Bölüm 6

1115 Words
O anlarda ise Esra Kore dizisi izliyordu. Yeni bir diziye başlamıştı. Dizide adam bir aşçıydı ve çapkındı. Kendisine zarar vermek isteyen kişilerden kaçarken yaşadığı gökdelenin penceresinden düşüyor ve gözlerini açtığında kendisini bir kadın olarak üstelik ülkenin ileri gelenlerinden birinin evleneceği bir kadın olarak buluyordu. Dizi Joeson hanedanlığında geçiyordu. Esra ağlıyordu. Gülmekten. Öyle çok gülmüştü ki artık çişi gelmeye başlamıştı. Elini cips kasesinin içinde gezdirdi. Daireler çizdi, üçgenler ve dikdörtgenler çizdi ama bir tane bile cips kırıntısı bulamadı. Hüsranla kaseye döndü ve maalesef cips bitmişti. Üstelik evde başka cipste yoktu. Yazması gereken bir roman varken başladığı dizi maratonu an itibarıyla baltalanmıştı. Göbeğine baktı. Göbeği ona baktı. “Olmadı bu Tospik.” Göbeğine Tospik diye isim takmıştı. Bilgisayarı kapattı ve yatağında sırt üstü döndü. Sonra tekrar yüz üstü döndü. PC’yi yere bıraktı. ‘Offf arabam olsaydı gezmeye çıkardım.” Alparslanı düşündü. Nedendir bilinmez bu adam arada aklına geliyordu. Yüzünde beliren kibir gülüş asla gözünün önünden gitmiyordu ve bu görüntüye sinir oluyordu. Bir insanı bu kadar düşünmemeliydi. Bu zararlıydı. Üstelik düşündüğü bu adam çok yakışıklı, çok kibar, çok ilgili, çok zengindi, kitap okuyordu. Onu düşünmeyi kendisine de yasaklamıştı ama beyni şu sıralar mantığını devre dışı bırakmıştı. “Benim biraz rahatlamak lazım. Evet. Şu sıralar sevgiye açım ve ufacık bir ilgi kırıntısına ilgi duyuyorum. Kendimi şımartmalıyım.” Ayağa kalktı ve yatak odasında ki bütün mumları yaktı ve Titanik'i açtı ve kendine kırmızı şarap doldurdu. Evet! filmi izlerken duygusal açlığını biraz olsun törpüleyebilirdi. Adam çok yakışıklıydı. Açık kahve saçları tıpkı Alparslan'a benziyordu. Alparslan biraz daha koyu saçlı ve günümüz modasına uygun bir kesime sahipti o kadar. Gözleri maviydi ama Esra kehribar hayal edebilirdi. Bal renginin arasından sızan şehveti görmemek için kadın olmamak ya da kadınlara ilgi duymak lazımdı. Leonardo biraz çocuksuydu o yüzden bu kısım uyuşmuyordu ama Esra seve seve Alparslan'ı yerine koyardı. Hem ne olacaktı ki kendini de Kate'in yerine koymuştu. Şarabından bir yudum aldı. Çıplak resim sahnesine gelmişlerdi. Esra çıplak bedeniyle resim çizmek için hazır olan Alparslan'ın karşısına dikildi. Adamın heyecanla şişen göğsünü, gözlerine yerleşen çelik parıltıyı ve iştahla alt dudağını ısırışını seyretti. Utanmadı, gözlerini kaçırmadı. Beğeniyle süzdü. Bileklerinin inceliğini, kalçasının çıkıntısını ve belinin kavisini, diri memelerinin çiçek açmış uçlarını. Köprücük kemikleri bir yol gibi göğsüne akıyordu. Sonra tekrar gözleri aşağı indi ve kadınlığında durdu. Alparslan ahlaksız bir adamdı. Dokunmak istiyordu. Esra kanepeye uzandı ve adamın gelip kendisini doğru posizyona sokmasını bekledi. beklediği gecikmedi. Adam önce bacaklarının duruşunu düzeltti. Parmak uçları okşayarak kalçasına ilerledi ve yumuşak etini kavradı. Esra heyecandan ölecekti. Alt yanları beklentiyle titredi. Alp elinin tersiyle okşayarak uyluklarına ilerledi ve yan yatan kadının üst bacaklarını okşadı. Bu dokunuşlar bile öldürebilirdi. Nihayet güzel ellerinin kemikli sırtı mahrem yerlerinde gezinmeye başladı. Kadın iç çekti. Adam gülümsedi. Yüzüne o çok yakışan egoist ama seksi gülümsemesi yerleşmişti yine. İç çekti. Meme ucunu kavrayan parmaklarını hissetti. Bu Esra için gerilimin tırmanmaya başladığı andı. evet devamı vardı ve daha heyecanlıydı ama bugün bitmişti. Bir rüyadan uyanmış gibi kendine geldi. Alparslan'ı düşünerek kendini tatmin etmişti. Daha dün tanıştığı adamdan etkilenmişti. Hay ben senin Esra! Yarattığı dağınıklığa bakmak için doğruldu. Film nasıl olduysa kapanmıştı ve pc yere düşmek üzereydi. İçtiği şarap üzerine ve yatağına dökülmüş kırmızı bir leke olarak yayılmıştı. İç çekti. Bir sürü iş onu bekliyordu, öncesinde duş almalıydı. her şey bitince yatacaktı. Bütün gece düşünebileceği bir sürü şeyi olmuştu. Ertesi gün uyuyamamış, gergin bir ruh haliyle uyandı. Alparslan'ı her düşündüğünde kendini eşşek sudan gelene kadar dövmek istiyordu. Ama hayallerine yakışır bir adamdı. Esra'nın ne suçu vardı. Yazmak istemiyordu. Kanepeye uzandı ve gözlerini şöyle bir yumdu. Zilin çalmasıyla geri açtı. Kim gelmişti? Hop, diye kalktı ve koşa koşa kapıya gitti. Kolu indirdi ve kapıyı açtı. Hüsran. “Sen miydiniz?” “Pek mutlu olmadın.” Gelen Alparslandı ve şu an içinde fırtınalar kopuyordu. Esra ondan pek hoşlanmamıştı. Kulağında Hamiyet Yüceses’ten Ben küskünüm feleğe/ Düştüm bitmez çileye dizeleri çalıyordu. “Ay yok. Kusura bakma kargo bekliyordum da.” Bir de dün gece seni düşünüp kendimi ellediğim için yüzüne bakamıyorum da. “Arabanı getirmiştim.” Koskoca şirket sahibi adam neden Esra’nın arabasının peşine düşerdi ki? Ona neydi yani?! Düşünmemeye çalıştığı adam burnunun dibinde bitmişti ve bütün çabaları boşa gitmişti. Çaba? “Gir bari,” diyerek ve istemediğini gayet belli ederek içeri davet etti Esra. Bu adamla ne kadar az iletişim kurarsa o kadar az düşünürdü. Öte yandan Alparslan alınganlık yapacak durumda değildi. Eğer Esra’nın kendisinden hoşlanmasını istiyorsa yüzsüzleşebilirdi, tabi beyefendi çizgisinden çıkmadan. “Rahatsız etmek istemem, ben sadece arabanı getirmiştim. Anahtarı verip gideyim.” Esra utandı. “Olur mu hiç? Ne rahatsızlığı. Ama sen koskoca ulaşım araçları şirketi sahibi adamsın, meşgul etmek istemem. Bana bir gün randevu ver sana bir kahve falan ısmarlayayım.” Durum Alparslan’ın istediğinden daha iyi bir hal alıyordu. “Ya da yemek. Evet o daha iyi fikir. O kadar zahmet verdim bir kahve olmaz karşılığı.” “Harika. Bir karşılık falan beklediğimden falan değil tabi de,” kesinlikle beklemişti. “ama kendini nasıl iyi hissedeceksen.” “Telefonlaşırız” diyerek sıvıştı. Esra yemeğe davet etmezse kendini kötü hissedecekmiş gibi bir durum bıraktı ortada. İşi garibi, Esra başta bunu kabullenmese de sonrasında acı bir şekilde bunun aslında böyle olduğunu kendine itiraf etti. Alparslan istediğinde fazlasıyla manipüle edebilen bir insandı. Bütün gece Alparslan’ı düşündüğü için kendi kendine sinir oldu. Aklı gitmişti. Akşam yemeği için buluştuklarında aradan iki gün geçmişti. Esra artık battı balık yan gider modundaydı. Alparslan ise iki günde bütün kitapların özetlerini okumuş, işten arta kalan fırsatlarda serinin filmini izlemiş ve Games of Love’u okumuştu. Allah’tan yoğun çalışan birisi değildi. Yol boyunca da Games of Gamer’ı dinlemişti. Tabi kadının sosyal medya hesaplarını stalklamayı da ihmal etmemişti. Verdiği linkler sayesinde kullandığı pede kadar biliyordu artık. Muhabbet konusu açacak ne çok şeyi vardı. “Teşekkürler,” dedi Esra arabaya binmek için kapısını açan Alparslan’a. Üzerine nar çiçeği bir elbise giymişti. Dizlerinin altında biten elbisesinin sırtındaki damla şeklindeki dekoltesi hariç hiç dekoltesi yoktu. Kolları dirseklerinin üzerinde düğmeyle iliklenmiş balon koldu ve yakası da boynuna kadar kapalıydı. Saçlarını, kendi kıvırcığında güzel şekillensin diye iki saat uğraşarak yapmıştı ve yüzünde de nar çiçeğine uygun hafif bir makyaj vardı. Onu bu kadar özenmeye iten neydi bilmiyordu. Resmen ilk buluşma hazırlığı yapmıştı ve baya da güzel olmuştu he! Sonra da bozmaya kıyamamıştı işte. Alparslan ise şık bir gömlek, kot pantolon ve pahalıyım diye ışıldayan ayakkabılar giymişti. Kıyafetleri taşıyordu ve Esra onun bu güzelliğine gıcık olmaya başlamıştı. Ellerine kayan gözlerini oymak istedi. Dün gece meme uçlarını sıkan, parmaklarıyla kadınlığını keşfeden zarif ellerdi. İç çekti, kendine daha fazla lanet okuyacak mecali kalmamıştı. Yol boyunca pek konuşmadılar. Ne Esra muhabbet açmaya yanaştı ne de Alparslan muhabbet açabildi. Sanki konuşmaya başlarsa her şeyi mahvedecek gibi hissediyordu. İki gündür öğrendiği her şeyi liste liste sayacak bir toyluk vardı üzerinde. İlk kez birinden hoşlanmıyordu ya da ilk kez biriyle randevulaşmıyordu. Peki bu heyecanın açıklaması neydi?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD