Hayat

2769 Words
Üzerimi değiştirip yedek kıyafetlerimi aldım ve evden çıktım. İki otobüs aktarmasıyla gideceğim yere ulaşabilmek için öncesinde durağa doğru adımladım. Attığım her adımda düşüncelerim de benimle birlikte geliyordu. Zihnim hala berraklığına kavuşamamıştı. Durağa ulaştığımda benimle birlikte otobüs bekleyen birkaç kişi vardı ve herkes ayaktaydı. Havanın soğukluğuyla daha da soğuk olan Demir oturağa kimsenin oturmaya cesareti yoktu anlaşılan. Annemi hastaneye yatıralı üç, işe başlayalı sadece iki gün oluyordu. Doktorlar annem için şimdilik bir tedavi süreci başlatmışlardı. Kanserli hücre ilaçlara nasıl tepki vereceğini gözlemleyerek tedaviyi devam ettireceklerini söylemişlerdi. Endişeliydim. İyi doktorlar olduklarını iki günde elbette anlayamazdım ama onlara güvenmekten başka çarem yoktu. Benim ve çocuklarım için içinde bol bol özlem barındıran ayrılığımız sonlanmış ve onlara kavuşmanın mutluluğunu yaşamıştım iki günde. Bitmeyen enerjileri kafamı dağıtıyor, annem için duyduğum endişe bir nebze olsun azalıyordu. Fakat iş çıkışı kuytu köşelere gizlenen endişe, hiç olmadığı kadar çok kendini belli ederek anneciğimin yanına ulaşana kadar bana işkence etmeyi bırakmıyordu. Kısa bir süre işi bırakıp annemin her daim yanında olmayı dilediğim bir an dahi yaşamıştım hatta. Ama sonra yaşam şartları çalışmam gerektiğini tekrar hatırlatmıştı. Kimseye muhtaç olmadan gelmiştik buralara. O adama girişim haricinde, kimseye de muhtaç olmamaya devam etmek istiyordum. Yani, çalışmak zorundaydım. O adamın görevlendirdiği kişi, Akif ise annemi hastaneye yatırdığımızın ertesi günü Mehmet diye başka biriyle daha tanıştırmıştı bizi. Bir gün Akif duracaksa başımızda diğer gün Mehmet duracaktı. Kesin bir dille reddettim. Hatta Akif'i bile göndermek istedim ama ne yazık ki ne Akif ayrıldı kapımızın önünden ne de Mehmet. Yedi yirmi dört esaslı çalıştıklarını da söylediler. İstemesem de hep kapının önündeydiler. İşe başladığımda fark etmiştim ki onların orada olması aslında iyiydi. Ben işteyken annem uygun görürse yanına gidecek ve yanında duracaklardı. Bunu ben rica etmiştim. Hem gün içerisinde onları arayıp gelişmelerden haberdar olabilecektim. Hem de annem yalnızlığıyla baş başa kalıp üzülmeyecekti. Başta istemediğimi söyleyip onları göndermekte diretsem de içten içe iyi ki geldiklerini itiraf etmiştim kendime. Otobüsler bir bir önümden gelip geçerken sonunda beklediğim gelmiş ve binmiştim. Akşamın geç saatleri olduğu için pek kimse yoktu. Genç bir kızın karşısındaki koltuğa oturdum. Ellerimin arasında sıkıca tuttuğum telefonum vardı. Bakışlarım ise kıyı şeridinden geçtiğimiz ışıklarla dolu denizdeydi. Hayat buydu işte. Günler bir şekilde geçiyordu ve yaşamaya devam ediyorduk. Nereden nereye gelmiştik. Yine de bir ben biliyordum yaşadıklarımızı bir de annem. Ne var ki hiç sızlanmamıştım. El üstünde tutulan, şımartılan, bir dediği iki olmayan bir insandım ben. Bir anda boşluğa düşmüştüm evet ama hiç şikayet ettiğimi hatırlamıyorum. Şımarık bir çocuktan bir anda olgun koca kız olmuştum. Garipti. Annemi onun ellerinden nasıl aldığımı hala aklım almıyordu. Şimdi olsa belki o cesareti kendimde bulamazdım. Eskisi gibi değildim çünkü. Hiçbir şey eskisi gibi değildi. ••• Sabah gözlerimi cebimde titreyen telefonla açmıştım. Alarmlarımı artık böyle kuruyordum annemin uyanmaması için. Sessizde ama beni uyandıracak şekilde. Bedenim öylesine yorgundu ki koltuktan kalmamak için direniyordu sanki. Her an kapanmaya hazır göz kapaklarım da onu destekliyordu. Yine de fazla oyalanmadan ayaklandım. Banyoya geçip kısa bir duş aldım önce. Şimdi, bu saatlerde evde olsam dul almam imkansız olurdu. Ev bu saatlerde sobanın sönmesiyle daha da soğurdu. Suyun soğukluğundan bahsetmiyorum bile. Odamda olan elektrikli sobayı ise açık duşta çalıştırmaya çok korkardım. Bu nedenle en güzeli soba yanarken duş almak olurdu. Düşüncelerime iç çektim. Annem iyi olsaydı da keşke evde donarak alsaydım duşumu. Hiçbir şey umurumda değildi. Sadece annem iyi olsun istiyordum. Gerçekten iyi ve mutlu. Bu hayattaki tek dileğim buydu. Ben onun için yaşamıştım. Yine anneciğim için yaşıyordum. Canımın en içi çünkü o benim. Biriciğim. Duştan çıkıp banyoya girerken aldığım kıyafetleri hızlıca üzerime geçirdim ve odaya geçtim. Bulunduğumuz oda ne kadar geniş ve konforlu olursa olsun evimizin rahatlığını vermiyordu. Bakışlarımı anneme çevirdiğimde uyumaya devam ettiğini görmüştüm. Akşam yanına geldiğimde de ilaçların etkisiyle uyuyordu. Başında Akif beklemişti. O gün neler yapıldığı hakkında konuştum onunla. Bilgi aldım. Fark etmiştim ki gözlem yeteneği çok iyiydi. Detaylıca anlatmıştı bana. Doktorların belirlediği beslenme programına uyarak başlıyordu annem. Kahvaltı sonrası bir süre beklemiş ve önce serum yoluyla sonra ağızdan yine doktorların belirlediği ilaçları almış. Öğle yemeğinden sonra dinlenmiş. Öğleden sonra dışarı çıkıp biraz hava almak istemiş. Asistanlardan biriyle konuşarak onay almış Akif ve anneme eşlik ederek biraz bahçede oturmuşlar. Sonra yine odasına geçmişler ve akşam yemeğinden sonra aynı ilaçları almış. Bu kadardı. Sanırım annemin yeni rutini bu olacaktı. Doktoruyla da konuşmuştum. Ağır ilaçlardan başlamak istemediklerini söylemişti. Zararlı hücrenin tepkileriyle devam edeceklerini söylemişlerdi. İlk üç ay böyle olacaktı planlarına göre. Ama agresifleşme olursa yüklemeler yapılacak ve tedavi ağırlaşacaktı. Bu seçenekten bahsetmek istemediğini de dile getirdiğinde riskli kısmın o olduğunu anlamıştım. Bu süreçte annemin tedaviye vereceği yanıt önemliydi. Sıkkın bir nefes alıp havluyla kuruladığım kadarıyla kuruyan nemli saçlarımı ördüm. Kabanımı ve botumu giyip atkımı boynuma doladım. Çantamı koluma asarak odadan çıktığımda elinde kahve tutan Akif'le karşılaşmıştım. Dün akşam olduğu gibi sıcak bir tebessümle karşıladı beni. Ben ise baş selamı ile onu karşılayıp yanında geçtim ve çıkışa ilerledim. Konuştuğum kadarıyla Akif iyi biriydi ama o adama yakın kimseyle gereksiz, fazla diyaloğa girmek istemiyordum. Ne zaman Akif'e ya da Mehmet'e baksam o adam aklıma geliyordu ya da ne zaman onların aksi bir şey söylesem o adamın adı zikrediliyordu ve ben duymak istemiyordum. Ayrıca burada olup bitenin ona direkt ulaştığına da emindim. Fakat buna ses çıkaramıyordum maalesef. Haddini aşmadığı sürece. Hastanenin alt sokağındaki durağa indiğimde çok beklemeden otobüs gelmiş ve binmiştim. Buradan tek otobüsle karşıya geçebiliyordum. Daha kolay ve kısa sürede okulumda oluyordum. Her şey güzeldi ama annem iyi değildi. Bu yüzden güzel olan her şey kötü görünüyordu gözüme. Zevk alamıyordum. Mutlu değildim. Yine de bir rutine dönüştürmem gerekiyordu yeni hayatımı. Bu nedenle bir program oluşturmuştum kendime. İki güne bir okul çıkışı eve uğruyor, iki ya da üç günlük kıyafet alıyor, evi kontrol ediyor ve sonrasında annemin yanına dönüyordum. Tüm hayatım hastaneydi artık. Hastanenin o büyük odasında programları, değerlendirmelerimi yapıyor, büyük koltukta uyuyordum. Yemek konusu en büyük sıkıntı olmuştu benim için. Annemin kendine ait bir beslenme sistemi vardı artık. Yani uzun zaman onun elinden yemek yiyemeyecektim. Onun yanında sevdiği yemekleri de yiyemezdim. Bu yüzden akşamları yemek yemez olmuştum. Genelde gördüğüm bir büfeden hazır bir şeyler alıyor ve hastaneye ulaşmadan yiyordum. Ev yemeklerini daha kaç gün olmuştu bırakalı ama çoktan özlemiştim. Normalde okul yokuşunun aşağısında inerken artık yukarısında iniyordum. Yaşamımdaki tek değişiklik hayatımı da etkilemiş, var olan rutinimi bozmuştu. Huzursuzdum ama mecburdum da böyle yaşamaya. Mecburiyet çok zordu. İstemediğin bir şeyi sırf mecbur olduğun için yapmak kadar kötü bir his yoktu sanırım. Arada ağlama krizleri tutuyordu ve engelleyemiyordum. Genelde anneme baktığımda oluyordu. Onun yanında hep ağlama isteğim artıyordu ve o bunu görmüyordu çünkü genelde uyuyor oluyordu. Beni öyle görmemesi çok daha iyiydi. Biliyordum ki beni o halde görse kahrolurdu. Birine ihtiyacım vardı. Farkındaydım. Daha dün Sena yanımdaydı ama onunla olmuyordu. Kendime defalarca hatırlatıyordum bir ben olduğumu. Sena elbette en büyük destekçimdi ama içimde hissettiğim duygusal boşluğu o dolduramazdı, dolduramıyordu. Hayatta elbette bir gün yalnız kalacaktım. Buna alışmalıydım. Kendimden güç almak zorundaydım. Fakat olmuyordu. Kendimi ne kadar zorlarsam o kadar ters tepki yapıyordu bedenimde. Daha da kötü hissediyordum. Her düştüğümde kalksam da güçleneceğim yerde zayıflıyordum sanki. Kendimi güçlü olmaya ikna edemiyordum, ne acı. Otobüsten inip okul yolu boyunca yürüdüm. Havanın biraz olsun ısınması gerekirken zaman geçtikçe soğuyordu sanki. Ya da kimsesizliğin verdiği duygu mu üşütüyordu beni? Okula girdiğim andan sınıfıma geçene kadar herkesi selamlamış, iyi temennilerimi iletmiştim. Okul Müdürü Levent Bey ve sınıfımın ablası Zeynep haricinde kimse durumumu bilmiyordu. Çocuklara hasta olduğum söylenmişti. Bu nedenle birkaç veli de geçmiş olsun dilekleri için aramıştı beni. Velilerin başını Berracığımın annesi Ebru Hanım çekmişti. Ona karşı eski samimiyetimi hissedemiyordum. Abimin karısıydı o değil mi? Yani yengem oluyordu. Ne saçma ama! Ben onu abim olarak kabul etmemişken abim olmuştu. Emindim ki Yıldırım Bey de onun kardeşi olduğumu öğrenirse hoşlanmayacaktı bu durumdan. Adil değildi bana ve ona oynanan oyun. Onun da bir suçu yoktu, biliyordum ama yine de annesine duyduğum öfke ona gelince kırgınlığa dönüşüyordu. Gözümde mükemmel insandı o. Başarılı, akıllı, müthiş bir egoya sahip olsa da karşısındaki insana saygısını kaybetmeyen nadir insanlardandı. Çalışanlara ve özellikle kadınlara tanıdığı ayrıcalıklara şahit olmuştum. Bu nedenle gözümde çok büyütmüştüm ve onun abim olduğunu öğrendiğimde ona karşı duyduğum hayranlık ve saygı biraz kendime biraz da ona hayal kırıklığı olarak dönmüştü. Sınıfıma giriş yaptığımda Zeynep ile selamlaştım. Birkaç gündür olduğu gibi ilk işi annemin hatırını sormak olmuştu. Yavaş yavaş alıştığım sorusuna yine aynı yanıtı vermiştim. "Nasıl olsun Zeynepciğim? İlaç tedavisine devam." Zeynep'in yüzü acıyla büzüşse de çabucak toparladı ifadesini. Dün teyzesini bu kötü hastalığın türlerinden biri yüzünden kaybettiğinden bahsetmişti. Bu hastalık onu korkutuyordu. Ben de korkuyordum ama belli edemezdim. Kendimi hapsettiğim duvarlar bir defa yıkılırsa bir daha öremezdim o duvarları. O güç bende yoktu. "Ben inanıyorum, inşallah olumlu sonuçlarla çıkacaksınız o hastaneden." Zeynep'in umutla parıldayan gözlerine buruk bir tebessüm bahşettim. Annemin durumu ile ilgili daha fazla konuşmak istemezken tam zamanında Ege adım atmıştı sınıfa. İkimizin de odağı ona kayarken yüzümdeki tebessüm gülümsemeye döndü ve ona adımladım. ** Havanın soğuğu çocukların ihmal edilmesiyle birlikte hastalıklara fırsat tanıyordu. Çocuklarımdan Han'ın hasta olduğunu öğreneli birkaç dakika kadar oluyordu. Zeynep çocuklarla ilgilenirken onun için endişelenerek evin yardımcısı Hilal Hanımı arayıp sormuş ve ancak öyle öğrenmiştim hasta olduğunu. Han için hem üzülmüş hem de endişelenmiştim. Yardımcı ne kadar annesi olabilirdi ki bir çocuğun? Hasta olmasının en büyük nedenlerinden biri buydu işte. Ne annesi vardı ne de babası. Koca evde yapayalnızdı. Anneannesi Necla Hanım yanına kimseyi yaklaştırmıyordu ki onunla konuşayım bu konuyu. Ülkenin hatta dünyanın en zenginleri arasında oldukları içindi sanırım. Alt zümreden kimseyle, öğretmeni olduğum halde benimle bile konuşmaya tenezzül etmezdi. Dedesi Necati Beyle de daha önce hiç karşılaşmamıştım. Bu akşam iş çıkışı onu görme gitmeliydim. En azından benim onun yanında olduğumu bilmesini isterdim. Hem biliyordum ki beni görmeyi isterdim. Her çocuğuma ailesi izin verdiği sürece bu tür durumlarda ziyarete giderdim. ** Çocuklarımı bir bir uğurlarken sıkı sıkı giydirmiştim hepsini. Bazı anne babalar 'Zaten okuldan çıkıp arabaya binmek beş adım, ne olacak ki' diye söyleniyorlardı ama bilmiyorlardı ki o kısacık zamanda soğuk çarpınca hasta oluyorlardı. Bu yüzden herkesten çocuklarını atkı bere ve montla getirmelerini özellikle rica ediyordum. Çocuklar değil de veliler çok yoruyordu gerçekten. "İyi akşamlar Zeynepciğim." Havalandırmak için açtığımız pencereyi kapatan Zeynep bana dönüp gülümsedi. Genelde birlikte çıkardık ama Tunahan'ı ziyaret etmek istiyorsam hızlı olmam gerekiyordu. Bu nedenle Zeynep benden geç çıkacaktı bugün. "İyi akşamlar Ferra abla." Sınıftan ayrılıp koridor boyunca yürüdüm ve merdivenlerden indim hızlıca. Okulun büyük kapısından tam çıkıyordum ki okul müdürü Levent Beyle karşı karşıya gelmiştik. Bir anda karşımda beliren silüetiyle korkarak bir adım geriye çekilmiştim. "Merhaba Ferra Hocam. Nasılsınız?" Levent Bey her zamanki kibar tavrıyla beni karşıladığında ona gülümsedim. Annemin rahatsızlığında beni idare ettiği için ona minnettardım çünkü genel müdür Neva Hanım tahammülü sınırlı bir kadındı. Bir veli şikayette bulunsa onun da başı ağrıyordu sonuçta. İş hayatı okul okumaktan zordu. Özellikle özel sektörde çalışmak çok daha zorluydu. Nasıl oldu da böyle prestij sahibi bir okulda öğretmen olabildim bazen şaşırıyordum. Herkesi almazlardı buraya sonuçta. Yine de iyi bir öğrencilik hayatım olmuştu ve onur belgesiyle mezun olmuştum. Sınava girip atanabilirdim de ama annem başka bir şehre gitmek istememişti. Ben de hiç sınava girmemiştim. Burada çalışmaya başlamak da tabi etkilemişti. Anneciğimin dizinin dibindeydim. "Teşekkür ederim, siz nasılsınız?" 'Nasılsınız' sorusuna ne yanıt vermem gerektiğini bilmediğim için hep teşekkür ederdim. İyi değildim ama bunu insanlara söylemek de istemiyordum. Bir çareleri olmayacaktı sonuçta, neden söyleyeyim ki? "İyiyim ben de teşekkür ederim. Annen nasıl oldu?" Yüzümdeki gülümsemenin seğirdiğini hissettim. Karşımdaki adamla annemi konuşacak kadar samimiyetim olduğunu düşünmüyor olsam da müdür olduğu için kibarca yanıt verme mecburiyeti hissettim. "İlaç tedavisi başladı. Takip ediyoruz," Daha fazla özel hayatıma girmesini istemediğim için yanından geçmek için adımladım. "İyi akşamlar." Varla yok arası yanıtını duysam da dönüp ona bakmadım ve boşalan okul bahçesinin çıkışına ilerledim. Evet, Levent Beye beni idare ettiği için minnettardım ama kişisel hayatıma girmesine izin veremezdim. Kimseye izin vermezdim. Bir tek Sena özel hayatımla insanlar arasına çektiğim kırmızı çizgiden geçebilirdi. Daha bir gün olmuştu ama dostum Sena'yı özlemiştim. Dün gece vardiyası vardı ve bu sabah da okulu. Hiç uyumadan çalışıyordu çoğu zaman. Onu rahatsız etmek istemediğim için aramıyordum. Hem o en ufak boşluğunda ya arıyor ya da yanıma geliyordu. Velilerden aldığım adres ve iletişim bilgileri arasına girip Tunahan'ın evinin adresine girdim. Bulundukları semtten geçen otobüsü buldum ve durağa yürüdüm. Sena bu hayatta bana verilen tek ve en güzel hediyeydi. O olmasaydı yaşadığım zorlukları aşmayabilirdim. Beni güçlendiren de yaşamımı kolaylaştıran da oydu. Onun yaşadıkları benim yaşadıklarımdan bin kat daha zordu ama bir defa olsun şikayet ettiğin duymamıştım. Şikayet etmemeyi bile ben ondan öğrenmiştim. Mızmız bir kızdan, elimde var olan imkanları gören ve şükreden bir insana dönmüştüm. Ne garip. Gelen otobüse bindiğimde oturacak hiçbir yerin olmamasından ziyade tutunacak yer bulmakta dahi zorlanmıştım. Malum, iş çıkışıydı ve otobüsün içi tıklım tıklım insan doluydu. Yaklaşık kırk beş dakikanın sonunda alt sokakta inmiş ve etrafıma bakınarak biraz yürüdüm. Kafe tarzı bir yerden meyve sepeti yaptırdım. Hafif eğimli yokuşu çıkarak evin önüne gelmiştim sonunda. Aslında ev değil, yalıydı ama benim için bir insanın başının üzerinde bir çatı varsa orası evdi. Gereksiz sıfatlarla kötülemek ya da süslemek gereksizdi. Siyah, işlemeli, çift kanatlı büyük demir kapının yanındaki duvarla ayrılmış küçük kapının önünde durdum ve duvara monte edilmiş kapı ziline bastım. Kısa bir süre sonra kapının diğer tarafında güvenlik kıyafetleri giymiş orta yaşlarının sonunda bir adam belirdi. "Buyurun, ne için gelmiştiniz?" Buraya ilk defa geliyordum. Han, sık hasta olan bir çocuk değildi ki anneannesi gibi bir kadın olunca gelmek de zorlaşıyordu tabii. "Merhaba, ben Tunahan'ın öğretmeni Ferra. Hilal Hanımla görüştüğümde onun hasta olduğunu söylemişti. Ben de ziyarete gelmiştim." Karşımdaki güvenlik başını salladı ve cebinden tuşlu bir telefon çıkararak bir tuşa bastı. Benden birkaç adım uzaklaşıp telefonu kulağına götürdü. Sanırım Hilal Hanımı arayıp doğrulatılıyordu sözlerim. Sabırla bekledim. Dışarıda olduğum süre boyunca havanın soğukluğu giydiğim kalın kıyafetlerin içerisine usulca sızarak bedenimi karıncalandırıyordu. Soğuktan uyuşan parmaklarım hissedebilmek için tuttuğu meyve sepetinin poşetini biraz daha kavradı. Daha önce hiçbir evin kapısında bu kadar uzun kalmamıştım. Üstelik Hilal Hanıma erken çıkabilirsem uğramak istediğimi de söylemiştim. Sıkkın bir nefes aldım. Bulunduğum durum beni huzursuz bir hale bürümüştü. Bir adım geriledim. Tam gitmeye karar vererek arkamı dönecektim ki Hilal Hanımın sesini işiterek ona döndüm. "Hoşgeldiniz Ferra Hanım," Ellilerinin sonunda, bulunduğumuz alanı zor aydınlatan sokak lambasının altında bile belli olan yüzünün kırışıklıklarıyla gülümseyerek karşılamıştı beni. "Kusura bakmayın lütfen bu kadar beklettik sizi Necla Hanımın bir emrini yerine getiriyordum. Ziyaretiniz için çok teşekkür ederiz ama Tunahan burada değil." Önümdeki kalın, demir kapıyı aralayan Hilal Hanımın sözleriyle kaşlarım çatıldı. Ne demek burada değil? En son konuştuğumuzda dinlendiği söylenmişti. Neredeydi pek bu çocuk? "Nerede peki?" "Dayısı Aras Bey Tunahan'ı kendi evine götürdü." Han'ı göremeyecek olmanın verdiği moral bozukluğuyla omuzlarım düştü. Bugün görseydim nasıl olduğunu bilmek bana iyi gelirdi yoksa aklım onda kalacaktı ama burada yoksa da yapabileceğim bir şey yoktu. "Necla Hanıma da ziyaretinizden söz ettim. Kendisi de teşekkür etti. Eğer sizin için uygunsa ben de şimdi onların yanına gidecektim, birlikte gidelim." Başımı iki yana salladım. Hiç tanımadığım birinin evine gidemezdim. Emrivaki yapmaktan hiç hoşlanmazdım. Hem ayıp olurdu. "Rahatsızlık vermek istemem." Hilal Hanım gülümsedi ve elini koluma uzattı. Önce koluma dokunan dolgun parmaklarına sonra onun güleç yüzüne baktım. Samimiyet gösterisini garipsemiştim çünkü tanıdıklarım haricinde temas edilmesinden hoşlanmazdım. "Tunahan sizi göreceği için çok mutlu olacaktır." Kendisiyle birlikte beni de büyük bahçenin içerisine yürüten Hilal Hanıma bir şey diyemedim. Han'ı görmeyi çok istiyordum ben de ve ayrıca çocuklarım böyle zamanlarda beni gördüğü için de çok mutlu oluyordu. Yine de ters bir tepkiyle karşılaşırım diye korkuyordum. Hilal Hanımla Beyaz bir arabanın içerisine bindiğimizde araba hareket etti. Arabanın içerisine radyodan yayılan kısık bir müzik hakimdi. Kimse konuşmuyordu. Yol boyunca sessiz kalacağımızı düşünüyordum ki bir süre sonra Hilal Hanımın nefesini seslice verişiyle dikkatim onun üzerinde toplandı. "Zavallı Tunahanım. Canım kuzum, küçücük yaşında ne çekti?!" Sitem edercesine konuşan Hilal Hanım duraksadı ve ön koltuktan arkasına, bana döndü. "Ay, kusura bakmayın Ferra Hanım. Sadece aklıma geldikçe onun için üzülüyorum." Onların arasında oluşumu yeni fark ediyordu. Oysa beni arabaya zorla bindiren kendisiydi. Hancığım ne yaşamıştı ki bu kadar içerlemişti bu yaşlı kadın, anlayamamıştım. Daha öncesinde sorduğum sorular sonucunda konuşmamam gerektiğini de anlamıştım üstelik. Böylece sessizlik gerçek anlamda arabaya çökmüştü. Yol boyu kimse ağzını açmamıştı. Köprü geçilmiş, annemin bulunduğu hastaneye yakın olduğunu düşündüğüm rezidansın önünde durmuştu araba. Hilal Hanımla arabadan inip göğe uzanan iki büyük yapıdan sol taraftakine adımladık. Daha önce hiç gelmediğim için yaptığım tek şey Hilal Hanımı takip etmekti. Döner kapıdan geçtik. Büyük antreden asansöre doğru ilerlerken danışmaya uğramamıştık bile. Girişteki güvenliklerin de sorgulamamasının nedeni Hilal Hanımın buraya sık geliyor oluşuydu sanırım. Asansöre bindiğimizde otuz dokuzuncu katın düğmesine basıldı. Gerildiğim hissedebiliyordum. Han'ın anneannesini bilsem de onunla karşılaşmamışken hiç görmediğim, bilmediğim dayısıyla tanışmak beni geriyordu. Bunun en büyük nedeni karşılaşacağım adamın nasıl biri olduğunu bilmemekti. Asansörün istenilen kata geldiğini belirten ince sesle kendime gelip açılan kapıdan Hilal Hanımın ardından çıktım. Uzun koridorda yürüdük ve sağa döndüğümüzde kısa koridorda bulunan tek kapının önünde durduk. Hilal Hanım kapıyı çaldığında kısa süre sonra kapı aralandı ve onu karşımda gördüm. Alnına dökülen kumral saçlarının arasından buz mavisi, keskin gözleri gözlerimle buluştu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD