Bölüm 1: İlk Doz
Odamın loş ışığında, Dr. Alp'in masasının üzerine attığı o ufacık kırmızı kağıt parçasına bakıyordum. Üzerinde okunaksız yazılarla yazılmış bir ilacın ismi ve "3x1" yazıyordu. Etrafta uçuşan parfüm, dezenfektan ve güç kokusu karışımı bir histeri havası vardı.
"Bu son, Deniz," dedi Alp, beyaz önlüğünün yakasını düzeltirken. Gözleri üzerimde geziniyordu, tıpkı bir cerrahın ameliyat edeceği bölgeye bakışı gibi. "Bunu da abartırsan, bir daha yüzüme bile bakamazsın."
Sırıttım. Oğlumun okul taksitini ödeyebilmek, kiranın altından kalkabilmek için bana reçete yazmayı "abartmak” mı diyordu? Kahretsin, hayatımın kendisi zaten bir abartıdan ibaretti.
"Merak etme doktorum," dedim, sesimi mümkün olduğunca cazibeli ve baştan çıkarıcı çıkararak. "Senin talimatlarını harfiyen uygularım. Her... bir... harfini."
Alp, dudaklarını ısırdı. İşte oradaydı. O lanet olası, yasak çekim. Onu ilk kez, eşim Kerem'in omuz ameliyatı sonrası kontrole götürdüğümde fark etmiştim. Kerem, ağrı kesicilerle sızıp kalırken, Alp'in bana bakışındaki o karanlık, açık iştahı görmüştüm. Ve ben, Kerem'in işten atılması, borçların batağının iyice derinleşmesiyle, o bakışa bilerek ve isteyerek cevap vermeye başlamıştım.
Reçeteyi çantama atarken, parmakları bileklerime dolandı. "Bu akşam," diye fısıldadı, nefesi kulaklarıma çarpıyordu. "Klinik kapandıktan sonra. Arkadan."
İçimde bir ürperti ve iğrenme dalgasıyla sallandım. "Olur," diye fısıldadım. Kapıyı çıkarken, hemşire Ece'nin bakışlarını ensemde hissettim. O da biliyordu. Herkes her şeyi biliyordu ama kimse bir şey söylemiyordu. Bu lanet şehirde herkes birbirinin kirli çamaşırlarıyla yaşamaya alışıktı.
Dışarı çıktığımda, temmuz ayının bunaltıcı sıcağı yüzüme çarptı. Kırmızı reçeteyi avucumda sımsıkı tutuyordum. Bu, uyuşturucu etkisi yüksek, bağımlılık yapan bir sakinleştiriciydi. Kara borsada bir servet ederdi. Alp, karşılığında bana sadece bir randevu ve bedava reçete vermiyordu; aynı zamanda beni de alıyordu. Bedavaya.
Cebimden telefonumu çıkardım. Kerem'den üç kaçırılmış çağrı vardı. Muhtemelen yine iş aramaktan eve dönmüş, içkiye başlamıştı. Mesaj attım: "İlaçları aldım. Geç geleceğim, Ece'yle kahve içeceğiz." Yalan. Hep yalan.
Bir an durdum. Vitrindeki yansımama baktım. Saçlarımı Alp'in sevdiği gibi toplamıştım. Makyajım biraz fazla kalındı. Gözlerimin altındaki morlukları gizlemek için. İçimde bir parça, eski Deniz, çığlık atıyordu. Ama onu susturmasını çok iyi biliyordum. O ses, çocuğumu doyurmuyor, kiranın ödenmesine yardım etmiyordu.
Akşam olduğunda, kendimi Alp'in kliniğinin arka kapısında buldum. İçeri girdiğimde, hava ağır, seks ve alkol kokuyordu. Alp, önlüğünü çıkarmış, koltuğunda oturuyor, viskisini yudumluyordu.
"Geciktin," dedi, suratını ekşiterek. "Trafik," diye yalan söyledim. Asıl neden, evde Kerem'in bir şeyler kırıp döküşünü izlemek için kendimi zor tutmamdı.
Ayağa kalktı ve üzerime yürüdü. "Reçete?" Çantamdan uzattım. Almak yerine, onu alıp kenara fırlattı. "Önce borcunu ödeyeceksin."
İtiraz etmedim. Etmemeyi öğrenmiştim. Beni muayene masasına itti. Soğuk, sert yüzey sırtımı acıttı. Gözlerimi kapattım. Zihnimi başka yerlere, daha güzel yerlere götürmeye çalıştım. Ama Alp'in ağır nefesleri, fısıltıları, içinde geçirdiği küfürler beni hep geri çekiyordu.
"Kerem seni becerirken böyle misin?" diye hırladı kulağıma. "Yoksa o beceremediği için mi bana geliyorsun?"
İçimden ona hakaret etmek, yüzüne tükürmek geldi. Ama yapmadım. Sadece, "Lütfen," diye fısıldadım. "Bitir."
Sonunda bitti. Giysilerimi toplarken, o, rezil kırmızı reçeteyi bana uzattı. "Haftaya görüşürüz. Aynı gün, aynı saat."
Kapıdan çıkarken, "Ece'yi de mi sikiyorsun?" diye sormak geldi içimden. Ama sormadım. Cevabını zaten biliyordum.
Sokakta, yağmur başlamıştı. Yağmur suyu ve gözyaşları yüzümde birbirine karıştı. Çantamda, bir sonraki haftanın kirasının bir kısmı duruyordu. Ama ruhumda, bir parçam daha eksilmiş, yerine iğrenç bir boşluk dolmuştu.
Eve vardığımda, Kerem kanepede sızmıştı. Yerde devrilmiş bir bira şişesi ve kırık bir bardak vardı. Onu temizlerken, çantasından düşmüş bir parfüm örneği gördüm. Chanel No. 5. Benim asla alamayacağım, ama onun da alacak parası olmayan bir parfüm.
O an, içimde bir şey koptu. Öfke, ihanet, acı... Hepsi bir kazan gibi kaynamaya başladı. Kerem beni aldatıyor muydu? Bu yükün altında ezilirken, o başka bir kadının yatağına mı gidiyordu?
O gece uyuyamadım. Yatağın kenarında oturup, kırmızı reçeteyi ve o parfüm örneğini avucumda sıktım. İki zehir. Biri bedenimi, diğeri ruhumu öldürmek için.
Sabah olduğunda, bir karar vermiştim. Bu lanet oyunu kendi kurallarımla oynayacaktım. Alp'ten daha fazlasını isteyecektim. Kerem'in ihanetinin hesabını soracaktım. Ve belki de... belki de o kırmızı reçeteyi kendim için kullanmayacaktım.
Belki de onu, beni bu bataklığa sokan herkes için kullanacaktım.
Güneş, perdelerin arasından sızdı. Yüzümde, o ilk geceden beri hissetmediğim soğuk, acımasız bir gülümseme belirdi.
Oyun yeni başlıyordu. Ve ben,artık kurban değildim.