Bölüm 2: İlk İntikam
Güneş, perdelerin arasından sızarak yatak odasındaki toz tanelerini aydınlatıyordu. Avucumda sımsıkı tuttuğum kırmızı reçete ve Chanel No. 5 örneği, derimi acıtıyordu. Artık sadece bir kurban değildim. Ateşle oynamaya karar vermiştim.
Kerem, kanepede hâlâ sızmıştı. Ağzı açık, horul horul uyuyordu. Yüzündeki o sakin ifade, içimdeki öfkeyi daha da körüklüyordu. Yavaşça yanına yaklaştım. Cebinden telefonunu çıkardım. Parmak izi kilidini umursamadan -zaten uyurken başparmağını kullanırdım- ekranı açtım.
WhatsApp, mesajlar, aramalar... Hepsi temiz görünüyordu. Ama sonra, "Gizli" klasörüne denk geldim. Parolasını tahmin etmeye çalıştım. Oğlumuzun doğum günü, evlilik yıldönümümüz... Hiçbiri işe yaramadı. Son bir şans verdim: "Yesilcam" yazdım. Gençliğindeki obsesyonuydu. Ve işe yaradı.
İçeri girdiğimde, midem bulandı. Onlarca kadın. Flörtleşmeler, ayarlamalar, randevular. En son bir hafta önce, "Selin" adında biriyle yazışmaları vardı. "Oğlunu yatırdıktan sonra çıkabiliyorum," yazmıştı. "Kocan yine içmiş mi?" diye sormuştu Selin. Kerem'in cevabı ise yüreğime hançer gibi saplanmıştı: "Uyuyakalmış. Sessizce çıkarım. Senin o ateşini nasıl özledim anlatamam."
Gözlerim yaşardı, ama ağlamadım. Öfke, gözyaşlarımı kurutmuştu. Telefonu yerine koydum. O an, ne yapacağımı biliyordum.
Oğlumu okula bıraktıktan sonra, doğruca Alp'in kliniğine gittim. Randevum yoktu. Hemşire Ece, beni görünce şaşırdı. "Doktor Bey çok meşgul, Deniz Hanım," dedi, burnunu havaya dikerek. "Ona söyleyin," dedim, sesim buz gibi. "Ya şu an görüşürüz, ya da bir sonraki hastasına Tıp Derneği'ni arayıp, kırmızı reçeteleri nasıl dağıttığını anlatırım."
Ece'nin yüzü bembeyaz oldu. İçeri koştu. Bir dakika sonra, Alp'in ofisinin kapısı açıldı. Yüzü öfkeyle kızarmıştı. "İçeri gel," diye hırladı.
İçeri girdim. Kapıyı arkamdan kapattım. "Bu ne cüret--" diye başladı, ama sözünü kestim. "Yeni şartlarım var," dedim, masasına dayanarak. "Bir, bana ayda beş tane kırmızı reçete yazacaksın. İki, Kerem'in sırtındaki borçları ödeyeceksin. Banka hesabındaki o parayı görmek isterim."
Alp, kahkaha attı. Acımasız, alaycı bir kahkahaydı. "Sen kendinde ne sanıyorsun, karı? Seni s*kmem için sana acıyorum!"
Gülümsedim. Soğuk, keskin bir gülümsemeydi. Cebimden telefonumu çıkardım. Dün gece, onunla olan bir sonraki "randevumuzdan" önce, çantamı masanın üzerine koymuş ve cep telefonumu gizlice kayda almıştım. Videoyu açtım ve sesi sonuna kadar açtım.
"Kerem seni becerirken böyle misin? Yoksa o beceremediği için mi bana geliyorsun?" "Lütfen... Bitir." "Haftaya görüşürüz. Aynı gün, aynı saat."
Alp'in yüzündeki kan çekildi. "O... o kayıt... Sileceksin onu!" diye bağırdı, üzerime atılmak istercesine. "Tabii ki silerim," dedim sakinle. "Şartlarım yerine getirildikten sonra. Ama bir kopyasını da bir avukat arkadaşıma bıraktım. Bana bir şey olursa, bu video tüm interneti dolaşır."
Yalan söylüyordum. Avukat arkadaşım falan yoktu. Ama o bunu bilmiyordu.
Alp, koltuğuna çöktü. Yenilgiyi kabul etmişti. "Peki," diye homurdandı. "Ama bu seferlik. Ve bir daha asla böyle bir şey yapmayacaksın."
"Elbette," diye yalan söyledim. "Sadece iş."
O akşam, eve döndüğümde Kerem, her zamanki gibi içkisini yudumluyordu. "Neredeydin?" diye söylendi. "Ece'yle kahvedeydik," dedim, o bildik yalanı tekrarlayarak. Ama sonra, cebimden Chanel No. 5 örneğini çıkardım ve masaya bıraktım. "Bunu düşürdün galiba."
Kerem'in yüzü dondu. Gözleri dehşetle açıldı. "O... o..." "Evet," dedim, gülümseyerek. "Onu buldum. Güzel kokuyor. Selin de mi aynı parfümü kullanıyor?"
Kerem, ayağa fırladı. "Ben... ben açıklayabilirim, Deniz! O önemsiz bir şeydi! Sadece bir kaçamaktı!" "Tabii canım," dedim, sesim zehir gibi tatlı. "Önemsiz. Tıpkı senin işin, ailen, bu ev gibi. Hepsi önemsiz."
Ona doğru bir adım attım. "Ama merak etme, canım benim. Seni affediyorum." Kerem, şaşkınlıkla bana baktı. "Affediyor musun?" "Evet," dedim. "Çünkü ben de hatalar yaptım. Hepimiz yaparız. Ama artık değişeceğiz. Birlikte. Sen içmeyi bırakacaksın. İş arayacaksın. Ve ben... ben de sana daha iyi bir eş olacağım."
Kerem, gözleri dolu dolu yere kapandı. "Özür dilerim, Deniz. Çok özür dilerim. Seni mahvettim." "Geçti," dedim, onun saçlarını okşayarak. Ama içimdeki buz gibi soğukluk geçmemişti. Bu, affediş değil, bir stratejiydi. Onu kontrol etmek, daha büyük oyun için bir piyona dönüştürmekti.
O gece, Kerem yıllar sonra ilk kez sarhoş olmadı. Oğlumuzla oyun oynadı, onu yatağa yatırdı. Sonra yatak odama geldi. "Belki..." diye kekeledi. "Belki biz de... yani... uzun zamandır..."
İçim bir anda öfkeyle doldu. Dr. Alp'in dokunuşları hâlâ tenimde yanıyordu. Ama gülümsedim. "Henüz değil, tatlım. Önce kendimizi toparlamalıyız. Tamamen temiz olmalıyız."
Yattığımızda, sırtım dönük ona, avucumda o kırmızı reçeteyi sımsıkı tuttum. İlk intikamımı almıştım. Ama bu sadece bir başlangıçtı.
Sıradaki, Dr. Alp'ti. Ve onun için çok daha acımasız bir planım vardı. Çünkü artık biliyordum: Bu dünyada hayatta kalmak için, bazen canavarlaşmak gerekiyordu. Ve ben, canavarımla henüz yeni tanışıyordum.