KAÇIŞ

2620 Words
Elisa'nın hayatı, gün geçtikçe daha da zorlaşıyordu. Ablası, ondan iğrenç ve utandırıcı isteklerde bulunuyor, bu durum Elisa'yı hem duygusal hem de maddi olarak zorluyordu. Günler, bir zamanlar hayalini kurduğu okuluna gitmek yerine çalıştığı kafede geçiyordu. Kazandığı parayı ise ablasının içki masraflarına harcıyordu. Her defasında, "Sana bira almayacağım," dediğinde ablası sinir krizlerine girip camları kırıyordu. Mahalle sakinleri bile artık onları istemiyordu. Evden atılmamak için ve ablasının sinir krizi geçirmemesi için istenilenleri almak zorunda hissediyordu. Bu durum onun yaşamını içinden çıkılmaz bir labirente dönüştürüyordu. “Ben öğrendim her şeyi,” diyen ablası odadan çıktığında önündeki makarnayı iştahsız bir şekilde yiyordu. “Hande söyledi, sen şu savcıyla görüşüyormuşsun. Ulan orospu, madem adamla yattın neden borcumu ödemiyorsun?” Ablasının çirkin laflarını duyuyor duymazlıktan geliyordu. Savcıyla görüşmüyordu, adamın peşinde olduğunun farkındaydı. Ne zaman bira almaya gitse, kendine bunu yapma, bursu kabul et, gel kendi hayatına bak diyordu ona. Kabul etmiyordu, kabul etse başına daha büyük sorunlar alacağını biliyordu. “Tıpkı anana benziyorsun, o da senin gibi bencilin tekiydi. Hep kendini düşünürdü.” Tepesinde bağıran ablasına başını çevirdiğinde, “Para ver bana,” diyerek sesini yükselti kötü gözüken ablası. “Para yok ben de.” “Yalan söyleme.” “İster inan ister inanma, para yok ben de.” Gözlerini masanın üzerinde duran bıçağa çeviren ablası ondan önce bıçağı aldığında gözleri korkuyla büyüdü. “Bırak şunu.” “Bana para ver hemen.” “Ben de yok diyorum neden anlamıyorsun. Sadece bira parası var. Alayım mı sana bira?” Gözlerini kocaman açan ablası başını iki yana sallarken, “Gerçekten param yok,” dedi. “Ama bira alabilirim sana.” “Sonra para verecek misin?” Sırf bıçağı bıraksın diye, “Vereceğim,” dedi. Bıçağı elinde alıp, “Hemen geleceğim,” dedi. Yağmur neredeyse arabanın camını delecek kadar şiddetli yağıyordu. Silecekler bile önünü görmesine zorlaştırıyordu genç adamın. Öfkeleniyordu bu duruma. Adliyeden çıkarken hava çok iyiydi. Bu sokağa gelince neden birden bire yağmaya başlamıştı ki? Dilinin ucuna gelen küfür arabanın içine yayılırken çalan telefonuyla bakışlarını koltuğun üstünde duran telefonuna çevirdi. Kız kardeşi arıyordu. Telefonu eline alıp gözlerini tekrardan eve çevirdi. “Efendim İnci?” “Ne zaman geleceksin abi? Yağmur yağıyor, birazdan elektrikler gidecek ve ben çok korkuyorum.” Bileğinde duran saati kontrol edip gözlerini gece kondu evin üzerinden çekmedi. “Bir saate gelirim. Kapıları kilitle, korkacak bir durum yok.” Ofladı İnci. “Demesi kolay Batuhan Bey, koskocaman evde tek başıma kalıyorum. Annemle babam hafta sonu gelecekler Trabzon’dan, sen desen sabahın köründe gidiyorsun gece yarısı geliyorsun eve. Valla Talha dedeme söyleyeceğim seni. Ne dedi o sana ‘kız kardeşini evde yalnız bırakma demedi mi?” “Bir de ağla tam olsun İnci.” Her zaman abartmayı seven kardeşi bugün yine abartıyordu. “Sen de biraz güler yüzlü olup bir tanecik kız kardeşin için endişelensen ne olur? Buz tutmuş kalbinle hepimizi üşütüyorsun.” Kardeşinin sesi ağlamaklı gelince gözlerini kapatıp derin nefes aldı. “Tamam İnci, birazdan geleceğim oldu mu?” “İstersen Tolga’yı çağırayım o gelsin.” “Niye, çocuğu döveyim diye mi?” Gülümseyen İnci, “Hayır abilerin bir tanesi,” diyerek bağırırken, “Serseri,” dedi başını iki yana sallayarak. “Bir sorun olduğunda ara beni.” “Merak etme hemen ararım canım abim.” Telefonu kapadı. İzlediği evin demir kapısı açıldığında beklediği kişiyi dışarıda gördü. Telefonunu cebine koydu, ardından da kapıyı açıp dışarı çıktı. Tıpkı üzerinde montu olmayan genç kız gibi şiddetli yağan yağmurun altında yürüdü. Birinin üzerinde eski gri eşofman takımı diğerinin üzerinde lacivert takım elbise sırılsıklam olmuş durumdaydı. Biri hayatın yorgunluğunu henüz yirmi dört yaşında omuzlarına alarak çökmüş durumdayken diğeri otuz dört yaşında bu kızın omuzlarındaki yükü almak için hazırdı. Tekel bayinin önüne geldiklerinde derin nefes aldı genç adam. Bu durumu her akşam yaşıyorlardı ve o artık sıkılmıştı. Bu kız teklifini neden kabul etmiyordu ki? Onu ablasının elinden kurtarıp güzel bir gelecek vermeye hazırken neden ondan kaçıyordu? Elisa’nın arkasından tekel bayiye girdi. Elisa dört biranın parasını öderken o kadar ruhsuzdu ki arkasında duran adamın varlığını hissetmiyordu bile. Oysaki kafası onunla o kadar çok doluydu ki hissetmemesi imkânsızdı. Her yerde karşılaştığı genç adam her akşam olduğu gibi bu akşamda karşısında olacaktı. Bunu biliyordu ve bilmiyormuş gibi davranıyordu. Artık onu görmezlikten mi geliyordu? Arkasını dönüp adamın yüzüne bakmadan dışarı çıktı. Dişlerini sıkan Batuhan derin nefes alıp peşinden çıktığında beklemeden kızın kolunu tutup durdurdu. Elisa’nın ne kolunu çekmeye hali vardı ne de konuşmaya. Öylece genç adamın yüzüne bakıyordu. “Bu hayatı yaşamak hoşuna mı gidiyor senin? Her gün ona bira alıyorsun, her gün kafeden kazandığın parayı ona veriyorsun. Henüz yirmi dört yaşındasın, hukuk fakültesine gidiyorsun, güzel bir gelecek seni bekliyorken hayatını onun için çöpe mi atıyorsun? Sana tekrar söylüyorum, sana burs vereceğim, güvenle kalabileceğin bir yer ayarlayacağım, üniversiteyi bitirmen için sana destek olacağım. İtiraz etme artık. Bak bunu sadece sana yapmıyorum, ben o gün okulunda konferans verirken beş öğrenci seçtim bunun için. Dört öğrenci kabul ederken sen neden teklifimi kabul etmiyorsun?” Elisa cevap vermeden gidince yumruklarını sıktı. “Şimdi korkuyorum dersin ama ileride keşke o teklifi kabul etseydim diyeceksin. Bize zarar veren insanları hayata döndürmeye çalışırken olan kendi geleceğimize olur. Şuna bak, oturup derslerine çalışman gerekirken ablana bira alıyorsun ve bu her akşam böyle devam ediyor. Derslerinle ilgilenemediğin zaman üzgünüm ki istediğin yere gelmen zor olacak. Sen o gelemediğin yer için üzülürken ablan belki alkolden vefat etmiş olacak. Neyse, en azından fabrikada bir iş bulabilirsin. Oradan aldığın parayla da ablanın mezarını yaptırır her hafta sonu toprağını sularsın. Dua edersin, hayatını zindan ettiği için.” Acımasızca konuşan genç adamın sesi ayaklarını durdurdu Elisa’nın. Eli arabanın kapısında ona dönmesini beklediği kız tekrar evine doğru yürüyünce başını iki yana sallayıp, “Akılsız,” dedi. “Bir de senin için çok başarılı diyorlar, başaralı insan geleceğini bir hiç uğruna harcamaz.” Elisa onu umursamadığı için arabasına binip kapıyı kapadı. “Sen bu kafayla çok alırsın o şımarık ablana bira.” Elini direksiyona vurdu. Gitmesi gerekiyordu durmuş hâlâ kapanan kapının ardından kıza söyleniyordu. Neden onu bu kadar takıntı hale getirmişti anlamıyordu. Daha önce teklifini kabul etmeyen kişiler olduğunda üstelememiş, demek ki ihtiyaçları yokmuş diye diretmemişti. Elisa’nın peşinde koştuğuna inanamıyordu. Anahtarı çevirip arabayı hareket ettirdiğinde evin kapısı açıldı. Durdu. Elindeki çantasıyla arabaya gelen kızı pür dikkat izlerken oturduğu yere yapışmış gibiydi. Arabanın arka kapısı açıldığında kendine geldi. Kız arka koltuğa oturduğunda evden dışarı çıkan siyah saçlı kız, “Elisa!” diye çığlık attığında onu umursamadan arabayı hareket ettirdi. Yerden aldığı taşı arabaya atmaya çalışan kıza öfkeyle bakıp arabayı hızlandırdı. “Elisa beni bırakma.” Bir daha zor bulurdu Elisa’yı. *** Fırtına gecenin karanlığını kapladığında, gözyaşlarım yanaklarımdan süzülüyor, içimdeki hüznü ve çaresizliği bastırmaya çalışıyordum. Karanlık dışarıda, ruhumun derinliklerine sızıyordu. Ablamın baskılarından kaçmıştım! Sürekli alkol içen, tehlikeli işlere bulaşan biri olarak yaşamını sürdüren ablam, hayatımı mahvetmek için her fırsatı değerlendiriyordu. Onun gölgesi altında büyümek, her gün korku ve acı dolu bir varoluşun içinde boğulmaktı. Artık dayanamamıştım. Gözlerimdeki umutsuzluk, yüzüme çizgiler halinde yayılmıştı. Kendimi bir tutsak gibi hissediyordum, kendi iç dünyama hapsedilmiştim. Ablamın zorlamalarına boyun eğmek, onun istediği gibi bir hayat yaşamak için her gün biraz daha parçalanıyordum. Bu karanlık gece, kaçışımın başlangıcıydı. Bilmediğim bir yere, bilinmezliğe doğru sürükleniyordum. Savcının arabasının içinde sessizce oturuyor, gözyaşlarımı dindirmeye çalışıyordum. Belki de bu yolculuk, özgürlüğüme giden bir adımdı. Belki de hayatımı yeniden şekillendirecek bir fırsatın kapısını aralıyordum. Ancak içimdeki hüzün beni yakıyordu. İçimdeki yaraların derinliği, kaçışımın getirdiği belirsizlikle birleşince, acı dolu bir çığlık atmak istiyordum. Ama sessizce oturup ağlamak, içimdeki acıyı dışarı vurmanın tek yolu gibi geliyordu. Fırtınanın şiddeti camlara vuruyor, rüzgârın uğultusu kulaklarımda çınlıyordu. Sanki doğa, benim içimdeki fırtınayı yansıtıyordu. İçimdeki karmaşa, dışarıdaki bu vahşi doğa olayıyla iç içe geçmişti. Belki de bu yolculuk, hayatımın bir dönüm noktası olacaktı. Belki de kurtuluşum burada yatıyordu. Ama şu an, bu karanlık ve fırtınalı gece, içimdeki umutsuzluğun ve kaybolmuşluğun somut bir yansımasıydı. “Seni bugünlük evime getiriyorum.” Dizlerimde olan bakışlarım bir anda onu buldu. “Kız kardeşim evde, korkacağın bir şey olmayacak, bana güven. Yarın sabah seni güvenli bir eve yerleştirdiğimde merak etme beni görmeyeceksin. Üzülme de, böylesi inan bana daha iyi olacak. Geleceğini düşün, avukat olduğunu, belki de savcı olduğunu ya da hâkim…” Gözlerim her bir sözünde parlasa da, başıma gelecekleri bildiğim için korkuyordum. Ablam beni rahat bırakmayacaktı biliyorum. Ondan kurtulmak kolay olmayacaktı. Savcı beni yanına alarak başına büyük bir bela almıştı farkında değildi. Arabayı sakin bir şekilde durdurduğunda, gözlerim tedirginlikle çevreyi süzdü. Bizi ihtişamlı ve gösterişli görünen iki katlı bir villanın önünde durdurmuştu. Bu semtte daha önce hiç bulunmamıştım ve bu zenginliğin, lüksün tam ortasına düşmüş gibiydim. Gözlerim hızla evi taradı, geniş mermer merdivenler, pencerelerde asılı zarif perdeler, bakımlı yeşilliklerle süslenmiş bahçe... Her şey burada ihtişamlı ve görkemliydi. Ancak içimde huzursuz bir ses yankılanmaya başladı. Sokağı gözlemlemek için arabadan inmek cesaretini gösteremedim. Kalbim hızla atmaya başlamıştı ve etrafı tedirgin gözlerle süzdüm. Yüksek duvarlarla çevrili geniş bir yol, lüks araçların sıralandığı park alanları... Bu semtin birçok güvenlik önlemiyle donatıldığı belliydi. Burada yabancı ve savunmasız hissettim kendimi. Savcı arabadan inip ön taraftan dolanarak kapımı açtı. “Daha önce küçük bir evde birlikte kaldık. O zaman korkmadan yanımda kaldın, şimdi daha büyük bir evde kalacaksın. Üstelik tek başına olmayacaksın, kız kardeşim de içeride.” Savcının bu sözleri yüzümde hafif bir gülümseme oluşturdu. Tedirgin olduğumu görüp naif bir şekilde yaklaşması önemliydi benim için. Ancak içimde hâlâ şüphe ve endişe vardı. Yeni eve adım atmadan önce neyle karşılaşacağımı bilmiyordum. Kız kardeşinin varlığı rahatlatıcı olsa da, tam anlamıyla güvende hissetmek için daha fazlasına ihtiyacım vardı. Cesaretimi toplayarak, onun öncülük etmesiyle arabadan çıktım. Gözlerim hâlâ tedirginlikle yüzüne bakıyordu. Bu yeni evde nelerin beni beklediğini kestirmek zor olsa da, savcının sözlerine biraz olsun güvenmek istiyordum. İçimdeki karmaşık duygularla, bu bilinmezliğin içine adım attım. Geldiğim yer düzgün bir yere benziyordu. Benim oturduğu yer İstanbul’un arka sokaklarında kalmış gece konduların mahallesiydi. Her türlü insanın olduğu sokakta başıma her şey gelirken burada güvenli olabilir miydim? Olabilirdim belki. Bu savcının geçmişi çok iyiydi. Hem Sevilay, keşke o bursu bana verseydi hemen kabul ederdim diye çığlık attığında sahiden de üzülmüş gibiydi. Kötü biri olsa biliyordum ki üzülmez, iyi ki kabul etmedin derdi. Birlikte bahçeye girdik. Kapı bir anda açıldığında dışarıya bir kız çıktı. Zayıf, sarı saçlı, mavi gözlü kız yüzündeki sorgu dolu bir ifadeyle beni ve savcıyı izledi. “Kapının önünden çekilecek misin, İnci?” Şaşkın bir şekilde, “Tabii,” diyen kız kenara çekildiğinde, “Gel Elisa,” diyerek beni peşinden çağırdı. Öylece peşinden gitmek hiç kolay değildi. Hele ki kız beni izlerken oldukça zordu. Eminim kim olduğumu sorguluyordu. “Abi, arkadaşın kim?” Soru soran kardeşinin saçlarını karıştırıp, yürümem için gözleriyle işaret etti. Birlikte geniş bir salona geçtiğimizde gözlerimi etrafta gezdirmeden öylece durdum. “Rahatına bak, üstümü çıkarıp hemen geliyorum. İstersen İnci kalacağın odayı göstersin, istersen burada otur evi tanı.” Burada oturmam iyiydi. Direkt odaya çıkmam ayıp olurdu. “Bir süre oturayım.” Başını sallayıp merdivenlere doğru yönelirken koltuğa oturdum. “Ben hemen geliyorum, lütfen rahatına bak,” diyen İnci ise ağabeyinin peşinden koşarak merdivenleri çıktı. “Koşma şu merdivenleri, ayağın kayıp düşeceksin sonra.” “Uzun zamandır bizden sakladığın sevgilin o mu yoksa?” Ne? Ne sevgilisi, bu kız ne diyordu? “Çok güzelmiş abi, valla turnayı gözünden vurmuşsun. Ne zamandır sevgilisiniz? Evlenmeyi düşünüyor musunuz?” Bunlar nasıl sorulardı böyle? “Susar mısın İnci!” “Söylesene evlenecek misiniz?” “Evleneceğiz mutlu oldun mu?” Ne diyordu bu Allah aşkına? Merdivenlerin başından zıplama sesi geldi. “Çok mutlu oldum abim,” dedi. “Sen üstünü çıkar ben yengemin yanına gideyim.” Ne yengesi? Bunlar ne yaşıyordu? “İnci dur!” Merdivenlerden gürültüyle inen kızın sesini duyduğumda onları dinlediğimi belli etmeden önümdeki sehpaya çevirdim bakışlarımı. Salona geldiğinde bakışlarımı küçük yüzüne çevirdim. “Ben sana kahve getireyim, üşümüşsün.” “Zahmet olmasın.” “Olur mu hiç, rahatına bak sen.” Koşarak beyaz kapılı olan yere girdiğinde kapı açık kaldı. Aşırı hiperaktif bir kızdı. “Anne, hemen telefonun sesini dışarı ver babam da duysun beni.” Onu dinlemek istemiyordum ama sesi yüksek çıktığı için ister istemez duyuyordum. Hayır, bir de kısık sesle konuşmaya çalışıyordu. “Ne oldu kızım?” “Açtın mı sesi, anne?” “Açtım.” Umarım annesine benimle ilgili bir şey söylemeyecektir. “Söylesene kızım ne oldu?” “Abim kız kaçırmış?” “Ne?” “Ne?” Gözlerim büyürken, tıpkı telefondan yükselen sesler gibi, “Ne?” Dedim. “Kız şu an bizim evde,” dedi. Oturduğum yerden kalktım. Olay çok başka yere gidiyordu. “Valla yakında torunlar kucağınıza gelir. Sanırım ülkede dolar başını alıp gittiği için düğün yapmadan kızı kaçırmak istedi abim. Malum iş olduktan sonra kızın ailesine düğün yapamayacağım demeye hazırlanıyor gibi yüz ifadesi vardı bakışlarında.” “Sen ne saçmalıyorsun İnci!” Annesinin bağırmasını umursamadı ve hâlâ yalan yanlış konuşmaya devam etti. “Hangi malum iş?” diyen babasının sesini işitince alt dudağını ısırdı. Mutfağın kapısına iyice yaklaştım. Niyetim onu durdurmak olsa da kendini o kadar çok kaptırmıştı ki beni görmüyordu. “Şey, benim kapatmam lazım, yengem içeride bekliyor.” Hâlâ yengem diyor! Anne babasının cevap vermesini beklemeden telefonu kapatıp elini alnına vurdu. “Akılsız İnci. Bir de hafta sonu Tolga Kapadokya’ya gidelim diyordu, bok gideriz şimdi.” Arkasını döndüğünde göz göze geldik. “Ay,” derken pembe dudakları iki yana kıvrıldı. “Bir şey mi istedin?” Küçücüktü. Ona durumu açıklamaya çalışsam belli ki anlamayacaktı. “Ağabeyinin odasını bana gösterir misin? Bir şey sormam gerekiyor.” “Tabii ki, istediğinizi yapabilirsiniz ben sizi duymam.” “Efendim?” “Gel göstereyim odasını sana.” Gerçekten değişik bir kızdı. Peşinden ilerleyip üst kata çıktık. “Koridorun sonundaki oda.” “Sen çağırabilir misin?” “Ay olur mu öyle şey, lütfen git. Burası senin de evin sayılır.” “Ama?” Arkasını döndüğü gibi merdivenleri ikişer ikişer inmeye başladı. Başımı iki yana sallayıp koridoru küçük adımlarla ilerledim. “Deniz Aslan, biraz sakin olur musun?” Duyduğum sesle adımlarım sendeledi. Telefonla konuşuyordu. “Neden sakin olayım? Sen neden kaçırdın kızı söyle bana? Hiç sana yakıştı mı, bir de savcı olacaksın. Sen neden böyle oldun oğlum, söyle ne yapacaksın kıza?” Az önceki kadının sesiydi. Büyük bir ihtimal küçük kız ortalığı karıştırmıştı. Onun da hayatını zor duruma soktum. “Koynuma alacağım anne.” “Hii, Ali kalk İstanbul’a gidiyoruz. Bu çocuk beni çıldırtacak.” “Buyur gel anne.” Bunlar nasıl aileydi böyle? Telefon kapandığında bir süre bekledim kapının önünde. Derin derin nefes alıp elimi kapıya yaklaştırdığımda cesaretimi toplayıp elimi kapıya vurdum. “Gelsene İnci.” Yutkundum. “İnci değil, benim.” Dolap kapama sesi geldi içeriden. Geriye çekildim. Kapıyı açtığında gözlerim ister istemez üzerine kaydı. Siyah eşofman altı ve beyaz tişört giymiş. Spor kıyafetlerin içinde oldukça genç duruyordu. “Bir sorun mu var?” “Batuhan Bey, ben sizi zor duruma sokmak istemiyorum. Burada kalmam uygun değil, gitmek istiyorum.” Ellerini eşofmanın cebine yerleştirip bana doğru bir adım attı. “Bunu da nereden çıkardın?” Ne diyecektim, kız kardeşinin ve senin konuşmalarını dinledim mi diyecektim? “Bakın, buraya gelmem doğru değildi.” “Doğru ya da yanlış, buna şimdi karar veriyor olman sence normal mi?” Başımı iki yana salladım. “Az önce ister istemez kız kardeşinizle olan konuşmanızı duydum. Aynı zamanda kız kardeşinizin annenizle olan konuşmasını da duydum.” Kısa bir an gözlerini kapatıp başını iki yana salladı. “İnci heyecanlı bir kızdır, onun kusuruna bakma. Burada seni huzursuz edecek bir sorunla karşılaşmayacaksın. Ben şimdi onu karşıma alıp konuşacağım rahat ol.” “Siz rahatsız olmaz mısınız?” “Neden rahatsız olayım?” Dudaklarımı dilimle ıslattım. “Bence sizinle gelmen doğru değildi. Yollarımızın çakışması ve sürekli karşılaşmamız da doğru değil.” Bir adım daha attığında sırtım duvara değdi. Başını hafifçe eğip, gözlerini yüz hatlarımın üzerinde gezdirdi ağırdan alarak. Yutkundum, yutkundu. Gözleri bizi karanlık bir çukurun içine çekiyordu. Cebinden çıkardığı telefonu bana doğru tuttuğunda gözlerim telefonuna kaydı. Bilinmeyen numara: Gözlerinin ardında bir gölgeyim, Savcı. Kaçırdığın kız, benimdi. Benden çaldığını senden alacağım, alırken ise canını yakacağım. M. T. Bu kimdi? "Bundan sonra, senin yollarının hepsi bana çıkacak Avukat Hanım..."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD