Lucy, uykusundan ağır bir hisle uyandığında güneşin odanın penceresinden süzüldüğünü fark etti. Çevresine bakındı, ama odada kimse yoktu. Leon’un onu getirdiği bu devasa odada yalnızdı. Derin bir nefes aldı, ama bu yalnızlık onu rahatlatmak yerine daha kötü hissettirdi. Gece Alfa Leon'un odaya gelip onu öptüğü o anı hatırladı. Bunu hatırlamak kafasını daha da karıştırdı.
Yatağın kenarına oturup başını avuçlarının arasına aldı. “Ne yapacağım ben?” diye düşündü. Yavaşça doğrulup etrafına bakındı. Odanın bir köşesindeki büyük, camlı pencerelerin arkasında devasa bir küvet dikkatini çekti.
Lucy, belki de bir duş almak kafamı toplamama yardım eder diye düşündü. Küvete doğru ilerleyip suyu açtı. Buhar odaya yayılırken küvete köpük ekledi ve suyun dolmasını izledi. Sonunda, tozlu ve kirli kıyafetlerini çıkartıp sıcak suyun içine girdi. Köpüklerin arasına kaybolurken rahat bir nefes aldı.
Sıcak suyun ve lavanta kokusunun etkisiyle tüm gerginliği vücudundan silindi. Kapalı gözlerle küvete yaslandı, zihnindeki karmaşayı bir an olsun susturmaya çalıştı.
Ama bu huzurve rahatlama anı uzun sürmedi.
Kapı birdenbire büyük bir güçle açıldı ve Lucy korkuyla gözlerini açtı. Karşısında Alfa Leon’u gördü. Gözleri karanlık bir şekilde parlayan adam, sert adımlarla odaya dalmıştı. Ama Lucy’nin küvetin içinde olduğunu fark ettiğinde aniden durdu.
Leon’un bakışları istemsizce Lucy’nin köpükler arasında parlayan omuzlarına ve pembe tenine takıldı. Ama hızla başını başka yöne çevirdi. O an, Lucy'nin yüzü ateş gibi yanmaya başlamıştı.
“Ben... şey... özür dilerim!” diye kekelerken Leon, o görkemli tavrından uzaklaşmış gibiydi. Lucy, onun bu garip ve utangaç hâline şaşkınlıkla bakakaldı.
Leon, derin bir nefes alıp odadan dışarı çıktı. Kapıyı arkasından kapatırken bile aceleciliği hissediliyordu. Lucy ise o an ne yapacağını bilemeden suyun içinde kaldı.
Leon, aceleyle odanın kapısını kapattıktan sonra sırtını kapıya yasladı. Nefesi düzensizdi, kalbi göğsünde deli gibi çarpıyordu.
Lucy’nin görüntüsü zihninde bir fırtına gibi dolanıyordu. Köpüklerin arasındaki narin teni, ıslak omuzları, yumuşak bakışları... İçindeki kurt, onun kokusuyla ve gördükleriyle delirmişti.
“Ne yapıyorum ben?”diye fısıldadı, kendine hâkim olmaya çalışarak. Ama Lucy’nin kokusu hâlâ burnundaydı; tatlı, baştan çıkarıcı ve tüm kontrolünü ele geçiren bir koku...
İçindeki kurt, her zamanki otoriter tavrını yerle bir etmişti. Sürekli uluyor, onu Lucy’ye çekmeye çalışıyordu.
“O bizim eşimiz,” diye haykırıyordu kurt. “Neden kendini bu kadar zorluyorsun? Onu al ve işaretle.”
Leon ise bu düşünceyle dişlerini sıktı. “O bir dolunayda doğan,” diye inatla karşı çıktı içindeki sese. Ama kendisini inandırmaya çalıştığı bu düşünce, Lucy’nin masum yüzü zihninde belirdiğinde parçalandı.
Lucy’ye karşı hissettiği bu çekim, bir insanın hissettiği türden bir şey değildi. Bu, vahşi, ilkel bir bağdı. Arzuyla ve sahip olma isteğiyle doluydu. Ama aynı zamanda bu çekim, Leon’u korkutuyordu çünkü onun tüm iradesini yok ediyordu.
Akşama kadar dışarıda, ormanda soğuk havada dolaşıp bu hislerini bastırmaya çalıştı. Ama ne kadar kaçarsa kaçsın, Lucy’nin odayı dolduran kokusunu ve baştan çıkarıcı görüntüsünü unutamıyordu.
Lucy ise aldığı duşun ardından saçlarını kurulamıştı ve tazelenmiş hissediyordu. Ancak kendini birden bire ne giyeceğini düşünürken buldu. Üzerinden çıkardığı kirli ve yırtık kıyafetlerini geri giymek istemiyordu. Çevresine bakındı; Leon’un odası geniş ve lükstü. Fakat etrafta giyecek hiçbir şey yoktu. Gözleri odanın bir köşesindeki büyük, devasa bir dolaba takıldı.
Dolabın önüne gidip kapaklarını açtığında içeride düzenli bir şekilde asılmış pek çok kıyafetle karşılaştı. Çoğu koyu renkliydi: siyah, gri, koyu mavi... Ceketler, gömlekler, kazaklar, tişörtler ve eşofmanlar dikkatlice sıralanmıştı. Bir an tereddüt etti. "Onun kıyafetlerini giymem doğru olur mu?" diye düşündü, ama başka seçeneği yoktu.
Elini kıyafetlerden birine uzattığında nefesini kesen bir koku fark etti. Yoğun, çam kokusuyla karışmış erkeksi bir aroma... Alfa Leon’un kokusu. Lucy bir adım geriledi, kalbinin hızlandığını hissetti. Bu koku... bunun bu kadar çekici olmasına anlam veremiyordu. İçinde bir kıvılcım parladı; hem korkutucu hem de karşı konulmazdı.
Kendini toparlamaya çalışarak gri bir sweat ve siyah bir eşofman altını aldı. Aceleyle üzerini değiştirdi, ama sweati üzerine geçirirken kokunun daha da yoğunlaştığını fark etti. Kumaşın her bir lifine işleyen bu koku, onu hem rahatlatıyor hem de huzursuz ediyordu. "Bu nasıl bir his? Neden bu kadar etkileniyorum?" diye düşündü.
Kıyafetleri giydikten sonra yapacak birşey arayarak odada gezinmeye başladı. Bir süre sonra bulduğu eski bir kitap dikkatini çekti. Sehpanın üzerine bırakılmış, kapağında kurtlarla ilgili bir motif olan bu kitap, Lucy’nin merakını uyandırdı. Kitabı alıp yatağa uzandı, okumaya başladı.
Sayfalar ilerledikçe dikkatinin dağılmaya başladığını fark etti. Gözü sürekli üzerine giydiği kıyafetlere kayıyordu.
Elini istemsizce kumaşın üzerinde gezidirdi ve koku bir kez daha ciğerlerine doldu. Derin bir nefes alarak bu baştan çıkarıcı kokuya kendini bıraktı. Arzuyla karışık bir çekim dalgası içinden geçti. Bu koku, Leon’un varlığını ve gücünü hissettiriyor gibiydi.
Lucy, bir süre sonra bunun farkına vararak korkuyla irkildi. "Ben ne yapıyorum? Bu hiç normal değil," diye düşündü. Üzerindeki kıyafetleri koklamaktan kendini alıkoymaya çalıştı, ama her nefeste aynı yoğunluğu hissediyordu. Kitaba dönmeye çalışsa da dikkatini toparlayamıyor, koku ve bu çekim arasında kayboluyordu.
Saatler geçerken, Lucy’nin aklı iyice karıştı. Kendi duygularını ve tepkilerini anlamaya çalışsa da bunlara hiçbir cevap bulamıyordu. "Bu yer beni yavaş yavaş çıldırtıyor," diye mırıldandı. Ama bu durumdan kurtulmak için hiçbir şey yapamayacağını da biliyordu. Bu düşünceler arasında kitabı bir kenara koyup tavana bakmaya başladı. Göz yavaş yavaş kapanırken o muhteşem koku hâlâ burnundaydı.