Deli olmak, deli hissetmek, deli gibi hareket etmek, deli gibi bağırıp gülmek...
Aslında hepsi tanıdık kelimeler değil mi? Neredeyse çoğunu kendimiz, günlük dilimizde bile konuşur olduk. Deli gibi gülmek neydi mesela? Kahkaha patlatmak mı, yoksa tehlikeli sayılacak, bir insanı korkutacak bir biçimde gülmek miydi? Bunları bilmiyoruz, sadece söylüyoruz eveliyoruz geveliyoruz. Halbuki deli gibi gülmenin anlamını bilen var mıydı?
Sadece deli gibi gülmek işte.
Yarım saati aşkın süredir merdivende oturuyorduk. Hemen yanımda duran bir dal parçasını elime almıştım, yerdeki taşlarla uğraşıyordum. Bir sağa bir sola atıyordum, toprak bu hareketimle kalkıyordu ve toz bulutu oluşturuyordu. Yeniden ittiğim sırada sopayı tutan elimin üstüne, bir el kapandı.
Üst üste gelen ellerimize bakıp Alp'e döndüm. Açık kahve gözleri bana merakla bakıyordu. Sanki bilerek yapıyormuş gibi elini hareket ettirdiğinde kasıldım. Yüzüme gelen bir tutam saça baktı, diğer eliyle orayı kavrayıp bir parmağına doladığında ne yapacağını kestiremiyordum.
"Alp..." dedim. "Hm?" görüyordu bu halimi, bundan ise zevk alıyordu. Boğazımı temizleyerek hızlıca ayağa kalktım. Elleri üstümden çekildiği için derin bir nefes almam da gerekmişti. Telaşla inip kalkan göğsüme "Bekle, geliyorum." diyerek merdivenleri tırmandım.
Hemen arkamda nefesini hissediyordum. Benim kapıyı çalmama izin vermedi, omzumun üstünden kapıyı tıklattığında elini çekmesini bekledim ama hayır, aksine bana daha çok yaklaştığını hissettim. Telaşla kapıya vurmaya başladım ama o kadar hızlı vuruyordum ki o kızgın gözlerle yine karşılaşacaktım. Arkamdan kısık gülüşünü duydum ve "Sakin ol." dedi kısık sesiyle.
Anan sakin olsun.
"Sakinim." anladığını belirten birkaç mırıltı bıraktı, elbette inanmadığını biliyordum. Demiştim ya size, Alp'e çekiliyorum diye, şimdi daha çabuk farkına varıyordum ve rahatsız oluyordum. Amaçtan sapma Nazlı...sapma. Defalarca tekrarladım bunu kendime. Yeniden vuracağım sırada kapı açıldı.
Falcının yardımcısı bana kara gözleriyle bakarken "Bir daha," dedi korkutucu sesiyle. "Kapıya böyle vurursan, seni bir sıçana çeviririm." derince yutkundum. Alp sırtımdan itip içeri girmemi sağladı.
Koşar adımlarla falcının odasına giderken "Ciddi değildir, değil mi?" diye titrek sesimle sordum Alp'e. Bana yandan bir gülüş atarak "Sıçan olduğunda daha güzel olursun." yüzümü buruşturarak dediklerini taklit ettim.
Falcı bizim geldiğimizi anlamış gibi kapıyı açtı. İkimize yüzündeki büyük gülümsemeyle bakıyordu. İçeriye girip tam ortada durdum. Alp ise daha çok falcıya bakıyor, onu gözlemlemeye çalışıyordu. "Nasıl anladın?" diye sordum falcıya.
Alp birkaç şey geveliyordu ama sesi o kadar kısıktı ki duyamıyordum. Ona ters bir bakış attığımda omuz silkerek duvara yaslandı.
"O buraya daha önce gelmişti." gözlerimi kısıp ona adımladım. "Nasıl yani, sana mı?" başını iki yana salladı. "Hayır, bu yerde sadece benim olduğumu düşünmüyorsundur herhalde?" sustuğumda devam etti. "Bir arkadaşıma diyelim. Sana dediği her şeyi ona da anlatmış. Annesini geri getirmek istediğinden bahsetmiş. Tabii o, anlamış bir şeylerin ters gittiğini bu yüzden reddetmiş."
"Bir saniye bir saniye..." Alp araya girdi. Elini çenesine koyarak "Siz ölmüş birisini getirebiliyor musunuz?" diye sordu. Evet, şimdi ben de merak etmiştim. Gülümsedi. "Bunu falcılar yapamaz ama evet, büyücüler yapabilir. Ayrıca," gözleriyle beni işaret etti. "Ölmüş bir insanla konuşuyorsun şu an."
Dudaklarımı kaç defa açıp kapattım bilmiyorum ama zar zor da olsa konuşabildim. "O ne demek?" aynanın karşısına geçti, simsiyah saçlarındaki renkli tokalardan bir tanesi çıkarırken, "Sen de bir ölüsün Nazlı." dedi. "Bedenen burada olman yaşıyor olduğun anlamına gelmez. Ayağına, ölüm kartının bir zinciri vuruldu, o zinciri kırmadan sen bir ölüsün." sinir bozukluğuyla güldüm.
Alp, falcıya doğru "Sen de pek yaşıyor sayılmazsın." dediğinde alaycıl sesi vardı. Şu an neler olduğunu bilmiyordu, bana neden bu sözleri sarf ettiğini bilmiyordu ama beni koruyordu. İçimde bir yer sıcacık olduğunda bu his, kendimi iyi hissettirmişti.
Alp'e adımlayarak kolundan tuttum. "Tamam..." dedim. "Gidelim."
Falcı arkamızdan seslendi. "Sizi bekliyorum çocuklar!" kıkırdayarak söyledikleriyle dişlerimi sıktım. Şu alaycıl sesi yok mu...Alp omzumdan kavrayarak ona dönmemi engelledi ama yine de kendime engel olamadım. Alp'in omzumdaki elini indirip falcıya baktım. Yavaş yavaş gülümsemeye başladım, bunu beklemiyor olacak ki şaşırmıştı.
Daha sonra orta parmağımı gösterdiğimde gözleri kısılmıştı. Üstüme doğru adımlamaya başladığında çığlık atarak Alp'in elinden tuttum ve biz o gün, o lanet evden koşarak çıktık.
"Tamam..." nefes nefese kalarak duvara yaslandım. Alp tam önümde durduğunda dağılan saçımı havaya kaldırıp enseme yelpaze yapıyordum. Çok terlemiştim, hem çok koşmuştuk hem de streslenmiştim.
Alp'in elini bir anda saçımda hissedince ne yapacağımı bilemeden dondum, sıkı sıkıya elimle yaptığım at kuyruğunu tuttu, kendi ellerimi çözdü. Daha sonra ensemde sıcak nefesini hissettiğimde nefesimi tuttum.
Sanırım az önce koşmaktan bayılmayan ben, şimdi heyecandan bayılacaktım. Üflüyordu, az önce elimle yelpaze yaptığım için miydi? Eğer öyleyse işe yaramıyordu, tam tersine daha çok terliyordum. "Bu ne içindi?" dedim, Alp saçlarımı bırakırken.
"Yardım."
"Yardım?" güldüm. "Anladım." kurculamadım, az önceki şeylerin etkisinden bu sefer daha hızlı kurtuldum. Yan yana yürümeye başladık, aramızda derin bir sessizlik hakimdi. Kafasında bir sürü soru olduğunu biliyordum, bunları sormak için de can atıyordu ama sormuyordu.
Neden? Hazır olmamı mı bekliyordu?
"Merak etmiyor musun?" diye sordum. Bakışları bana döndüğünde "Neyi?" dedi. Pekala...bilmemezliğe de geliyor. Harika. "Ölüm, kart, fal ve falcının dediği diğer şeyleri?" diyerek kartlarımı açık oynadım.
Metrobüs durağına geldiğimizde tam sarı çizginin gerisinde duruyorduk. "Ediyorum." durdu. "Benim başıma gelenlerin sebebini de inan, çok merak ediyorum." gelen metroya baktı. İnsanlar bir anda kalabalıklaşmaya başladığında tişörtünden tuttum. "Ancak şu kalabalıkta anlamamı ya da sorgulamamı bekleme. Tek derdim eve gitmek." tişörtünü tutan elime bakıp sırıttı.
"Çocuk musun sen?"
"Oradan bakınca beş yaşında gibi mi görünüyorum."
"Buradan bakınca pazarda annesini kaybetmemek için eteğini tutan çocuklara benziyorsun." gözlerimi devirdim ve elimi çekerek omzuna vurdum. Gülüp elimi avuçladı, "O zaman kaybetmeyelim seni." metronun içine zar zor bindiğimizde derin bir nefes aldım.
En azından hala yaşıyorduk.
***
"Sana inanamıyorum." Alp kıs kıs gülerken "Defol." diye tısladım. "Tamam...tamam gülmeyeceğim." ama gülüyordu. Hatta o kadar çok gülüyordu ki insanlar dönüp bakıyordu. "Beni sinir ediyorsun!"
"Tamam." ellerini iki yanına kaldırdı. "Sadece hamileyim diyerek yer istemen..." durdu ve bedenimi inceledi. "Sanki bu incelikte bir bel için fazla anormaldi?" omzumu silktim. "Belki iç gebelik geçiriyorum olamaz mı?" diyerek saçlarımı yüzüne savurunca, saçlarım ağzına girmiş olacak ki yüzünü buruşturarak öksürdü.
"İç gebelik senin sandığın gibi bir şey değil...ondan eminim." kendi sokağımıza girdiğimde "Ben gidiyorum." diye homurdandım. "Daha fazla dalga geçersen, alacağın cevapların üçte birini alamazsın."
Yüzüne baktım. Ciddiyetle başını sallıyordu ama gözlerindeki o parıltı görülmeyecek cinsten değildi.
"Gülmüyorum, bak." bakmayarak omuz silktim. Çenemi yumuşakça kavrayıp başımı ona döndürdüğünde hipnoz olmuş gibi yüzüne baktım. Elini çekip bir iki adım geriledi ama gözlerimle onu takip ettim.
Üstümdeki gücü bu kadar büyük olmamalıydı.
"Tamam. Çekil, çekil." dedim telaşla. "Evet, nereye gidiyoruz?" anlamadığımdan ona baktım. Gidiyoruz? "Ben evime gidiyorum." deyip sokağı gösterdim. "Sen ne halt yersen ye." cıkladı. "Yok, sevmedin ben bu planı. En iyisi sana bir çay ikram edeyim." gözlerimi kıstım. Dalga mı geçiyordu bu şimdi?
"Alp...Bak, hadi. Çok yorgunum, dinlenmem lazım."
"Benim de sorularıma cevap almam lazım." diyerek karşılık verdiğinde ne istediğini anladım. Zaten şimdiye kadar nasıl dayanabilmişti onu bile bilmiyordum. Meraklı bir insan olarak, herhalde şimdiye cılkım çıkardı. "Yalnız ben çay sevmiyorum." önden önden yürümeye başladığımda kabul ettiğimi anlamış olacak ki birkaç adımda yanıma yetişti.
"Evimde çaydan başka bir şey yok. Şansına küs." omuz silktim. "Misafire gidip istemediğini mi içireceksin?" başımı iki yana salladım. "Sınıfta kaldın." baş parmağımı aşağı doğru indirdiğimde, Alp "Umduğunu değil bulduğunu içersin o halde." dedi.
Aman, altta kalma hiç!
Dediklerini taklit edip önüme döndüm. Apartmanın içine girip, evinin katına çıktığımızda telefonumu çıkardım. O kapıyı açarken, ev arkadaşlarıma iyi olduğuma dair birkaç mesaj atıp cebime koymuştum.
Alp tam kapıyı açıyordu ki, kapı kendiliğinden açıldı. Pardon...Yiğit açmıştı. Halini gördüğümde şaşkınlıkla dudaklarım aralandı, alt dudağımı ısırırken elimi ağzıma götürdüm. "Lan...Lan bu ne hal?" dedi Alp içeri girerken.
"Ne varmış halimde?" Yiğit kalçasını bir o yana bir bu yana sallamaya başladığında dudaklarımdan kahkaha döküldü. Beni fark edince sinsice gülümsedi, bir elimden tutup kendisine çekti ve kendi etrafımda döndürdü. "Güzelliğin karşısında gözlerim kamaştı bebeğim. Gözlüğünü alabilir miyim?" ne yapmaya çalıştığını anlayamadan, montumun cebinde azıcık ucu görünen numaralı gözlüğümü çıkarttı.
"Dur." dedim gülerek. Beni umursamadan gözlüğü takıp kıvırta kıvırta salona geçtiğinde Alp ile bakıştık. Göz temasını ilk ben kestim ve Yiğit'in peşinden gittim. İçeriye girdiğimde Selim'i görerek selam verdim, beni başıyla selamlayıp avucuna mısır doldurdu.
Hiç yanlarında görmediğim bir kız vardı. Saçları küt bir sarışındı. Kakülleri vardı, gözleri ise elaydı. Oturduğu için boyunu tahmin edemiyordum ama uzun görünüyordu. Bir elinde kadeh, diğer elinde telefon vardı. Büyük ihtimalle Yiğit'i videoya alıyordu. Bakışımı biraz daha değiştirip sola döndüğümde onu gördüm.
Barış'ı.
Hemencecik gözlerimi ondan kaçırdım. Ondan garip bir his alıyordum. Kötü bir his değildi bu, sadece beni rahatsız eden birkaç his...belki de gereksizdi. Kız, bizim geldiğimizi gördüğünde ilk önce Alp'e daha sonra bana baktı. Bu hareketi birkaç kez daha tekrarladığında streslenerek ileri geri gitmeye başladım.
"Yoksa Alp'in aşkından ölüp bittiği, banyolarda bileklerini kesmesine sebep olan o kız sen misin?" şaşkınlıkla dudaklarım aralandı ve hızla Alp'e döndüm. Alp ise kaşlarını çatmış bir biçimde kıza bakıyordu. "Bu aptalca şeyi kim söyledi?"
"Ben söyledim bebeğim!" diyerek bağırdı Yiğit. Bir elinde şarap şişesi diğer elinde mendil vardı. Gözlüğümün bir sapı kırık olduğu için yamuk duruyordu ama bu, onu rahatsız etmişe benzemiyordu. "Eylül, eğer bir olayda Yiğit varsa onun yalan olduğunu öğrenemedin mi?" diyerek orta sehpaya ilerledi.
"Gördüm kendi gözlerimle gördüm."
Alp birkaç atıştırmalık alıp ağzına attı. Tekli koltuğa oturdu. Ayak bileğini diğer bacağının üstüne atıp rahat bir hal aldığında tek ben ayakta kalmıştım. Yiğit'e baktım. Doğru ya...nasıl unuturum? Gerçi o hunharca dans ediyordu.
Adının Eylül olduğunu öğrendiğim kız konuştu. "Yiğit bunu nasıl yanlış anlamış olabilir?" onları takmadan dans etmeye devam edince sırıttım. Tek boş yer olduğu için Barış'ın yanına oturduğumda parmaklarımla oynuyordum.
"Yanlış anlamadım zaten bebeğim." diyerek göz kırptı Yiğit. "Bir gün eve geldim. Bir baktım, leş gibi içki kokuyor. Hemen salona koştum, yok. Oraya koş buraya koş derken banyoya koştum. Bir de ne göreyim? Alp bebeğim küveti şarapla doldurup şarap banyosu yapıyor. Sonradan bileklerini kesmeye başlamasın mı, bana ikinci bir şok geliyor. Hemen gittim yanına, baygın baygın bana bakışlar atmaya başladı...sonra." durdu ve sırıttı. "Baktım bu böyle olmayacak çektim başını yapıştım dudaklarına!"
Gözlerimi kocaman açarak Alp'e baktım. Selim elindeki bardağı yere düşürdüğünde ve diğerleride şok içinde Yiğit'e baktığında Yiğit hiçbir şey dememiş gibi dans etmeye devam ediyordu. "Geri zekalı o sendin." dedi Eylül.
"Siz öpüştünüz mü?" dedim diğerlerini duymazdan gelerek. Yiğit sırıtıp başıyla beni işaret etti. "Gördün mü? Direkt kıskandı. Gerçi kıskanmasın da ne yapsın? Öpüşü dün gibi aklıma." Alp gözlerini yumdu, daha sonra yeniden açtı. "O dündü zaten." Yiğit sırıtarak bana baktı. "Kabul etti, bak."
Alp'e döndüğümde "Dün sarhoş olmuş." dedi bana bakarak. Tane tane konuşuyordu. "Ayrıca bileklerini kesmedin aptal. Sadece şaraptan öyle sandın." aynı şekilde dehşete düşmüşcesine onlara bakarken "Arkamı birkaç saniyeliğine döndüm. Geri ona baktığımda klozetle öpüşüyordu." hala aynı bakıyordum...
Eylül, "Ne yani, Alp ile öpüşmek klozetle öpüşmek gibi bir şey mi?" dedikleriyle aynı anda yüzümüzü buruşturduk. Alp, "Öpüşmedik." diyerek bana bakmaya devam ettiğinde başımı salladım. Yiğit bir tur daha kıvırttı. "Utandı senden ablası." gözünü kırpıp şarabı yukarıdan aşağıya dökmeye başladı, ağzından başka her yere saçılırken halıya baktım.
Zavallım, gayet güzel bir halıydın oysa.
"Kardeşimi sinirlendirme Yiğit." diyerek alaycıl bir sesle araya girdi Barış. Bugün sesini ilk kez duymuştum. Sanırım çok konuşmayan birisiydi, ya da benim yanımda konuşmayı tercih etmiyordu.
"Beni susturmak gerçekleri değiştirmez."
"Seni sallandırmamı ister misin?" dedi Alp. "Balkondan. İpe çamaşır gibi asarım seni. Karşı apartmandakiler de televizyon niyetine izler." gözünü kırpıp geriye yaslandı. "Hem ben çok yardımsever biriyimdir, değil mi Nazlı?" bana bakıp güldü. Ne dediğini bile anlamadan başımı salladım.
Bu halim onu tatmin mi ediyordu? Öyle görünüyordu gerçi, elimi çeneme yasladığımda devam etti. "Televizyonu olmayanlar için ufak bir gösteri düşün." Yiğit sertçe yutkunup geri geri yürüyerek duvara yaslandı.
"Bir şey demedim ki." dedi kısık sesiyle. Eylül güldüğünde tam bir şey diyecekti ki, kapının alacaklı gibi çalınmasıyla herkes ayaklandı. Ben oturduğum yerden kalkmazken Alp ile Barış'ın kısa bir bakışmasını gördüm. "Orada olduğunuzu biliyoruz! Hadi, yormayın açın kapıyı." kapının ardından gelen, dalga geçtiği apaçık belli olan bir adamın sesiyle Eylül'ün sertçe yutkunduğunu gördüm.
Yiğit hemen ciddiyetle balkona çıkıp yeniden içeri girdiğinde Alp kapıya gidiyordu ki Barış onu durdurdu. "Bakın çocuklar, size zarar vermeyeceğiz," durdu ve güldü. Daha sonradan büyük ihtimalle kapıya isabet etmiş kurşun sesiyle yerimde sıçradım. "mi acaba?" diyerek sözlerine devam etti.
Herkes birbirine bakarken gözlerimi havaya diktim.
Tehlike ve ölüm her yerde beni bulmak zorunda mıydı?