Farklı bir yerde uyanmanın huzursuzluğu ile yatağın içinde dönüp durdum. Odanın loş ışığı, hafif bir gerginlik hissi yaratıyordu. Yavaşça kollarımı yukarı doğru kaldırdım ve bedenimi gererek uykusuzluğun izlerini silmeye çalıştım. Parmaklarım saç tellerimin arasından kayarken, hafifçe çekip başımın ağrısının biraz olsun geçmesini bekledim.
Hava kapalıydı bugün. Bulutlar gökyüzünü kaplamış, güneşin parlaklığını engellemişti. Bu gri ve sakin atmosfer, içimde bir hüzün duygusu yarattı. Dışarıda cama vuran yağmur damlaları, camın üzerinde ince bir perde oluşturuyordu. İlk bakışta hafifçe düşen damlalar, zamanla hızlarını artırıyor, camın üzerinde ritmik bir dans sergiliyorlardı.
Bacaklarımı yavaşça yataktan aşağı sarkıttığımda, komodinin üzerinde duran beyaz güller gözüme çarptı. Dün akşam burada yoklardı, bu yüzden bu manzara beni şaşırttı. Beyaz güller, odanın içinde saf bir güzellik sergiliyordu. Ellerimle zarif çiçekleri kucakladım ve hafifçe kokladım. Güllerin tatlı ve hafif kokusu, anında içime doldu.
Kartı parmaklarımın arasına alıp açtım.
Günaydın Avukat Hanım,
Uyanınca kendini odaya hapsetme, aşağı in kahvaltını yap.
Kocan, Batuhan…
Dudaklarım kıvrılırken yanaklarım hafiften kızardı. Odaya ne zaman gelip gülleri bırakmıştı? Oysaki sabaha kadar huzursuz hissettiğim için doğru düzgün uyuyamamıştım.
Gülleri yerine bırakıp, banyoya girdim. Hızlıca işlerimi halledip duş aldıktan sonra dün akşam çantamdan çıkardığım lacivert kot pantolonumu giydim ve beyaz kazağımı üstüme geçirdim. Odadan çıkmadan önce yatağı toplayıp, gülleri kucağıma alarak alt kata indim. Batuhan'ın gitmiş olması muhtemeldi.
Mutfaktan çıkan orta yaşlı bir kadın gülümseyerek bana yaklaştı. "Günaydın kızım. Batuhan oğlum kahvaltını kış bahçesine hazırlamamı söylediği için oraya hazırladım. Eğer istemezsen, istediğin yere hazırlayabilirim."
Anında başımı iki yana salladım. "Lütfen zahmet etmeyin," dedim. "Batuhan evde mi?"
"Hayır kızım, yarım saat önce adliyeye gitti." Gözleri kucağımdaki güllere kaydığında, “Vazo var mı?” diye sordum.
"Var, istersen senin için vazoya koyabilirim."
Ona zahmet vermemek adına, "Teşekkür ederim, ben hallederim," dedim. "Siz bana vazo getirseniz yeter."
"İstersen kış bahçesini götüreyim seni, vazoyu da hemen getiririm."
Kabul ettim ve birlikte kış bahçesine doğru adımlamaya başladık. İçeri girdiğimde, gördüğüm manzara karşısında büyülenmemek elde değildi. Kış bahçesi, büyük cam tavanı ile gökyüzünün üzerimize yayıldığı bir cenneti andırıyordu. Bu camdan tavanın altında, etrafı ince cam duvarlarla çevrili muhteşem bir bitki cenneti uzanıyordu. Dışarıda hafifçe yağan yağmurun sesi, içeriye hoş bir serinlik getiriyordu.
“Çok güzel.”
“Batuhan oğlum çiçeklere değer veriyor.”
Daha önce böylesine güzel bir yeri görmediğim için içimde burukluk oluştu. Hayaller ve hayatlar bazen acımasızca yüzümüze vuruyordu.
Kadın vazoyu getirip güllerimi yerleştirdiğimde, bu muhteşem kış bahçesinin güzelliği beni derinden etkiledi. Artık sabahın huzurunu, doğanın en saf halini burada bulabilirdim kaldığım süre boyunca.
“Çayını doldurayım mı kızım?”
Vazoyu kırmızı güllerin yanına koyup kadına döndüm.
“Adınızı öğrenebilir miyim?”
“Zümra.”
“Size abla dememin bir sakıncası var mı?”
Başını iki yana sallayıp, “Hayır kızım,” dedi. “Bana istediğin şekilde seslenebilirsin. Eşimle birlikte altı yıldır Batuhan oğlumla burada yaşıyoruz. Eşim bu çiçeklerle ve büyük bahçeyle ilgileniyor. Adı Rüstem. Mutfakta benden genç iki kadın daha çalışıyor ama onlar yemek, temizliği yaptıktan sonra akşamları evlerine gidiyorlar. Biz müştemilatta kalıyoruz. İstediğin zaman benden bir şey isteyebilirsin yaparım.”
Çok tatlı bir kadındı. Ondan nasıl bir şey isteyebilirdim ki? Yorulmasına kıyamazdım.
“Kahvaltı yaptın mı abla?”
“Biz eşimle sabah ezanında yapıyoruz kahvaltıyı kızım. Hadi sen otur, ben çayını doldurayım.”
Ne kadar ben hallederim desem de beni dinlemeyip o doldurdu çayımı.
“Ben içerideyim, bir şey istersen seslen kızım.”
“Rahatına bak Züleyha abla.”
Yeni bir hayata adım atmıştım ve yeni hayatımda adımlarımı sağlam basmam gerekiyordu.
Avukat olmak için çıktığım bu yolda, derslerime daha sıkı sarılmanın vakti gelmişti. Son zamanlarda okula gidememiştim, ama artık devamsızlık yapmadan gitmeliydim. Bu mesleği seçerken nedenini bir kez daha hatırladım: Adaleti savunmak ve insanlara yardımcı olmak. Bu amacı gerçekleştirmek için disiplinli olmalı ve hedeflerime ulaşmak için azimle çalışmalıydım.
Batuhan'la evli olmam, kafede çalışmamın dikkat çekebileceği bir gerçekti. Bu yüzden boşanana kadar onun verdiği bursu alacak ve mezun olduktan sonra borcumu ödeyecektim. Ona olan minnettarlığımı asla unutmamalı ve bu fırsatı en iyi şekilde değerlendirmeliydim.
Kendi hedeflerimden sapmamam gerektiğinin farkındaydım...
Kahvaltımı bitirdikten sonra evi sessizce dolaşmaya başladım. Kış bahçesinden ayrılıp evin içine geçtiğimde, bu lüks konutun her bir odasının zarifliği beni büyülemeye devam etti. Duvarlardaki tablolar, mobilyaların zarif tasarımı ve her köşede gördüğüm ince detaylar, bu evin gerçek bir sanat eseri olduğunu gösteriyordu.
Uzun süredir kapalı olan telefonumu çantamdan aldım ve açtım. Bildirimler peş peşe geliyordu.
Mesajlara şaşkınlıkla baktım. Arkadaşlarımdan gelen "Neredesin?" ve "Sesini neden duyamıyoruz?" gibi mesajlar, son günlerdeki gizemli davranışlarımdan etkilenmiş olmalıydılar. İşte o an, yaşadığım değişimlerin, çevremdeki insanlar üzerindeki etkisini daha iyi anlamamı sağladı. Bu yeni hayatımda, hem kendime hem de çevremdekilere açıklamalar yapmam gerekecekti.
Sevilay’ın attığı mesajları okurken kaşlarım şaşkınlıkla yükseldi. En son attığı mesajı okurken bedenimi koltuğa bıraktım.
Sevilay:
Seni bulamayınca ablam kayıp ihbarı oluşturdu. Çok geçmeden haber geldi Elisa, Batuhan Aslan’ın yanındaymışsın, ablam diyor ki onun yanında ne işi var. Elisa lütfen mesajı görür görmez beni ara.
Sevilay’ın ablası polisti, benden haber alamayınca ortalığı birbirine katmış olmalıydı. Derste olacağını bilsem de aradım onu. Bir iki kere çaldıktan sonra açtı telefonu.
“Hocam çok özür dilerim, açmam gerekiyordu.”
Dersini bölmüştüm. Kapı kapanma sesi gelince oturduğum yerden kalktım.
“Elisa, neredesin sen? Kaç gündür seni arıyorum haberin var mı senin? Evinize geldim o manyak ablan saldırdı bana. Kızım ortalık birbirine girmiş, evinizin camları kırılmış, iyi misin sen?”
Ben evden gidince sinir krizi geçirmiş olmalıydı.
“İyiyim Sevilay, yarın okula geldiğimde uzun uzun sana olayları anlatacağım.”
“Yarını bekleyemem, neredesin söyle ben geleyim yanına. Ablam dedi savcının yanındaymışsın.”
Çok hızlı konuşuyordu bu yüzden onu zorlukla anlıyordum.
“Telefonda anlatacak kadar kısa bir hikâye değil, seni buraya çağırmam uygun olur mu bilmiyorum.”
“Ne demek bilmiyorum. Savcının evindesin değil mi?”
Onu daha fazla endişelendirmemek adına, “Evet,” dedim. “Bak iyiyim, ablamla büyük bir kavga yaptık. Bana nasıl davrandığını biliyorsun, evden ayrıldım ve savcı bana yardım etti.”
Derin bir nefes aldı.
“Ablam Batuhan’ı tanıyormuş, o adam kasıntı herifin teki dedi. Onun yanında kaldığına inanamıyorum diyerek sinirlendi.”
“Nereden tanıyormuş?”
Biri polis biri de savcıydı illaki karşılaşmışlardır.
“Sanırım ortak arkadaşları varmış eskiden.”
“Öyle mi?”
“Evet, çok soru sordum ama cevap vermedi. Biliyorsun kızı bu aralar onu fazlasıyla zorluyor bu yüzden kendi derdi yüzünden bu konu hakkında konuşamadık.”
“Benin için endişelenme, iyiyim ben. Yarın geldiğim de uzun uzun konuşuruz.”
“Telefon açık kalsın, mesaj attığım anda cevap ver.”
“Tamam,” diyerek kapadım telefonu.
Kapı çaldığında telefonu cebime koyup kapıya doğru ilerledim. “Biz geldik,” diye bağıran İnci gelinlikçi kızlarla içeri girerken tebessüm ettim. Geleceklerini unutmuşum. “Hoş geldiniz.” Samimi bir gülümsemeyle bana yaklaşıp sımsıkı sarıldı. "Senin için bir sürü gelinlik seçtim," dedi heyecanla.
"Teşekkür ederim, İnci," dedim içtenlikle. "Seni de yordum."
Batuhan'ı zor durumda bırakmak istemiyordum. Bu evliliğin gerçek bir evlilik gibi gözükmesi için heyecanlı bir gelin gibi olmam gerekiyordu.
"Sen mutlu ol da benim yorulmam önemli değil. Annem de gelecekti ama onun hastaneye gitmesi gerekiyordu. Sana çok selamlarını iletti."
“Sağ olsun,” dedim elinin üzerine hafifçe vurarak.
“Hadi gel bak, ben bir tane beğendim bakalım sen hangisini beğeneceksin.”
Onun gibi gülümseyip kızlara döndüm. Birbirinden zarif ve güzel gelinlikleri tek tek gösterirlerken hangisine bakacağımı şaşırdım. “Karar veremiyorum. Hepsi çok güzel.”
İnci, zarif bir balık model gelinliği kollarının arasına aldı ve heyecanla, "Bu çok güzel, gerçekten," dedi. Önerisine karşı kırmamak adına, "Deneyeyim mi?" dediğimde, “Lütfen dene,” dedi. Bu güzel gelinliği denemek için boş bir odaya girdim. Benimle gelen gelinlikçi kızın yardımıyla gelinliği giymeye başladım. Gelinliğin incelikli detayları ve zarafeti büyüleyiciydi. İnci'nin seçimi gerçekten harikaydı.
Gelinliği giyip aynaya baktığımda, içimde garip bir heyecan ve mutluluk hissi belirdi. Gerçek bir evlilik değil bu Elisa, duygularına sahip çık. Gelinlikle odadan çıktığımda, İnci ve diğer kızların yüzlerindeki mutluluğu gördüm.
“Oha ya, bu kadar güzel olacağını tahmin etmemiştim. Elisa çok güzelsin.”
Balık model gelinlik, vücudumu kusursuzca sarmıştı, bu da vücut hatlarımı göz önüne çıkarıyordu. Kızıl saçlarım, omuzlarıma ve göğüslerime doğru süzülürken mideme ufak ufak kramplar giriyordu heyecandan. Heyecanlanma Elisa.
İnci, gülümseyerek, "Gerçekten harikasın," dedi samimi bir şekilde. "Bu gelinlik sana çok yakıştı. Ağabeyim tekrar âşık olacak sana."
“İnci Hanım’a katılıyoruz, çok yakıştı size gelinlik.”
Kızaran yanaklarımı gizleyemiyordum. Bu güzel gelinlik içinde kendimi gerçek bir gelin gibi hissediyordum. İçimdeki karmaşık duyguları anlam veremiyordum. Bu evlilik gerçek bir evlilik olmasa da, bu anı gerçek bir gelin gibi yaşamak içimi karıştırıyordu. Bu kadar güzel bir gelinlik içinde, düğünün gerçek olmadığını unutmak çok zordu. Bu gelinlikle süzülen kızıl saçlarım ve etrafımdaki beğeni dolu bakışlar, bu durumu daha da karmaşık hale getiriyordu. Kendi iç düşüncelerim, bu sahte evliliğin içimi nasıl karıştırdığını anlatmam için bir yol sunuyordu.
Sırtımda hissettiğim bakışlarla arkamı döndüm. Kapının önünde duran Batuhan’ı görünce yüzümdeki gülümseme aniden dondu. Elimi ayağımı koyacak yer bulamadım. Yanaklarımdaki utancın hissi bütün vücuduma yayıldı. Batuhan'ın mavi gözleri, tıpkı volkan gibi yanıyordu. Gözleri, vücudumun her bir detayını taramaktan çekinmiyordu. Gözlerini yukarıdan aşağıya doğru gezdirirken, adem elmasının çıkıntısının üzerine bakmaktan kaçınıyordum. Peş peşe yutkunuyordu. Sanki buraya neden geldiğini sorgular gibi bir hali vardı.
“Abi, nasıl olmuş sevgilin?”
Kravatının çekiştirip, “Güzel olmuş,” dedi kısık sesle. Boynu kızarmıştı. “Benim almam gereken evraklar var.”
“Hemen gitmek olmaz, gel Elisa’nın yanına fotoğrafınızı çekeyim.”
“Yetişmem gereken bir vaka var.”
Gözlerini üzerimden çekip apar topar odadan çıkarken İnci arkasından söylenmeye devam etti.
“Erkek milletinin hepsi böyle mi olur? İnsan iki güzel iltifat eder.”
Ona cevap vermeden odaya girdim. Gelinliği çıkardım ve kendi kıyafetlerimi giymeye başladım. Yanaklarım alev alev yanıyordu, bu karmaşık duygulardan kurtulmak istiyordum.
Pencereye yaklaşıp camı açtım ve temiz hava içeriye dolarken derin bir nefes aldım. “Bu da neydi?” diyerek mırıldandım. Sürekli kendime hatırlatmam gerekiyordu, bu evlilik gerçek bir evlilik değildi bu yüzden çevremdeki güzel olaylara kapılmamam gerekiyordu.
*
İnci ve kızlar gittikten sonra bana verilen odaya çıkıp kitaplarımı kontrol ettim. Aklımı derslerime vererek çalışırken bir süre Sevilay’la mesajlaştıktan sonra uyuya kalmışım. Sabah gözlerimi açtığımda yanımda tekrar beyaz gülleri buldum. Notu alırken, başımı yatağın başlığına dayayıp notu açtım.
Günaydın Avukat Hanım,
Bu notu okuduğun anda, hemen hazırlıklarını tamamla ve kış bahçesine gel. Seni bugün okuluna bırakacağım.
Kocan Batuhan.
Anladık, kocam Batuhan’sın…
Neden bunu yapıyordu ki? Her sabah beyaz gülleri neden komodinin üzerine bırakıyordu? Ben kafamı toplamaya çalışırken o aklıma hepten karıştırıyordu.
Hazırlanıp eşyalarımı alarak kış bahçesine indim. “Kahvaltı yapmayacağım.” Gözlerini gazeteden kaldırmadan, “Aç karnına dışarıya çıkmana izin veremem,” dedi. Kaşlarımı kaldırıp, “Neden?” dedim. “Bu evin kurallarından biri bu, sen de bu evde yaşadığına göre aç karnına dışarıya çıkmayacaksın.” Ne saçma bir kuraldı bu? Gözlerini gözlerime çevirdiğinde sırf oyalanmamak adına karşısına oturup az bir şey atıştırdım.
“Düğünün olacağı mekân hazırlandı. Gelinliğin hazır, davetiye de hazır. Çağırmak istediğin kişilere verebilirsin.”
“Kimseyi çağırmayacağım.”
“Neden?”
“Sizce neden Batuhan Bey?”
Fincanı masanın üzerine bırakıp, “Dışarıda bekliyorum seni,” dedi. Ceketini sandalyenin üzerinden alarak kış bahçesinden çıktı. Canım bir şey istemiyordu. Çantamı alıp peşinden giderek arabaya bindim. Arabanın içinde sessiz bir gerilim vardı. İkimiz de ne konuşacağımızı bilmiyorduk, bu yüzden sessizlik bizi sarıyordu. Batuhan'ın eli direksiyonda sıkıca tutarken, benimse gözlerim camdan dışarıya odaklanmıştı.
Araba, sessizce ilerlerken içimdeki karmaşık duygular daha da yoğunlaşıyordu. Bu sahte evlilik ve içimdeki his, aramızdaki gerilimi arttırıyordu. Her ikimiz de neyin doğru olduğunu ve bu yolda neyle karşılaşacağımızı bilmiyorduk.
Fakültenin önüne geldiğimizde, arabadan inerken çekinerek adımlarımı attım. İnsanlar etrafa bakarken, sanki bana bakıyorlarmış gibi hissediyordum. Ama kimse bana bakmıyordu.
Kapıyı kapatmadan önce savcıya dönüp, "Ben gidiyorum," dedim. Ciddi bir ifadeyle, "Telefon açık olacak, en ufak olumsuz bir durumda beni arayacaksın," diye yanıtladı.
"Tamam," diyerek kapıyı kapattım ve fakülteye girdim.
Sonunda ait olduğum yerdeydim. Sevilay’a geldiğimin haberini verip kampüse doğru ilerledim. Ona olan biteni anlatacaktım, birinden destek almaya ihtiyacım vardı. Bu durumu içimde tutarsam düşünmekten başım çatlayacaktı.
Beni gören Sevilay bana doğru koşarken adımlarımı hızlandırdım. Boynuma sarıldığında gülümsedim.
"Kaç gündür aklım çıktı senden haber alamayınca.” Boğuk bir sesle söylendi.
“Gerçekten iyiyim.”
Beklemeye tahammülü yokmuş gibi elimden çekiştirerek beni insanların olmadığı bir alana götürdü.
“Yağmur yağıyor Sevilay, kapalı bir yere geçseydik.”
“O kadar bekleyemem, anlat çabuk. Neler oldu?”
Banka oturup çantamı önüme aldım. Sorgulayıcı bakışları yüzümde gezerken ona en başından olan biteni tek tek anlattım. Bana kızmasını, bağırmasını, arkasını dönüp gitmesini bekledim ama hiçbir şey demeden yüzüme bakıyordu sadece.
“Ben kötü bir avukat adayıyım. Birini kandırmaya çalıştım.”
Gözümden akan yaşı sildim.
“Ablam ölecek diye çok korktum, biliyorsun ben böyle şeyler asla yapmam.”
Gözyaşlarım tekrar akarken elimi tuttu.
“Ablandan kurtulman senin için en iyisi olmuş Elisa. Aynı kandan da olsanız eğer karşındaki insan senin canını bile bile yakıyorsa ondan uzaklaşacaksın. Ablam İzmir’de görev yaparken babam onunla nasıl övünüyordu görmen lazım. Hâkim adamın PÖH kızı olur derdi. Oturduğumuz sofrada, gittiğimiz her yerde ablamı överdi. Benim için de bu okumaz derdi. O beni ezerken ablam bana cesaret verip beni istediğim mesleği yapmamam teşvik ederdi.”
Gözleri dolduğunda elini sıktım.
“Ablam birini çok sevmiş, adam bunu aldatınca ne yapacağını bilememiş o zaman. Görevi bittikten sonra İstanbul’a döndü. Babam görsen onunla nasıl ilgileniyor. Neyse günler geçiyordu ve ablamda değişikler gözümüze çarpıyordu. Öğrendik ki ablam hamileymiş. Bu durumu babam sindiremedi, kimse piçin babası gelsin seninle evlensin dedi. Benim başımı öne eğemezsin diyerek ablama bağırdı çağırdı. Görsen annemle ikimiz nasıl arada kaldık. Ablam ne babamı ne de etraftaki insanları umursamadan evden çekip gitti. Babam dayanamadı onu eve getirdi. Hem ona hem de kızına sahip çıktı.”
Gözyaşları hızlandığında, “Anlatma istersen,” dedim. Omuzlarını kaldırıp indirdi.
“Sırf babamın gözüne girmek için bu mesleği seçtim. Derslerimin hepsi çok iyi kendin biliyorsun. Bir kere bile beni ablamı sevdiği gibi sevdiğini hissetmedim. Baktım bu böyle olmuyor, o beni umursamıyorsa ben de onu umursamamayı örendim. Canım acımıyor Elisa, sen de ablanı umursama. Bırak ne hali varsa görsün, kendi hayatını istediğin gibi yaşa. Doğarken tek başımayız ölürken de, bu yüzden birine çok bağlanma bu canından da olsa.”
“O kadar haklısın ki, ara ara aklıma gelse de bu hayatı kendi seçti. Onun için çok çabaladım. Bana destek olsaydı, daha güzel bir hayatı olsaydı mutlu olmaz mıydı? Hayatını mahvetti.”
“Artık onu boş ver. Sen savcıyla ne yapacağını düşün.”
“Bir sene sonra boşanacağız.”
“Dikkat et ablan başına bela olmasın. Bolu’daki olayı da onu biraz daha tanıdıktan sonra anlat. Sinek küçük ama mide bulandırır biliyorsun.”
“Biliyorum.”
“Bu yüzden zamanı gelince anlatacağım. Bana çok destek oluyor, onu kandırmış gibi hissediyorum.”
“Sen asla birini kandırmazsın, bence o senin güzel kalbini görüyor.”
Umarım öyledir…
DİĞER BÖLÜMÜ DE ŞİMDİ PAYLAŞIYORUM, PEŞİNE OKUYABİLİRSİNİZ.