3 BÖLÜM

1017 Words
Kendimi toparlayıp toplantı odasına girdim. Kara Bey’le karşılıklı oturduk. İlk olarak açılış slaytını tanıtmak üzere Cenk ayağa kalktı. Slaytı anlatırken Kara Bey’in sürekli bana baktığını hissediyordum. Hatta hissetmek bir yana, ne zaman başımı çevirsem göz göze geliyorduk. Çok gergin ve utanmış hissediyordum. Sanki sürekli bir göz hapsindeydim. Beni öyle derin bakışlarla süzüyordu ki, bu durum dikkatimi dağıtacak boyuttaydı. Tam o anda Cenk bana dönerek, “Slaytın buradan sonraki kısmını Güneş Hanım anlatacak. Buyurun Güneş Hanım,” dedi. “Teşekkürler Cenk Bey. Evet, ben Güneş Yılmaz. Bu şirketin genel müdürüyüm. Sizler de tekrar hoş geldiniz,” dedim. Kara Bey yine bütün dikkatiyle beni dinlemeye koyuldu. Her hareketimi, her mimiğimi dikkatle takip ediyordu. Özellikle ona sırtımı döndüğümde, dekoltemden gözünü alamadığını hissediyordum... Sunumun sonlarına geldiğimde, o ana kadar tek kelime etmeyen Kara Bey aniden konuştu: “Güneş Hanım, bu sunumlar benim için çok önemli değil. Bana kısaca sizinle neden ortak olmalıyım, onu anlatın.” Kara Bey’in gözlerinin içine bakarak sakince cevap verdim: “Çok güzel bir soru, Kara Bey. Bizim şirketimiz, Endüstri 4.0 altyapısıyla kurulmuş, ileri teknoloji lojistik ağına sahip bir yapıdır. Ayrıca dünyaca ünlü markaların dijital sermaye piyasasını yönetiyoruz. Sizin de bu sektörde ciddi yenilikler yaptığınızı biliyoruz. İki rakip firma olmak yerine, ortak hareket etmemizin piyasada büyük bir etki yaratacağını düşünüyorum.” Kara Bey hafif alaycı bir ifadeyle, yüzünde belli belirsiz bir sırıtmayla tekrar konuştu: “Söyledikleriniz güzel Güneş Hanım… Ama bize ne vaat ediyorsunuz, kısaca?” Bu alaycı ve küçümseyici tavrı beni oldukça sinirlendirmişti. Tam o anda Cenk araya girdi: “Kara Bey, bizim piyasadaki konumumuz ortada. Sizinle kurulacak bu ortaklık, her iki şirket için de büyük bir kazanım olacaktır.” Ancak Kara Bey, Cenk’e dönerek soğuk bir şekilde: “Cenk Bey, bunlar benim umurumda değil. Ben bu ortaklığa çok da inanmıyorum. Beni ikna edemediniz,” dedi. O an sinir seviyem Everest’in zirvesine ulaştı. Gittikçe geriliyordum. Bir anda elimi masaya koyarak, ona zaten yakın olan bedenimi daha da yaklaştırdım. Önüne doğru eğildim ve gözlerinin içine dik dik bakarak konuşmaya başladım: “Kara Bey, bu alaycı yüz ifadenizle bizi aşağılayamazsınız. Sizin şirketiniz piyasada nasıl bir yer edindiyse, biz de bu sektöre yeni gelmiş değiliz. Sizin kadar piyasa payına sahibiz. Bizi, batmak üzere olan, çaresiz bir şirket gibi görmek büyük bir hata olur. Eğer bizimle ortaklık kurmak istemiyorsanız, sorun değil. O zaman iki rakip firma olarak karşı karşıya geliriz ve sizin anlayacağınız dilden konuşuruz: kim kimi yerse! Sizi ikna etmek zorunda değiliz. Kapı orada, buyurun gidebilirsiniz.” Sözlerim biter bitmez, söylediklerimden büyük bir pişmanlık duydum. Ama artık iş işten geçmişti. Cenk kravatını gevşetmişti, herkes donakalmış bir şekilde bize bakıyordu. Tam o anda Kara Bey beni şaşırtan bir şey yaptı. Sadece gülümsedi ve gözlerini benden ayırmadan elini masaya koydu. Hafifçe başını sallayarak: “Güneş Hanım… Bu kadar içten ve güzel bir toplantı için size teşekkür ederim. Beni gerçekten şaşırttınız… Ama hakkını verdiniz,” dedi. Sonra hafifçe eğildi, aramızdaki mesafeyi sıfıra indirdi. Kulağıma doğru eğilerek fısıldadı: “Demek anlayacağım dilden… Kim kimi yerse ha? Kim kimi yer bilmiyorum ama… Ben kimi yiyeceğimi çok iyi biliyorum.” Zaten kızaran yüzüm, söylediklerinden sonra iyice kızardı. “O şimdi gerçekten ne dedi?” diye şaşkın bir şekilde ona bakarken Kara Bey aniden doğruldu: “Cenk Bey, her şey için teşekkürler. Sizinle tanıştığıma memnun oldum. Asistanım size ortaklıkla ilgili tüm evrakları getirecek, bilginiz olsun,” dedi ve toplantı odasından çıktı. Ardından herkes yavaşça ayrıldı. Odada sadece ben ve Cenk kalmıştık. Cenk bana dönerek hafif sinirli ama daha çok şaşkın bir ifadeyle konuştu: “Güneş, Allah aşkına... Sen ne yaptın ya? İyi ki ortaklığı bozmadı, yoksa sen bitmiştin! Kızım, bu görüşme için aylardır hazırlanıyorum ve sen bir anda rest çekiyorsun! Kendinde misin sen?!” Cenk’e dönüp sinirle cevap verdim: “Cenk! Adam resmen bizimle dalga geçer gibi konuştu. Ne yapsaydım? Susup da aşağılanmayı mı bekleseydim? Hem korkma, bak… Ortaklık yine kuruldu!” Cenk tekrar konuşacakken lafını kestim: “Hiç konuşma bile, cidden kalbini kıracağım! Zaten sen benimkini yeterince kırdın. Ben çıkıyorum!” “Güneş, dur! Bir dinle kızım ya! Off…” dedi arkamdan, ama artık hiç umursamadım. Odama geçtim. Sinirden yerimde duramıyordum. Aklımdan geçen tek şey Kara Bey’in o alaycı tavırlarıydı. Aptal adam! Bizi resmen yerin dibine soktu, Cenk de dönüp bana kızıyor. Ne yapacaktım yani? Bize hakaret ederken “Efendim çok haklısınız, teşekkür ederiz” mi diyecektim? İçimdeki öfke bir türlü dinmiyordu. Eşyalarımı toparlayıp odadan çıktım. Asansöre bindim ve otoparka indim. Arabama yaklaşırken siyah transport araçları fark ettim. O an Kara Bey’le göz göze geldik. Beni görür görmez yüzünde yine o tanıdık, alaycı gülümseme belirdi ve yavaşça bana doğru yürümeye başladı. “Güneş Hanım, bu ne sinir böyle? Gözlerinizle adeta öldürdünüz beni!” dedi gülerek. Ona çok sert baktım ama ne yapabilirdim ki? Dilimi tutsam bile, mimiklerime engel olamıyordum. “Kara Bey, ben yapmacık biri asla olmadım. Ve yalan da söylemeyeceğim. Sizi pek sevdiğim söylenemez,” dedim. Gülümsemesini daha da belirginleştirerek yanıtladı: “Güneş Hanım… O belli zaten.” “Ben de yapmacık insan sevmem... Bu yüzden sizinle çok iyi anlaşacağız,” dedi ve hafifçe bana doğru eğilerek kulağıma fısıldadı: “Zaten uslu kadınları hiç sevmem.” Sözleri mideme bir yumruk gibi oturdu. Sinirle gözlerinin içine bakarak cevap verdim: “İnanın, sizin zevkleriniz umurumda bile değil.” Bir an durdu. Göz göze geldiğimiz o saniyede, bakışlarında alışık olmadığım başka bir şey parladı — öfke değildi bu, kibir de değil... Sanki bir anlığına maskesi düşmüş gibiydi. Ama sonra hemen toparlandı. “Bizim çok eğlenceli zamanlarımız olacak, Güneş Hanım,” dedi kendinden emin bir ifadeyle. Derin bir nefes alıp sesimi yükselttim: “Kara Bey, ben sizin eğlenmek için kullandığınız bir oyuncak değilim! Haddinizi bilin... ve önümden çekilin.” Bana bakarak hafifçe gülümsedi, ama bu kez alaycı değildi. Gözlerinde beni çözmeye çalışan bir ifade vardı: “Siz... oyuncak olamayacak kadar zekisiniz Güneş Hanım. Buyurun lütfen, geçin. Zaten sizinle bol bol konuşacağız.” Bir adım geri çekilerek önümden çekildi. Hiçbir şey demeden direk arabama bindim. Göz ucuyla onu izlerken kendi aracına yöneldiğini gördüm. Motoru çalıştırdım. Tüm yaşananlara rağmen hâlâ içimde kaynayan siniri bastıramıyordum. Kontağı çevirip gaza bastım. Aracımı tam onun önünden geçerken bilerek hızlandırdım, neredeyse tekerlekler kayacaktı. Küçük bir hız gösterisi yapmıştım. İçimden geçirdim: "Sinir bozucu adam... Şimdi sen görürsün!"
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD