İki günde pek çok şey oldu. Gülay işinden ayrıldı, büyük bir üzüntüyle. Ali hastaneden taburcu oldu. Gelen giden misafirlerde çok oldu. Herkes Gülay için üzülürken, abisi ve ablası hiç umursamadılar bile. Ali suçlu olan kendisi olduğu halde en ufak bir üzüntü bile yaşamadı. Ziyarete gelenler, arkadaşları neden diye sorduklarında Gülay utandı, anlatamadı ama abisi halinden memnun bir şekilde oturup kalkmaya devam etti. Son gününde Gülay’a bir karton sigara alıp “Belki almaya fırsatın olmaz, belki de içirmezler.”dedi. Ali bunu yaparak kendine abiliğini yapmış oldu. Gülay ona bile minnet etmek istemedi, ama abisinin dediğini de haklı buldu. Çünkü birkaç gündür tanıdığı Serhat kendisini asla sigara almaya göndermezdi. Orada tanımadığı bilmediği yerde kimseden isteyemezdi de, hem yaşayacağı yere yakın market var mı onu bile bilmiyordu. İkinci günün akşamında Serhat Gülay’ı almak için geldi. Gülay’ın ailesinden ayrılması çok zor oldu. Bu zamana kadar her ne olursa olsun ailesinden hiç ayrılmamıştı. Abisine, ablasına çok kızıp küstüğü zamanlar oldu ama sonrasında kendi içinde onların bile haberi olmadan affetti ikisinide.
“Vekilim sensin Allah’ım. Beni oralarda yalnız, bir başıma bırakma. Çünkü senden başka hiç kimsem yok.”
Gülay duasını ederek çıktı evden.
Serhat çıkarken:
“Alınan alındı, verilen verildi. Artık sizinle hiçbir bağımız bulunmuyor. Gülay diye bir kızınız artık yok, ona göre hayatınızı yaşayın. Ne ölünüze ne dirinize.”
Diyerek çıktı evden.
Gülay arabaya bindiğinde değil Serhat’la konuşmak, yüzünü bile görmek istemediğinden uyumak istedi ve gözlerini kapattı. Öyle de oldu kısa bir süre sonra uykuya daldı.
Serhat havaalanına giderken Gülay’ın uyuduğunu görünce yönünü çevirdi ve arabayla gitmeye karar verdi.
Gülay gece boyunca uyudu, Serhat bütün gece araba kullandı. Kafasında binbir düşünce vardı. Ne olacaktı bundan sonrası, nasıl olacaktı. Hem Gülay’dan deli gibi nefret ediyor, canını yakmak istiyordu, hem de bilmediği bir şekilde ona çekiliyordu. Ali’nin kaza için söylediği şeyde içine kurt düşürmüştü bir kere. Sahiden Boran ve Yasemin ne alaka, neden yan yanaydılar? Bu sorunun cevabını bir türlü bulamıyordu. Sonrasında aklının karıştığını düşünerek tekrar odaklanmaya başladı. Belki de yolda denk gelince Boran gideceği yere kadar bırakmak istedi diye düşündü. Ama mantığına oturtamadığı şeyler vardı.
Sigarasını yaktı ve içerken göz ucuyla Gülay’a baktı. Nasılda masum uyuyordu. Çok güzeldi, bir bakanı dönüp bir daha baktıracak kadar güzeldi. Bir yetmişe yakın boyu vardı. Beline kadar uzanan saçları ombreliydi. Acaba doğal rengi ne diye düşündü. Simsiyah ve kocaman gözleri vardı. O gözleri o kadar hırçın bakıyordu ki, bir bakışı bile Serhat’ çileden çıkarıyordu.
Mardin’i bırak güney doğuda böyle güzellikte bir kız görmemişti. Bunları düşünürken kaç leş temizleyeceğini düşündü birden, ona bakan herkesi gözünü kırpmadan öldürürdü. Bunları düşünürken başına nasıl bir bela aştığını yeni yeni anladı.
“Bakalım bundan sonra ne olacak, bizi neler bekliyor çakma sarışın”
Gülay uyurken onu uyandırmamaya özen göstererek boynundaki takip cihazını çıkardı. Evet sadece takip cihazıydı ama Gülay’ın bunu bilmesine gerek yoktu, kendince ona biraz abartarak tanıtmıştı cihazı.
Sabah saat beşte Mardin sınırlarına girdiler. Gülay da yavaş yavaş uyanmaya başladı.
“Amma da yattın, ne ağır uykun varmış. Gören kış uykusuna yattın sanır.”
“Yüzünü görmek, sesini duymaktansa bir ömür uyumayı tercih ederim.”
“Ulan insan bir kocasına muavinlik yapar, biraz yardımcı olur ama nerde anca mal gibi yat kalkınca da çemkir dur.”
“Ne kocası be? Biz asla karı koca olmayacağız seninle.”
“Bak sakin kalmaya çalışıyorum, beni delirtme.”
“Pek akıllı olduğunda söylenemez açıkçası.”
“Bana bak, seni burda indirir sikerim. Asabımı daha fazla bozma benim.”
“İlk başta laf atan sendin. Demeseydin bişey, cevapta almazdın. Ayrıca o dediğin şeyi rüyanda bile göremezsin.”
“Gerçek hayatta kalmam, rüyalarına bile girer sikerim seni.”
“Benim tuvaletim var.”
“Keşke eve kadar uyusaydın. İsteğinde bitmiyor.”
“Tek bir kere bişey dedim be. İhtiyacım olmasa onuda istemezdim.”
“İleride tesis var, dururum.”
Dinlenme tesisine geldiklerinde çok sakindi. Resmen bir dağın tepesinde tek başına küçük bir lokantaydı. Arka tarafında orman vardı. Gülay arabadan inince lavaboya gitti. Boynundaki kelepçenin çıktığını farketti. İşlerini halledip döndüğünde, Serhat masalardan birinde oturmuş iki çorba söylemiş kendisini bekliyordu.
“Geç otur karnını doyur.”
“Aç değilim.”
“Sana aç mısın diye sormadım.”
“Yemek istemiyorum.”
“Zorla yedirmemi de istemezsin.”
Gülay bu söz üzerine geçip masaya oturdu. Çünkü Serhat dediğini yapan bir adamdı, ve bunu çok iyi anlamıştı.
“Akıllı kız.”
Gülay çorbasını içerken camdan dışarı baktı ve ormanı gördü. Aklına kaçma fikri geldi birden. Sonuç olarak kendisiyle gelmişti, İstanbul da değildi. Kelepçe de boynunda yoktu. Çorbasını içince tekrar tuvalete gitmek istedi. Serhat söylensede gitmesine izin verdi.
Gülay tuvalete girince dışarıdaki kapıyı da kilitledi. Tuvaletin içindeki camdan dışarı çıktı. Hızla ormana doğru koşmaya başladı. Korkuyordu ama Serhat’tan daha çok korkuyordu.
Serhat Gülay’ın bir türlü gelmemesine sinirlenip tuvalet kapısına gitti. Dışarı kapınında kilitli olmasına şüphelendi. Seslendi, kapıya vurdu ama içeriden ses gelmedi.
“Ulan Gülay düşündüğümü yapma sikerim.”
Kapıya tekme atıp açılmasını sağladı. İçeride kilitli olan tuvalet kapısınıda omzuyla vurup kırdı. Kapı açılınca camın açık içerinin boş olduğunu gördü ve sinirlendi.
Kendisi de hızla ormana koştu.
“Gülay.”
Bir süre ormanda kovalamaca devam etti. Gülay artık koşacak gücü kalmayınca bir ağacın arkasına saklandı.
Serhat hem konuşuyor hem onu arıyordu.
“Bana bak lan seni burada kurda kuşa yem ederim, nerdeysen çabuk çık ortaya.”
Ses gelmedikçe iyice delirdi.
“Sikerim lan belanı.”
Var gücüyle bağırdı.
Bir süre daha aradı
“Gülay.”
“Sıkılmaya başladım artık bulduğumda mahvedeceğim seni.”
Sonra bir yaprak hışırdaması geldi. Gülay Serhat’ın sesini yakınında duyunca daha çok saklandı ağacın arkasına. Ve bu da yaprakların hışırdamasına sebep oldu.
Serhat belinden silahı çıkardı. Kurşunu silahın ağzına getirdi. Bu sesi duyan Gülay eliyle ağzını kapattı. Orada yok olmak için dualar etti. Serhat ıslık çalarak yürümeye başladı.
“Şimdi ne olacak, hiç düşündün mü? Bu adam beni bulursa ne yapar diye aklına hiç mi getirmedin?”
Sözünü bitirince birden kafasını ağacın etrafına uzattı. Gülay yüzünü görünce büyük bir çığlık atıp ayağa kalktı ve koşmaya başladı.
Serhat gülerek:
“Gayretine fena halde düştüm, ama yolun sonu.”
Gülay koşarken arkasına baktığı için ayağı takıldı ve yere düştü. Yerde sürünerek ilerlerken:
“Yapma. Ne olur bırak gideyim.” Diye yalvarmaya başladı, Serhat yavaş ama tehlikeli adımlarla üzerine gelirken.
Serhat kolundan tuttuğu gibi ayağa kaldırdı. Tam karşısına geçip silahı başına dayadı:
“Seni burda yatırıp sikmekle kafana sıkmak arasında gidip geliyorum.”
Gülay birkaç adım uzaklaştı. Baktı ki gelmiyor yerinde duruyor, yeniden arkasını dönüp kaçmaya başladı. Serhat koluna kurşunun sıyırıp geçeceği şekilde nişan alıp ateş etti. Gülay acıyla inleyerek kolunu tuttu ve yere düştü.
Yanına gelip başında dikilerek:
“Sözümü dinlemediğin sürece sen zararlı çıkarsın.”
Gülay anladı ki bu adamda vicdanın ‘v’si yok. Bu adam gerçekten de kötünün kötüsü. İçindeki ona karşı olan nefreti de korkusuda daha fazla büyümeye başladı.