Hastahane

1874 Words
Sabah erkenden kalkmış, Sena ile birlikte çok güzel bir kahvaltı hazırlamıştık. O da bugün izin alarak yanımda olmak istemişti. Geri çevirmemiş hatta yanımda olacağı için mutlu olmuştum. Sena'yı yanımda hissetmek her zaman iyi gelirdi bana. Şu an da olduğu gibi. "Hadi Canoşumuzu uyandır da birlikte kahvaltı yapalım," Masadaki gözleri ince bileğini saran siyah, deri kayışlara sahip saatine çevrildi. "Çıkmamıza çok bir vakit kalmadı." Onu sessizce onaylayarak mutfaktan çıktım. Bu kahvaltı belki de hep birlikte yapacağımız son kahvaltıydı. Tedavi süreci nasıl olacak, ne yeyip ne içecek, ona ayak uydurabilecek miyim bilmiyordum. Usulca girdim annemin odasına. Sık nefes alışlarıyla uyuyan annemin yanına ulaşıp yatağındaki boşluğa oturdum. Bir süre uzun kirpiklerinin gölge yaptığı pürüzsüz yüzünü izledim. İzledikçe gözlerim doldu. Titreyen ellerimi kaldırıp ipek saçlarını sevdim. Dokunuşum onu huylandırmış olacak ki kıpırdandı. Hareketiyle birlikte inlemesi de bir olmuştu. Telaşla çektim elimi güzelim saçlarından. Kalbimde ona ait ne kadar sevgi varsa hepsi elime toplanmıştı oysa. İnsan severken de incitebiliyormuş meğer. Parmaklarım kalın kazağımın eteklerini sıkarken derin bir nefes alıp kuruluktan çatlayan dudaklarımı ıslattım. Bir süre bekledikten sonra ancak aralayabilmiştim. Sonra sesim titrek çıkar korkusuyla yeniden kapatıp boğazımı temizledim. "Anneciğim." Tek seslenişimde solgun gözleri aralandı. Oysa o hiç böyle bakmazdı. Hep hayat dolu ışıldardı gözleri. Onu böyle gördükçe derin bir acı fırtınasıyla kasıp kavruluyordu yüreğim. Günlerce ağlasam da dinmeyecekmiş gibiydi bu acı. Haykırsam kimse duymayacakmış gibi. Kimim kimsem olmasaydı, ne yapardım kim bilir? Gerçi, annemden sonra Sena'dan başka kimsem yoktu. Sadece birkaç tanıdıkla doluydu etrafım. "Günaydın kuzum." Annemin yumuşak avuç içi yanağımla buluştuğunda şefkatle okşadı. Yanağımı avuç içine bastırarak sevgisinde, şefkatinde, merhametinde kaybolmak istedim. Parmak uçlarında barındırdığı tüm güzel hisler yüreğime bir bir damladı. O damlalar yüreğimde tohumlanan sevgiye can suyu olmuş, çiçek açtırmıştı. "Kahvaltı hazır. Ardından çıkmamız gerekiyor anneciğim." Başını sallayıp yattığı yerden dikleşti. Her bir hareketinde çektiği acıyı bana belli etmemek için yüzü şekilden şekle girmişti. Kendime defalarca kez soruyordum. Nasıl olur da fark edememiştim? İşinden kaynaklı olduğunu zannetmiştim. Soğuk havanın etkilediğini düşünmüştüm. Her şey aklıma gelmişti ama bu hastalık... Acılarını hem görüyor hem de hissediyordum. Canımın içi, biricik annem. Sabır, biraz sabır. Sonunda her şey çok güzel olacaktı. Annem lavaboya geçtiği sırada ben de mutfağa ilerledim. Bugün aynı düzeninde giden hayatımın tüm düzeninin bozulduğu gün olacaktı. Her şeyi yeniden düzene koyabilecek miydim? Hayatımız nasıl ilerleyecekti, bilmiyorum. Bilmemek ise insanı bambaşka çıkmazlara sokuyordu. Annem de gelip masaya oturduğunda kahvaltımızı yapmıştık. Sena bu süre boyunca sürekli konuşmuş ve moral vermişti. Konuştuğu süre boyunca o olmasa bu masada iki lokmanın ne kadar da çoğalacağını düşünüp durmuştum. Canımın içi bana göre oldukça dirayetliydi ama ben... Her zorluğun karşısında dimdik ayakta duran Ferra, bunda yıkılıvermiştim. Üzerimdeyse varlığını unutturmayan tonla yük vardı. Kahvaltının sonunda hep birlikte evden çıktığımızdaysa kapımızın önünde bizi bekleyen son model arabayla dumura uğramıştım. Ben daha dudaklarımı aralayıp ne olduğunu soramadan arabadan inen uzun boylu, zayıf, sarışın genç bir şoför hızla arka kapıyı açmış ve hazır olda bekleyerek konuşmaya başlamıştı. "Günaydın efendim. İsmim Akif. Beni Yıldırım Bey gönderdiler. Tedavi süreniz boyunca size ben eşlik edeceğim. Buyurun lütfen." Uzun kemikli parmakları açtığı kapının içerisini gösterip beklemeye devam ederken duyduklarım sonucunda çantamı tutan elim sıkılaşarak yumruk halini almış, vücuduma yayılan sinir artarken üşüyen vücudum bir anda alev almıştı sanki. İstemediğimizi dile getirip defolmasını haykırmak istiyordum. Fakat hiçbir şey yapamadan annemin arabaya binişini izledim. Sena'nın bana tereddütle bakan gözlerini yok sayarak ön koltuğa oturduğumda o da hiç beklemeden annemin yanına oturmuştu. Derin nefes alış verişlerim, içimden kendimi telkin etmek için söylediğim hiçbir söz işe yaramıyordu. Öfkem git gide artıyor ve ben hiçbir şey yapamıyordum. Parmaklarım ve tırnaklarımın battığı avuç içlerim acıyordu fakat bunları bile umursayacak durumda değildim. Bakışlarım altımızdan hızla akıp giden yoldayken bir anda her şey silinir gibi oldu. Belki de ben öyle istedim bilmiyorum. Yok olmak istedim. Herkesten nefret ettim ve kimseyi sevmedim. Yüreğimde varlığını sürdüren öfke yapmıştı üstelik tüm bunları. Hep böyle mi olacaktı benim hayatım? Mutluluğu yakalayacağıma inandığım anda her şey başıma mı yıkılacaktı? Sessizce ağlayışlarım haykırışlara dönemeden, ölmeyi dinleyemeden hayat beni yaşamaya zorlayacak mıydı? 'Yine düşürdüm seni, çelmeyi ben taktım sana' derken alay edecek ve ardından elimden tutup 'Düşürdüm ama yine ben kaldırıyorum bak seni' deyip tüm bencilliğiyle üstten bakışlarına devam mı edecekti? Bıkmıştım. Yorulmuştum. Arabanın yavaşça durmasıyla bakışlarımı kaldırım taşlarından çekip derin bir nefes aldım. Başım sağıma döndüğünde kapının önünde beyaz önlüklü iki erkek ve iki kadının durduğunu görmüştüm. Kısa, sarı saçlara sahip olan genç kadınla göz göze geldiğimizde duruşunu dikleştirmişti. Bakışlarımı onlardan çekip arabadan indiğim sırada şoförün çoktan inmiş, annemin kapısını açmış olduğunu fark etmiştim. Tam anneme doğru adımlayacaktım ki orta yaşlarının sonunda olan bir adam ve genç bir kadının ortasında duran orta yaşlardaki kadın bana bir adım atarak dikkatimi çekmişti. "Hoş geldiniz, Ferra hanım. Ben bu hastanenin Başhekimi Tanem Yöre," Etine dolgun uzun parmaklara sahip elini uzattığında konuşmamış olsam da kabalık olmaması açısından kavrayıp hemen ardından bırakmıştım. "Canan Hanımın tedavi süreci boyunca bizzat gözlemcisi olacağım." Yumuşak sesi, güler yüzüne yanıt vermeyip sadece başımı onaylarcasına salladığım sırada annem ve Sena yanıma ulaşmıştı. Onlarla da kısa bir tanışma faslının ardından gerisinde duran kişilerle tanıştırmıştı bizi. Kır saçlı, uzun boylu doktor Çetin Kaya, ülkenin en iyi göğüs hastalıkları profesörlerinden biriydi ve diğer iki genç de onun en iyi asistanlarıydı. Hep birlikte hastaneye adım attığımızda oldukça ferah bir odaya annemin yatışı yapılmıştı. Annemi ve beni yerleştirdikleri odada her şey bulunuyordu. Geniş, kısa bir koridordan geçtiğiniz an sağ tarafta banyonun bulunduğunu düşündüğüm, kapı kulpu altın varaklı beyaz kapı, çaprazında çift kapılı, oymalı elbise dolabı, karşısında saçma bir lükslüğe sahip olan oturma grubu, onun çaprazına, elbise dolabının hemen yanında bulunan, üzerinde duvara monte edilmiş büyük bir televizyon olan çalışma masası ve sonunda geniş pencerenin yanında lüks bir koltuk bulunan hasta yatağını görüyordunuz. Gördüğüm her şey yalnızca göz yoruyordu. Sadece ikili koltuk ve yatağın yanında bulunan berjer olsa yeterdi. Çetin doktor, diğer hastalarıyla ilgilenmek amacıyla aramızdan ayrılmış ve iki asistanı yanımızda bırakmıştı. Birinin adı Burak, diğeri Eylem'di. Genç olmalarının yanında sürekli güler yüzleriyle yanımızdaydılar. Annemle sohbet ediyor, moral veriyorlardı. Sürekli ellerinden gelenin en iyisini yapacaklarının telkininde bulunuyorlardı. Bense sessizce izliyordum onları. Para ve unvan buydu işte. Annem, Yıldırım beyin yardımı var zannediyordu fakat her şeyi aynı ada sahip olan eski eşi yaptırmıştı. Eş... Garip bir kelimeydi. Yüreğimde hala ona karşı büyük bir öfke var olsa da annem için her şeyi bir kenara itebilirdim. İtiyordum da. Eskiden olsa gözüm bir şey görmez yine gider dağıtırdım her yeri. İşte, şuanda ne o eski ben vardı ne de eskiden olduğu gibiydi her şey. Canım annem, yüreğinde ne çok fırtına kopuyordu kim bilir? Bedenin ne kadar da acıyor bilmiyorum. Öyle güçlü ki hiçbir şey belli etmeden öylece gülümseyerek iki asistan doktorla sohbet ediyordu. Geceye doğru yapılan tetkiklerin sonucu çıkmış, Çetin doktor asistanlarıyla yaklaşık bir saat kadar görüşmüş ve sonunda anneme bir tedavi oluşturmuşlardı. Zaman kaybetmeden de tedavi sürecine başlanmıştı. Bu süreçte iki genç asistanın işlerini yaparkenki ciddiyetine de şahit olmuştum. Bu, biraz olsun endişemi azaltmıştı. Bu sırada Sena'yı gitmesi için ikna etmiş ve evine bırakmasını şoföre rica etmiştim. Evet bir de dediğini yapıp yanımızdan ayrılmayan bir şoför vardı. Neyin nesiydi bilmiyordum bile. Yıldırım bey ve onun mükemmel merhametinden çıkma bir şoför! Hah! Anneme adını ilk kez duyduğum ilaçlar verilmeye başlanmıştı. İki genç asistan büyük bir özen göstererek annemle ilgileniyorlardı. Bende bir kenara çekilmiş, onları izliyordum yalnızca. Anneciğimin tedavi süreci böylece başlamıştı. Söylediklerine göre sonuçlar tam üç ay sonra belli olacak ve ne yapacaklarına kurul olarak karar vereceklerdi. 'Umut ediyoruz ki Canan Hanım kurula kalmayacak' dediklerinde kurulun çok da iyi bir şey olmadığını anlamıştım. Göğüs kafesimin üzerine çöken ağırlık nedeniyle soluklanamamak beni yorgun düşüyordu ve bir yerlere oturma hissim artıyordu. Sonunda dayanamayarak duvara yaslı ikili koltuğun köşesine oturmuştum. Eşyalarımızı yerleştirmek için onların çıkmasını bekliyordum. Kendime iyi bir program hazırlamalı, anneciğime de çocuklarıma da yetmeliydim. Ah! Onları ne çok özlemiştim! Neşeyle parıldayan gözleri, tüm sevgileriyle sarılışları, sıcacık gülüşleri... 'Burnumda tütüyor' deyimini işte tam da şu anda öyle derinden hissediyordum ki. Halbuki onları görmeyeli kaç gün olmuştu? Yıllar geçmiş gibi hissediyordum. Neyse ki bu özlem yarın onları yeniden görerek bitecekti. Güneş ışınları pencereye vururken dahi uyuyamamıştım. Saatlerdir pencerenin kenarında geceden gündüze dönün göğü izliyordum. Annem birkaç saat önce uyumuştu. Asistanlar sabah gelip kontrolleri yapacaklarını söyleyip gitmiş, yarım saat önce serumu değiştirmek için gelen hemşire haricinde kimse uğramamıştı odaya. Derin bir nefes alıp çift kapaklı, geniş dolaba yerleştirdiğim eşyaların arasından çantamı ve ceketimi alıp kısa süreliğine hava almak için odadan çıktığımda şoförün hala beklediğini fark etmiştim. Kapıdan çıktığım an bizimle ilgilenmek için görevlendirilen Akif bir anda önümde bitmişti. Ani çıkışı irkilmeme sebep olduğunda mahcup bir yüz ifadesine bürünüp ellerini önünde birleştirmişti. "Kusura bakmayın." Elimi önemsiz anlamında salladım. Mümkün olduğunca konuşmak istemiyor olsam da aklıma takılanla kaşlarım çatıldı. "Sen hep burada mı olacaksın," Uzun zamandır konuşmadığım için sesim kısık olsa da sert çıkmıştı. Kaşlarımın çatık oluşu da eklenince rahatsız olduğum bir görüntü sergilemiş, kendimi agresif ve asabi bir insan gibi gösterdiğimi fark ederek çatılı kaşlarımı düzelttim. "Yani, en azından akşam olunca gidebilirsin." Çok yorgun hissediyordum kendimi. Eminim o da yorgundu. Her insan gibi dinlenmeye hakkı vardı. Ben şimdi uyusam, sabaha uyanamayacağımın bilincinde olduğum için uyumamayı tercih etmiştim ama o dinlenmeliydi. Yani, bilmiyorum. Neden bu kadar önemsiyorum ki? Belki de gözümün önünden kaybolsun, o adama ait ne var ne yok görmek istemediğim için böyle hissediyordum. "Bir şeye ihtiyacınız olduğu her an size yardımcı olmak için varım ben efendim." Derin bir nefes aldım. Anlamıştım ben, gitmeyecekti. Kim bilir belki Yıldırım Beye saniye saniye rapor da veriyordur bu şimdi. Duraksadım. Bir an şüpheye düştüm. Gerçekten, saniye saniye bilgi veriyor mudur ona? Başımı iki yana sallayarak yanından geçip duvara monte edilmiş kafeterya yazısını takip ettim. Sağıma soluma bakmadan sıcak bir kahve alıp koca binadan çıktım ve yeşilliklerle çevrili banklardan birine ilerlerken yanımdan hızla, arda arda üç araç geçmiş ve hastanenin kapısının önünde durmuşlardı. Öyle hızla geçmiş ve sert, gürültülü bir şekilde durmuşlardı ki benimle birlikte dışarıda olan birkaç kişinin daha dikkatini çekmişlerdi. Öndeki ve arkadaki arabadan dörderli gruplar halinde sekiz iri yarı yapılı adamlar inerken ortadaki arabanın ön kapısı açıldı ve uzun boylu, siyahlar içinde bir adam indi. Hastanenin girişine ilerlerken alnına dökülen saçlarını uzun parmakları arasından geçirip geriye atarken başını çevirmiş ve göz göze gelmiştik. Oydu. Adını sanını bilmiyordum fakat keskin ve buz gibi bakan bakışlarından tanıyordum onu. Bu kaçıncıydı Allah aşkına? Neden sürekli gereksiz yere karşılaşıyorduk? Ya da ben mi çok takılıyordum bu meseleye? Buz bakışlı adam bir an duraksadığında gözlerimi ondan kaçırmış, sırtımı dönerek en sondaki banka doğru yürümeye başlamıştım. Bu adamda beni ürperten bir şey vardı. Çok saçmaydı. Burada ne arıyordu? Neden her seferinde karşılaşmak zorundaydık ki biz? En sondaki banka geldiğimde oturup derin bir nefes aldım. Açık hava biraz olsun iyi gelmişti bana. Sabahtan bu ana dört duvar arasında kalmanın ruhumu nasıl daralttığını yeni fark ediyordum. Bu sakinlikte, kahvemi yudumlarken değişikliklerin olduğu hayatımı yeniden gözden geçirmeli ve düzenli bir plana oturtmalıydım. Bulunduğumuz hastane evimize çok da uzak değildi fakat yine de her sabah eve gidip üzerimi değişip okula geçemezdim. Bu nedenle iki güne veya üç güne bir eve gidebilir, geri kalan günlerde buradan direk okula geçebilirdim. Buradan okula nasıl gideceğimi de bilmiyordum. Bu nedenle daha erken çıkıp nasıl gideceğimi öğrenmem gerekiyordu. Geriye bir şey kalmıyordu. Oldum olası hayatım hep ev ve okul arasında gidip gelmekle geçmişti. Çok sosyal biri değildim. Kimseye kolay kolay güvenemezdim çünkü. Bir Sena vardı. O olsun bana yeterdi zaten. Soğumuş kahvemin son yudumlarını alıp ayağa kalktım. Bugün için giymeyi planladığım, evden getirdiğim kıyafetlerimi giyip geç olmadan çıkmalıydım. Bugün beni yoğun bir tempo bekliyordu ne de olsa.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD