakıyordu. Tenimdeki bütün tüyler havaya dikildiğinde nefesimin hızlanışını hissettim. Şu an hissettiğim tam olarak neydi? Nefesimin birbirine karışması, beynimde dönüp dolaşan türlü türlü şeyler ve en önemlisi yılana baktığımda gördüğüm 'nefret' neyin nesiydi? Gözlerimi falcıya diktiğimde gözleri bana özür diler gibi bakıyordu. Ağzını birkaç kez açtı ama konuşamadı. "Bu kart ne?" dedim. Aslında yılana baktığımda anlamıştım hangi kartı seçtiğimi ama bir ümit soruyordum işte. Çünkü duymak istediğim başkaydı, görmek istediğim başkaydı. İstediğim şey ise çok başkaydı ve emindim. Benim istediğim bu değildi. "Ölüm." dedi falcı. Durdum, falcıya baktım. Gözlerimin önünden tüm yıllarım geçti ve ben farkında olmadan kocaman bir hiçliğin, facianın kucağına düştüm. Mum söndü, ışıklar yandı, yağmur durdu. Ay gecenin kucağına düştü, insanlara gülümsedi. Bugün yeni bir gündü ve benim ölümüme ise tam üç yüz altmış dört gün vardı. ❄️ Hayat, penceremizdeki gördüklerimizden fazlasıydı. Dün, dünyanın en şanslısıydın. Bugün ise en bahtsızı. Her an her şey olabilirdi ve buna hazırlıklı olmak mümkün değildi. Saniyeler işliyordu, dakikalar birbirini kovalıyordu, saatler takırdıyordu. Biz ise sadece izliyorduk, elimizden bir şey gelmediğinden değil; içimizdeki boşluk hissiyatındandı. Saatler birbirini kovalarken oturup izlemek yerine harekete geçmeliydik. Kısacık ömrümüzü gerçekten 'yaşamalıydık.' İki gündür yatarken bunu düşünüyordum. Evet. Yatarken. Size hayat felsefesi yapıp, hayatı yaşamalıyız derken bile harekete geçmemem işin ironisiydi. Ne demişler. Dediğimi yap, yaptığımı yapma. O gün, kartı seçtikten sonra başka bir şey demesini engelleyerek çıkmıştım. Kendimi zar zor eve attığımdandan beriyse sadece yatıyordum. Arkadaşlarım birkaç kez ne olduğunu sorsalarda bir şey anlatmamıştım. Zaten ne diyecektim? Saçlarımı karıştırıp oflayarak kalktım. Artık kendime gelmem gerekiyordu. Odadan çıkıp mutfağa girdiğimde bizimkileri kahvaltı yaparken bulmuştum. Açelya, beni görür görmez ıslık çalarak, "Sonunda!" dedi neşeyle. "Bir ara kendini çıkılmaz bir depresyona hapsetmiş gibi görünüyordun." dediğinde omuz silkerek, ekmeğin üstüne nutella sürdüm. "Çok açım." dedim dolu ağzımla. Melis, halime gülerek "Neden kalktığın şimdi belli oldu. Obur." deyip ayağa kalktı. Başımla onaylayarak, "Nereye?" dedim. "Metin ile buluşacağız. Akşam görüşürüz." Açelya'nın da okulda işleri olduğu için gitmişti ve evde bir başıma kalmıştım. Ne yapacağımı düşünürken guruldayan karnıma baktım. "Tamam..." diye mırıldandım. "Seni doyuracağım." dolabı açtığım görüntüyle dudaklarımı büzdüm. Hiçbir şey yoktu! Gerçi öğrenci evinden ne beklenirdi ki? Sıkıntıyla iç çektim. Ayağa kalkmaya bile üşeniyordum ama kızlar gelene kadar açlıktan bayılmış olurdum. O yüzden ağlaya ağlaya bile olsa hazırlandım. Giymesi daha kolay olduğu için siyah, kırmızı ekoseli eteğimi giydim. Üstüme de siyah boğazlı bir kazak giyip krem rengi çantamı omzuma astım. Kabanımı da alarak evden çıktım. Apartmandan da çıktığımda ayağıma dolanan kediye gülümsedim. "Efendim aptal kedi." dediğimde mırıldanmaya devam etmesiyle tebessüm ederek saçlarımı kulağımın arkasına ittim ve yere eğildim. Kucağıma aldığımda sıcak yeri bulduğundan mıdır bilinmez hemen mayışmıştı. Apartmanın içerisine girerek yere bıraktım, en azından dışarısından sıcaktı. "Sen beni bekle tamam mı? Sana yemek getireceğim." dedim bir annenin, çocuğunu tembihler edasıyla. Yere sürtünmeye devam etmeye başladı. Başımı iki yana salladım. Kapıyı kapatıp ellerimi kabanımın cebine soktum. "Kediye bak ya." diye homurdandım. "Yere halleniyor. Tövbe estağfurullah." Sokaklardan geçtim, duvarlara dokundum. Ara mahallelerde futbol maçı yapan çocukların topunu kaçırdım, peşimden kovaladılar. En sonunda tartaklanmamak için topu onlara verdim. Birkaç kedi mıncırdım ama fazla sıktığımdan mıdır nedir elimde derin izler bırakmışlardı. Sapasağlam markete ulaştığımda ise şükrettim. Gerekli olan malzemeleri kısaca aldım ve kedi içinde salamda almayı unutmadım. "Kolay gelsin." diyerek çıktığımda kasiyer bana düz düz bakmaya devam ediyordu. Neden dövecek gibi bakıyordu ki? Gülümsemeye çalıştım. Hala aynı suratla bakmaya devam edince arkama bakmadan marketi terk ettim. Gülümsese ölürdü sanki. Yağmurun etkisiyle yine yer yer su birinkintileri vardı. Onlara basarak yürürken kendime geldiğimi hissetmiştim. Ne kadar mutlu olmaya çalışsam da mutsuzdum. Ölüm kartını düşünüyordum. Her ne kadar delice bile gelmiş olsa o kadının ciddi gözleri kafamı karıştırıyordu. Ne yapmalıydım? Kafamı kaldırdım ve gözlerimi gökyüzüne diktim. Mavi, iyi geliyordu. Hala birkaç kuşun uçtuğunu görünce kıkırdadım, göç ediyor olmalılardı. Telefonumu çıkartıp tam onları çekeceğim sırada bir kadının çığlık çığlığa bağırdığını duydum. "Dikkat et!" Çok olmadı. Saniyeler içinde savrulduğumu hissettim, büyük bir hızla yine yere sertçe düştüğümde başımın acısıyla inledim. Acı, bedenimi bir kalkan gibi kuşattığımda dudaklarımın arasından gelen ıslaklığın ne olduğunu merak ediyordum. Çevremdeki insanların uğuldamalarından başka bir şey duymuyordum, görüşüm bulanıktı. Hiçbir şey göremiyordum ama çok derin hissediyordum. Sanki nefes alamıyormuş gibiydim. Göğsüm batıyordu, nefes almaya çalışırken boğuluyordum. "Canım...yanıyor." kesik kesik mırıldandım. Birisinin nabzımı tuttuğunu hissettim. "Yaşıyor! Ama çok kan kaybediyor. Hastaneye yetiştirmemiz lazım." başka bir ses karıştı. "Ambulans geliyor." Parmaklarımı hareket ettirmek istedim, korkuyordum. Birisinin yanımda olduğunu hissetmeye ihtiyacım vardı. Başım ağrıyordu, bağırmasalar olmaz mıydı? Sol bacağımda hissettiğim keskin acıyla ağlarcasına inledim. Canım yanıyordu. Neden bayılmıyordum? Neden hiçbir şey hissetmiyordum? Şuan bayılmam gerekmiyor muydu? Keşke bayılsaydım, çünkü acı dayanılacak gibi değildi. "Tüh.." dedi başka birisi. "Çok da genç." ölmedim demek istedim. Buradayım. Gözlerimi açamıyordum ama insanların bana nasıl acıyarak baktığını görüyordum. Uğuldamalar duyuyordum, hiç tanımadığım insanların bana üzgün sözlerini işitiyordum. Konuşmaya çalışıyordum ama sesimi kendime duyurmaktan öte gidemiyordum. Bedenimi hissetmek istediğimdeyse tek his, acıydı. Bayılmak, bu acıyı unutmak istiyordum. Ambulansın siren seslerini duydum. Çok şükür dedim binlerce. Birileri beni sedyeye koyarken başkaları da taşımaya yardım etmişti. Ambulansa sağ salim binmiştik. "Bilinci açık. Uyuşturucu yapıyorum." dedi bir kadın sesi. "Tamam..." kısa bir süre sonra kolumda iğne hissettim ve çok geçmeden ruhum büyük bir karanlıkla buluştu. ****

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

Acı İntikam

read
12.3K
bc

BOŞLUK

read
1.0K
bc

SADİST

read
1.5K
bc

Celladına Aşık 2 (töre)

read
42.7K
bc

HANGİN KASABASI

read
2.2K
bc

Celladına Aşık

read
24.8K
bc

AŞKIN BEDELİ:BERDEL (+18)

read
70.6K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook