TEKLİF

2149 Words
Konferans salonunun içerisi kalabalık bir deniz gibiydi. Burada toplanan herkes, kürsüdeki savcı için toplanmıştı. Dışarıya çıkmak istiyor çıkamıyordum. Bu kadar kalabalığın arasında yerimden kıpırdasam anında gözleri bana kayıyordu. Neden beni unutmamıştı? Ya da neden tanımazlıktan gelmemişti. O kadar insanın arasında bana seslenince yüreğime korku yerleşmişti iki saniye içinde. Aklıma gelenler o kadar sağlıksızdı ki kendi düşüncelerimden korkmuştum. Savcı Batuhan Aslan, kürsüde özgüvenle duruyordu. Siyah takım elbisesi üzerinde mükemmel duruyor, kumral saçları düzgünce taranmıştı. Atletik vücudu takım elbisesinin altından hafifçe seçiliyordu. Gözleri büyük ve kararlıydı, salonun içindeki herkesi süzüyormuş gibi görünüyordu. Türkiye ve İngiltere’de aldığı hukuk eğitimi, kariyerine nasıl başladığını anlatıyordu. Her cümlesi özgüvenle doluydu ve salonun içindeki insanların saygısını kazanmış gibiydi. Onun gücü, sadece fiziksel değil, aynı zamanda sözlerindeki etkiyle de kendini gösteriyordu. Kendimi, onun karşısında küçük bir nokta gibi hissediyordum, ama aynı zamanda onun gibi bir başarıya ulaşma isteğiyle doluyordum. Böylesine zeki bir insanın çevresi de kendi gibi zeki olurdu. Savcı gerçekten akıllı biriydi ve bu tür insanlar genellikle kolayca kandırılamazlardı. Gözleri her zaman uyanık ve tetikte gibiydi, sözlerinde ise hiçbir hata yoktu. Onun gibi bir kişiye yalan söylemek, anında yakalanma riski taşırdı. Ablam gerçekten akılsızdı! “Savcıya hiç soru sormuyorsun. Bursu almak için sorman gerekiyor.” “Hiç o toplara girmeye niyetim yok. Daha en başında adamla takıştık, ondan burs falan istemem ben.” Sessiz konuştuğumuz için başını biraz daha yaklaştırdı bana. “Adam sadece nereye gidiyorsun dedi. Bence dikkatini çekmişken ona soru sor.” “İstemiyorum Sevilay. Hatta birazdan çıkacağım.” “Neden?” “Sıkıldım çünkü.” Ofladı, böyle davrandığım için bana kızıyordu biliyorum. Duramazdım burada, ondan burs almak demek kendi kafama sıkmak demekti. Mümkün oldukça onunla tesadüfen bile aynı yerde karşı karşıya gelmek istemiyordum. Konuşmaların hızla arttığı konferans salonundan hızla ayağa kalktım ve kapıya doğru adımladım. Sırtımda hissettiğim gözlerin dikkat çekici sıcaklığı bedenimi sararken, derin bir nefes aldım ve sakin kalmaya çalıştım. İçim karma karışıktı, Savcının görünüşü zihnimin içinde fırtınalar koparıyordu. Bu yüzden bugün ders dinlemek için hiçbir şekilde hazır değildim. Fakülteden ayrılıp kaldırımın üzerinde yavaşça yürümeye başladım. Hafif yağmura aldırmaksızın ilerledim. Islanıyordum, ama şu an yağmurun altında olmanın çok da önemi yoktu. Yağmur taneleri saçlarımın üzerine düşerken, savcının kelimeleri hâlâ kulaklarımda yankılanıyordu. Salonun gürültüsü geride kalmıştı, ama o anın etkisi hâlâ içimdeydi. Onun kararlı ve güçlü sesi, başarı dolu hayat hikâyesini anlatırken yansıttığı özgüven, insanları etkileme yeteneği... Tüm bunlar düşüncelerimi işgal ediyordu. Kaldırımın ıslaklığı ayaklarımın altında kayarken, dönüp okula son bir kez baktım. Zihnim karma karışıktı. Onunla tekrar karşılaşmak sadece bir tesadüf müydü yoksa başka bir şey miydi? Ne olursa olsun, bu anın ben de bıraktığı etkiyi hafifletmek için bir şeyler yapmalıydım. Kararlı adımlarla ilerledim, umutlarım ve belirsizliklerimle geleceğe doğru. Hızlı adımlarla arka sokağa döndüğümde önüme çıkan arabayla adımlarımı yavaşlattım. Karşıdan karşıya geçecektim ama araç olduğu yerde duruyordu. Geçmem için müsaade veriyor sanıp yola adım attığımda arabayı üzerime sürdü. Korkuyla geriye çekilip arabanın içine baktım. Arabanın içinde dört kişi oturuyordu, hepsi de tehlikeli görünüyordu. Gözlerim hızla her birini taradı. Arabayı kullanan adamın bakışları, beni daha fazla tedirgin etti. Arkama döndüm ve hızlı adımlarla kaldırımda ilerlemeye devam ettim. Ama araba hâlâ peşimdeydi ve beni takip ediyordu. İçlerinden biri, "Gel seni bırakalım," dediğinde, içimde yükselen korkuyla birlikte, "Defolun başımdan!" diye bağırdım. Bağırışım, bu tüyler ürpertici anın sona ermesini dilediğim bir çığlık gibiydi. Köşeyi dönerken, hızla önümü kestiler. Bu saatte kalabalık olan sokakta, yavaşça yürüyen insanlardan başka kimse yoktu. Ve onlarda bana yardımcı olmak için bakmıyordu. Arabadan inip karşıma geçtiler. "Ne istiyorsunuz?" Tehlikeli bir şekilde sırıtarak, "Ablandan daha güzelmişsin,” dedi boynu, elleri dövmeli olan adam. Korku ve öfke iç içe geçti, bu kaotik durumda ne yapmam gerektiğini düşünmek zorlaşıyordu. Adamların sırıtışları daha da genişledi ve biri adımlarını bana doğru attı. Gözlerim panikle etrafa savruldu, ama etrafımdaki insanlar hâlâ sakin bir şekilde yollarına devam ediyordu, kimse yardım etmek için durmuyordu. "Ablan dedi ki, borcunu sen ödeyecekmişsin. Çok az bir zaman kaldı, borcunu nasıl ödeyeceksin?” “Benim size borcum yok. Bizi rahat bırakın, bırakmazsanız polise şikâyet ederim sizi.” Beyaz dişlerini gözlerimin önüne sererek gülümsedi. “Paran yoksa başka şekilde ödeyebilirsin borcunu.” Saçlarıma dokunmak için elini uzattığında eline vurdum. “Sert kızlara bayılırım.” “Canın cehenneme.” “Seninle o cehennemde yanacaksak birlikte gidelim, kızıl.” Arkamı döndüğüm gibi bedenimi kendine çevirdi. “Bırak beni, yardım edin.” “Şşş, boşuna bağırma, burada bizden başka kimse sana yardım edemez.” “Sizi şikâyet edeceğim.” Sırıtıp, “Bebeğim,” dediğinde yüzüne tükürdüm. “Bırak beni.” Yanağını silip tükürüğümü yaladığında neredeyse kusacaktım. “Kızın kolunu bırak!” Duyduğum sesle arkama döndüm. Savcı? Arkasındaki adamla bize doğru geldiğinde, “Duymadın mı?” dedi. “Kızın kolunu rahat bırak.” “Bırakmazsam ne yaparsın?” Bir adım daha atıp yanımıza kadar geldiğinde adamın kolumu tuttuğu bileğini tuttu. “Bırak dedim. Anlamıyor musun? Anlamıyorsan ayrıntılı anlatacağım.” Adamın bileğini nasıl sıktıysa adam kolumu serbest bıraktı. “Artık gündüz gözüyle eşkıyalığa mı başladınız? Kalıbınıza bakan adam sanır sizi.” “Bana bak, suratını çizmeden uza buradan.” “Çizsene, nasıl yapacaksın merak ettim.” Adam dilini ısırıp savcının üzerine yürüdüğünde geriye doğru çekildim. Cebinden çıkardığı bıçağı onun yüzüne doğru savururken başını geriye alarak bıçağın yüzüne gelmesine engel oldu savcı. “Üçünüzü birden yok ederim.” “Sen kimsin lan!” “Siz kimsiniz lan!” “Bana bak!” “Baktım, ne oldu?” Üç adama birden meydan okuması delilikti. Korkmuyordu ve onlara meydan okumaya devam ediyordu. Korkudan çantamı tırnaklarken peş peşe gelen polis arabalarıyla derin bir nefes aldım. “Yatın içeride üç beş senede aklınız başınıza gelsin.” “Sen kimsin lan?” Polislerin üçünü ekip arabalarına bindirip götürdüklerinde rahat bir nefes aldım. “İyi misin?” Kolum başta olmak üzere vücudumu kontrol ediyordu. “İyiyim, yardımınız için teşekkür ederim.” Önemli değil der gibi başını iki yana salladı. “Evine bırakayım seni.” Anında başımı iki yana salladım. “Hiç gerek yok, yardımız için tekrar teşekkür ederim.” “Kötü gözüküyorsun Elisa, bırakayım seni.” İstemediğimi belli ederken, “Benden sana zarar gelmeyeceğini bilmen lazım,” dedi. “Aynı evde kaldık iki gün, kısmen de olsa tanıyoruz birbirimizi.” “Peki,” dedim sıkıntıyla. İleriye park ettiği arabasına doğru yürüdük. Ondan kaçmaya çalıştıkça sürekli onunla karşı karşıya geliyorduk. Arabanın kapısını açtığında teşekkür edip içeri girdim. Yanıma oturduğunda arabayı kullanan biraz kalıplı adam arabayı hareket ettirdi. “Tanıyor muydun onları?” Başımı iki yana salladım. “Onlar seni tanıyor gibiydi.” “Ben onları tanıyorum.” Anladım der gibi başını eğip kaldırdı. Tanımıyordum bu bir yalan değildi. “Sıkıcı bir konuşma mıydı?” “Efendim?” “Konferanstan erken ayrıldın, sıkıcı bir konuşma mıydı diyorum. Normalde öğrenciler beni sonuna kadar dinler.” Erken çıktığım için alınmamıştı değil mi? İşaret parmağını çenesinin üzerinde gezdirirken, gözleri arabayı kullanan adamın üzerindeydi. “Sizin konuşmanızdan sıkılmadım, içerisi fazla kalabalıktı.” “Bunaldığın için çıktın öyle mi?” Oturduğum yerde kıpırdayıp, “Öyle,” dedim. “Konferans salonuna gelmeden önce öğrenciler hakkında bilgi aldım. Oldukça başarılı öğrenciler var, geleceğin avukatları, savcıları gümbür gümbür geliyor.” Bacaklarımı birbirine sürtüp söyleyeceklerine kendimi hazırladım. “Beş öğrenciye burs vereceğim. Bunlardan biri de sensin. Fevri bir hareket yapmadan sakin bir şekilde bedenimi ona doğru döndürdüm. “Öncelikle bana yardım ettiğiniz için size gerçekten teşekkür ederim. Hem Bolu da hem de burada tehlikeden korudunuz beni.” “Kim olsa aynısını yapardı.” Gözlerindeki ifade de fazlasıyla ego vardı. Adam kendine aşırı derecede güveniyordu. “Lakin daha fazla hayatıma karışmanızı istemiyorum. Bundan sonra beni gördüğünüzde tanımazlıktan gelin. Burs için başka bir öğrenci düşünün, ben istemiyorum.” Kaşları hafifçe yükseldi. Bakışlarındaki sorgulayıcı ifadeyi zorlukla seçiyordum. Mimiklerini kullanmıyordu bu yüzden de tepkilerini anlamak zordu. “Neden?” “Nedeni yok,” dedim kararlı olduğumu göstermek adına gözlerinin içine bakarak. “Benden korkuyor musun?” İlla ondan korkmam mı gerekiyordu? “Hayır, sizden korkmuyorum. Bakın bursa ihtiyacım yok.” “Okul yönetimine olduğunu söylemişsin.” Dişlerimi sıktım sert bir cevap vermemek adına. “Sizden burs istemiyorum Batuhan Bey, beni anlıyor musunuz?” “Anlamıyorum.” Burnumdan soluğumu bıraktım. “Anlamama probleminiz mi var?” Kaşlarını kaldırıp indirdi. “O zaman beni anladığınızı düşünüyorum.” “Seni anlamıyorum,” dedi arabanın camını biraz açarak. “Sana bir imkân sunuyorum, bursu reddetmen çok mantıksız. Hafta sonları kafede çalışıyorsun, orada çalışmak yerine benden aldığın bursla daha rahat geçinebilirsin.” Bir süre öylece yüzüne baktım. “Beni mi araştırdınız?” “Evet.” “Neden böyle bir şey yaptınız?” “Meraktan.” “Merak ettiğiniz kişileri araştırır mısınız?” “Genellikle evet.” “Arabayı durdurur musunuz, ineceğim.” “Devam et.” Gözlerimi yumdum sakin kalmak adına. “Bakın, beni araştırmanızdan ve bana zorla burs vermek istemenizden rahatsız oldum. Sizinle bir daha karşı karşıya gelmek istemiyorum.” “Mümkünatı yok.” “Neden?” Sesim yüksek çıkınca dudakları çok hafif kıvrıldı. “Ben savcıyım, sen de avukat olacaksın. Aynı adliye koridorlarında mutlaka bir gün karşılaşabiliriz.” “Milyonda bir. Bu ülkede tek savcı siz olmadığınıza göre avukat da ben olmayacağım.” Rüzgârdan yüzümün önüne gelen saçımı hırsla kulağımın arkasına sıkıştırdım. Gözleri kulağım altındaki yara izine kaydığında kaşları çatıldı. “Beyefendiye adresimi söylemediğim halde, beni direkt evime getirdiğine göre beni birlikte araştırdınız sanırım.” “Genellikle ben ona söylüyorum sağ olsun o da araştırıyor.” Ellerimi yumruk yaptım. Araba durunca arabanın kapısını açıp indim aşağı. İstemediğim insanlar neden bana yapışıp duruyordu? Ondan uzak durmam ikimiz için en sağlıklıyken peşime düşmesi normal değildi. Kesin okuluma da bilerek gelmişti. Keşke bunu da yüzüne söyleseydim. Arkama dönüp hâlâ aynı yerde duran arabasına baktım. Adımlarımı tekrar arabasına çevirip yanına gittim. Siyah camı indirip, “Teklifimi kabul ettin mi?” dediğinde, “Hayır,” dedim. “Ben de öyle tahmin etmiştim.” “Okuluma da bilerek mi geldiniz? Beni araştırdığınıza göre nerede okuduğumu öğrenmiş olmalısınız.” “Neden böyle bir şey yapayım? Seni ormanda tesadüf eseri buldum, okuluna tesadüf eseri geldim. Adliyeye gitmek için okulunun arka sokağını kullandığımda yine seni tesadüfen gördüm. Bilerek mi peşinde dolaştığımı düşünüyorsun?” Yutkundum. “Sanırım düşünüyorsun, düşünmeye devam et. Bundan sonra karşına çıkışlarım tesadüf olmayacak. Görüşmek üzere Avukat Hanım.” Neydi bu? Neden takmıştı kafayı bana? Onu geride bırakıp evime doğru ilerledim. “Elisa?” Karşı kaldırımdan bana doğru gelen ablama kaşlarımı çatarak baktım. Çok kötü görünüyordu. Elleri titriyor, gözlerinin altı mosmordu. “Okuldan mı geliyorsun?” Yüzüne ifadesiz bir şekilde baktım sadece. “Niye konuşmuyorsun?” Kendini getirdiği durum içler acısıydı. “Bugün senin adamların yolumu kesti. Borcunu ödememi istediler.” Gözlerinde endişe görmeyi bekledim ama ifadesiz bir yüzle yüzüme bakmaya devam etti. “Ne dedin sen onlara?” Başımı iki yana salladım. “İyiyim abla, bana bir şey yapmadılar.” Arkamı dönüp eve gittim. Onunla aynı kan bağına sahip olduğumuz için bazen isyan ediyordum. Keşke onu bir anda silip atabilseydim, keşke onu hiç tanımıyormuş gibi yaşamaya devam edebilseydim. Salona girip çantamı masanın üzerine bıraktığımda tekli koltuğa attı bedenini. Dizleri yırtık, kırmızı eşofmanı kir içindeydi. Siyah kazağının kollarının ucu ise ısırılmaktan sökülmüştü. “Bana bira alır mısın?” “Alamam.” “Elisa ne olur, dünden beri içmedim, çok kötü durumdayım. Hande’ye ulaşmaya çalışıyorum açmıyor telefonlarımı. Param yok, hadi be ablam.” Karşısına oturup, parmaklarımı şakaklarıma bastırdım. “Ablam ne olursun, bir tane al. Bak başka istemeyeceğim.” Onu böyle gördükçe midemi deşiyorlardı sanki. “Param yok.” Kaşlarını çattı. “Yalan söyleme, var paran.” Artık bana inanmasını beklemiyordum. “Yok,” dedim dişlerimin arasından. “Elisa,” dizlerinin üzerine çöküp ellerini birbirine sürterek, “Sadece bir bira,” diyerek yalvarmaya başladığında yine krize giriyordu. “Kalk duş aldıracağım sana.” Başını iki yana sallasa da kollarından tutup zorla ayağa kaldırdım onu. “Ne olur Elisa, ne olur bir tane al. Dayanamıyorum, lütfen.” “Duş al, alacağım.” “Söz mü?” Sıkıntıyla iç çektim. “Söz mü Elisa?” “Söz!” Yanağımı öpüp koşarak banyoya girdi. Dolan gözlerimden yaşlar süzülürken evden çıktım. Bu ona yaptığım iyilik değil kötülüktü. Tekel bayisine ilerlerken gördüğüm araba adımlarımı yavaşlattı. Bu adam neden gitmemişti? Gözlerimi hızla arabanın üzerinden çekip tekel bayisine girdim. Bir tane biranın parasını ödeyip dışarıya çıktığımda gözlerim ister istemez arabayı buldu. Camı aşağı indirmiş beni izliyordu. Neden peşimi bırakmıyordu? Onlara oynayacağımız oyundan haberi mi olmuştu? Midem korkuyla kasılırken adımlarımı hızlandırdım. Eğer öğrendiyse başlamayan hukuk hayatım dolandırıcılıktan bitecekti. “Elisa!” Evden yarı çıplak koşan ablam elimdeki poşeti hızla alıp içinden birayı çıkardı. “Abla ne yapıyorsun, çabuk içeriye gir.” Biranın kapağını açıp kafasına diktiğinde, duvar dibine çöktü. Saçları sırılsıklamdı, üzerinde ise şortu ve sütyeni vardı. “Edep kalmadı artık,” diyen komşularımızdan birkaçı, “Defolup gidemediler mahalleden,” derken zorlukla onu yerden kaldırmaya çalıştım. “Kalk lütfen.” İçerken kendinden geçmişti resmen. “Abla kalk, rezil oluyoruz.” Ayağa kalktığında evin içine ittim bedenini. Gözüm arkaya kaydığında hâlâ arabanın içinde bizi izleyen adamı görmek acı verdi. Alkolik bir ablanın, avukat olmak isteyen kardeşinin gerçek hikâyesiydi bu. Ne acı, bugün onu dinlerken kısa bir an onun gibi olur muyum diyerek aklımdan geçirmiştim. İmkânsızdı. Onun mükemmel bir ailesi vardı arkasında, benim ise alkolik bir ablam. Beni satmak için can atan ablam.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD