ÖZGÜR'DEN
Yine bütün gün iş aramış sonra da annemi görmeye hastaneye gitmiştim. Annemi görmek her seferinde daha da zor geliyordu. Üç yılda ne hale gelmişti kadın. Kemoterapi yüzünden saçları dökülmüştü tamamen. Yorgundu ne zaman gitsem. Ama benim geleceğim saatler bilerek uyumaz üstünü düzeltir, başına bir bandana bağlar. Hiç üzülmeyeyim ister benim melek annem. Annemin yanından ayrılıp bara geçtim. Bilerek erken gitmiştim. Barın sahibi bir arkadaşımdı ve onun sayesinde elime para geçiyordu en azından. Arkadaşıma faturaları teslim edecek ondan sonra da mesaim başlayacaktı zaten. Arkadaşım Ozan sevgilisi Merve ile evlenme kararı almıştı ve bu ara ailelerle tanışma ve nişan işleri yüzünden bara uğrayamıyordu. O da bu yoğunlukta benden rica etmişti ilgilenmemi.
Ozan ile faturaları bitirdikten sonra muhabbet etmeye başladık biraz. Daha vardı mesainin başlamasına. Hem ufaklıkta daha gelmemişti. Telefonumun çalmasıyla sohbetimiz bölünmüştü. Tanımadığım bir numaraydı arayan.
"Alo buyurun?"
"Alo iyi akşamlar ben Aylin Taşçı. Asya Birtan'ın öğretmeniyim. Kendisi bugün okula gelmedi ve biz baya merak ettik. Ceketi bende kalmıştı cebinde sizin numaranızı bulunca belki biliyorsunuzdur diye.."
Duyduklarımla ayaklanmıştım hemen. Ozan'da telaşlanıp ayaklanmıştı.
"Ben hemen evine gidiyorum bakmaya size bu numaradan haber veririm bulunca siz de bir şey öğrenirseniz arayın lütfen."
"Biz şuan evinin önündeyiz. Çalıştığı yere de baktık ama yoktu. Oradakiler de merak etmişler zaten."
"Ne? Başka yerde de mi çalışıyor bu kız? Ben hemen geliyorum."
Neler çeviriyorsun sen ufaklık? Nereye kayboldun?
"Ozan ben çıkıyorum bugün yokum kardeşim."
"Ne oldu oğlum kötü bir haber mi?"
"Bizim Asya kayıp herkes onu arıyormuş."
"Ne? Geleyim mi bende hay Allah."
"Yok abi sağ ol ben sana haber veririm."
Arabama bindiğim gibi Asya'nın evine geçtim. Büyük bir kalabalık vardı. Genç bir kız ve yaşlı bir adam beni görüp yanıma geldiler.
"Siz yakını mısınız Özgür Bey?"
"Aynı yerde çalışıyoruz. Bir şey olursa ulaşması için bırakmıştım numaramı. Bakın Asya geceleri çalışıyor. Zor durumdayım deyince yanıma aldım onu. Benimle birlikte barmeidlik yapıyor. Yanlış anlamayın kötü bir yer değildir. Zaten ben de asla Asya'ya zarar gelmesine izin vermem. Geceleri ben bırakıyordum eve. Dün de ben bıraktım eve zaten."
"Geceleri bu çocuğun dışarıda işi ne? Allah'ım nerede bu kız?"
Kız ellerini saçlarına sokup sakinleşmeye çalıştı. Sonra montunu çekiştiren bir çocukla ona döndü.
"O adam yaptı."
"Hangi adam tatlım ne yaptı?"
"Sabah biz top oynuyorduk. Topumuz canavarın bahçesine kaçtı. Ben almaya gittiğimde kapıyı açtı birden. Asya abla yatıyordu yerde.Bana kızdı sonra kapıyı kapatıp gitti."
Bunları duyar duymaz evin kapısına doğru yürüdüm hızla. Kapıdaki çocuk sürekli kapıya vuruyordu. Çıldırmış gibiydi. Onu kenara çeker çekmez kapıya yüklenmeye başladım. İkinci vuruşta açılmıştı ve ben olduğum yerde kaldım. Hangi cani yapmıştı bunu kıza. Küçüktü be bu kız daha, küçücüktü. Hemen yanına koştum.
"Asya! Asya ses ver güzelim iyi misin?"
Başındaki yaradan çok kan akıyordu ve onu oynatmamam gerektiğini biliyordum. Çocuğun elinde ince bir ceket görünce hemen aldım elinden ve başına bastırdım. Bir yandan da durumu nasıl anlamaya çalışıyordum.
"Hadi ufaklık aç gözlerini. Abicim hadi lütfen aç gözlerini bak biz buradayız."
"Ambulansı arayın hemen. Anne tut Yağız'ı."
Asya'nın öğretmeni de yanıma gelmişti. Sessiz konuşmaya çalışıyordu. Sanırım sandalyedeki çocuğun duymasını istemiyordu. Ama o da korkmuştu belli ki.
"Ne yapmalıyız çok mu kötü durumu?"
"Bilmiyorum tek bildiğim kıpırdatmamamız gerektiği. Senden bir şey istiycem şimdi sende bakacaksın. Umarım tahmin ettiğim şey değildir."
"N..Ne yapmalıyım?"
"Sırtına bakmalısın. Yere bak kan sırtından akıyor olmalı."
Yavaşça Asya'nın arkasına doğru geçti ve tişörtünü kaldırmaya çalıştı. Resmen sırtına yapışmıştı tişörtü.
"Aman Allah'ım. Neyle yapmış bunu?"
Ağlamaya başladı ama öyle bir ağlıyordu ki sanki Asya'nın acısını çekiyordu.
"Bırak anne bakıcam ben de bıraaak. Abla söyle iyi demi bir şeyi yok?"
"Yağız sakin ol tamam mı? Bak şimdi gelecek ambulans."
Ambulansın gelmesiyle hemen Asya'yı araca aldılar. Biz de peşinden arabalara geçerken Aylin babasına döndü.
"Baba siz Yağız ile biraz yavaş gelin biz önden gidip doktorla konuşalım. Asya'nın o halini görmese daha iyi."
"Aylin çok mu kötüydü kızım? Yağız'ı tutmaktan bakamadık kıza ilgilenemedik."
Hiçbir şey demedi Aylin. Sadece yavaş gelin gibisinden bir şeyler mırıldandı sonra da bana döndü.
"Gidelim mi?"
Birlikte arabaya bindik ve ben yapabildiğim kadar hız yaptım. Hastanenin önüne geldiğimizde Asya'yı ambulanstan indiriyorlardı. Ne hale gelmişti melek gibi kız. İçeri geçtiğimizde Asya'yı müşahede odasına aldılar, biz de koridorda bekliyorduk. Aylin'in de benim de üstüm kan olmuştu. Kapılar açılınca doktora döndük hemen.
"Özgür? İçerideki kızı siz mi getirdiniz?"
"Merhaba Ahmet Bey evet biz getirdik. Durumu nasıl?"
"Başını vurmuş bu yüzden 24 saat uyutacağız. Sırtındaki izler içinde kremleri var. Kemerle vurulmuş sanırım. Çok kan kaybetmiş. Kan veriyoruz şimdi. Yarın ilaç vermeyi de keseceğiz. O zaman uyanacaktır. Ancak ciddi bir bakıma ve psikolojik desteğe ihtiyacı olacak. Vücudundaki diğer izlere bakılırsa bu şiddet çok uzun zamandır devam ediyormuş. Ben hastane polisini durumdan haberdar edeyim."
"Sağ olun Ahmet Bey merak etmeyin biz en iyi şekilde bakarız Asya'ya."
"Özgür, annene uğrarsan eğer üstünü değiştir evlat. Seni bu halde görmemesi daha iyi olur."
Başımı sallayıp onayladım doktoru. Hastanedekilerle tanışıyordum artık. Yıllardır buradaydım bir şekilde muhabbeti oluyordu insanın. Asya'yı çıkardılar müşahede odasından ve yoğun bakıma aldılar. Aylin ile birlikte ona camdan bakarken diğerleri geldi.
"Durumu nasıl?"
"İyileşecek merak etmeyin. Yarına kadar uyutacaklar ama yarın ilacı kesince uyanacakmış."
"Baba kaldırır mısın beni? Bakacağım ben de Asya'ya."
Adamdan önce ben geçtim çocuğun yanına.
"Gel bakalım at kolunu omzuma."
"Sağol abi."
Hafif bir gülümseme gönderdim ona. İzledi öylece Asya'yı. Belliydi aşık olmuştu bu genç adam benim ufaklığıma. Hadi ufaklık sen güçlüsün. Bu genci de bizi de sevindir. Sana bunu yapanın en büyük ceza almasını sağlayacağım güzelim merak etme.
***
Kocaman bir boşluktaydım sanki. Etrafım ıssız bir karanlık. Yalnızım yine kendi karanlığımda. Yalnızım ölürken. Ne zamandır bu haldeyim bilmiyorum. Ölürken bile bir şeyler hisseder mi insan? Ben hissediyorum işte. İçimdeki o boşluğu ve sessiz çığlıklarımı. Elimde hissettiğim sıcak temas beni başka boyutlara çekiyordu sanki. Fısıltılar dolaşıyordu kulağımda. Neredeydim böyle? Kimdi bana bir şeyler anlatan? Ölmemiş miydim?
Göz kapaklarımda ki yük kalkmıyordu bir türlü. Sanki alışmıştı da karanlığa, aydınlığa kapılarını açmak istemiyordu. Zar zor araladığım gözlerimi sadece 2 saniye açık tutabildim. Elimde hissettiğim sıcaklığa daha sıkı sarıldım. Beni çekip çıkarsın istedim karanlıktan. Düşmekten korktukça bu sonsuz boşluktan, sıkabildiğim kadar sıktım sıcaklığı. Beni sarıp sarmalasın istedim. Ruhumu kasıp kavuran pençelere meydan okusun, buz gibi aleviyle beni donduran devasa canavara karşı kalkan olsun istedim. Sığındığım, huzur veren limanım olsun kimse beni bulamasın istedim.
Fısıltılar uğultulara dönüşürken tekrar denedim gözlerimdeki yükleri atmayı. Başım zonkluyordu. Nerede olduğumu bilmiyordum. Ölmeyi, ölmek istemediğimi bile bilmiyordum ki ben.
"Asya..."
Biri bana sesleniyordu ama kim bilmiyordum. Bilmek istiyor muydum ki? Kimdim ben? Bu hayattaki rolüm neydi? Neden vazgeçmiyorlardı bir türlü benden? Ben bu hayat denen oyundaki rolümü acılarımla, sessiz çığlıklarımla kaybetmiştim zaten. Game over yazısı benim için çoktan yazılmalı ve ben oyundan diskalifiye olmalıydım. Bıraksalardı artık peşimi. Yeterince darbe almış, tekrar savaşacak gücüm kalmamıştı.
"Asya aç gözlerini.."
Yine aynı ses. Bıraktım artık direnmeyi. Ağır ağır ayırdım göz kapaklarımı yapıştıkları yerden. Bomboştu içim. Sonsuzluk kadar sessiz ve boş. Ruhum ölmüştü bedenim yaşasa ne olurdu ki sanki? İşe yaramaz acizin tekiydim ben. Hiçbir duygu barındırmayan, içinde en ufak dalgalanma olmayan gözlerimi diktim tavana. Hani çarşaf gibi denir ya kıpırtısız, durgun bir su kadar sakindi gözlerim. Karanlıkları iyice gerilere çekilmiş, bomboş bir grilik kalmıştı gözlerimde. Hissediyordum bunu. Acıdan başka bir şey hissetmiyordum ki. Düşüncelerim birbirine girmiş karmakarışık olmuştu. Aralarından birinin ucunu yakalayıp da odaklanamıyordum. Duyduğum sesler bile uzaktan geliyordu sanki.
Gözüme gelen ışıkla kapatmak istedim gözlerimi ama göz kapağımı tutan eller izin vermedi. Diğer gözüme de aynı şeyi uygulayan doktoru bir kaç kez gözümü kırpıştırdıktan sonra fark edebildim.
"Asya kendini nasıl hissediyorsun?"
Biliyor muydu bu adam konuşamadığımı?
"Gözünü bir kere kırparsan evet iki kere kırparsan hayır demek."
Ben biliyor muydum ki iyi miydim, nasıl hissediyordum? Boş boş baktım yine. Elimde oluşan baskıyla oraya çevirdim bakışlarımı. İşaret parmağımı avucunun içine almış baş parmağıyla okşayan bir el. O kadar naif dokunuyordu ki sanki ben camdan yapılmış bir bibloydum da o dokunmaya korkuyor, kırılmamı istemiyordu. Gözlerimi çevirdiğimde ise gördüğüm yüzle irkildim. Gözleri kıpkırmızıydı Yağız'ın, saçları darmadağınık. Benim yüzümden mi bu hale gelmişti yoksa? Hiç istemesem de zarar veriyordum herkese. Yağız'ın bu durumda olmasının sebebi bendim. Ona bunu yapmaya hakkım yoktu. Uyandığımdan beri ilk kez gözlerimden bir duygu geçtiğine emindim. Özür diledim ondan içten içten. Baş parmağımla onun baş parmağını bana yaptığı gibi tüy kadar hafif okşadım bende. Affetsin istedim beni. Benim için üzülmesin, boş yere göz yaşları dökmesin istedim. Bütün yüklerimin üstüne bir de suçluluk eklendi. Camdan gördüğüm her yorgun suretin suçlusu bendim.
Peki benim bu halde olmamın sorumlusu kimdi? Beni bu hale getiren suçlu kimdi? İçimdeki yargıç yargıladı herkesi tek tek. Sen Erdem Birtan, öldüğün için suçlusun. Kızını ve karını bu acımasız hayatta tek başlarına bıraktığın için suçlusun. Sen Melek Birtan, hastalandığın için suçlusun. Kızını o cani adama bırakıp öldüğün için suçlusun. Sen Sedat Demir, canavar, sadist ruhlu bir adam olduğun için suçlusun. Daha küçücük bir çocuğa acımadan işkence ettiğin ve bundan zevk aldığın için suçlusun. Peki sen Asya Birtan, sen neden suçlusun? Ben Asya Birtan, bütün bu olanlara göz yumduğum, karşı çıkmadığım için suçluyum. Ben susarak acizleştiğim için ve o adama karşı gelmediğim için suçluyum. Ben Asya Birtan güçsüz olduğum halde güçlüymüşüm gibi davrandığım, babam gibi cesurum dediğim halde asla cesur olamayan bir korkak olduğum için suçluyum. İçimdeki yargıç kararını verdi, kalem kırıldı.