Üzerimdeki koyu mavi şişme montumu düzelterek oturduğum yerde kıpırdandım. Bugün Mete ile buluşacağımız gündü. Bir merdivene oturmuş tam tamına yarım saattir onu bekliyordum. Oflayarak yeniden telefon saatine bakacağım sırada tanıdık bir ses duydum.
"Geldim." tam önümde durduğunda yüzüme yansıysan güneşi kesmişti. Alttan alttan ona bakarken "Sonunda." diye söylendim.
"Ne oldu ki?" bir de pişkince demez mi ne oldu diye...
"Geç kaldın?" omuz silkerek sırıttı. "Saati ayarlarken bana müsait olup olamayacağımı sordun mu?" şaşkınca ona bakıp başımı iki yana salladım. Öyle ya da böyle kendisini haklı çıkartacak bir şey buluyordu.
"Kusura bakma Meteciğim. Ben senin kıçını toplamakla meşgul olduğum için onu akıl edemedim."
Daha fazla konuşmasına izin vermedim ve koluna girdim. Yürümeye başlarken ikimizde sessizdik. Sarmaşıklarla sarılmış evi gördüğümde duraksadım, Mete bu hareketimi gördü ve bana dikkatle baktığını hissettim.
Her şeyin başladığı yer...
Bir falcı.
Bir kart.
Bütün dengeleri değiştirebilir miydi?
"Sorun ne?" kolundan tutarak çekiştirmeye başladım, gerçi bana itaat ederek yürüyordu ama heyecandan ayaklarım birbirine girmişti. Eskimiş evin eskimiş kapısına geldiğimde tokmağı alıp hızlıca vurmaya başladım. Sabırsızlandığımdan olsa gerek ara vermeden çalmaya devam edince Mete omzuma iki kez dokundu.
"Deli gibi hareket etmesene kızım!"
"Ya sussana sen!" diye çemkirmemle yüzünü buruşturdu. Tam yeniden çalmaya başlıyordum ki kapı açıldı ve falcının yardımcısı çıktı. Bize kaşları çatık, oldukça sinirli bakarken dudağımın kenarını ısırdım. Terleyen ellerimi pantolonuma sürerek "Falcıyı görecektim." dedim.
"Bekleyin." kapıyı sertçe yüzümüze kapattı. Pekala...sanırım alacaklı gibi vurmamalıydım. Mete ile birbirimize bakışırken izlenildiğimiz hissine kapılarak bir basamak indim. Çevreme bakıyordum ancak her şey oldukça normal görünüyordu. Kimsenin bizimle ilgilendiği yoktu.
Parmaklarımı çıtlatırken Mete yine söylenmeye başlamıştı. "Bak bu kadar sinir stres iyi şey değil. Sen bir sakin olsana güzelim ya..." ona baktım. Tek omzunu taş duvara yaslamış oldukça rahat tavırlarıyla beni inceliyordu.
"Mete senden tek isteğim ne biliyor musun?"
"Neymiş?"
"Lütfen sus." bana baktı...baktı ve sonradan taklidimi yapıp yeniden eski haline döndüğünde sinirden dişlerimi sıktım. Allah'ım delireceğim!
Aramıza giren sessizlikle yeniden etrafıma bakmaya başlamıştım. Tam o anda, bilmiyorum belki doğru değildir ama bir gölge görmüştüm. Hemen bizim geldiğimiz sokağın yanında, duvarın dibindeydi. Kaşlarımı çattım ama üzerine düşmek de istemedim. Neden bu kadar paranoya yapmaya başlamıştım ki sanki?
Kapının açılma sesiyle düşüncelerime ara verdim. Falcının yardımcısı bizden memnun olmadığını gizlemeyerek, "İçeri girin." dedi huysuzca. Mete'ye gülerek baktım, kolundan tutarak içeriye çekiştirdim. Zaten defalarca geldiğim için yönlendirilmeye ihtiyacım yoktu.
Gerçi ezber yapacak kadar buraya gelmem kötü bir şeydi...
Her neyse!
Moralimi bozmayacaktım. Falcının tam odasının önüne geldik, kapı aralıklıydı. Yavaşça ittiğimde çıkan gıcırtılı ses yüzümüzü buruşturdu. Mete, "Bizi perili eve mi getirdin yoksa ben geri zekalı mıyım? Allah'ım lütfen ikinci seçenecek olsun." diyerek söylenince dirseğimi karnına geçirdim.
"Dalga geçme salak. Bizi büyü deneyinde kullanırsa görürsün ebeni." fısıldadığımda "Büyü yapmadığımı söylemiştim." diyen bir sesle çığlık attım. Elimi kalbime götürerek soluma baktım. Kırmızı minderin üstünde oturuyordu ve her zamanki yüz ifadesi vardı.
Ruhsuz.
Mete ile bakıştık. Bana dik dik bakarken sırıtmaya çalıştım. Bakın sadece çalıştım diyorum çünkü gerginliğimden yüz kaslarımı hareket ettiremiyordum bile.
"Tabii ki öyle canım." dedim. Karşısındaki mindere otururken "Zaten şakasına demiştim." diye devam ettim. Beni umursamayarak arkama baktığında ben de bedenimi yarım bir şekilde döndürdüm. Mete kafası karışmış halde bize bakıyordu.
Falcı "Ne bekliyorsun öyle? Davet mi?" diyerek sertçe konuşunca yanıma iki kez vurdum. Mete ne dediğimi anlayıp yanıma adımladı ve oturdu.
Falcının gözleri ben de değildi, ona getirdiğim davetsiz misafirdeydi. Onun yüzünü incelerken Mete'ye bakışından pek hoşlanmamıştım. Sanki daha önce tanıyor gibiydi. Hani böyle tanıdığınla arana mesafe girer ve hiç ummadığınız anda karşılaşırsınız ya, bunun getirisiyle allak bullak olur ve ne diyeceğinizi bilemezsiniz? Sanki öyleydi...
Böyle bir şey mümkün müydü ki acaba?
"Sen kimsin?" düşüncelerim bölündü. "Mete."
Falcı bana dönerek "O kim? Ve neden onu buraya getirdin?" dediğinde Mete beni engelleyip atıldı. "O değil." dedi. "Mete."
Mete'nin de falcıdan haz ettiğini düşünmüyordum. Ki ben de etmiyordum ama ona muhtaçtık. Böyle yapması sadece işleri zorlaştırırdı.
"Arafı bize bağlayacak şeyi buldum." diyerek aralarına girdim. İkisinin de bakışları bana döndü. "Mete, o annesini görüyor. Oyunun kurucusu Mete'nin annesinin içindeymiş."
Hızlıca ve heyecanımı oldukça belli ederek konuşuyordum. Şu an yanımdakinin kafasının düşünceler içinde boğulduğunu biliyordum ama ona anlatacaktım. Sadece bir şeyleri ne kadar çabuk öğrenirsek o kadar çabuk hallederdik.
"Bu ne demek oluyor?" diye kulağıma doğru fısıldadı Mete. "Anlatacağım..." diyerek mırıldandım. "Ona daha anlatmadın mı?" bu kadın niye her şeyi duyuyordu?
"Hayır." diyerek başımı iki yana salladım. "Şu an zamanı değil ama anlatacağım." diyerek devam ettim. Falcı gözlerini olmaz dercesine kırpıştırıp "Ona şimdi anlatmalısın." dedi. "Çünkü arafa gidebilecek tek kişi var..." Mete'ye uzun uzun baktı.
"O da araftakilerin çocukları."
"Nasıl yani?" dedim kaşlarımı çatarak. Arafa gidebilmek mümkün müydü? Sadece iletişim kurmamız yeterli olmaz mıydı? "Dediğim gibi..."
Oturduğu yerden kalkarak odanın içinde dolanmaya başladı. "Arafa gidebilmek mümkün ama tehlikeli." camın önünde durarak dışarıyı izledi. Sırtına bakıyorduk, hareketlerini inceliyorduk. "Çok tehlikeli." devam ettiğinde "Sadece iletişim kursak yeterli olmaz mı?" diye sordum.
Kimseyi tehlikeye atmak istemiyordum.
"Elbette olur ama dememiş miydin annesi ona görünüyor diye?"
"Mete." yanıma baktım. Kıvırcık saçları alnına düşmüştü, bir sinirle onları geriye atarak söylenirken "evet." dedim. Mete'ye kızamıyordum, aksine onu çok iyi anlıyordum. Aynı şeyler olmasa da, ona yakın hissetmemi sağlayan şeyleri bizzat yaşamıştım.
Bu oda içinde ne kadar acı çektiğimi, üzüldüğümü ve ağladığımı iki kişi biliyordu. Ben ve falcı.
Ona üzülüyordum, bu acımak değildi. Sadece anlıyordum. İlk kez empatiden yoksun olmayı ya da anlamamayı diledim. Üzgündüm. Bu olayları anlayabilecek kadar yaşadığım için üzgündüm.
"Mete'nin annesini gördüğünü söylememiş miydin?" diyerek düzeltti falcı. "Evet." dedim yeniden. "Eğer annesi çıkış yolunu biliyor olsaydı bunu ona söylerdi." Mete'nin tam önünde durdu. "Sana bir şey dedi mi?"
Bir umutla ona baktım. Başını iki yana salladığında üzülsem de belli etmemeye çalıştım. "Dediğim gibi..."
"Annesi bilmiyorsa bilen birisinden yardım alarak bize ulaştırabilir?" diyerek fikir ürettim. Falcı bu halime alayla güldü. "Sence araf bir arkadaş ortamı gibi mi görünüyor? Orada herkes tek. Herkes kaybolmuş, herkes çıkış yolunu arıyor ama yok...kimse bulamıyor."
Ellerime baktım. Parmaklarımla oynarken oyunun kurucusuna bir kez daha sövdüm. İnsanları bencil olmaya suçlarken kendisi daha kötü şeyler yapmıştı. Araftakiler ne hayattaydı ne de ölmüştü. Denildiği gibi araftı orası. Herkes tek başınaydı, suçları ise yoktu bile! Neden diye soruyorum kendime, bir insana başka bir insana neden bunu yapar?
Oyunun kurucusu bizi bencillikle suçlarken en büyük bencil kendisi değil miydi?
"Birisi dışında." falcını dedikleriyle başım yeniden ona döndü. Bir elimi çeneme yasladım. "Zafer."
Anlamamıştım, Mete'ye döndüğümde o da bana bakıyordu. "Tek kadın, yolunu bulan tek kadın o." falcının sesiyle bakışmamız bölündü yeniden dikkatle onu dinlemeye başladık.
"Nasıl yani?"
"Bu bir kayboluş hikayesi Nazlı ve sadece karanlığında ışık olmaksızın yolunu bulanlar kazanır. Zafer ise bunlardan bir tanesi." durdu ve güldü. "Daha doğrusu tek."
"Biraz açar mısın?" işler daha karmaşık hal alıyordu.
"Dediğim gibi eğer zafere ulaşmak istiyorsak Zafer'e ulaşmalıyız. Bunun içinse birisine ihtiyacımız var" yaptığı kelime oyununa güldüğüm sırada onun Mete'ye bakmasıyla gerilmiştim. "N-noldu?" dedi Mete korkuyla.
"İhtiyacımız olan şey arafla bağlantısı olan birisi ve bu sensin. Şanslı çocuk." diye mırıldandığında Mete, "ona ben mi karar versem?" demişti.
Korkuyordu. Çok haklıydı. Ben de çok korkuyordum.
Araftan bahsediyorduk. Ölümün ve yaşamın arasındaki ince çizgiden. Oranını nasıl bir atmosfere sahip olduğunu elbette bilmiyordum ama korkutucu olduğu kesindi...
Falcının konuşacağı sırada kapı sertçe açıldı. Falcının yardımcısı bize kötü bakışlarını gönderip "Kapıda biri var, gitmiyor. Seni soruyor." diyerek başıyla beni işaret edince kaşlarımı çattım.
Beni mi istiyordu?
Kafam karışmış bir halde ayaklandım, kapıdan çıkarken Mete'ye döndüm. "Burada bekle, geliyorum." gözlerini devirerek "Çocuk muyum ben?" diye homurdandığında omuz silktim. Ne olur ne olmazdı.
Koridordan geçip kapıya ulaştığımda gördüğüm kişiyle dudaklarımdan şaşkınlık nidası döküldü. Onun burada ne işi vardı? Kapıyı arkamdan sessizce kapayarak Alp'e döndüm. "Sen?"
Alp sessizdi. Sadece yüzüme bakıyordu ama bir türlü konuşmuyordu. "Ne halt yiyorsun sen?" diyerek çemkirince kolumdan tutarak merdivenlerden çekiştirdi. "N-napıyorsun?"
Hemen merdivenlerin yanındaki duvara götürdü beni. Tavırları sert değildi, daha çok acelesi varmış gibi davranıyordu. Şakaklarından damlayan suların ter olduğunu düşünmüştüm, ki zaten göğüsü hızlıca inip kalkıyordu. Onu bu kadar telaşa sokan neydi?
"Alp." dedim kolunu sıvazlayarak. "Sen iyi misin?"
Cevap vermeyerek duvara yaslandı ve dümdüz karşıya baktı. Onun bakışlarını takip ettiğimde yine aynı şeyi gördüm. Taş, duvar. Konuşmuyordu bu yüzden neden burada olduğunu da bilmiyordum bizi nasıl bulduğunuda.
Ben de onun gibi yapıp sırtımı duvara verdim, iki elimi montumun cebine sokup etrafı incelemeye başladım. Gördüğüm şeyle kaşlarım çatıldı. Tabii ya! İçeri girmeden önce birisinin bizi, duvar kenarında izlediğini hissetmiştim ama bunları sadece paranoya sanmıştım. Elbette öyle değildi, bizi izleyen birisi hatta ve hatta takip eden biri vardı.
Alp.
Aniden önüne geçerek "Sen beni ne hakla takip edersin?" diyerek sesimi yükselttim. Alp'in yerdeki bakışları beni buldu. Doğrularak üstten üstten bana bakmaya başladığında dudaklarımı kemiriyordum. "Bir şeyden emin olmalıydım."
"Ya." deyip alayla güldüm. "Neymiş o?" sırıttı. "Deli olup olmadığından." ona düz düz baktım. Belki de tam şu an yüzüne yumruk yemeyi hak ediyordu. "Biliyor musun Alp?" dedim sessizce.
Dibine kadar girdim. Başını biraz eğdiğinde burnu burnuma çarpmıştı. Sıcak nefesini yüzümün her zerresinde hissederken sertçe yutkundum. Bu kadar soğuğa rağmen ellerimin titrediğini hissediyordum. "Siktir git." zorlukla konuştuğumda güldü, baş parmağını dudaklarımın üstüne getirdiğinde nefesimi tuttum.
"Şş." dedi. "Sinirlenmek yok, güzelim" bir iki adım gerileyerek ellerinden kurtuldum. "Alp." dedim sessizce. "Burada ne işin var?"
Omuz silkerek duvara yaslandı. Bana dik dik baktığında gözlerimi kaçırdım. Birisinin bana şöyle bakmasından nefret ediyordum. "Haklıydın." aniden ona döndüm.
Haklıydım?
"Süheyla Ateş'in gölgesini görüyorum. Hem de her yerde. Her anımda. Uyurken bile. Ve biliyor musun? Bundan nefret ediyorum."