Boynuma Dolanan Pranga

1810 Words
Güç bela gözlerimi açıp, etrafıma bakındığımda, evimizin o soğuk ve karanlık kilerinde olduğumu gördüm. Bir haftadır buradaydım. Kalkıp kapıya doğru gitmek istedim. Bedenim o kadar çok ağrıyordu ki, bir an yerimden doğrulamadım. Dudağımın kenarı da acıyordu. Ağabeyim acımamıştı yine bana. Bu, geçen bir haftada yediğim dördüncü dayaktı. Yüzüme bilerek vurmuyordu, dışarıdan görünmeyecek yerlerime ise sayısız kez vurmuştu. Yattığım yerden doğrulup, oturdum. Güç bela bir kaç derin nefes aldım. Anam babam öldüğünden beri çekmediğim eziyet kalmamıştı ellerinden bu adamın. Ama şu bir hafta on beş yıldır çektiğim eziyete karşı hiç bir şeydi. Her şey bir hafta önce eve gülerek geldiği zaman başlamıştı. Beni ilk defa insan yerine koymuş ve karşısına oturtmuş, kuma olarak Agrej Borotan’a verdiğini söylemişti. Başta idrak edemedim ne dediğini. ‘Her şey çok güzel olacak. Adam bütün borçlarımızı ödedi. Tarla, para bir çok şeyde verecek. Bir hafta sonra dini nikah için gelecekler. Hazırlık yap, evleniyorsun!’ Aklım başıma geldiğinde hemen oturduğum yerden kalkıp, ‘hayır’ diye bağırdım. Herkes olurdu ama o adam, o adam olmazdı. Evliydi en önemlisi. Ve acımasızdı. Çok, çok acımasızdı. Mardin’de birini dövmeden, öldürmeden bir günü geçmeyen bir adamdı. Yalvarmaya başladım ağabeyime. ‘Verme beni. Bak kime verirsen ver, o adama verme. İstersen on çocuklu dul birine ver gık demem ama o adam olmasın!’ Hiddetle yerinden kalkıp, ilk tokadı attı yanağıma o gün. Anında yere serilmiştim. Sonrası zaten ilk başta anlattığım gibi. Nikah gününe kadar buraya kapattı beni ve her gün gelip, kontrol ediyor, istediği cevabı vermediğim her an da dövüyordu. Öyle bir adamla evlenmek zaten intihar sayılırdı. Hele bir de kuma olarak evlenmek, işte bu intihardı. Kumaların sonu da başı da aynıydı çünkü. Bir evliliğin ortasına düşmüş kara çalıdan başka bir şey değildi, kuma. Kimse istemezdi kuma olmayı. Bende istemiyordum. Değer verilmezdi pek kumalara. Gittiği yerde çocuk doğurana kadar iyi davranılır, çocuk doğduktan sonra elinden alınır, anne adına ilk eşin adı yazılırdı. Bebeğini zor görürdün ondan sonrasında. Hatta çoğu bir kenara atılır, yüzme bakılmaz, hizmetli muamelesi yapılırdı. Benimde sonum böyle olacaktı. Kapının kilit sesini duyduğumda korkuyla baktım o tarafa. Saniyeler sonra kapı açıldı. Ağabeyim dudaklarında iğrenç bir sırıtışla girdi içeri. Yanıma doğru adımlayıp, tek dizinin üzerine çöktü. Yüzüme bakınmaya başladı. Aldığım hasarı kontrol ediyordu. “Kalk hadi. Birazdan gelecekler imamla birlikte. Şu yüzünü gözünü düzelt. Sana bir elbise aldılar, onu giy. Kendini güzelleştir az.” “Ağabey kurbanın olayım, verme beni o adama. Başkasına ver ama o olmaz ağabey. N’olur ağabey, yalvarırım.” “Sus kız! Bak adam bir dakikada borçlardan kurtardı bizi. Dahası üzerine bir ton para, toprak da verecek. Az dişini sıkarsın bir kaç gece bir şey olmaz.” Bu adamın nasıl ağabeyim olduğunu sorguluyordum şu anda. Bana dedikleri nelerdi öyle? Ne annem, ne babam kötü insanlardı ama bu ağabeyim dediğim insan, onlardan zerre huy almamıştı. “Bizim değil, senin kumar oynayıp yaptığın borcun bedelini, ben neden ödüyorum ağabey? Hadi beni hiç sevmedin onu anladım da, bu da reva mı ağabey? Evli birine borcuna karşılık kardeşini kuma vermek. Yapma etme ağabey.” Elini vurmak için kaldırdı ama son anda vazgeçti. “Bak Asmin, hayatımız kurtulacak diyorum sana neden anlamıyorsun? Kimse gelmedi lan seni istemeye. En son iki yıl önce bir çoban gelmişti ona mı verseydim? Bu adamdan başkası yok sana!” Başımı iki yanıma salladım. “Keşke verseydin beni o çobana ağabey. Verseydin de bu rezilliğini görmeseydim!” Bu sefer kaldırdığı eli, sırtıma yumruk olarak indi. Nefesim kesildi bir an. “Senin dilin epey bir uzamış ama Agrej ağa kesmesini bilir! Kalk hadi.” Kolumdan tutup, var gücüyle çekiştirmeye başladı beni. Kilerden dışarı çıktığımızda, akşamın olmak üzere olduğunu gördüm. Bir nefes almaya çalıştım, günlerdir küçücük odada kapalıydım. Şiddetle çekiştirdi ama ağabeyim, gücüm kesilip, yere düşmeme rağmen durmadan sürükleyerek odamın kapısına geldi. Kapıyı açıp, fırlatarak odaya attı. Zemine sertçe düştüm. “Çabuk ol. Yarım saate gelirler. Duş al önce. Ardından elbiseyi giyip, boyan. Acele et.” Kapıyı üzerime kapatıp, kilitledi. Uzaklaşan ayak seslerini duyduğumda, yerimden kalktım. Odama göz attım şöyle bir. Bir haftadır görmüyordum. Yatağın üzerindeki elbiseyi görünce daha çok ağlamaya başladım. Bembeyazdı, gelinlik gibi. Ama kefen de beyazdı değil mi? Bugün benim hem düğün günüm, hem de ölüm günümdü. Bu elbise de gelinlik değil, bir kefendi. Güç bela odada bulunan küçük banyoya ilerledim. Kovaya doldurduğum sıcak suyun üzerine, biraz soğuk su ekleyip, üzerimi çıkartmaya başladım. Bedenimin acıması, sızlaması yüzünden zorlanarak çıkardım üzerimi. Gözlerim ağabeyimin tuttuğu koluma değdi. Parmaklarını sardığı yer kıpkırmızı olmuştu. Bakışlarımı oradan çekip, bedenimi inceledim. Yer yer morluklar vardı. Bazı yerlerde sararmıştı. İç çamaşırlarımı da çıkartıp, ağlaya ağlaya banyomu yaptım. Suyun değdiği yerler, çok acıyordu. Banyodan çıkıp, bedenimi havluyla kuruladım. Temiz bir iç çamaşırı aldım elime. Ellerim titriyordu, sakin kalmaya çalışarak giydim. Alınan elbiseyi de üzerime geçirip, küçük aynalı, masanın önüne oturdum. Nemini aldığım saçlarımı taramaya başladım. Uzun saçlarım vardı benim. Bir kere bile sevgiyle okşanmak için tutulmamış, sadece canımı acıtmak için tutulup çekilmiş, güzel saçlarım. Tarağı yerine koyup, yüzüme baktım aynada. Göz altlarımda mor halkalar vardı. Ağlamaktan da şişmişti. İçleri kırmızı kırmızı olmuştu. Öyle fazla bir makyaj malzemem yoktu. Elimde olanlarla, biraz olsun kapatmaya çalıştım kusurlarımı. Dudağımın kenarındaki yaraya bir şey yapmadım, bilerek. Telefonum elimde olsaydı eğer, Şehriban’ı en yakın arkadaşımı arar, beni kurtarmasını isterdim. Gerçi onunda elinden bir şey gelmezdi ama umut ne güzel şeydi. İşim bittiğinde, yatağın üzerinde duran bir diğer şeyi gördüm. Kırmızı bir duvak. Elbisenin altında olduğu için görmemiştim galiba. Duvağı alıp, başıma geçirdim. Yüzümü de kapatıp, yatağın üzerine oturdum. Kabullenmekten başka ne şansım vardı ki? Buralarda sözü geçmezdi kızların. Bende onlardan biriydim işte. Belki anam baba hayatta olsaydı izin vermezdi onlar, kuma gitmeme ama yoklardı. Ardı ardına duyduğum araba sesleri düşüncelerimi susturdu. Gelmişlerdi. Kalabalığın sesi kulaklarıma dolmaya başlarken, odanın kapısı açıldı. Ağabeyim gelmişti. Yanıma gelip kolumdan tuttu ve tek kelime etmeden beni peşi sıra sürükleyip dışarı çıkardı. Bir çok insan var gibiydi. Yanıma orta yaşlarda bir kadın yaklaştı. “Ben Borotan aşiretinin hanımağası Xate Borotan. Bundan sonra senin anan sayılırım. Bana bak gelin, oğlumun gönlünü hoş edesin. Benim zaten bir gelinim var ama sende gelinsin artık. Ne yapalım? Oğlum böyle istemiş..” daha da konuşacaktı kadın ama gür bir ses duymasıyla kesti konuşmayı. “Anaaaaa,” bu oydu, Agrej ağa. Yutkunarak başımı onun olduğu yere doğru çevirdim. Sert adımlarla yanımıza doğru geliyordu. Yüzü öfkeden kasılmıştı. Pek güldüğü söylenmezdi zaten. “Ne diyordun ana?” Muhatabı annesiydi sadece, bakışlarım Xate hanıma döndü. “Bir şey demedim oğul. Kendimi tanıtıyordum, gelinime.” Tükürür gibi söylemişti, son kelimeyi. Dediğim gibi, kumalar sevilmezdi. Agrej ağa başını çevirip bana baktı. Yüzüm kapalı olunca çekinmeden bakabildim. Sanki gözlerimi görüyormuş gibi doğrudan gözüme bakıyordu. Rahatsızca yerimde kımıldandım. Bir şey söyleyecek gibiydi ama söylemedi. Arkasını döndü. “İmam gelmedi mi daha?” Hemen yanına bir kaç adam geldi. “Az sonra burada olur ağam. Tekeri patlamış arabasının. Gelir şimdi.” Sağına soluna bakındı. Omuzları gergin duruyordu. Sinirlenmişti belli ki. “Bir daha benim dediğim işin tersini yaparsanız, sıkarım kafanıza!” Bağırtısıyla irkildim. Bir çok kişi de benim gibi irkildi. Bir tek annesi, Xate hanım gururla bakıyordu, oğluna. İşte ben bu zalim adamın ikinci karısı olacaktım. Öylece ayakta beklemeye devam ederken, imam geldi. Hızlıca ağabeyimin yine beni tutup, bahçedeki küçük masaya oturtmasıyla, Agrej ağa da yanıma gelip oturdu. İmam da karşımıza geçti. Sure okuyup, dua etti önce. Sonra bana döndü. “Kızım mehir olarak ne istersin?” Düşünmemiştim. Hiç düşünmemiştim bunu. Ne diyeceğimi de bilmediğimden öylece bakıyordum. Biraz kendimi toparlayıp, başımı eğdim. “Bir şey istemem efendim.” Zaten istesem de ne olacaktı? Boşanmak öyle fazla olmazdı buralarda. “Her ay adına açılacak olan banka hesabına, yüz elli bin Türk lirası yatırılacak. İstediği herhangi bir şehirden de bir evin tapusu üzerine verilecek.” Ağzım şakınlıkla açıldı. Bu kadar şeyi ben ne yapacaktım. Yine de bu kadar şeyi verebilecek olması, kalbime bir umut doğurdu. Tek bir isteğim vardı benim bu hayatta. Belki izin verirdi onu yapmama. Başımı yerden kaldırıp, karşıma baktım. “Bunların hiç birini istemiyorum. İleride istediğim bir şeyi yapmanı istiyorum sadece.” Bu cesaretim nasıl gelmişti bende bilmiyorum. Fısıltılar duyuyordum, öfkeyle harmanlanmış. İmam bir cevap bekler gibi Agrej ağaya bakıyordu. Bende ona döndüm. Başını salladı önce. “Kabul. Kıy nikahı artık.” İmam üç kere sordu bana Agrej ağayı kocan olarak kabul ettin mi diye, ciğerim yana yana ‘ettim’ dedim. Ona da sordu, nikahına aldın mı diye, ‘aldım’ dedi. Belki imzayla değil ama sözlerle prangam boğazıma takıldı. Evliydim artık. Hayalimdeki gibi telli duvaklı da değildi düğünüm. Hoş duvak vardı başımda, kırmızı. Kan kırmızısı o duvak hem kalbimin he de hayatımın belki canlı olan tek rengiydi. Ağabeyim, yanıma gelip kuşak bağlamak için, başını eğdi. Gözlerim dolu dolu gözlerine baktım. Sanki ufacık da olsa bir duygusallık var gibiydi. Üç kere dolandırdı belimde, en sonuncusunu da dolandırıp, bağladı. Pislik yapmıştı ama, ağabeyimdi. Hayattaki tek ailemdi. Eline uzanıp öptüm, alnıma koydum. Omuzlarımdan tutup, alnımdan öptü. Hayatımda ilk kez beni öptü, onda da başımdaki duvak yüzünden dudakları tenime değmedi. Sonrası hızlı oldu. Arabalara bindik. Yanıma Agrej ağa oturdu. Araba hareket ederken, geçip gittiğimiz yollara baktım. Çocukluğum, gençliğim bu yollarda geçmişti. Hıçkırıklarıma zar zor mani olmaya çalışıp sessizce ağlarken, elime dokundu. Anında başımı çevirdim. Bana bakmıyordu ama elimi tutuyordu. Hızlıca çektim elimi. Başımı da camdan dışarı çevirdim. Homurdanarak bir şeyler dedi ama dikkate alamadım. Kocam olarak görmeyecektim onu. Zaten bir karısı vardı. Ağabeyimin dediği gibi gözümü kapatıp, dişimi sıkarsam bir kaç kere, yeterdi. Kocaman bir konağın önüne geldiğimizde araba durdu. Borotan konağını görmemiştim hiç. Duymuştum sadece büyüklüğünü. Agrej ağa inerken, bende kapımı açıp indim. Dar bir yoldu evin önündeki yol. Hemen konağın karşısında da başka bir konak daha vardı ama kapısı kilitliydi. Işıkları yanmıyordu. Boştu demek ki. Yönümü oradan, bundan sonraki hayatımın geçeceği konağa çevirdim. Ben bakınırken yanıma Xate hanım geldi ve kolumdan tutup, büyük kapıdan içeri geçirdi. Büyükçe bir avluydu burası. Ortasında süs havuzu etrafında saksı içinde çiçekler. Az ileride bir masa etrafında bir çok sandalye. Köşede karşılıklı sedirler. Sedirlerin üzerinde asmalardan bir gölgelik vardı. Yaşanabilir, yaşanıldığı belli olan bir yerdi. “Alın bunu ağanızla olacak odasına çıkarın!” “Emredesin hanımağam.” İki kadın koluma girip beni yürütmeye başladılar. Merdivenlerden önce ikinci kata, ardından üçüncü kata çıktık. Kahverengi bir kapının önünde durdular. Kapıyı açıp içeri geçtik. Büyük bir yatak, hemen karşısında yine büyük bir kıyafet dolabı, kenarında makyaj masası. Bundan sonraki hayatımın geçeceği odaydı burası. Ben etrafa bakınırken, beni getiren çalışanlar çıkıp gitti. Korkuyla beklemeye başladım. Fazla da beklemedim zaten. Kapı açıldığında Agrej ağa geldi. Ayakta bekliyordum, yatağa oturamamıştım. Yanıma gelip, elindeki kutuyu açtı. Bir gerdanlık çıkarıp, boynuna taktı. Duvağımı açtığında yanaklarıma doğru akan yaşlara baktı ilk. Sonra gözlerime. “Sen hazır olana kadar bekleyeceğim, Asmin. Ağlamana gerek yok!” Ben şaşkınlıkla bakarken, arkasını dönüp gitti. Sesi çaresiz biri gibi çıkmıştı sanki. Belki o da beni istememişti. Başımı iki yanıma salladım sonra. Bir çok para vererek almıştı beni. Nasıl istemesin? Kapının yanında duraksadı geri döneceğini sanarak bakışlarımı sırtına diktim. Saniyeler sonra, kapıyı hızlıca açıp gitti. Odadan çıktığında ne düşüneceğimi bilemeyerek, kapalı kapıya baktım. Ne olmuştu az önce? Ben o acımasız adamdan neler duymuştum? Yatağa oturdum. Kapıya bakmaya devam ediyordum. İçimde her an geri gelecekmiş korkusuyla.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD