1.Bölüm
Yine öğle saatinin en yoğun dakikalarını yaşarken ard arda kahve siparişi veren insanlara yetişmeye çalışıyordum. Montenapoleone Caddesi'nin en kalabalık cafelerinden birinde baristalık yapıyordum. Kafam karma karışık şekilde söylenen siparişleri hazırlamaya çalışırken bu ay geciken kiram ve faturalarım aklıma gelince biraz avans isteme fikri belirdi kafamda. Tony iyi bir adamdı durumdan bahsedersem eminim yardımcı olurdu. Böylelikle rahatlıkla borçlarımı ödemiş olurdum.
"Gökçe Caffè con latte." (Gökçe küçük boy sütlü kahve)
Kafa salladım söylenen siparişi hazırlarken sırası ile gelen Americano, Frappıcuno, Icec Shaken gibi bir yığın içecek hazırladım kendimin de soluklanmaya kısa bir molaya ihtiyacı vardı ama onca müşteri bir anda gitmiyordu işte. Öğle saatini biraz geçtikten sonra cafe sakinlemiş bende kendime soğuk filtre kahve yapmış soluklanmaya çalışıyordum. İçeriye bir müşteri girdi kahvemi bırakıp gülümsedim.
"Ciao" (Merhaba)
"Ciao cosa otterrai?" (Merhaba ne alırsınız?)
"Americano."
Kafa salladım kahvesini hazırlarken çalan telefonunu çıkardı cebinden ekrana bakıp biran suratını buruşturduktan sonra telefonu açtı sesini oldukça kısık hale getirip karşıda konuştuğu kişiye evde olduğunu yorgun ve rahatsız olduğu için bugün hiç dışarı çıkamayacağını söyledi. Gözlerimi devirdim. Yalancı insanlardan nefret ediyorum. Şeytan diyor al telefonu elinden ver cafenin adresi görsün gününü ama üzerime vazife değil. Hem banane. Yalan söylemeyen insan mı var? Yakışıklı bir adam belli ki özgüveni yerinde. Giyimi oldukça şık. Beyaz keten pantolon beyaz gömlek, dağınık kumral saçlar ve mavi gözler. Tam Kıvanç Tatlıtuğ İtalya şubesi benzeri denebilir. Güldüm kendime ve düşüncelerime. Kıza hala görüşmenin zor olduğundan bahseden bir konuşma yapıyordu.O sıra arka fonda çalan "Une Belle Historie." Şarkısını mırıldanmaya başladım çok seviyordum bu şarkıyı efsanelerdendi... Şarkıya kendimi kaptırmış kahveyi hazırlarken karton kutuya koyup uzattım gülümsedi ödemeyi yaptı ve hemen önümde duran sandalyede oturmaya devam etti. Elimde telefon takılırken bir yandan Tony'i gözlüyordum gelse de şu meseleyi konuşsam diye o sıra az önceki adamın telefonu çaldı yine ve sanırım farklı birisiydi ki aynı yalanları söyledi evdeyim, hastayım sanırım aşırı sinirlendim ve bir anda Türkçe olarak.
"İğrenç herif birde Türk erkeklerine bok atarlar bunun gibilerin ırkının ülkeyle alakası yok sıfatına baksana adam sanırsın."
Ben mırıldanınca bana baktı gülümsedi bende gülümsedim.
"Hi bak öyle mön mön boyundan posundan da utanmıyor yalancı? Birde İtalyan erkekleri diye ölüp biterler."
Gözlerimi devirdim tabi adam Türkçe bilmediği için tuhaf tuhaf yüzüme bakıp gülümseyip kafasını eğdi. Bende bir şey anlamasın diye tebessüm ettim. Kumral, mavi gözlü, kirli sakalları tam o reklam filmlerindeki İtalyan erkekleri gibiydi de her şey tip değildi... Tipine bakıp adam sanıp içine bakınca aa pardon yanlış sanmışım denilenlerden. Benimle birlikte burada çalışan diğer Türk olan İpek geldi buradaki dert ortağım arkadaşım. Belki dostum derdim ama kimseye o kadar güvenim yok o yüzden de o kadar benimseyemiyorum.
"Gökçe ne oldu ne söyleniyorsun?"
Gözümle çaktırmadan kahve içen adamı işaret ettim. kıkırdadım
"Adam deminden beri elli tane kadına yalan attı yalanın biri bin para"
"Kızım sanane uğraşma insanlarla. Anlar falan.”
“Of aman Türkçe konuşuyoruz ne anlayacak.”
“Tony ile konuştun mu sen?"
"Konuşamadım ki nasıl konuşayım yoğunluktan vakit mi var. Kirayı yarın ödemezsem cafede uyurum artık."
Kolunu bana sardı.
"Bende kalırsın."
Kalmazdım onun sevgilisinden hiç hoşlanmıyordum Ian biraz rahat bir adamdı ya da çift eşliliği savunan bilmiyorum ama bana tavrı hoşuma gitmiyordu İpek'e de söyleyemedim o yüzden onun evine gitmeyerek çözüm buldum kendimce. Gülümsedim sadece sonra o adamın çalan telefonu ile ikimizde kafamızı kaldırıp ona baktık.
"Bak bak iyi dinle yine ne yalanı atacak Allah bilir."
İpek kıkırdadı. “Çok fenasın Gökçe.” İkimizde adama dikkat kesildik. Çaktırmadan kulak verdik.
"Efendim Kerem."
İpek ile birbirimize baktık. O az önce Efendim mi Kerem dedi? Türkçe şekilde İtalyanca ile alakası olmayan bir dille "Efendim." Dedi. İpek kocaman olmuş gözlerle bize bakarken.
"Kızım adam Türkçe biliyormuş."
Kafa salladım. Yutkundum utandım, kızardım bakamadım tekrar adama. Allah kahretsin hayattaki şansıma bakın. Ben ne kadar aptal birisiyim. Şu dilini tutsana. Sanane değil mi?
"Eve geçince mail atarım sana Kerim. Sen hallet şimdilik."
Telefonu kapadı ne İpek ne ben asla adama bakmıyoruz. Bana mı kaldı elin adamının doğrucu davutluğunu yapmak. Ya Tony'e söylerse ya olay çıkarsa... Adam eğildi.
"İki." Dedi
Kafamı kaldırıp baktım ne iki ne demekti iki?
"Efendim?"
Gülümsedi.
"Elli kadına değil iki kadına yalan söyledim."
O an beyaz tenim kırmızıya dönmüştü kesin vücuduma yayılan sıcaklık bunun habercisiydi zaten. Kafamı kaldırıp adama baktım. Utanmanın kaçıncı seviyesini yaşıyordum bilmiyordum kendimce bir şeyler eveleyip geveleyerek özür diledim.
"Çok çok özür dilerim."
Gülümsedi.
"Gelen her müşteri hakkında böyle yorumlar yapar mısınız?"
Kafamı salladım yapmazdım gerçekten yapmazdım. Neden bugün böylesine bir patavatsızlık yaptım ki? Üzerime vazife miydi? Asla değildi.
"Çok pardon tekrardan. Haklısınız ben ne desem…"
"Tamam uzatmanın lüzumu yok. Tanımadığım insanların fikirleri umurumda olmadığından o cümleler ağzınızdan çıkarken müdahale etmedim ama dikkat edin herkes benim kadar anlayışlı olmaz. İtalya’da Türkçe bilen sayısı çok fazla."
Ukala herif özür diledik işte ne diye uzatıyordu. Kafa salladım sadece boş kafe bardağını bana uzattı aldım bardağı.
"Tek gayeniz işinizi yapmak olsun bir dahaki sefere." Dedi ve gitti.
Bu karton bardağı senin götüne sokardım ben ama İpek beni sakinleştirdi. Akşama kadar daha sakin geçen günün ardından İpek ile vardiyamız bitmiş önlüklerden kurtulmuşken hemen Tony'nin yanına gittim durumu anlattım istediğim tutar kadarını veremeyeceğini söyleyince en azından kira tutarım kadarını istedim onu kabul edince mutlulukla parayı alıp aldığım gibi İpek'le bankamatiğe koşarak ev sahibinin hesabına attım.
"Dayından istesene kızım."
Güldüm dayım mı onun kendine hayrı var mıydı? Bana bulaşmasın benden bir şey istemesin ondan kuruş para istemezdim.
"Dayım kim bilir nerededir İpek onun durumu benden vahim."
"Okulunu yarım bırakıp onun aklına uyup geldin buraya. Öyle dedin. Şimdi arayıp sormuyor mu?"
"Kızım okulu kim takar Allah aşkına bırakmasam nasıl okuyacaktım karnımı doyuracak parayı zor buluyorum okula nasıl yetişeyim."
"Üzülüyorum ne yapayım zeki kızsın, güzelsin şu yaşadıklarına yazık."
Omuz silktim akmasa da damlıyordu ne yapayım. Güzel olmak karın doyurmuyordu. Hoş güzel falanda değildim. Geçmişte yaşadıklarımdan sonra bu yaşadıklarım hiçbir şeydi. Ben sınavımı 13 yaşında vermeye başlamışım. Güzel görünmek en son isteyeceğim şeydi. Herkes okuyacak, herkes çok zengin olacak diye bir şey yoktu.
"Hadi sana bira ısmarlayayım."
"Boşver eve gideyim."
"Eve gidip ne yapacaksın faturayı ödeyemedin bugün yarın elektrikler kesilecek evde korkarsın."
Omuz silktim. Karanlıktan hoşlanmazdım zaten kim sever ki?
"Haklısın
Birlikte bir bara geçip birer bira söyledik deli gibi eğlenen alkolü su gibi içen insanlara baktım ne renkli dünyaları vardı, parıltılı, ışıltı dolu birde benim karanlık hayatım. Bok gibiydi her şey güzel olan tek bir şey yoktu. Zavallı bir kız olarak büyüdüm hep. Daha bebekken iki günlükken belirlenmişti kaderim yetimhane kapısına bırakılarak. Yetimhanedeki Fatoş Teyze demişti ki ilk geldiğin gün soluğun kesilene kadar ağladın keşke kesilseymiş keşke ölseymişim. Hayat mıydı yaşadığım? Doğduğum günden beri çektiğim çileler zaten beni büyütmüştü 22 yaşında değildim ben 80 belki 90 öyle yorgundum. Hep eksik büyüdüm ben yetimhanede büyüyen her çocuk eksik büyür zaten. Güzel bir kız çocuğuydum kahverengi saçlı, mavi gözlü, beyaz tenli ama kader işte kimse beni evlat olarak seçmedi bende bu hayatı yaşamaya devam ettim. Çocukluğumu, ergenliğimi tek başıma atlattım. Orada benim gibi yetim arkadaşlarımın benden farkı yoktu dert ortağı işte. Eşekten düşeni eşekten düşen anlar misali. On üç yaşımdaydım banyoya girmiş kendimce temizlenirken o perdenin açılıp Ali Abi ile göz göze geldiğimde on üç yaşımdaydım. Ellerimle bedenimi saklamaya çalışıp korkuyla ona bakarken bana yanaşıp ağzımı kapatıp kucağına aldığında deli gibi çırpındığımı hatırlıyorum. Ağladığımı içim sökülene, soluğum kesilene kadar ağladığımı hatırlıyorum. Tıpkı o ilk geldiğim günkü gibi. Gözyaşlarım fayda etmemişti Ali Abi bana sahip olmuştu ağladım yalvardım ama hiçbir işe yaramadı. İşini bitirip beni banyoda öyle bıraktığında yere akan kanla daha bekaret kavramından bir haber çocuk olarak korktum daha çok ağladım ölmek istedim yok olmak. Regl bile olmamış genç kızlıktan olabildiğince uzak bir kız çocuğuydum sadece. Öğretmenlerden biri buldu beni üzerime havlu geçirip çıkardı beni hala ağlıyordum onlara olanları anlattım müdür susturdu beni kimseye söylememem gerektiğini yoksa yurttan atılacağımı sokakta kalacağımı ve bu olayın o zaman her gün başıma geleceğini söyledi. Korktum, çocuktum evsiz kalmaktan aynı şeyleri yaşamaktan korktum ve kimseye anlatmadım sustum. İntihar ettim ölmedim. Bulduğum tüm hapları mideme indirdiğimde o olayın üstünden on gün geçmişti en acısız intihar yolu olduğunu sanırdım değildi. Midemde sonu olmayan büyük bir acı, kusmalar, baş dönmeleri ve bilinç kaybı hastaneye gittiğimde burnumdan soktukları borunun boğazıma kadar indiği zamanki acıyı hala hatırlarım. O kömürümsü tat, serumlar. Nihayetinde ölmedim ama acım da geçmedi... Bileklerimi kestim bu kez tecavüze uğradığım o banyoda aynı yerde kestim iki bileğimi de. Sonuç mu? Yine hayatta kaldım. Çekecek acılarım bitmemiş demek ki. Kızlar annelerin kaderini yaşarmış zaten annem de bana hamileyken çalıştığı evdeki adamın tecavüzüne uğramış gebeliğin son ayları olduğu için yoğun kanamadan dolayı doğum başlamış ama annem kurtulamamış babamda siktir olup gitmiş sonra bir çöplükte ölmüş oda. Dayım 18 yaşımdan sonra aldı beni bir sene Türkiye'de kaldım üniversite sınavını kazandım kayıt yaptırdım ama imkan yoktu işte aldı buraya getirdi beni. Şimdi kendi kim bilir hangi delikte. İpek'in önünde duran sigara paketinden alıp yaktım bir tane her içime çekişte belki kendim beceremedim ölmeyi ama kanserden ölüp geberirim diye geçirdim. Onu da beceremezdim ya ben... İpek'in
"Şuna baksana." Demesi ile kaldırdım kafamı.
Neye bakmam gerektiğini anlamamış yüzüne bakarken.
"Şuradaki adam öğlen cafedeki değil mi?"
Bir kızla samimi şekilde dans eden adam öğlenki adamın ta kendisiydi. Gözlerimi devirip omuz silktim.
"O."
Çokta umurumda değildi o ya da başkası aklım borçlarımda bok gibi olan hayatımdaydı. Yaşamak için bir sebebim yoktu beni seven biri benim sevdiğim biri beni bu hayata tutacak tek bir insan bile yoktu boş boş yaşıyordum işte. İpek telefonuna bakıp sonra bana döndü.
"Ian mesaj atmış ben gidiyorum. Yarın görüşürüz. Bir şey olursa ara."
Kafa salladım İpek gidince sigaramı bitirip biramı içip kalktım eve gidene kadar kalan borçlarımla alakalı ne yapabilirim diye düşünürken dayımı arayıp yardım isteme fikrini denemek geldi. Eve gider gitmez üzerimdekilerden kurtulup yatağa attım kendimi. Gözlerimi kapatıp uykuya bırakıp her şeyin kafamdan silinmesine.
Kulağımda yankılanan melodi alarmıın sesi değildi gözlerimi açtım telefon çalıyor.
"Alo."
"Gökçe neredesin sen? Bir şey oldu sandım kızım neredesin?"
"Uyuya kalmışım saat kaç?"
"10 Tony delirdi seni sordu midesini bozmuş dedim geleceksin değil mi?"
"Sanki gelmeme lüksüm varmış gibi geleceğim tabiki."
Yataktan fırlayıp üzerime kot tişört geçirip çıktım hemen yolda koşturan adımlarla ilerken Tony'nin edeceği lafları duymazdan gelirim diye düşündüm. Cafeye gittiğimde sanki geç kalmamışım gibi neşeli bir tavırla.
"Buongiorno" Günaydın
Herkes karşılık verdi tezgahın arkasına geçip önlüğümü giyip işimin başına geçtim arkadan omzuma dokunan elle döndüm Tony... Kafemizin sahibi bir günü bir gününü tutmayan yakışıklı ama huysuz bazen tatlı bazen itici Tony.
"Gökçe, sei in ritardo!" (Geç kaldın)
Kafa salladım.
"Mi Dispiace. Non di nuova" (Üzgünüm. Bir daha olmaz)
Kafasını sallayıp gitti aman sanki on saat geciktim alt tarafı bir saatti ne var yani insanız be uyuya kalmak suç mu? Suç tabi Gökçe senin neyine uyuya kalmak öyle lüksün mü var? Uyumak, keyif yapmak bunlar zenginlerin işi. Sırayla siparişleri hazırlarken mideme tek lokma götürmediğimden öğle aramı dört gözle bekliyordum öyle acıkmıştım ki. Son siparişleri hazırlayıp verdiğimde yerimi Micheal'a devredip çıktım arkamdan İpek'te geldi aralara hep birlikte çıkardık zaten. Kafenin dışında masada yemek yerken bir yandan Ian ile yaptığı tartışmadan bahseden İpek'i asla dinlemiyordum sandviçimden ard arda aldığım ısırıklar sonucunda durup dinlendim cebimden çıkardığım telefonla dayımı aradım tabi açarsa ya da yeni numaraya geçmediyse. Çaldı çaldı ve sonunda açıldı.
"Ooooo Gökçe sen beni arar mıydın kız?"
"Naber dayı?"
"İyi ne oldu gömü mü buldun yoksa?"
Ha gömü buldum aklıma sen geldin paylaşmak için sabır çektim içimden.
"Senden bir şey isteyecektim."
"İste güzelim."
"Dayı bana biraz para göndersen 100 Euro yeter önümüzdeki ay gönderirim geri."
Kahkaha atı güldü güldü.
"Kız sen oralarda delirdin herhalde 100 Euro'yu kim kaybetmiş ben bulayım günü zor kurtarıyorum ben ne bok yedin kumar mı oynadın yoksa?"
"Ne kumarı dayı faturamı ödeyemedim tamam sağol."
"Kız dur kapatma ne diyeceğim bak"
"Ne?"
"Yakında geleceğim yanına merak etme kız dayın seni bu sefaletten kurtaracak."
Hahaha kendisi gömü bulacaktı herhalde sen kendini kurtar da sefaletten bana sonra sıra gelsin.
"Tamam görüşürüz dayı."
Telefonu kapadım İpek yüzüme bakıyor.
"Bakma öyle demiştim sana benden beter diye kim bilir ne boklar peşinde. Sefaletten kurtaracakmış beni kendini kurtarsın önce bıktım yemin ederim bıktım İpek amına koduğumun hayatında çekebilecek zorluk kalmadı daha fazla."
O an İpek'in bana değil arkama başka yere odaklandığını gördüm ne o Tony'mi gelmişti Türkçe konuşmuştum anlamaz ki beni arkamı döndüm dünkü herif bu ne diye bize bakıyor suratımla ne var işareti yaptım.
"Merhaba."
"Merhaba buyrun."
"Hep böyle gergin misiniz?"
"Sizi neden ilgilendiriyor?"
Gülümsedi.
"Yok ben kahve almaya geldim sesinizi duyunca biran durakladım."
Kafa salladım.
"Geçin şöyle arkadaşlarımız yardımcı olsun."
İçeri geçti bir Türkçe bilen müşterim eksikti. Son kırıntıları ağzıma tıkıştırdım çantadan aldığım sigarayı yaktım.
"Çok gerginsin bu aralar Gökçe. Ian'dan isteyeyim mi? Onda vardır para."
"Olmaz İpek sizin de kendinizce giderleriniz var ben çözüm yolu bulurum."
Kafa salladı sigaramı bitirip içeri girdim o adam Micheal ile tartışıyordu.
"Sorun ne?"
"Arkadaşınız kahve yapmayı bilmiyor sanırım Americano istedim içinde vanilya özü neden var?"
Elinden kahvesini aldım bir yudum içtim evet vardı yanlışlık olmuş olabilirdi büyütmeye lüzum yoktu.
"Tamam kusura bakmayın yeniden hazırlayalım."
Ondan aldığım kahveden bir yudum daha aldım zıkkım içsin. Böyle sorunlu müşteriler kahveyi baştan kabul etmezse biz içerdik. Sonra onun kahvesini hazırladım uzattım.
"Teşekkür ederim Gökçe Hanım."
Önlüğümdeki yaka kartından adımı görüp hitap etmesi ile samimiyetsiz bir gülücük attım.
"Afiyet olsun beyefendi."
"Alparslan."
"Efendim."
"Adım Alparslan."
Kafa sallamakla yetindim neyse neydi ister Alp, İster Fuat isterse bok olsun çok mu umurumdaydı adının ne halt olduğu. Gelen siparişleri hazırlayıp kahvesinin yanına kurabiye isteyenlere kurabiyeleri tabaklara koyarken adının Alparslan olduğunu söyleyen adam para uzattı.
"Yok bu kez bizden olsun yanlışlık için özür dileriz."
"Olmaz öyle."
"Olur merak etmeyin afiyet olsun."
Gülümsedi kafa salladı ve gitti.
"Ne cins insanlar varya derde bak kahvesi vanilyalı olmuş hay ben senin."
"Kızım bak uğraşma adamla belli zengin varlıklı birisi yemin ederim canımıza okur uğraşılmaz bunlarla. Kahvesi vanilyalı oldu diye ortalığı ayağa kaldıran adam bize ne yapmaz."
"Aman ne yaparsa yapsın benim hayatım daha ne kadar kötü olabilir."
Bir şey söylemedi İpek sonra akşama kadar aynı tempoda çalıştık. Şu önlükten kurtulup dışarı çıktığımda özgür hissediyordum İpek'le yolun yarısına kadar laflayıp sokağın başında ikimizde kendi evlerimizin yolunu tutmak için ayrıldık. Eve gittim mutfağa geçip bir şeyler hazırlayayım diye baktım ama dolapta yenilecek tek bir şey kalmamış mısır gevreği var ama süt yok cips yer gibi elime mısır gevreğini alıp yemeye başladım üçüncü lokmadan sonra ağzımda büyüdü ağlayarak fırlattım paketi. Lanet olsun ya lanet. Neden Allah'ım hala neden yaşıyorum görüyorsun işte rezillik rüsva içindeyim dayanamıyorum kendim denedim olmadı sen al beni yanına ne olur. Benim karnımı doyuracak param bile yoktu. Aynanın karşısına geçtim kendime baktım yaşıtım çoğu genç kızın hayatını düşündüm çok para istemezdim kendi yağımda kavrulayım bir bütçem olsaydı ya da tüm bu rezillikleri çeksem de yanımda bir annem olsaydı her şey daha güzel olabilirdi. Annemle tek bir anım yoktu beni kucağına alamadan ölmüş. Koklayamadan... Dayım anlatırdı kıp kıvırcıktı saçları senin gibi mavi gözleri var derdi. Kalktım anneme gözlerim benziyordu birtek bazen onun gibi olmak için saçlarımı tek tek sarardım kıvırcık olsunlar diye kalktım sardım yine tek tek onları sararken gözyaşlarım aktı teker teker nasıl bir histi acaba anneye sahip olmak, anne tarafından sevilmek, şefkatli kollarda uyumak. Hayatım boyunca hep merak edeceğim bu hissi. Saçlarım bitmişti tıpkı dayımın anlattığı gibi annemin saçlarına benzemişti. Aynada kendime bakarken bir anda karanlık oldu her yer.
"Siktir."
Elektrikler kesilmişti işte faturayı ödemezsem olacağı buydu babamın hayrına bana elektrik verecek halleri yok ya. Telefonun feneri ile mum bakındım ama yok geldim mi her şey üst üste gelsin zaten. Dışarı çıktım mum almak için havada epey kararmış etrafta ıssızdı her zamanki gittiğim marketin kapalı olacağı tuttu hay aksi şeytan caddedekine doğru yürürken içimden bildiğim tüm küfürleri ettim.