"Günaydın." gözlerimi kırpıştırarak açtım. Bir kadın yanı başımda dikilmişti ve elinde tuttuğu deftere bakıyordu. "Kırık yok, çatlak yok, beyin hasarı yok. Vay be! Saatte iki yüz yirmiyle giden bir araba sana çarpmamış gibi sapasağlamsın." dediğinde kafam karıştığı için, "Ha?" dedim. Bir yandan bacaklarımı çimdikliyordum. Oh be! Hissediyorum.
"Sana çarpan kişi yakalandı. Saatte iki yüz yirmiyle gidiyormuş ama sana baktığımda hiçbir şey olmamış gibi iyisin. Mucize işte." dedi gülümseyerek. "Nasıl yani?" diye sordum şaşkınlıkla. Hem o hızla çarpacaktı hem de hiçbir şey olmayacaktı öyle mi? Daha neler.
"Böyle bir şey nasıl olabilir?" diye mırıldanırken hemşire omuz silkerek serumu çıkarttı. "Biz sadece hastalarla ilgiliniriz. Sen de oldukça iyi görünüyorsun." gözlerimi kırpıştırdım. Pamuğu koluma bastırırken de doğruluyordum, "Ne yani, bir test bile yapmayacak mısınız?" kadın bana boş boş bakıp "Neden yapılacaktı ki?" diye sordu. Gözlerimi kapattım, sabır dedim onlarca kez içimden. Neden bir tane akıllısı beni bulmuyordu ki?
"Ne bileyim belki iç kanama falan geçiriyorumdur?"
"Tıp mı okudun?" diye sorunca, "Ne alaka?" dedim. Gülümseyerek, "O zaman karışma." kapıdan çıkarken arkasından bir güzelce sövdüm. Bunu hemşire yapan okulunda, sisteminde belasını versindi. İlk önce insanlarla nasıl konuşulmalı diye ders verilse bunların hiçbiri yaşanmazdı. Kafamı iki yana salladım, yere eğilip ayakkabılarımı giyerek banyoya girdim. Aynadaki yansımama baktığımda oldukça iyi görünüyordum. Yüzümde, hemşirenin de dediği gibi çizik dahi yoktu. Evet, bayağı iyiydim.
Hayatım o kadar karman çorman ilerliyordu ki neler olup bittiğinin farkında değildim.
Nasıl böyle bir şey olabilirdi aklım almıyordu. Elbette mucizevi şeyler olabiliyordu ama en azından kaşımda dahi olsa bir çizik olması gerekmez miydi? Bu kadarı da fazlaydı sanki. Musluğu açıp yüzüme defalarca su çarptım. Kağıt havluyla da kurulayıp çöpe attım. Tekrardan aynadaki yansımama baktım. Yüzüme dokundum. İyi olduğuma sevinmem gerekirken neden sevinemiyordum? Basit bir mucize miydi bu? Ya da birkaç gün öncesinde gittiğim olayın etkisi mi vardı?
Ah! Her şey o kadar anlamsız geliyordu ki...
Videolarda izlediğim kurtuluş mucizelerinden herhangi birisi miydim yoksa? Kendime gelmeye çalıştım. Buradan çıkacak ve birkaç işimi hallederek gitmem gereken yere varacaktım.
Dışarı çıktığımda gördüğüm polislerle adımlarım duraklamıştı. Anlaşılan önümde uzun bir gün vardı. Ve benim şimdiden bedenim yorgunluktan kırılıyordu.
***
Polislere kısaca ifade verdikten sonra hastaneden çıkmıştım ama yapılan testlere çok da güvenemediğim için, rutin kontrollerimin yapıldığı hastaneme gidiyordum. Hala içten içe beyin kanaması falan geçirdiğimi düşünüyordum. Sürekli arkadaşlarımın, oturduğum sokağın, derslerimin ya da aklınıza gelebilecek her şeyin ismini tekrar ediyordum. Hafıza kaybından da şüphelendiğimi söylemiş miydim...Sanki her an her şeyi unutabilirmişim gibi geliyordu.
Taksiden inip hastaneye girdim. Gereken şeyleri belirttikten sonra check-up testine tutuldum ve sonuçların çıkmasını beklemek için kafeteryaya indim. Yaklaşık iki üç saate kadar çıkacaklarını söylemişti. Bir masada tek başına tost yiyen doktorumu gördüğümde gülümseyerek yanına gittim. Beni gördüğünde ağzındaki lokmayı zar zor yutup, "Hadi canım!" dedi. "Bugün randevumuz mu vardı?"
Başımı iki yana sallayarak karşısına oturdum, tostu bana uzatınca köşesinden bir miktar alıp ağzıma attım. "Kaza yaptım." derken lokmayı zar zor yutmuştum. "Ne yaptın? Ayağına tencere falan mı düşürdün?" deyip güldüğünde sevimsizce güldüm. "Komik misin sen?"
"Ta-mam!" dedi gülerek. "Nasıl bir kazaymış bu?"
"Araba çarptı." içtiği meyve suyu boğazına kaçtığında deli gibi öksürmeye başladı. Ayağa kalkıp sırtında birkaç kez vurdum. "Helal helal." işaret parmağını sallayarak, "Şimdi nasılsın? Bu ne ara oldu?"
"Sakin ol ve derin nefes al." dedikten sonra, "Küçük bir kazaydı zaten. Hızı da yavaş olduğu için bir şey olmadı." hah! Yalandan kim ölmüş? Eğer şimdi arabanın hızını söyleseydim şuraya bayılırdı. Neyseki onu seviyordum da bayılmasını istemiyordum. "İyi olmana çok sevindim." elini omzuma koyup sıvazladı. Beni kız kardeşi görüyordu, aynı şekilde oda, olmayan abim gibiydi.
"Diğer hastanenin testlerine pek güvenemedim de, buraya test yaptırmaya geldim." başını sallayıp yanağımdan bir makas aldı. "Aferin sana. Aptalsın falan ama ara sıra aklın çalışıyor." dilimi çıkardım. Gıcık, ne olacak. "Abiye dil çıkarma, tokat manyağı yaparım bak." dediğinde gözlerimi kıstım.
Neyseki içimi duyamıyordu da ona içimden istediğim gibi sövebiliyordum.
Yüzümdeki ifadeden pek de iyi şeyler söylememiş olduğumu anlamıştı. Bana dik dik bakmaya başlayınca gülümsemeye çalıştım. "Biraz daha bana öyle bakarsan kaybolacağım..." diye mırıldandığımda, "Memnun olurum." dedi.
Gözlerimi devirdim. "Yalnız ben kaybolsam, ağlarsın." kesinlikle mütevazi bir insanım. Aksini kesinlikle iddia etmiyorum. "Ağlamak mı? Tıp okuyacak kadar delirdim ama o kadar değil." saçlarımı kulağımın arkasına atarak sevimsizce sırıttım. Ona doğru eğilerek "Deli olduğunu kabul etmende bir şey." dedim.
"A-a! Cüceye bak. Laflara bak laflara..." çayından bir yudum alarak homurdandığında arkama yaslanmıştım. "Sen artık gitsene ya. Kafamı dinleyeceğim." dediğimde kolundaki saate bakarak ayaklandı. Burnumu sıkıştırdığında bir tane eline vurdum. "Yavaş olsana." dinlemeyerek bir kez daha sıkıp gittiğinde kötü kötü arkasından baktım.
Delirtecekti bu çocuk beni.
O gittikten sonra ben de sonuçlarım çıkana kadar tek başıma orada takılmıştım. Uzun bir aradan sonra en sonunda sonuçlarım çıkmıştı, "Teşekkür ederim." dediğimde, "Ne demek." dedi gülümseyerek testin sonuçlarını aldığım kadın. Oh be! Sonunda düzgün birisi çıkmıştı karşıma. Kerem'in - yani doktorumun - kapısını tıklattım. İçeriye girdiğimde tek başınaydı, "Sonuçlarımı sana getirdin." deyip kağıdı gösterdim.
"Ver bakalım, geç şuraya." koltuğa oturup onu dinlemeye başladım. Okurken ben de odasını inceliyordum. Defalarca buraya gelmiştim ama sıkıldığımda ya ayaklarımı izlerdim ya da bulunduğum ortamı incelerdim. Odası siyah ağırlıktaydı. Deri koltukları karşı karşıyaydı ve hemen ortasında açık kahverengi bir sehpa vardı. Sehpanın üzerinde sağlıkla ilgili dergiler vardı. Bir tanesini elime alıp incelemeye başlamışken sıkılarak yerine koydum. Duvarlar krem rengindeydi ve yer yer tablolarla doluydu. Odayı incelemeye kısa bir ara verip Kerem'e döndüm.
Her şey güzel giderken bir anda kaşlarını çatmasıyla, "Ne oldu?" diye sordum kaşlarımı çatarak. "Kesin tahmin ettiğim gibi değil mi? Of! Hemen ameliyata falan alın beni. Narkoz koldan mı yoksa başka bir tarafımdan mı veriliyordu? Hemen teyzeme haber verme--" Kerem sertçe sözümü kesti. "Bir sus kızım ya! Amma kafa ütüledin."
"Ne abartması! Ölüyorum, abartma diyorsun. Öldüğümde de artık abartma kalk diyeceksin." gözlerini devirip derin bir nefes aldı. "Beyin hasarı ya da herhangi kötü bir şey yok ama...Sen sigarayı bıraktın mı?" uzun uzun gözlerine bakıp dudaklarımı yaladım. Şimdi uygun bir yalan bulmam gerekiyordu o yüzden en iyisi zaman kazanmaktı.
"Ne alaka?" diye sordum. "Cevap versene kızım." oflayarak, "Evet ama arada sırada içiyorum." kafası karışmış gibiydi, kızdığını düşünerek "Ama gerçekten arada sırada! En son ne zaman içtiği bile hatırlamıyorum." birkaç şey mırıldandı ama duyamadım.
"Verdiğim egzersiz programını kullanıyor musun?" sol ayağımla yerden daireler çizmeye başladım. Yapmadığımı anlayarak, "Lütfen ilaçlarını kullandığını söyle!" sonunda yaptığım bir şeyi sorduğunda gülümseyerek, "Evet." dedim. "Kullanıyorum."
"Anladım..."
"Eee ne olmuş? Anlatmayacak mısın?"
"Yapılan kan testinde astımına dair bir şeye rastlanmamış desem?" gülmeye çalıştım, büyük bir ciddiyetle bana bakmaya başladığında, "Yok artık!" diye söylendim. Elbette astım denilen illetten kurtulduğuma sevinmiştim ancak bir anda her şeyin üst üste gelmesi mantıklı mıydı? Önce ölümcül bir kazadan kıl payı kurtuluyordum daha sonra ise kronik rahatsızlığımdan aniden kurtuluyordum. "Sevinmiş görünmüyorsun." dediğinde kendime gelmeye çalıştım.
Bir şey olduğunu çaktırmamalıydım.
"Saçmalama!" diye bağırdım aniden. "Çok sevindim." koltuğun üstünden kabanımı alırken dikkatle beni izliyordu. Normal görünmeye, stresimi belli etmemeye çalıştım. "Şimdi gidiyorum, sonra görüşürüz." kapının koluna uzanmıştım ki Kerem'in sesi durdurdu. "Bekle. Sence de aniden bitmesi garip değil mi?...Biliyorsun bunun için uzun bir tedavi görüyordun." başımı iki yana salladım. "Büyük ihtimalle bir karışıklık olmuştur zaten. Ben yine gelirim sana tamam mı? Gitmem lazım."
Bir an önce o falcı cadıyı bularak, beni büyülemek neymiş gösterecektim!
"Pekala. İlaçlarını aksatma."
"Tamam anne." dedikten sonra dışarı çıktım. Homurdanmalarını duyuyordum. Omuzlarımı silktim, sevdiğim insanlarla uğraşmak hoşuma gidiyordu. Hastaneden çıktıktan sonra bir taksiye atlayarak falcının adresini vermiştim.
***
Yarım saatlik bir yolculuk sonrasında yine o ürkütücü kapıya bakıyordum. Her şey yerli yerinde ve aynıydı.
Sokağa baktım. İn cin top oynuyor dedikleri tabir buraya uyuyordu. Derin bir nefes alarak tüm cesaretimi topladım. Kapıya iki kez tıkladığımda, simsiyah gözlü falcı beni karşıladı. Somurtan yüzü beni gördüğünde gülümsedi ve, "Geleceğini biliyordum." dedi. Gözlerimi kısarak, "Tabii biliyordun, büyüledin ya beni." diyerek kinaye yaptım.
Kaşlarını çattı, sonradan içeriyi gösterdi. "Dışarıda konuşulacak şeyler değil. İçeriye gel." daha önce bilmediğim bir yer değildi ya. Ben içeri adımımı atar atmaz kapı sertçe kapandı, istemsizce irkildim. Kırmızı yoldan geçtik, aynı odaya girdik. O, her zamanki yerine geçerek kollarını göğsünde kavuşturdu. "Anlat." dedi.
"Sanki bilmiyorsun." dedim alayla. Tek kaşını kaldırıp vücudumu süzdü. "Eğer dış görünüşünde bir değişiklik yapmamışsan, hayır görmüyorum tatlım." gözlerim bir süre suratında gezindi. Evet, belki onu uzun zamandır tanımıyordum ama gözlerine baktığımda bile eski enerjiyi hissedemiyordum.
"Neden öyle bakıyorsun?" dediğimde, "Nasıl bakıyorum?" dedi sanki bilmiyormuş gibi. "Eskisi gibi değil."
"Eskisi gibi derken? Zaten beni ilk kez dün gördün." deyip gülünce bakışlarımı kaçırdım. Haklıydı. Fazlasıyla paronaya yapıyordum; kendimi haksız da görmüyordum aslında. Bugün içinde yaşadığım açıklanamaz olaylar ister istemez tetikliyordu. Çantamın içinden test sonuçlarımı ona uzatınca bana bir iki adım yaklaştı ve aldı. Bir süre inceledikten sonra, "Ben falcıyım, tıp okumadım." dedi kafası karışmış bir biçimde.
Gözlerimi devirdim. "Şimdi sana bir şey soracağım ve bana dürüst cevap vereceksin." dedim. Gözlerimiz temas ettiğinde kendinden oldukça emindi. "Ben yalan söylemem."
"Pekala. O zaman söyle bakalım, bana büyü mü yaptın?" birkaç dakika sadece bana baktı ve ardından o kadar şiddetli bir şekilde kahkaha atmıştı ki kafam karışmıştı. "Ben Nazlı, ben bir falcıyım ve falcılar büyü yapmaz. Bir büyücü değilim ki!" tekrar kahkaha attı. "Sadece gelecek hakkında hissettiklerimi söylüyorum. Bu kadar, fazlası yok. Hem sen derdini anlatsana artık." dedi ve yere oturdu. Karşısını eliyle gösterdiğinde ben de derin bir nefes aldım ve yerde bağdaş kurdum.
"Bugün bana araba çarptı. Hem de saatte iki yüz yirmiyle giden bir araba." deyip sırıttığımda şaşırmıştı. Kaşlarım çatıldı, "ve...." diye mırıldandım. "Hastaneye gidip birkaç test oldum. Uzun zamandır kronik rahatsızlığım ve ne oldu tahmin et?" diye sordum ama yüz ifadesinden bildiğini anlamıştım. Arkasındaki duvara yaslanarak, "Yok oldu." dedi oldukça kısık sesiyle.
Başımı salladım. Kuruyan dudaklarımı ıslatarak, "Peki böyle bir şey nasıl olur?" dedim. Bacaklarımı kendime çekerek başımı diz kapağıma gömdüm. Kendimi karışmış hissediyorum. Daha doğrusu ne hissettiğimden bile emin değildim ne yapacağımı bilmiyordum. Ne yapmam gerekliydi bilmiyordum.
Her şeyden önce böyle bir olay nasıl olabilirdi!
"Nazlı, bana bak. Sana her şeyi anlatacağım." duymaya hazır değildim ama ihtiyacım vardı. Ellerimle yüzümü ovuşturup sakinleşmeye çalıştım. İnsanların yaşadığı sürece her problemine bir çözüm vardı ve ben bunu bulacaktım. "Tamam." dedim sakinleşerek.
"Sana anlattığım şeylerin gerçek olduğunu söylememe gerek bile yok, bunları yaşadın."
"Evet...ama nasıl böyle bir şey olabilir aklım almıyor. Kazada burnum bile kanamadı, bir anda yıllardır yanı başımda taşıdığım hastalık son buldu. Düşündükçe delirecek gibi oluyorum."
"Dediğim gibi." deyip kartların olduğu kutuyu yanıma koydu. "Bahsetmiştim. Ölüm kartını seçen birisi ölmeye mahkumdur." dudaklarım titredi, gözlerim dolduğunda dehşetle sağ elimle ağzımı kapadım.
Ölmek istemiyordum.
Halimi görüyordu ama bir şey yapamıyordu. Normal buluyordu, ona gelen ilk kişi değildim; bu kartı seçen son kişide olmayacaktım. "Zamanından sonra ya da önce ölmesi içten bile değil." diyerek kutuyu önüme itti. "Ölüm kartını seçtiğinde, ölüm zamanından önce ölmemek için ruhun bedenine bir kalkan koyar. Tüm rahatsızlıkların biter..."
Astım.
"İstersen uçurumdan at bedenini. Yine de imkansız. Sen artık bu bedene mühürlüsün. Ölmen bile yasak. Eskiden hayatının başrolüydün şimdi ise sadece yardımcısısın."
Öğrendiklerimi sindiremiyordum bile. Gözlerimi yumdum, lütfen hayal olsun bu yaşadıklarım diye defalarca diledim ama gözümü her açtığımda aynı odadaydım, aynı halıya basıyordum, aynı kadına bakıyordum. Hala iğrenç hissediyordum. Hissettiklerim duruyordu ama ben kayboluyordum.
"Neyin bedelini ödüyorum ben!" diye inledim hıçkırıklarımın arasından. Gözyaşımı kazağıma sildiğim esnada, falcının sesini duydum. "Aç gözlülüğünün." dediğinde duraksamıştım. "Nasıl yani?" birkaç kez öksürdüm. Boğazım kurumuştu ya da ben yutkunamadığım için böyle hissediyordum.
"Sana kartı seçmemen gerektiğini söylemiştim. Dün anlattığım gibi, oyununun kurucusu sen ve senin gibi insanlara ders vermek için oyunun kurallarını değiştirmişti. Sana bunu anlatmama rağmen umursamadın, çünkü hazır ve kolay bir hayat ölümden daha az zahmetliydi."
"Hayır..." hıçkırdım tekrardan. Ölmekten deli gibi korkuyordum! "Ben böyle birisi değilim. O çok başkaydı sadece sana sinirlenmiştim." diye kızdığımda, "Öyle düşünüyor olabilirsin çünkü kimse kendisinin kötü olduğunu düşünmek istemez. Sadece gerçekleri görmemek için bir duvarın arkasına saklandın, bir başkasına suç atmak, kendinde suç aramaktan daha kolaydır."
"Beni tanımıyorsun. Basit bir eğlence sanmıştım."
"Bak bu da kibire giriyor. Bundan sonra insanları ciddiye alırsan senin için iyi olur." çenemi sıktım. "Kusura bakma ölüm kartı seçtiğim için öleceğimi düşünemedim!" Omuz silkti. "Beni yargılayacağına ya da laf sokacağına artık anlatsan mı?" sadece buradan çıkmak istiyordum, eve gidip sabaha kadar ağlamak hiçbir iş yapmamak istiyordum.
"Ölmek insanlar için her zaman daha kolaydır. Bunu anlayan oyunun kurucusu bir plan hazırladı. Hazırladığı planda sadece bir kart değiştirmek yoktu. İnsanlara öyle ders vermeliydi ki, insanlar sabah kalktığında ve aynaya baktığında yaşadığını hissetmeliydi. Yaşamın değerini anlasınlar istedi. Ölüm kartını seçen insanların zamanından önce ölmesi yasaktı. Bunun nedeni ise..."
"Evet?" dedim heyecanla.
"Sence hangisi daha zor. Ne zaman öleceğini bilmeden yaşamak mı yoksa bildiğin halde mi yaşamak."
Hiç düşünmeden, "Bildiğim halde." dedim. Gerçekten de öyleydi. Öleceğim zamanı bilmek ve ona göre yaşamak çok korkutucu geliyordu.
"Onlara ceza olması için bu ölüm korkusuyla yaşamalarını istedi. Böylece kurbanları ölümlerine az bile kalmış olsa bu hayatın anlamını bilecekti ve insanlara bunu aşılayacaktı."
"Sikerim böyle işi!" dedim aniden. Saçımı topuz yaparak ellerimle yüzüme yelpaze yaptım. Sinirliydim, gergindim. Bu oyunun kurucusunu görsem kafa göz dalmıştım ama çoktan nalları dikmiştir. "Öncelikle sakin ol..."
"Nasıl sakin olmamı bekliyorsun?" diye bağırdım. "Ölüyorum ben farkında mısın!? Ölüyorum. Ölmek istemiyorum." zar zor konuşuyordum, boğazımda bir yumru vardı ve cümle kurmamı bile engelliyordu. Ben ölmek istemiyordum, daha yaşayacağım çok şey vardı benim.
"Daha her şeyi anlatmadım."
Daha ne olabilirdi? Canımı da alsın diyecektim ama doğru ya, nasıl unutmuştum. Zaten alıyordu.
"Tamam. Ölmekten daha fazla ne olabilir ki? Bundan sonraki her şeyi normal karşılayabilirim."
Gözleri yüzümü tartıyordu ve nedense az sonra söyleyeceği şey hiçte hafife alınır gibi görünmüyordu. Korkuyla kalbimi tuttum, "Öldüğünde sadece ölmekle kalmayacaksın. Yok olacaksın. Bu dünyadan bir Nazlı geçmiş olmayacak, gittiğin okulun yıllığından silineceksin belki de, belki de sevgilin bile hatırlamayacak seni. Binbir zahmetle döşenmiş odan boşalacak, aslında hiçbir zaman staj yaptığın bir yerde staj yapmamış olacaksın. Kısacası senin yasını tutan bile olmayacak çünkü sen var olmamış olacaksın."
Her şeyi kaldırabilirdim ama aslında hiç var olmamışlığı kaldırabilir miydim? Elbette sevdiğim insanların arkamdan yas tutmasını istemezdim ancak birilerinin beni hatırlamış olmasını, arada sırada mezarımın yanına beyaz güller koymasını beklerdim. Ben yirmi üç yıldır bu hayattaydım ve insanların hayatındaydım. Dünyanın bir parçasıydım ve dünyamdaki insanların beni unutmasını kaldıramazdım.
Bu dünyadan bir Nazlı geçmişti.
Bunu kimseye unutturmayacaktım. Ne pahasına olursa olsun.