Gökyüzü sessizdi, ama sessizlik hiç bu kadar gürültülü olmamıştı.
Lucien, gözlerini açtığında ne ışık ne de karanlık vardı. Sadece griyle kaplı bir boşluk… Sonsuzluk gibi, ama bir şekilde canlı. Nefes aldığını fark ettiğinde göğsünde ağır bir basınç hissetti; sanki kalbi, başka bir kalbe bağlıymış gibi atıyordu. Elara’nın yankısı hâlâ oradaydı. Onu kaybetmemişti, sadece ulaşamayacağı bir yere taşınmıştı.
Lucien ayağa kalktı. Adımlarının altında yankılanan zeminin ne toprak ne taş olduğunu anlayabiliyordu. Her şey bir yankıdan ibaretti — varlıkla yokluk arasında sıkışmış bir geçit. “Elara,” diye fısıldadı. Sesinin yankısı çevresinde dönüp tekrar ona döndü. “Elara, beni duyuyorsan…”
Bir uğultu duyuldu.
Hava birden titredi, gri perde yırtıldı. Işıktan bir çizik açıldı gökyüzünde ve içinden bir siluet geçti. Kanatları yaralı, gözleri kapalıydı. Elara’ydı. Ama onun bedeni artık bildiği Elara’nın bedeni değildi. Işıkla örülmüş damarlar teninde parlıyordu, saçları siyahın en koyu tonuna dönmüştü. Lucien bir adım attı. “Elara!”
Kızın gözleri hafifçe aralandı, ama hiçbir şey söylemedi. Sadece bir rüzgâr esti, onunla birlikte binlerce anı havaya karıştı. Lucien’in zihninde görüntüler belirdi: Nemoris’in yanışı, Seraphor’un karanlığı, Raphien’in çığlığı, ve sonunda Elara’nın kendini feda ettiği o an. Işığın patladığı, her şeyin sona erdiği an.
Lucien dizlerinin üzerine çöktü. “Ben seni buldum,” dedi kısık bir sesle. “Ama sen… artık burada değilsin.” Elara’nın yüzü bir an için ifadesizdi. Sonra dudakları aralandı, bir fısıltı duyuldu. “Ben… seninle değilim, Lucien. Bu yerin ötesindeyim.”
“Öyleyse bana yol göster,” dedi Lucien. “Seni bulmak için düşmeyi bile seçtim.”
Elara’nın gözleri parladı. “Düşmek… her zaman yeniden doğmak değildir.”
O an, zemin titredi. Lucien dengesini kaybetti, gri boşluk bir anda sarsılmaya başladı. Yukarıdan siyah damlalar düşüyordu; her biri bir anı, bir hatıraydı. Lucien’in yüzüne biri çarptı — Elara’nın sesiyle birlikte.
“Bu kez… seni ben kurtaramam.”
Lucien gözlerini kapattı. “O zaman ben seni kurtarırım.”
Işık aniden patladı. Boşluk parçalandı, rüzgâr keskin bir kılıç gibi esti. Lucien gözlerini açtığında kendini Nemoris’in üzerinde, tapınağın harabelerinde buldu. Gökyüzü griydi, ama bu kez gerçekti. Kuşlar susmuş, rüzgâr yönünü kaybetmişti. Yavaşça ayağa kalktı, etrafına baktı. Her şey külle kaplıydı.
Raphien oradaydı.
Sırtını bir sütuna yaslamış, elinde eski bir rün taşı tutuyordu. Yorgundu, gözleri kan çanağı gibiydi. Lucien’in siluetini gördüğünde yerinden fırladı. “Lucien! Tanrım, yaşıyorsun!”
Lucien başını kaldırdı, sesi boğuktu. “O nerede?”
Raphien’in yüzündeki ifade anında değişti. “Elara mı? Onu senle birlikte geçidin ötesine gitti sandım.”
Lucien başını iki yana salladı. “Hayır… o orada kaldı. Işığın ötesinde. Ama hâlâ burada — kalplerimizin içinde yankılanıyor.”
Raphien dişlerini sıktı, taşın üzerindeki semboller parladı. “O zaman hâlâ bir umut var. Çünkü Nemoris yeniden uyanıyor.”
Lucien kaşlarını çattı. “Ne demek istiyorsun?”
Raphien taşın yüzeyine dokundu. Anında toprağın altından bir uğultu yükseldi. Tapınağın yıkıntıları titredi, toz bulutları havalandı. “Mühür tam olarak kapanmamış. Elara’nın gücü, bu toprağın damarlarına karıştı. Ama karanlık da hâlâ burada, derinlerde. Ve biri onu çağırıyor.”
Lucien gözlerini kısmıştı. “Kim?”
Raphien yavaşça başını kaldırdı. “Yeni bir isim duyuluyor. Seraphor’un ardında kalan gölge… adını söylemeye bile cesaret edemiyorum.”
Lucien’in kalbi sıkıştı. “Eğer o gerçekten uyanırsa…”
“Bu kez sadece Nemoris değil, tüm dünya yanar.”
Rüzgâr yeniden esti. Gökyüzü, gri bulutların ardında bir uğultuyla karardı. Ve o an, uzaklarda bir fısıltı duyuldu:
“Elara…”
Lucien başını kaldırdı. Fısıltı, rüzgârın değil, bir ruhun sesiydi.
Raphien geri çekildi, taş ellerinde parladı. “Duydun mu?”
Lucien sessizce başını salladı. “Evet. Bu sadece yankı değil. Bu bir çağrı.”
Gökyüzünde ilk yıldırım çaktı. Tapınak taşları yerinden oynadı, havaya ince bir sis yayıldı.
Lucien ellerini yumruk yaptı. “Elara seni bulacağım. Işık yeniden doğacak. Ne olursa olsun.”
Raphien gözlerini kapadı, sessizce mırıldandı: “Ve karanlık, onunla birlikte yeniden yürüyecek.”
Gökyüzü çığlık attı.Lucien tapınağın taşlarından uzaklaşırken ayaklarının altında ezilen kül tabakası çıtırdadı. Her adımında hava ağırlaşıyor, gökyüzü biraz daha koyulaşıyordu. Nemoris artık sessiz değildi. Uğultular, toprağın altından yükselen kalp atışları gibi yankılanıyordu. Lucien başını kaldırdığında gökyüzündeki gri örtüden karanlık iplikler süzülüyordu. Onlar, bir zamanlar mühürlenmiş olan lanetin yeniden uyanışını müjdeliyordu. Raphien arkasından geldi, yüzünde hem korku hem inanç vardı. “Burayı terk etmemiz gerek,” dedi. “Mühür çözüldü. Bu toprak artık bize ait değil.” Lucien durdu, başını çevirmeden yanıtladı: “Hayır. Burası hâlâ ona ait. Ve o hâlâ burada.” Raphien ellerini iki yana açtı. “O artık bu dünyanın bir parçası değil. Onu kurtarmaya çalışırsan kendini de kaybedersin.” Lucien’in gözleri bir an için karardı. “Belki de zaten çoktan kayboldum.” Bu sözler havada asılı kaldı. Raphien sessizleşti. Tapınağın merkezine yürüdüklerinde, taşların arasında bir ışık huzmesi belirdi. İnce, neredeyse görünmez bir parıltıydı. Lucien eğildi, parmaklarını ışığın üzerinden geçirdi. Işık parmağına dokunduğu anda bir görüntü zihninde canlandı. Elara, bir boşlukta süzülüyordu. Etrafında gölgeler dönüyor, gözleri yarı kapalıydı. Dudakları bir şey fısıldadı: “Lucien…” Lucien’in nefesi kesildi. Elini hızla geri çekti, parıltı sönmeden önce Raphien’in sesi yankılandı. “Bir bağlantı hâlâ var. Onun ruhu mühürle birlikte bağlanmış.” “O zaman hâlâ umut var,” dedi Lucien. “Eğer bir yol varsa…” “Yok,” diye kesti Raphien. “O yolu açmak seni yok eder. O geçit bir daha açılırsa karanlık da döner.” Lucien’in yüzüne sert bir ifade yerleşti. “Belki de başka bir seçim kalmadı.” Raphien gözlerini kapattı, başını iki yana salladı. “Savaş yeniden başlarsa kimse kurtulmaz. Seraphor bile bunu istemezdi.” Lucien’in sesi alçaldı ama kararlıydı. “Seraphor’un ne istediği umurumda değil. Ben Elara’yı geri getireceğim.” Raphien bir adım attı, elini Lucien’in omzuna koydu. “O zaman yalnız gideceksin.” Lucien başını kaldırdı, gözlerinde gri ışıklar dans ediyordu. “Zaten hep öyleydim.” Tapınağın üzerindeki gökyüzü aniden yarıldı. Işıkla karanlığın arasında kıvrılan bir yarık açıldı. Lucien başını kaldırdı, elini havaya uzattı. Yarığın içinden rüzgâr gibi bir ses geldi — birden fazla sesten oluşan bir fısıltıydı. “Onu geri istiyorsan, ışığı yak. Ama her ışık bir gölge doğurur.” Lucien gözlerini kısmıştı. “Sana gölge gerekirse, ben olurum.” Yarık büyüdü, tapınağın taşları havalanmaya başladı. Raphien geri çekilirken bağırdı: “Lucien, yapma! Bu mühür yeniden açılırsa Nemoris düşer!” Lucien’in gözleri alev gibi parladı. “Nemoris zaten çoktan düştü.” Işığın patlamasıyla birlikte dünya sustu. Kül havaya karıştı, rüzgâr yönünü kaybetti, ve her şey bir an için donar gibi oldu. Raphien elleriyle yüzünü korurken sadece tek bir görüntü görebildi: Lucien’in gövdesi ışığın içinde kayboldu, ardından sessizlik. Tapınak tamamen çöktü. Raphien dizlerinin üzerine çöktü, gözleri doldu. “Tanrım,” diye fısıldadı. “Bu kez gerçekten bitti.” Ama uzaklarda bir yerlerde, göğü delen bir çığlık duyuldu. Işıktan doğan, ama karanlıktan güç alan bir çığlık. Elara uyanmıştı.