Bölüm 4

1118 Words
Beş dakika içinde ambulans gelmişti. Adamlar sedyeyle gelirken kız uyandı. Yeşil bakışları kendi amberleriyle buluştu. Griydi ama? Gülüşü kulaklarında yankılanmaya başladı. Bir ömür güldürmek için çabalayacağını düşündüğü kadın şimdi karşısında zombi gibi oturuyordu. Ambulansa binmek istemedi ama Alparslan zorladı. Arabayı gelip alması için Feramuz’u aradı. Kendisi de ambulansın peşine düştü. Aradığı fırsat ayağına gelmişti doğrusu. Ve Alparslan fırsatçı bir pislikti. Esra’nın tetkikleri yapılmış, vitamin takviyesi vermek için serum bağlanmıştı. Doktor bir şeyler yemesini ve uyumasını tavsiye etmişti. Herhangi bir hasar söz konusu değildi. Serumların bitmesi gece yarısını geçecekti bu sebeple hastaneye yatışı sağlanmıştı. Nihayet genç kadını görmek için odasına giren adam uyuduğunu görünce ses etmedi. Telefonunu çıkarttı ve fotoğrafını çekti. Kim bilir kaç tane yasayı ihlal ettiğini umuarsmadı. Kapıya beklemesi için bir görevli dikti ve doktorunu da kendisini haberdar etmesi için ikna etti. Evine gitmek istiyordu. Dedesine gidecekti. Yaşlı adam reddedilmeyi pek sevmezdi. Zaten kaza seslerini duymuş meraktan çatlamıştı. Gidip iyi olduğunu göstermesi birkaç saat oturması ve evine dönmesi gerekiyordu. Boğaza nazır yalının kapıları genç adam için açıldı. Dedesi holde torununu bekliyordu. Babaannesi koşarak sarılırken dedesi de iyice bir süzdü. Montunu bekleyen hizmetçiye verince takımıyla kaldı. İşe gitmeyi bu yüzden sevmiyordu. “Gel kurt torunum.” Dedesiyle sarıldılar ve salona geçtiler. Yemek odasında masanın hazırlandığını görebiliyordu. “Sesleri duyunca aklımız çıktı. İyisin değil mi?” “Ben çarpmadım dedem. Benim arabaya çarptılar arkadan.” “Kesin Torosların işi,” Toroslar şu sıra Kürşat dedenin en sevmediği aileydi. Bir ihalede karşı karşıya gelmişler ve Kürşat dedenin almak istediği araziyi almışlardı. Arazi onlara kar getirmeyecekti ama Koçer’lere de yar olmamıştı. Kürşat dedeyi en çok kızdıran da zararına araziyi elinden almış olmalarıydı. Garezine yapılmıştı. “Hayır dedem. Kendi halinde yazar bir kadıncağız. Benimle hiçbir bağlantısı, alakası, ilintisi ya da kasti bir amacı yok. Kusurlu olan da o ama kadın hastanede.” “Her şeyini de öğrenmişsin bakıyorum. Aferin evlat. Etrafında olup biten her şeyin farkında ol ki seni kimse yerinden edemesin.” Sırıttı. Alparslan bütün bunları kadına göz koyduğu için öğrendiğini itiraf etmeyecekti. “Biz o heyecanla babanları aradık,” diyen babaannesine döndü. “Akşam buraya geleceğini söyledik. Çoktan gelmek üzerelerdir.” “Ne gerek vardı şimdi böyle bir şeye. Ne güzel keyifli bir akşam geçirecektik.” “Alparslan. Bitir artık babanla küslüğünü.” “Ben küs değilim. Sadece biraz limoniyiz.” Yaklaşık on senedir biraz limonilerdi. “Tamam işte bu vesileyle aranızda ki buzlar erir.” Cevap vermedi. Kuzeni Beyazıt girdi salona, geldi ve hoplayarak yanına oturdu. “N’aber Alparslan abi?” “İyi geri zekâlı senden n’aber?” “Alparslaaan!” dedesinin tatlı tatlı uyaran sesine sırıtarak karşılık verdi. “Normal işte. Dedemler korktu senin için. İyisin değil mi?” “İyiyim tabi. Acı patlıcanı kırağı vurmaz bilmiyor musun?” “Ne alaka?” Alparslan boş ver dercesine elini salladı. “Hadi ben açım. Yorgunum da zaten bütün gece uyumadım. Yarış vardı gece yüz seksen tur sola döndüm tutulmuşum. Gidip yatıcam.” “Burada yatarsın. Gece gece gitme,” diye hevesle atıldı babaannesi. Torunlarının evlerinde kalması onu bir hayli mutlu ediyordu. Oğlu Sencer senelerdir yurt dışındaydı bu yüzden seyrek görüşüyorlardı. Ama onun yerine oğlu Beyazıt’a sarılıyorlardı. “Bakarız,” diyen adam sofra kurulurken telefonunu çıkarttı ve oyun oynamaya başladı. Dedesi haberleri açmış siyasi gündemi dinlerken sinirden küfürler ediyor, babaannesi onu sakinleştirmeye çalışıyor, dedesiyle zıt görüşlere sahip Beyazıt onu delirtiyordu. Turu bitireceği sıra koşarak girdi babası. Başını kaldırdı ve göz göze geldiler. Şöyle bir süzdü ve “ha,” dedi. Bir şeyi olmadığını anlayınca söylenmeye başladı. “Oturmuş yine oyunun başına. Biz meraktan ölelim paşam oyun oynasın.” “Köksal tamam,” diyen annesi Seferiye hızla oğlunun yanına geldi. Tek oğullarıydı Alparslan. Küçük oğulları öldükten sonra tek kalmıştı, dört çocuklarının en büyüğü. “Nasılsın oğlum? Kaza yaptığını duyunca çok korktuk. Bir şey de söylemedi dedenler. Aklımız çıktı.” “Bana çarptılar. Korkacak bir şey yok. Çizilmedi bile araba.” “Tank deviren o araba çizilmez tabi,” diye heyecanla atıldı Beyazıt. En büyük hayali bir gün Alparslan abisinin yanında çalışmak araba üretmekti. Alparslan sırıtarak saçlarını karıştırdı. Arabaları aşkıydı. “Tıh! Tankmış yuvarlan şarampolden de gör tankı tüfeği.” “Köksal. Bitirin artık bu husumeti. Dost var düşman var yakışmıyor aile içi anlaşmazlık.” “Tıh! Bayramda bile gelip elimi öpmüyor torunun neyiyle barışayım ben onun?” Esefle kınayarak bitirdi cevabını babası. “En son geldiğimde evden kovulmuştum. Üstüne bir de bayram namazına niye benle gitmedin diye küfür yemiştim. Hayır insan birinin namaza gitmesini isterken nasıl küfür eder hayret ediyorum.” “Senin gibi bir evladı olursa insanın küfür düşmez dilinden. Kardeşine yan bakıyorlar oturup izliyorsun, kalkıp bir ağzını burnunu kırmıyorsun.” “Ben şiddete karşıyım,” babasının tüm öfkesine karşın Alparslan fazlasıyla sakindi. “Üstelik Tomris kendisini koruyabilecek kapasitede bir kadın.” “Çok şükür.” Öyle içten söylemişti ki babası... “sana kalsaymış pezevenklik edermişsin sen.” “Ne diye satayım kardeşimi ben ya? Allah’a şükür paraya ihtiyacım yok.” Sırıttı. Bu lafın ardından babası küfür etmeye başladı. Alparslan pür dikkat dedesini izliyor, göz göze geldikleri her an bak gördün mü dercesine gözleriyle babasını gösteriyordu. “Köksal yeter! Gidip durma çocuğun üzerine. Karşımda etmediğin saygısızlık kalmadı.” “Bana şunu savunma baba. Senin yüzünden bu halde bu çocuk. Sen yüz verdiğin için benim tepeme çıktı.” “Armut dibine düşermiş. Ben, sen babana nasıl davranıyorsan sana öyle davranıyorum.” Gece babasıyla yaptıkları tartışmalarla noktalandı. Alparslan kendisini evine zor attı. Yatağa yığılıp kaldığında gece on ikiyi geçmişti. Sabah gözlerini susmak bilmeden çalan telefonla açtı. Gazanfer arıyordu. “Abi gelmen lazım.” “Ne oluyor Gazanfer sabahın köründe.” “Alparslan bey hastaneye getirdiğimiz bu hanım ortalığı birbirine kattı. Tutturdu arabamı istiyorum diye. Gelmen lazım acil.” “Uyandı demek. Tamam Gazanfer oyalayın siz.” Telefonu kapattıktan sonra bir süre mutlulukla tavanı izledi. Acaba yine güler miydi? Kıkırdasa bile yeterdi doğrusu. Kendisini gülme bağımlısı gibi hissediyordu. Ya da gülme fetişi. Üstelik sadece bir kere almıştı ama yüksek dozda alınca çabuk bağımlı olmuştu anlaşılan. Dişlerini fırçaladı, saçlarını yaptı, kremlendi, en sevdiği parfümü sıktı. Kot pantolon ve güzel bir sweet giydi. En sevdiği saatini taktı ve gözlerine en yakışan beresini aldı. Montunu botlarını da giyince hazırdı. Yolda giderken yemesi için bir sürü yiyecek ve bolca da kahve aldı. Kahveyi seviyordu. Ne tarz kitaplar sevdiği hakkında muhabbet ederlerdi belki. Sesli kitap dinlemeyi seviyor muydu acaba? Alparslan sesli kitap dinlemeye bayılırdı. Oyun sever miydi acaba? Oyun odasına bir sandalye daha alması lazımdı. Yol boyunca düşündü. Müzik zevki de önemliydi. Acaba televizyon dizisi mi izliyordu internet dizisi mi? Hangi kanallara üyeliği vardı? En önemlisi de arabalardan anlıyor muydu acaba? Kendisi gibi araba delisi çıksa ya... Hastaneye geldiğinde iki saate yakın geçmişti. Öğlen olmuştu galiba. Sıcak kahvelerle odanın önüne çıktığında içeriden ses gelmediğini fark etti. Acaba gitmiş miydi? Yok canım. Hem çıkış yapsa bile arabası Alparslan’daydı. Gidebilemezdi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD