SAVCININ HAYATINA ADIM ADIM

3661 Words
Kandırmanın ve oyun oynamanın kötülüğü, insanın iç dünyasına kara bir leke gibi yayılır. İlk başta hafif ve masum gibi görünebilir ama zamanla bu leke büyür, ruhu zehirler. Başkalarının duygularıyla oynamak, içimdeki vicdanımın derinliklerine bir darbe indirirdi. Onların güvenini sarsar, kalplerini kırar ve umutsuzluğa sürüklerdi. Bu oyunun galibi olabilirdim belki ama bu zaferin bedeli, geçici kazançlarla ölçülemezdi. Kırık bir kalp bırakırdım geride. İnsanları rahatlıkla kandıran ablamla arkadaşının hiç mi vicdanları sızlamıyordu? Bedenlerini kullanarak insanların hem duygularıyla hem de maddi güçleriyle oynuyorlardı. Onlar gibi olmamı isteyen ablama uymadığım için vicdanım, ruhum huzurluydu. Eğer dediklerini yapsaydım şu an eminim vicdan azabından kıvranıyor olurdum. Kendi değerlerimi hiçe sayıp, çok istediğim avukatlığı yapamazdım. Beni ölümden kurtaran adam, uyandığımdan beri bir kere bile huzursuz olacağım bir harekette bulunmamıştı. Öğlen olmuştu, o köpeğiyle dışarıya çıkmış, eski ahşap evin içinde tek başımaydım. Eşyalar oldukça eski görünüme sahip olsa da temiz ve ferahtı. Sıkıntıyla iç çektim. Bacaklarımı aşağı sarkıtıp ayağa kalkmaya çalıştığımda canım fazlasıyla acıdı. Ah abla, bana yaptıkların, yaşattıkların için üzülüyor musun? Ayaklarımın üzerine zorlukla basarak ilerledim. Parmak uçlarım acıyordu, ahşap zemine her bastığımda etime iğne batırıyorlarmış gibi hissediyordum. Üç kapı vardı ve üçünün de kapısı kapalıydı. Kapılardan birini açtım. Yatak odasıydı. Kapıyı hızla kapatıp diğer kapıyı açtım. Burası da mutfaktı. Sanırım diğer tarafta tuvaletti. Kapıyı açtım ve tahmin ettiğim gibi tuvaletti. Kapıların kiremit rengi boyası dökülmüş, duvarları sararmıştı. Tuvaletin içindeki klozet eski, porseleni çatlaklarla doluydu. Yılların getirdiği kullanım izleri lavabonun yüzeyini matlaştırmıştı. Eski bir ayna da duvara asılıydı, üzeri tozla kaplıydı ve yarı mat görünüyordu. Tuvaletin içindeki hava nemli ve soğuktu. Buraya girmekten çekiniyordum, sanki zamanın etkisiyle bozulmuş bu tuvalet bana tuhaf bir his veriyordu. Adımımı dikkatlice atarken, titreyen ellerimle musluğu açtım. Su, paslı boruların içinden akmaya başladı, ilk başta sarımtırak bir renkteydi, ancak zamanla berraklaştı. Sanırım burası uzun zamandır kullanılmıyordu. Tuvaletim fazla olmasına rağmen klozete oturacak cesaretim yoktu. Yılan veya fare çıkabilirdi. Korkuyla topuklarımın üstüne basarak çıktım dışarı. Canımın acısını görmezden gelip bedenimi koltuğun üstüne attığımda bacaklarımı uzatıp gözlerimi kapadım. Düşünme Elisa, birazdan geçecek. Yarına kadar tutabilir miydim? Koltuğun üzerinde otururken dış kapı açıldı. Gözlerimi kapıya çevirdim. İçeriye giren kocaman köpek sobanın yanına gidip kıvrıldı. Tedirginlikle onu izleyen gözlerim asker yeşili montunu çıkaran adama kaydı. Montunu kapının arkasına asıp botlarını çıkardı. Arkasını döndüğünde gözleri kısa bir an bana kaydı. Yutkundum. Örtüyü sıkarken sert adımlarla tekli koltuğa oturup bacaklarını uzattı. “Nasıl oldun?” “Biraz daha iyiyim.” Onunla konuşmaya çekiniyordum. Dün gece eğer yapabilseydim arkadaşlarından birini kandıracaktım. Çok utanıyordum. Ve o an hep aklıma geldiğinde geriliyordum. Köşede duran siyah sehpayı ayağıyla önüne çekip belinden silahını çıkardı. Örtüyü sıkarken, “Temizleyeceğim, korkma,” dedi. Çok mu belli ediyordum korktuğumu? “Hedefin ne?” “Efendim?” “Mezun olunca ne yapacaksın?” “Avukat olmak istiyorum.” “Bu sene son mu?” Soru sordukça daha fazla geriliyordum. “Bir senem kaldı.” “Sınıf tekrarı mı yaptın?” Gözlerini yaptığı işten kaldırıp gözlerime baktı. “Dün gece seni bulduğumda mecbur çantana bakmak durumunda kaldım. Telefonun kapalıydı, hoş açık olsa çekmezdi. Kimliğinde yaşın yirmi dört gösteriyor. Normalde şimdiye kadar mezun olman gerekiyordu.” Bakışlarımı kaçırdım. “Şartlardan dolayı geç başladım.” Derin bir iç çekti. “Maalesef şartlar herkese adil olmuyor.” Maalesef öyleydi. Bazıları rahat bir şekilde okurken bazıları ise okumak için çabalaması gerekiyordu. Hayatım boyunca hep çabalamıştım. Ve ömrümün sonuna kadar da çabalayacaktım. Arkadaşlarım gibi kolay bir hayatım yoktu, olmayacaktı da. Yattığı yerden kalkan köpek bana doğru geldiğinde derin bir nefes aldım. Korktuğunu belli etme Elisa. Korkunç görüntüsüne rağmen masum bakıyor. Patisini üzerime koymak için gözlerini gözlerimden çekmeyen Duman'a tebessüm ettiğimde gergin duran kulakları rahatladı. Ben patisini kucağıma koyar sanıyorken bacaklarımın üzerine çıktı. Kollarımı iki yana açarak belimi geriye aldım. Tedirginlikle, silahını temizleyen adama dönünce başını kaldırıp yüzüme baktı. Ne zaman ona baksam bakışlarımı anında yakalıyordu. “İnsanlar hayvanlardan daha tehlikeliler. Eğer insanlardan korkmuyorsan hayvanlardan hiç korkma. İnsan nankör olur, besleyip büyüttüğün hayvan ise nankör olmaz.” Bacaklarımın üzerinde yatan Duman’a kaydı kısa bir an gözlerim. “Cinsi gereği tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden de korkuyorum. Yoksa ben hayvanları seviyorum.” “Kişiye göre tehlikelidir. Eğer birine zarar vermiyorsa ondan kötü elektrik almamıştır.” Başına dokunmak için tedirginlikle elimi uzattığımda başını kaldırdı hızla. "Hey, beni korkutmamalısın." “Seni daha önce görmüş müydüm?” Elim havada kaldı. Gözlerim gözlerini bulurken sol gözünü kırptı. “Siman yabancı gelmiyor.” Beni nereden tanıyabilirdi ki? “Daha önce sizi gördüğümü hatırlamıyorum.” “Dün akşam kısa bir an partiye uğradım, orada karşılaşmış olabilir miyiz?” Çok kısa bir an onu incelemiştim ama o beni görmemişti. “Sanmıyorum, sizi hatırlamıyorum.” Anladım der gibi işine devam etti. Ablamın dediğini yapsaydım o zaman ne yapacaktım ben? Kucağıma iyice yerleşen Duman unuttuğum tuvaletimi tekrar hatırlattığında yüzümü buruşturdum. Bakışlarımı tuvaletin kapısına çevirdim. “Orası lavabo, yürüyemezsen kapıya kadar götürebilirim seni.” Kaşlarım yükselirken, “Gözlerimden içimi mi okuyorsunuz?” dedim. Silahını beline yerleştirdi. “İnsanların beden dilini anlayabiliyorum.” “Desenize biri sizin yanınızda rahat rahat oturamaz. Bir şey düşünse hemen söylüyorsunuz.” “Her zaman söylemem. Yardım edeyim mi?” Yanağımın içini ısırdım. “Korkuyorum.” İki kaşı yükselirken, “Neden?” dedi. Dirseklerini dizlerinin üzerine koyup, bedenine küçük gelen koltukta öne doğru kaydı. “Siz dışarıdayken gittim ama korktum. Yılan ya da fare çıkabilir.” Parmaklarını hafif sakallı çenesinde dolaştırdı. “Ayı da çıkabilir.” “Siz içerideyken daha önce çıktı galiba?” Korktuğumu bildiği için üzerime geliyordu. “Göründüğün gibi masum değilsin sen, dilin sivri.” Alakası yoktu. Karşımdaki insan eğer benimle dalga geçer veya uğraşırsa karşılığını verirdim. “Hadi kalk, yılan veya fare çıkmaz oradan. Yolların yarın açılacağı belli değil, böyle duramayacağına göre mecbur orayı kullanmak durumundasın.” Ofladım. Burada olduğum için neredeyse tepinecektim koltuğun üstünde. “İstersen Duman da gelsin seninle.” “Hayır!” “Sinirlisin de.” Gözlerimi Duman’ın üzerine dikip, “Köpeğinizi kucağımdan alabilir misiniz?” dedim. “Kalkacağım.” Rahatını bozmadan, “Duman, gel oğlum,” dedi. Ona seslendiğini anladığı an kucağımdan kalkıp yanına gitti. Bacaklarımı tekrardan indirdim aşağı. Duman’la birlikte beni izlerken tuvalete gitmek hiçte kolay görünmüyordu. Topuklarımın üzerine basarak ayaklarımın üzerinde doğruldum. Gözleri üzerimdeydi. Onun kıyafetleri vardı hâlâ üzerimde. Bana bunları nasıl giydirdiğini düşünmek istemiyordum. Üzerime oldukça büyük gelen kıyafetlerin kollarını ve paçalarını dün gece kıvırdığı için en azından bu konuda rahattım. Bakışlarını üzerimde hissederek tuvalete girdim. Allah’ım, çok korkuyorum. Tedirginlikle klozete yaklaştım. Of abla of… Gözlerimi sımsıkı yumup aceleyle işimi gördüğümde, derin derin nefes alıp verdim. Sonunda rahatladığımda temizlenip hızla ayağa kalktım. Umarım yarın evime dönerdim. “Hayırdır?” “Lan oğlum, sen varsın diye o boktan partiye geldim, amına koyayım bütün gece ergenler beynimi sikti. Madem ortadan kaybolacaktın bana niye söylemedin?” İçeride biri vardı. Ellerimi yıkayıp tedirginlikle kapıya yaklaştım. “Bağırma lan! Gelmem bile hataydı oraya. Kar bastırmadan çıktım.” “İyi bok yedin.” Arkadaşlarından biri vardı içeride. Sesleri kısıldığında onları daha fazla duyamadım. Burada uzun bir süre kalamayacağım için kapıyı açıp dışarıya çıktım. Dev gibi olan adamla göz göze geldik. Bu Sat komandosuydu. Yanlış hatırlamıyorsam adı Volkan’dı. Yanağımın içini ısırdım. “Ayakta kalkma, otur.” “Yanlış bir zamanda mı geldim?” Bakışlarımı ürkütücü yüzünden çekip koltuğa ilerledim. “Elisa’yı dün ormanda buldum. Neredeyse ölmek üzereydi.” “Gecenin bir vakti ormanda ne işi varmış?” Gözlerini üzerimden bir saniye çekmiyordu. Korkuyordum ondan. Bacaklarım titreyerek koltuğa oturdum. “Sorgulama Volkan. Oturacaksan otur, gideceksen git.” Keşke gitse diye düşünsem de gitmeyip tekli koltuğa oturdu. “Yemek var mı?” “Kıza göre var.” “Senin evinde ne zaman yemek oldu ki burada olsun!” “Ben ağzımı bozarım da ayıp olmasın diye dilimi ısırıyorum, Volkan. Ha çok damarıma basarsan kapatırım kızın kulaklarını s... anla sen.” Sakin sakin konuşmak varken neden birbirleriyle her an kavga edecek gibi konuşuyorlardı. İkisi de sert, acımasız, öfkeli ve oldukça sinirli adamlardı. Böyle adamlara bulaşmak delilikti. İkisinin de aklı zehir gibiydi. Öyle bir gece yaşadıktan sonra ikisi de asla inanmazdı. Ablam kimi kandırmıştı da o kadar parayı almıştı? “Kimin kimsen yok mu senin?” Gür sesiyle düşüncelerimden arındım. Batuhan nereye gitmişti? Beni bu adamla neden tek bırakmıştı? Duman da gelmiyordu yanıma. “Sana sordum, gecenin bir vakti ormanda ne işin vardı? Anan nerede, baban nerede?” “Öldüler.” Pijamayı sımsıkı sıktım. “Allah rahmet eylesin. Peki başka kimsen yok mu?” “Ablam var.” “Ablan nerede?” “En son partide bıraktım onu.” “Dün gece niye tek başına çıktın evden?” “Eve gitmek için.” “Evin nerede?” “İstanbul’da.” “Bolu’dasın biliyorsun değil mi? Seni karın ortasında bulduğuna göre araban olmadan çıktın evden. Bolu’dan İstanbul’a kadar yürüyerek mi gidecektin? Şu mutfakta ki adam sorunları sakin sakin çözer ben ise öfkelenerek. Ne işler çeviriyorsun söyle!” Korkuyla başımı iki yana salladım. “Ben hiçbir şey çevirmiyorum. Orada sıkıldığım için bir an önce evden dışarıya çıkmak istedim. Batuhan Bey nereye gitti?” “Volkan!” Mutfaktan gür sesini duyunca irkildim. “Su içeceğim ben.” “Bana da getir.” Hasta mı ne? Panikle ayağa kalkıp mutfağa girdim. “O,” dedim korkuyla. “O biraz rahatsız.” “Kim?” Kimden bahsettiğimi bildiği halde soruyordu. “İçerideki adam. Bağırıyor hep.” “Mesleğinden dolayı böyle.” “Yanında durabilir miyim?” “Su nerede kaldı?!” “Ben ondan korkuyorum.” Burnundan nefesini bırakıp, “Dur burada,” dedi. “Tost yanmasın, bak.” Tezgâhın üzerinde duran sürahi kaptığı gibi içeriye girdi. Kapıyı büyük bir gürültüyle kapadı. Neredeyse menteşeler sökülecekti. “Senin ecdadının ellerinden öpeyim Batuhan!” “İçtin suyunu, siktir git şimdi.” Korkudan bedenim titrerken ellerimi göğsümün üstünde birleştirdim. Bana bir şey yapmazlardı değil mi? Allah’ım ne olur evimde olayım. Yemin ederim bir daha birilerini kandırmaya dahi cüret etmeyeceğim. Mutfağın kapısı açıldığında geriye geriye gittim. Sinirli ve asık suratlı Batuhan üzerime gelip, “Aferin,” dedi. “B- ben bir şey yapmadım.” “Yanık yanık yersin artık tostunu.” “Tost?” Gözlerim tost makinesine kaydı. Ekmeler yanmıştı. “Kokusunu da mı almadın kızım?” İnsanda akıl mı bırakıyorlardı? Korkudan hiçbir şeyin farkında değildim. Yanmış tostu elime uzattı. “Başka yemek yok.” “Ben acıkmadım zaten.” "Yalancılara tahammülüm yok.” Elinden tostu aldım. “Yalancı değilim, sadece gerginim. Sen ve arkadaşın sürekli bağırarak konuşuyorsunuz. Senin yüzün bazen sakin olsa da o sanki beni dövecek gibi bakıyor. Ayaklarımda yara olmasa pencereden kaçmayı düşünüyordum az önce.” “Görmek istediğin gibi görüyorsun.” Arkasını dönüp mutfaktan çıkınca yanık tostla bakıştım. Bariz bir şekilde sinirli ve korkunçlardı. Ben onlar nasılsa net bir şekilde görüyordum. *** Bütün gece huzursuz uykunun ardından sonunda sabah olmuştu. Kar küreme makinaları yaklaşık iki saattir çalışıyordu. Yollar açılmıştı ve bugün evime döneceğim için şanslıydım. Batuhan siyah çantasını alıp üzerine montunu giydiğinde ayağa kalktım. “Duman, hadi oğlum.” Duman koşarak dışarıya çıktığında montumun önünü kapadım. Elbisemi giyemeyeceğim için üzerimde hâlâ onun kıyafetleri vardı. Topuklu ayakkabılarla da yürümem zor olduğu için yine onun yedek botlarını giymiştim. Evden çıkmak için hazırdım. Ayağıma oldukça büyük gelen ayakkabılarla zorlukla adım atıp dışarıya çıktım. Duman ön koltuğa oturmuştu. Gülümsedim. Arka koltuğa oturacakken, “Duman arka koltuğa geç,” dedi. Ne dese anında yapan Duman arka koltuğa geçtiğinde mecbur ön tarafa oturdum. Kapıları kilitleyip yerine bindi. “Ablanın partide de olduğunu söylemiştin, onu da alalım mı?” “Hayır!” Bağırmamla yüz ifadesi tekrar sorgulamaya geçti. “Lütfen direkt İstanbul’a gidelim. Ben o gün ablamla tartıştım, karşılaşmak istemiyorum.” “Öyle olsun.” Bir daha da tek kelime etmedim, etmedi. İstanbul’a geldiğimizde rahat bir nefes aldım. “Evinin adresini ver.” Oturduğum yerde kıpırdayıp, “Hiç gerek yok,” dedim. “Beni otobüs durağında indirin ben giderim.” “Üzerindeki kıyafetlerle nasıl otobüse binmeyi düşünüyorsun?” “Sorun değil. Bana adresinizi verin kıyafetlerinizi yıkar size kargoyla yollarım.” “Atabilirsin.” “Siz bilirsiniz. Beni durakta bırakırsanız sevinirim.” “Adresini ver.” Allah Allah, bu adam ne kadar inatçı biriydi böyle. Otobüs durağını geçince adresimi söyledim. Sonunda tek katlı gece konduların olduğu mahalleme geldiğimizde çok ama çok rahatladım. Arabayı kireçleri dökülmüş eski evimin önünde durdurdu. “Yardımlarınız için teşekkür ederim.” Başını eğip kaldırdı. Duman’ın başını okşadıktan sonra kapıyı açıp arabadan indim. Arkama bakmadan çantamdan anahtarı çıkardığımda, kilidi yerine sokup içeriye girdim. Sonunda evimdeydim. Botları çıkarıp salona doğru giderken ablamın odasından gelen garip sesle başımı onun odasına çevirdim. “Abla?” Odanın önüne gidip kapının kolunu tuttum. “Müsait misin? Geliyorum.” Acı acı inleme sesini daha çok duyunca kapının kolunu indirip içeriye girdim. Yatağında iki büklüm yatan ablama doğru koşup, “Abla!” diyerek bağırdım. Yüzü kan içindeydi. “Abla ne oldu sana?” Morarmış sağ gözünü açıp, “Elisa,” dedi acıyla. “Ne oldu sana?” “Neredeydin sen? İki gündür aramadığım yer kalmadı, nereye gittin?” Gözlerim bedeninin ve kollarının üzerinde dolaştı. Her yeri mordu. “Abla ne oldu?” Ellerini yatağa bastırarak zorlukla doğruldu. “Neredeydin diyorum! Peşinden hemen geldim bulamadım seni. Nereye kayboldun?” “Bayılmışım ormanın içinde, beni yaşlı bir amca bulup evine götürmüş. Sağ olsun karısıyla ilgilendiler benimle. Eğer beni bulamasalardı ölmüş olacaktım abla.” Eğer Batuhan’ın beni bulduğunu söyleseydim yattın mı onunla derdi. Bu yüzden bilmesine gerek yoktu. “Bir ton inciri berbat ettin. Şu halime bak, senin yüzünden dayak yedim.” Gözlerimden taşan yaşları sildim. “Neden benim yüzümden abla? Benim sana iyilikten başka bir şeyim dokunmadı ki.” “Öldürecekler beni dedim umurumda olmadı. Sadece bir kere yapacaktın, bak borcu ödeyemediğim için beni ne hale getirdiler. Bir ay müddet verdiler, ödeyemezsem öldürecekler.” “Polise şikâyet edelim.” “Polis umurlarında mı sanıyorsun? Sen adaletle çözmeye çalışıyorsun ama bilmediğin bir gerçek var, artık bu ülkede adalet yok. Herkes kendi cezasını kendi kesiyor.” "Adalet yok demekle iş bitmez abla. İki kişi satılmışsa, bir kişi dik durmalıdır. Ben ülkemin polisine, askerine, avukatına, savcısına güveniyorum. Bu güvendiğim insanlarla birlikte, adaleti yeniden inşa etmek için mücadele edeceğiz. Polise gidip her şeyi anlatacağım.” “Sakın!” diyerek bağırdı. “Sakın benim işime burnunu sokma. Kırk yılın başı bir iyilik istedim senden yerine getirmedin. Ben kendi işimi, kendim çözerim şimdi git bana bira al.” “Kötü gözüküyorsun, alkol alma.” “Sana ne!” diyerek bağırdığında yataktan kalktım. “Çabuk ol.” Hiçbir zaman düzelmeyecekti. Ve benim başıma bela olmaya devam edecekti. Keşke bir gücüm olsaydı da onu ameteme yatırsaydım. İstediği birayı almayacaktım. Hele ki bu haldeyken asla alkol almasına müsaade etmezdim. Banyoya girip üzerimdeki kıyafetleri tek tek çıkardım. Suyu açıp altına girdiğimde gözlerimi kapadım. Su vücudumun her yerine süzülerek beni sardı. Sıcaklığı, üşüdüğüm o soğuk gecenin hatıralarını yıkamama yardımcı oldu. Artık kendi yolumu çizmeliydim. Adalet ve dürüstlük benim için önemliydi. Ülkemin polisine, askerine, avukatına, savcısına güveniyordum ve bu güvenimle adaleti yeniden inşa etmek için elimden geleni yapmalıydım. Ablamı o kötü insanların eline bırakamazdım. Sen karışma dese de onları şikâyet edecektim. Biliyorum tehlikeli ama diğer türlü hiç önüne geçemezdik. On gün sonra: Hukuk fakültesinde geçen zamanlarım, hem zorlu hem de heyecan dolu anılara sahipti. Her gün hukukun karmaşıklığı ve adaletin önemi hakkında daha fazla şey öğreniyordum. Bu yolculukta yanımda olan en yakın arkadaşım Sevilay ise bu süreci daha da özel kılıyordu. İkimize de avukatlık mesleği büyülüyor ve bu alandaki başarılarımızı hayal ediyorduk. Sınıflarda geçen saatler, hocaların bilgi ve deneyimlerini bizlere aktardığı anlardı. Her ders, daha derinlemesine düşünmeme ve hukukun karmaşıklığını kavramama yardımcı oluyordu. Sevilay ile sık sık dersler üzerine tartışır, hukukun farklı yönlerini keşfetmeye çalışırdık. Hukuk fakültesindeki zorlu dönemlerinde, Sevilay'la birlikte sık sık ders çalışırdık. Bu akşam masamız hukuki konularla doluydu - açık kitaplar ve notlarla kaplı. Kahvemi yavaş yavaş yudumlarken, elimdeki konuyu daha iyi anlamaya çalışıyordum. "Sevilay," dedim, "Belirsiz bir sözleşmede hangi taraf daha fazla avantaj sağlar? Müşteriler mi, yoksa işletmeler mi?" Düşünerek yanıtladı, "Bu duruma ve tarafların pazarlık gücüne bağlıdır. İşletmeler daha katı koşullar dayatabilirken, müşteriler daha iyi anlaşma şartları talep edebilir. Hukuki açıdan, belirsizlikler tarafların daha fazla pazarlık yapma şansını artırabilir." “Yani, bir sözleşmenin belirsiz olması, tarafların daha fazla pazarlık yapma şansını artırabilir.” Gülümsedi, "Evet, doğru. Ama aynı zamanda bu taraflar arasında anlaşmazlıklara yol açabilir. Belirsizlikleri azaltmak için net ve açık bir dil kullanmak genellikle daha iyidir." Başımı salladım. “Sen bu konuları biliyorsun, tekrar tekrar sorduğuna göre hayatın karışık yine.” Kitabı kapatıp sıkıntıyla iç çektim. “Ablan değil mi?” Başımı salladım. “Derslerimin olmadığı zamanlarda biliyorsun ki part time çalışıyorum. Kazandığım iki kuruş parayı ona mı vereyim kendi ihtiyaçlarıma mı harcayayım bilmiyorum. Ona vermediğim de çocuk gibi sabaha kadar bağıra bağıra ağlıyor. Komşular yeter artık, sustur şu kızı dediklerinde mecbur veriyorum.” “Ablan başına bela senin.” “Deme öyle, ondan başka kimsem yok. Mecbur veriyorum.” “Elisa, hayatını mahvediyorsun farkında değil misin? Yüzün solgun, gözlerinin feri gitmiş. Yoruluyorsun ve bu onun umurunda olmuyor. Kaç yaşında kadın girsin bir işe çalışsın. Onun sana destek olması gerekiyorken senin ona olman çok saçma.” Bir şey diyemedim. Söylenecek çok söz vardı ama insanın dilinin ucunu yakıyordu. “Yarın konferans verecek olan savcı beş öğrenciye burs verecekmiş. Yarın kendini göster sorularınla, eğer gözüne girersen beş kişiden biri sen olabilirsin.” “Ben de o şans yok.” Ofladı. “Hemen ümitsizliğe kapılma. Sıkı çalış ve sorularını iyi hazırla.” “Hâlâ kimin geleceği belli değil miymiş?” “Hayır, adam kimliğini gizli tutuyormuş.” “Çok saçma.” “Bana göre de saçma ama yapacak bir şey yok. Nasıl olsa yarın göreceğiz. Hem adamı boş verelim biz. Sen sorularını hazırla, yarın ortalığı yıkalım.” “Saat geç oldu artık kalkalım.” “Olur.” Sevilay’la vedalaştıktan sonra mahalleye döndüm. Acele etmeden, soğuk havanın keyfini çıkararak evime yaklaştığımda evimin önünde serseri tipli adamları gördüm. Eski bir evin gölgesine çekilip saklandım. Kalbim hızla atmaya başladı, bunlar da kimdi? Evden çıkan ablam göbekli adama sarıldığında yumruklarımı sıktım. Serseri tipli adamlarla kahkaha atarak konuşuyordu. İnsanların içki şişeleriyle eğlendiği bir ortam gibi görünüyordu evimizin önü. Bu manzara beni sinirlendirdi ve aynı zamanda endişelendirdi. Neden bu tür tehlikeli adamlarla bu kadar samimi bir şekilde vakit geçiriyordu? Hayatımda ilk kez ona vurmak istiyordum. Adamlar evin önünden uzaklaşınca, hızla eve doğru koşmaya başladım. Adımlarımın sesi, içimdeki öfkeyi yansıtıyordu. Kapıya vardığımda, içeri girdim ve ablamı bulmak için evin içini aramaya başladım. Sonunda onu oturma odasında buldum. Yüzünde hâlâ kahkaha izleri vardı. "Neden o adamlarla takılıyordun? Kimdi onlar? Ne yapıyorlardı burada?" "Sakin ol Elisa, endişelenecek bir şey yok. Onlar sadece eski arkadaşlarım." Bu açıklaması beni yatıştırmadı, tam tersine daha da öfkelendirdi. "Eski arkadaşlar mı? Bu adamlar tehlikeli, kendi hayatını tehlikeye atıyorsun!" “Sana ne,” diyerek bağırdı. Parmağımı yüzüne uzatıp, “Bana ne mi?” dedim dişlerimi sıkarak. “Yemin ederim seni bırakır giderim. Bundan sonra tek başına yaşarsın.” Gözleri korkuyla açıldı. “Beni bırakıp gidemezsin.” “Öyle bir giderim ki neye uğradığını şaşırırsın. Bıktım senin serseri gibi yaşamandan. Sürekli alkol tüketiyorsun, kötü insanlarla görüşüyorsun. Borç yapıyorsun ödeyemeyince beni kötü yola sürüklüyorsun. Aklını başına al!” “Tamam güzelim, sakin ol.” “Bu seni son uyarım abla, eğer bir daha bu adamlarla takıldığını görür veya duyarsam gözünün yaşına bakmam.” Arkamı dönüp odama girdim. Çantamı yatağın üstüne fırlattığımda yaşadığım hayata bir kez daha isyan ettim. Biraz olsun sakinleşmeyi bekledim ama sakinleşemedim. Gece boyunca yatakta dönüp durdum. Ablama olan öfke ve hayal kırıklığı içimi kemiriyordu. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte hâlâ uykusuz bir şekilde uyanıp yataktan kalktım. Gözlerim şişmişti ve içimdeki öfke hâlâ taze ve keskin bir şekilde yanıyordu. Ablamın hayatımızı tehlikeye atacak kadar sorumsuz davranmasına tahammül edemiyordum. Onunla olan ilişkimizin içindeki çatlaklar, artık tamir edilemez gibi görünüyordu. Eşyalarımı alıp fakülteye gittim. Sevilay yüzümün halini fark edince başını iki yana sallayıp yanıma geldi. “Ne bu halin diye sormayacağım. Tahmin edebiliyorum.” “Her zamanki olaylar,” diyerek geçiştirdim. Ablamın yaptıklarını anlatmaya utanıyordum artık. “Savcı on bir de burada olacakmış. Salon şimdiden dolmaya başlamış, bir şeyler yediysen gidelim mi? Önlerden bir yer seçelim.” “Yolda atıştırdım,” diyerek yalan söyledim. “Gidelim.” Başını salladı. Birlikte konferans salonuna adım attığımızda hemen hemen dolduğunu gördüm. “Önlerde yer kalmamış.” “Ortalar dolmadan geçelim hadi.” Peşimden gelip orta kısma oturduk. Herkes bizim gibi gelecek olan kişiyi merak ediyordu. Kimi havalı biri ismini gizlemiş derken, kimi ise gizlemekte haklı, kimi de konferans olacağı zaman bazı öğrenciler gelen kişiyi sorularıyla mailde darlıyorlardı diyor. Herkes bir şey söylerken düşündüğüm ablamla nasıl baş edeceğimdi. “Eğer bursu alırsan ablana sakın bundan bahsetme.” Böyle bir hatayı bir kere yapmıştım bir daha yapmazdım. Hayırsever biri birkaç öğrenciye yıllık yardım yapıyordu. Para aldığımı duyan ablam ortalığı ayağa kaldırmış, bütün paramı elimden almıştı. “Sevgili gençler görüyorum ki bugün katılım fazlasıyla yoğun.” Telefonum çalmaya başladığında cebimden çıkarıp sesini kıstım. “Geliyor savcı.” “Ablam ısrarla arıyor.” “Şu kız sinirlerimi bozuyor.” “Bugün bizlerle olacak değerli konuğumuz, genç savcımız Batuhan Aslan.” Telefona cevap verecekken gözlerim sahneye kaydı. “Hoş geldiniz Batuhan Bey.” “Hoş buldum.” Konferans verecek kişi beni kurtaran kişi miydi? “Sayın katılımcılar, öncelikle kendimi sizlere tanıtarak başlamak isterim. Adım Batuhan Aslan, otuz dört yaşındayım. Hukuk eğitimimi hem Türkiye hem de İngiltere’de tamamladım. Hukuk alanındaki kariyerime ülkemde başlamış bulunmaktayım. İlerleyen yıllarda edindiğim deneyimlerle birlikte, hukukun farklı alanlarında çalışma fırsatım oldu. Şu anki konferansta sizlere kazandığım tecrübeleri ve uzmanlık alanlarımı aktarmak için buradayım.” Ellerin neden titriyor? Sevilay’ın sesiyle yüzümdeki şok olmuş ifadeyi sildim. On gün önce beni ölmekten kurtaran adam kürsüde dururken, etrafına kararlılık ve güven saçıyordu. Gözleri özgüvenle parlıyordu. Siyah takım elbisesi adeta ona özgü bir zarafetle vücudunu sarmıştı. Kumral saçları düzgünce taranmış, her bir teli ince ayrıntısına kadar düşünülmüş gibiydi. Atletik vücudu takım elbisesinin altından gizlendiği halde, her hareketinde belirginleşen kas hatları, fiziksel gücünü gözler önüne seriyordu. Sert bakışları salonda kendisine odaklanmış her gözü tararken benim olduğum kısma gelince yutkundum. Göze göze geldiğimizde üst dudağı hafifçe kıvrıldı, sanki aradığını bulmuş gibiydi. Karşılaşmaktan kaçınmak istediğim kişiyle tekrar karşılaşmanın ironik bir şaka gibi olduğunu düşündüm. “Ben gidiyorum Sevilay.” “Nereye?” “Bunaldım çıkacağım.” “Daha yeni başladı.” Burada duramazdım. Oturduğum yerden kalkıp ilerlerken, “Hanım efendi?” diyen sesiyle adımlarım durdu. Bana mı seslenmişti o? “Nereye gidiyorsunuz avukat hanım, henüz yeni başlamıştık.” Başımı yavaşça kürsüye çevirdim. Gözlerini üzerime sabitlemiş, kirpiklerini kırpmadan bana bakıyordu. Üstelik sadece o değil salondaki herkes bana bakıyordu. Ne yapacağım şimdi?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD