BUNLAR GERÇEK OLAMAZ DEĞİL Mİ?

1150 Words
Gerçeklik göreceli bir kavramdır. Bunun tartışması yıllar boyunca pek çok farklı bilim ve felsefe uzmanları tarafından yapılsa da kesin bir sonuca varılamamıştır. Bazıları , gerçek ve gerçekliğin ayrımı üzerine tezler oluştursa da bazıları bunun insanın algısının bir yansıması olduğunu söylerler. Ama bütün bu karmaşa içinde kabul gören bir tez vardır ki gerçeklik insandan insana değişse de gerçek tektir. Eğer bu doğruysa ben bu gerçeğin neresindeyim? Az önce odadan fırlayarak çıkan çam yarmaları gittiğinde gerçekliğimi sorgulamaya başlamıştım. Kendimi biliyordum, ben 65 yaşında, emekli bir baş komiserim ve en önemlisi erkeğim. Ancak şu an temas ederek incelediğim beden genç bir kadına aitti. Üzerinde normal bir eşofman , ince mavi bir kazak olan, ince uzun parmaklı, dinç, uzun sayılabilecek bedene sahip bir kadın. Yaşadıklarımın gerçekliğini sorgularken içimde kopan fırtınalarla başıma korkunç bir ağrı olarak saplanmıştı. Derin nefes alıp sakinleşmeye çalıştım, öldüm evet öldüğümden eminim. Ama neden şu an bu bedende yaşıyormuş gibi hissediyorum. Başımdaki ağrıdan tutun da gövdemdeki sızıya kadar her şey gerçek gibi. Hiç bir zaman çabuk öfkelenen ya da düşünmeden hareket eden bir adam olmamıştım. Bu durum mesleğimde de normal yaşamımda da çok işime yaramıştı. Tabi bu ölmeden ve bir kadının bedeninde uyanmadan önceki hayatıma ait bir durumdu. Şimdi ise içimde tarif edemeyeceğim bir korku yüreğimin ortasında bir yumru gibi durup nefes almamı engelliyordu. Telaşla etrafımı incelemeye başladığımda klasik bir köy evi olsa da bulunduğum odanın yeni düzenlendiği anlaşılıyordu. Duvarlar su yeşiline boyanmış, duvarda eski tarz kilimler, birbirine köşeden birleşen sedirler. Sedirlerin üzerinde işlemeli örtüler ve uzun yastıklar yanında benim olduğum sedirde bir de yün yorgan vardı. Ortada duran büyük sobayı ise eski filmler dışında neredeyse yıllardır görmüyordum. Odun çıtırtılarının sessizliği doldurduğu bu odada ne işim olduğunu ve bu durumun gerçekliğini düşünürken dışarıdan gelen sesler düşüncelerimi böldü. " Kengî şiyar bû?( Ne zaman uyandı?) " Demek dirêj nebû ezbenî. ( Çok olmadı ağam.)" Arkadan gelen konuşmaları dinlediğimde Kürtçe olduklarını fark ettim ama bundan daha fazla beni şaşırtan ise benim onları anlamamdı.Evet Kürtçe'ye aşinaydım hatta askerliğimi doğuda yaptığım zamanlarda bir Kürt komutanımız sayesinde az çok öğrenmiştim. Tabi ki o zamanlar askerlik 18 ay olduğu ve bizim olduğumuz yerde Kürtçeye çok ihtiyaç olduğundan öğrenmiştim. Daha ilerleyen zamanlarda da işim gereği kullandıkça az çok konuşur hale de gelmiştim. Ama bu çok farklı bir durumdu, arkada konuşulanları çok net anlıyordum. Ben bunları düşünürken kapı açıldı ve içeri oldukça uzun boylu , kumral, yumuşak yüz hatları olan bir adam girdi. Üzerindeki takım elbise ile köylü bir ağadan çok resmi bir görevliyi anımsatan adam elleri cebinde bulunduğum sedirin en ucuna tam karşıma gelecek şekilde oturdu. Bakışlarını üzerimde gezdirirken dudakları zarif bir şekilde kıvrıldı. " Asmin, iyisin ?" Bacaklarımı kendime çekerken bu adamın niyetini anlamamanın verdiği kızgınlıkla kaşlarımı çattım. Gerçi karşımdaki adamda dahil hiç bir şeyi anlamamanın öfkesi vardı içimde. "Ayna, ayna var mı?" Sorduğum soru ile adamın gülen yüzü şaşkın bir hale bürünüp kaşları havalandı. Bu durumun gerçekliğini sorgularken aklıma başka bir şey gelmemişti. Adam arkasında duran ve içeriye girmeyen iki iri adamdan birine döndü. " Ayna , ha de ayna getir." Onlar kendi aralarında konuşurken ben olasılıkları düşünüyordum. Burası araf denilen yer olabilir miydi? Araf yani söylendiği kadarıyla iki dünya arasında kalan yer. Eğer ben araftaysam neden bir kadının bedenindeydim. Belki de rüyadayımdır ama rüyaların bu kadar gerçek olması mümkün müydü? Belki de komadaydım , komada olsam bile bu bulunduğum bedeni açıklamıyordu. Bu sırada içeri giren adam elinde getirdiği ufak aynayı az önceki adama verdi. Adam aynayı bana uzattığında adama temas etmemeye özen göstererek hızla aldım ve bakışlarımı aynaya çevirdim. Siyah omuzlarımdan biraz aşağıda saçlarım, koyu mavi gözlerim , beyaz bir tenim vardı. Belirgin sivri yüzüm ile ufak burnum fazlasıyla uyumluydu. Yenilmişlikle elim kucağıma inerken aynada kucağıma düştü. Burası neresiydi ya da ben gerçekten bunları yaşıyor muydum tam olarak anlamasam da en azından bazı şeyleri anlamak adına derin bir nefes alıp bakışlarımı ağaya çevirdim. " Ben kimim?" Ağa yerinde dikleşip ellerini kucağında birleştirirken bakışlarını yüzümden bir an bile çekmedi. " Asmin Elanur Dövenli" " Ben kimim?" Adam sorum ile başını yere eğip bir süre düşündü. Ardından bakışlarını bana sunduğunda yüzünde kırık bir tebessüm belirdi. " Hiçbir şey hatırlamıyor musun?" Başımı olumsuz anlamda sağa sola salladığımda o da anladığını belirtir bir şekilde başını salladı. " Sen Dövenli aşiretinin en küçük kızısın." " Siz kimsiniz?" Adam bu defa dudaklarını birbirine bastırdı ve bir süre sustu. " Ben Dirijan aşiretinin ortanca oğlu Beyazıt Dirijanım" " Neden buradayım?" " Ağan halamın kızını kaçırdı. Yerini öğrenmek için seni bir süre misafir ettik." Dudaklarımdan histerik bir gülüş kaçtı. Yani abime karşılık beni kaçırmışlardı. Ne kadar Doğuda yaşananları çok iyi bilmesem de bir genç kızın bir aşiretin oğlunun yerini söyletecek kadar önemli olmadığını biliyordum. O sırada duvardaki takvim gözüme iliştiğinde bakışlarım anında değişti. Takvim 1984 yılının Kasım ayını gösteriyordu. " Bu günün tarihi nedir?" Ağa bir süre söylediğimi anlamadığı belli olan bir şekilde bana baktığında derin bir nefes alıp: " Bu takvim doğru mu?" dedim. Kaşları havalanırken " Evet" dediğinde ise bu kadarı benim için fazlaydı. Omuzlarım düşerken kafamdaki bir ton sorunun en büyüğünün yanıtsız kalışıyla aynayı tekrar elime aldım. Ne demişti Ela :" Kadın olmanın ne olduğunu anlayacaksın." Bu kadar mı nefret etmişti benden, ben onu bu kadar severken hem de. Kimsesizdim , yetimhanede geçen 10 yıl boyunca hep yok olmamak için savaştım. Bu arada Beyazıt'ın konuşmasının düzgünlüğü dikkatimi çekince : " Konuşman oldukça düzgün." dedim. Gülümsedi ve hafifçe geriye yaslandı. " Eee, İstanbul üniversitesi Hukuk fakültesini bitirdim. Bir zahmet düzgün olsun." Sadece dizlerimi kırıp bacaklarımı göğsüme çekerek alnımı dizlerime dayadım. Şanslıydı en azından benden şanslıydı.Evlat edinildiğimde artık yalnız olmayacağımı düşünecek kadar saftım. Oysa beni alan aile için sadece bir işçiydim. Üvey ailem yaşlı insanlardı beni hem onlara hizmet etmem hem de küçük bakkal dükkanlarında çalışmam için almışlardı. Hiç saçım okşanmadı, hiç sevgi sözcükleri ile şımartılmadım. Onlar yaşlandıkça ben hayatımın iplerini elime alıp polis akademisinin sınavlarını kazandığımda gitmemem için önüme tonla engel koydular, yılmadım. Çok çalışıp hayatımı düzene koymaya çalıştım. Ela'm karım , onu çok sevdim ama hiç bir zaman olmayan annem gibi değil. Bir kadın kendini seven bir koca ve sıcak bir evden başka ne isterdi ki. Düşüncelerim ile boğuşurken dışarıdan gelen gür ses ile kendime geldim. " Beyazıt, Beyazıt neredesin?" Birden açılan kapı ile bakışlarım o yöne kaydı. İçeri Beyazıt denen adamsan daha iri bir adam girdiğinde anlamaz bir şekilde bakakaldım. Beyazıt adamı gördüğünde ayaklanıp yanına gitti. "Sakin ol Aziz, hiç bir şey hatırlamıyor." " Ha siktir bir bu eksikti." Beyazıt adının Aziz olduğunu öğrendiğim adamın omzuna elini koyup: " Ne oldu?" dediğinde Aziz denen adamın sert ve öfkeli sesi odada yankılandı. " Anası haber gönderdi, aşiret toplanacak kızımı getirsin diye." " Aziz, aşiret toplanıyorsa bulmuşlardır. O yüzden sakinleş ne zaman toplantı?" " Yarın öğlen vakti." Beyazıt, Aziz dene herifin omzundaki elini sıkılaştırdı. Gözlerinde anlayışlı bir ifade ile: " Önce kızın yaralarını saralım. Sonrasını düşünürüz." dedi. Daha sonra Aziz'in yanından geçip içeriye seslendi. " Mustafa, ilk yardım çantasını getir." O zaman kucağımdaki aynayı alıp yüzüme tekrar dikkatle baktım ve şakağımdan süzülüp kurumuş kanı fark ettim. Burada ne oluyordu Allah aşkına...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD