3. Bölüm

1236 Words
“Sizin de bildiğiniz üzere Bayan Eden, bugün cüzdanını çaldırdığı ile ilgili şikâyette bulunmaya geldi. Ayrıca mağazadan alınan kamera kayıtları da bu durumu onaylar nitelikte. Cinayetin gerçekleştiği 8 Kasım tarihinde, Annabelle Eden, arkadaşı Zara Wellman ile Brandon Park’ın evinde olduğunu kanıtlayan ev güvenlik kamerası görüntüleri de mevcut. Müvekkilim tüm gün oradan hiç ayrılmamış, ertesi gün evden çıkış sağlamıştır. Bu bilgiler kendisini zanlı olmaktan alıkoymaya yeter niteliktedir. Bu koşullarda burada tutmaya devam etmeniz halinde bizim şikayetçi olma hakkımız var Dedektif Bey. Kendisini salıvermenizi talep ediyorum.” Rick Wesley, annemin küçükken buradaki en yakın arkadaşıymış. Rick Amca, annemi kaybettikten sonra bana çok destek olmuştu. Regina ve Karen’ın aileleriyle de yakın olması ve bana destek olması durumu biraz aralarını bozsa da hiçbir zaman benden vazgeçmemişti. Hakkını ödeyemeyeceğim nadir insanlardandı. “Geçmiş olsun, Anna.” Karakoldan çıkmıştık. “Teşekkür ederim Rick Amca.” -- Evim. O kadar yoğun ve zorlu birkaç gün geçirmiştim ki. Hemen sıcak bir duş alıp kendimi koltuğa attım. Paytak adımlarıyla kedim içeri girdi. Beni pek sevmezdi. Aslında insanları pek sevmezdi. Açık gri tüyleri ve koca patileri vardı. “Mocha! Gel oğlum.” Kafasını kaldırarak bana doğru baktı. Sonra önündeki kağıtla oynamaya başladı. “Gelsene buraya, seni şişko kedi. Hey! Ne ile oynuyorsun sen?” Önündeki kâğıdı çöpe atmak üzere almama sinirlenerek patisiyle elime nazik bir vuruş gerçekleştirdi. “Ah! Şeytan kedi.” Yere düşen buruşmuş kâğıdı elime alıp açmamla yere fırlatmam bir olmuştu. Bu bizim lise sınıf fotoğrafımızdı. Regina ve Karen’in yüzleri kırmızı keçeli kalemle çarpı olarak işaretlenmişti ve bazıları yuvarlak içine alınmıştı. Kâğıdın üzerinde ise “Katil” yazıyordu. Aniden mutfaktan gelen bir sesle çığlık atmam bir oldu. Neler oluyordu? “Biri mi var orada? Hey!” Usulca mutfağa doğru ilerlerken rafta duran metal bibloyu elime almayı eksik etmemiştim. Mutfak kapısından eğilerek içeri bakmamla kafamı geri çekmem bir oldu. Yalnız değildim. Mutfağımda bir gülme sesi yankılandı. Tanrım. Korkuyordum. “Korktun mu, küçük kız?” dedi mekanik bir ses. Arka cebimdeki telefonumu çıkartırken zamanında ezberlediğime bin defa şükrettiğim ve değiştirmediğini umduğum numarayı tuşlayıp telefonumun sesini kıstım. Telefonun açılma sesiyle derin bir nefes alarak cevapladım. “Kimsin sen? Ne istiyorsun benden? Neden evimdesin?” Umarım işe yarardı. “Senin için yaptığımı beğendin mi? Regina ve Karen sana benim sürprizimdi. Listeye sevmediklerinden başlamak istedim küçük kız. Sevdiklerinden mi başlamamı tercih ederdin?” dedi. Yanaklarımda oluşan ıslaklıklar gittikçe artıyor, görüşüm bulanıklaşıyordu. “Sen Regina ve Karen’ı..., Aman Tanrım! Kimsin sen? Ne istiyorsun?” Ayak sesleri duyuyordum. Bana doğru yaklaşıyordu. Birinci adım, ikinci adım, üç… Bibloyu sıkıca tutarak vurmaya hazır bir şekilde bekledim. Konuşmaya devam etti. “Benim kim olduğum seni ilgilendirmez, küçük kız. Neler yapacaklarımla ilgilenmelisin.” Ellerim, dizlerim, belki de her yerim titriyor; nefes alamıyordum. Kapının eşiğinde bir silüet görünce gözlerimi yumdum. Yüzümde nefesini hissettiğim an vurmak için bibloyu kaldırıyordum ki bir siren sesi duydum. Yüzümdeki nefesin eksilmesiyle bu sesi duyan tek kişinin ben olmadığımı anladım. “Belle! Belle! Neredesin? Annabelle!” Derin bir nefes aldım. “B-buradayım. Mutfakta.” Olduğum yere titreyerek çökmek üzereyken iki kolumdan birinin tutmasıyla onun üzerine doğru yığılmam bir oldu. “Şhh, geldim. Buradayım. Korkma, tamam.” Endişe dolu gözleri vücudumda dolanıyor, yaralanıp yaralanmadığıma bakıyordu. Korkmuştu. Bana bir şey olacak diye korkmuştu. Titreyen kollarımı boynuna sarmamla ağlamam şiddetlendi. “Zach, o buradaydı.” Nefesi suratımdaydı. “Geldim, güzelim. Geldim.” dedi. Hızlı nefes alışverişleri yavaşça düzene giriyordu. “Zach, Regina ve Karen’ı o…” “Şhh, tamam, duydum. Her şeyi duydum.” Zamanla ağlamam dinginleşti. O an yaşamış olduğum farkındalıkla tekrar ağlayabilirdim belki de. Zach’e adeta koala gibi sarıldığımı onunsa kollarını yanından sarkıttığını anlamamla kendime geldim. Hemen geri çekildim. Ne bekliyordum ki sanki? Ellerini koymaktan acizdi bana. Kızgın olması gereken kişi bendim oysa. Beni bir kere bırakıp giden ve düşmemi sağlayan adamın bir daha tutacağına inanmam komik olurdu. Kokusu aynıydı, belli ki kendi de öyle. Bazı şeyler ve bazı kişiler hiç değişmezdi. “Ben, affedersin. Bir anda korkuyla şey-” Genzini temizleyerek “Problem değil. İyi misin?” dedi. “İyiyim, Dedektif Stone. Teşekkür ederim.” dedim. Bakışları anında sertleşmişti. Bu kadardı işte. On yıl önce yaşanmış bitmiş bir hikâyenin kırıntılarından ibarettik biz. Bugün gözlerinde gördüğüm endişe yalandı. Bir yalancının bin bir yalanından biriydi ama bu sefer beni kandıramayacaktı. *** Duyduğum çığlık sesiyle göle düşmüştüm. Düşerken kafamı kayalığa vurmam bilincimin gidip gelmesine sebep oluyordu. Kan mı kaybediyordum? Hem anlayamıyor hem göremiyordum. Bir el tuttu elimi. Suyun yüzeyine doğru çekildiğimi hissediyordum. Bilincim gittikçe kapanıyor, ağzımdan baloncuklar çıkıyordu ve gözlerim usulca kapandı. Artık her yer zifiri karanlıktı. “Uyansana! Bir ve iki ve üç ve… Hadi ama! Kahretsin!” Dudaklarımda hissettiğim baskı ve sonrasında gelen hava beni canlandırmaya yetmiş olacak ki öksürerek ciğerlerimdeki suyu dışarı çıkartmaya başladım. “Oh, sonunda!” dedi yabancı ses. Öksürüklerim usulca kesildikten sonra sesin sahibine döndüm. Kumral saçları ve karanlıktan seçemediğim gözleriyle benim yaşlarımda bir erkek duruyordu karşımda. Parlıyordu gözleri. Başarmanın mutluluğu vardı yüzünde. “Konuşsana kızım, ne boş boş bakıyorsun?” Kabaydı bir de sanırım. “İyiyim, sağol.” “İyiyim, sağol mu? Hayatını kurtardım farkında mısın? Kimsin sen ayrıca? Sana gölde yüzülmeyeceğini öğretmediler mi? Ölebilirdin.” dedi bilmiş bir ses tonuyla. “Yüzmüyordum, düştüm.” dedim hayatımı kurtarmasının vermiş olduğu mahcubiyetin yarattığı sabır ile. “Zekisin belli ki.” dedi. “Adın ne?” diye devam etti. Evet, sabrımı sınıyordu bu çocuk. “Anna Eden.” dedim. Gözleriyle göle doğru bakıp biraz düşündükten sonra bir şey keşfetme edasıyla hızlıca bana dönüp “Annabelle’in kısaltması mı?” diye sordu. “Zekisin belli ki.” dedim küstahça. “Annabelle, evet.” diye ekledim. Gözleri kısılıyordu. Sinirlen bakalım, bilmiş çocuk. “Annabeth de olabilirdi. Neyse, tekrar nefes almanı bana borçlu olduğunu bir kenara bırakarak gidiyorum ben. Burada kalıp tekrar düşersen kurtarmaya niyetim yok bil isterim.” diyerek ayaklandı. Etrafa baktığımda ıslak kıyafetlerimle, ormanlık bir alanda, gecenin bir yarısı kalmak istemediğimi fark ederek peşi sıra ayaklandım. “Bekle, geliyorum.” diyerek seslenmem yavaşlamasına bir fayda etmeyince homurdanarak adımlarımı hızlandırdım. Ne büyük adımlar atıyordu bu çocuk. “Senin adın ne?” diye sordum. Yan gözle bana bir bakış atarak sırıttı. Sorumu cevaplamamıştı. “Sana diyorum.” diye direttim. Kafasını bana çevirerek “Ne işin vardı burada?” dedi. “Yürüyüş yapmaya gelmiştim. Bir çığlık duydum. Sonra ayağım takıldı herhalde göle düşmüşüm. Bilmiyorum. Bir kadın çığlığıydı. Duydun mu sen de?” diye cevapladım. Gözleri muziplikle kısıldı. Küstah bir cevap geleceği belliydi. “Kadın çığlıkları duyman çok normal burada, yeni kız. Ormanlık alanda sevişen iki insan seni bu kadar şaşırtmamalı.” dedi. Söylediği cümleyle gözlerim büyüyerek kısa bir şaşırma anı yaşadıktan sonra kendimi toparlayıp konuyu dağıtmaya karar verdim. “Adın ne?” dedim. Sol kolunu kaldırarak işaret parmağı ile bir tarafı gösterdi. Gözlerimle gösterdiği yönü takip ettim. “Sen şu taraftan gidiyorsun, yeni kız. Dümdüz ilerlersen çıkışı bulabilirsin. Yani bulabilirsin umarım. Yere düşüp kafanı bir yere çarparak ölmemeye çalış…” gözlerini gözlerime dikerek “… ve seslere çok kulak asmamanı tavsiye ederim.” diyerek göz kırptı. Hışımla önüme dönerek yürümeye devam ettim. Gerçekten hayatımı daha farklı biri kurtaramaz mıydı? Hem küstah hem gıcıktı. Kendi kendime söylenmeye devam ederken önümdeki taşı fark etmemem bugünün bana kaçıncı gareziydi bilmiyordum. Taşa çarpan ayağımın acısıyla ufak bir inilti çıkartmıştım. Gözlerimi yumarak duymamasını umdum. Arkadan gelen kahkaha sesi umutlarımı soldurmaya yetmişti. Ah, hadi ama! “Pişt, yeni kız!” diye seslendi. Arkamı dönerek “Ne var?” dedim sinirle. “Zach.” diye bağırdı. Anlamadığım için kaşlarımı çatarak yüzüne baktım. “Adım.” dedi sesini kısarak. “Zach, Zach Stone.” Evet. Bugün onunla tanıştım. Ya da öyle mi sandım?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD