2. Bölüm

918 Words
Bazen kalbinize nakış nakış işlediğiniz hayalleriniz, bir dolabın kapağının arkasında en acı şekilde son bulurdu. Sizinse o an payınıza düşen, nakışın ucundaki ipi kalbinizi çıplak bırakana kadar sökmelerini izlemek olurdu. Gökyüzü sağanak yağmura koynunu açmış, tüm birikimini yeryüzüne boşaltıyordu. Hava iyiden iyiye kararmıştı. Küçücük dolabın içinde saatlerce hareketsiz kalmaktan tüm vücudum uyuşmuştu. Boran'la arkadaşları dakikalar sonra odadan çıkmalarına rağmen yaşadığım şoku sindirmeye çalışmaktan kılımı kıpırdatamamıştım. Şimdi ise okulumuzun müdavimi olan tavşan dostum Leo'nun yanında hazırlıksız yakalandığım yağmurun dinmesini bekliyordum. Bilincim gelgitli bir haldeydi. Hâlâ tam olarak kendime gelebilmiş değildim. Benim gibi yağmuru izleyen Leo'ya döndüm. "Sen hiç aşık olma, tamam mı?" Saf saf cevap vermesini beklerken boş bir bakışma yaşadık. Ardından gözlerim saatler önce saklandığım odanın penceresine düştüğünde, tazeliği gitmemiş anılarımı yeniden hatırlamak yüreğime ağır geldi. Gözlerim tekrar dolarken oturduğum yerden ayaklandım. Daha fazla hareketsizce duramazdım. Saatlerce koşmak, tüm soğuğu içime çekmek, ayaklarımın ağrısıyla sızlanmak istiyordum ama yeter ki hafızamdakiler beni terk edip gitsindi. Bu yüzden Leo'ya veda bile etmeden yağmurun altında yürümeye başladım. Bu kışın gördüğü en şiddetli yağmur olabilirdi. Yine de aldırmadan karşıdan karşıya geçmek için kaldırımda bekledim. Yolda benim gibi çok fazla öğrenci vardı. Hepsinin de üstünde sığınacak bir şemsiyeleri vardı. Beni bu halde hiçbir şemsiyenin içine sığdırmaya güçleri yetmezdi. Karşıdan karşıya geçmeden hemen önce yaya geçidinde birkaç adım ötemde benim gibi bekleyen bir çocukla göz göze geldim. Bana garip garip bakıyordu. Önemsemedim. Onun yerinde olsam ben de kendime garip garip bakardım çünkü. Karşıya geçtikten sonra yürümeye devam ettim. Kendimi soğuk bir duşun altında gibi hissetsem de hiçbir damlanın acıma faydası olmuyordu. Boran'ın üzerimde uygulayacağı planlara binaen hevesli hâlleri gözlerimin önünden gitmiyordu. Bir gecede açık kalp ameliyatı olmuşum gibi göğsümün üzerini delip geçmişti sanki pislik herif. Üzerime sağanak sağanak inen yağmurun bir anda kesildiğini hissettiğim an göğe baktım. Hayır, yağmur kesilmemişti, sadece üzerimde bir şemsiye belirivermişti. Şemsiyenin sahibini görmek için başımı yana çevirdiğimda ince uzun bir bedenle karşılaştım. Yüzünü görebilmem için gözlerimi biraz daha arkaya atmam gerekti. Sonunda gözlerimi ona değdirebildiğimde bu kişinin az önce bana garip garip bakan o çocuk olduğunu fark ettim. Hiç istifini bozmadan aramızda bir kişilik mesafe bırakacak şekilde yanımda yürüyordu. Ona anlam veremeyerek durduğumda O da durdu. "Teşekkür ederim ama şemsiyeye ihtiyacım yok." O da bana baktığında yüzündeki siyah maskeyi fark ettim. "Hiç ihtiyacın yokmuş gibi durmuyor ama?" Gözleriyle kısaca üzerimi işaret ettiğinde "Yağmura kendi isteğimle göğüs geriyorum." diyerek kararlı bir tavırla karşılık verdim. "Yağmura kendi isteğinle göğüs germen, üzerine gönüllü inen şemsiyeyi reddetmeni gerektirmez." Maskeli yüzüne dalgınca bakakalırken "Artık hangi şemsiyeye güvenebileceğimi bilmiyorum." diye kendimce mırıldandım ama duymadığını belli edince "Sen kimsin?" diye daha yüksek bir sesle sordum. "Bana niye yardım etmek istiyorsun? Gecenin bu saatinde kötü niyetli olup olmayacağını nereden bilebilirim." Sabırsız bir yüzle gökyüzüne bakıp tekrar bana döndüğünde şemsiyesini başıma doğru uzattı. "Mimarlık dördüncü sınıf öğrencisiyim ama inanmazsan öğrenci kimliğimi gösterebilirim." Sesi aceleci ve beni geçiştirmek ister gibi çıkıyordu. "Seni üçlerin amfisinde görmüştüm, üçüncü sınıf olmalısın. Aynı okuldayız yani. Bu bana güvenmen için yeter mi bilmiyorum ama bu kalabalık caddede sana bir şey yapacak olsam, senden önce yüzlerce kişi üzerime çökecektir zaten." Yağmurun iyice üzerine vurmasıyla yüzünü istemsizce buruştururken şemsiyeyi biraz daha ona doğru ittim. "Peki neden bana yardım ediyorsun?" "Ağlıyorsun?" "Ne?" Halimin perişanlığının farkında olsam da ağladığımı yüzüme sinen tuz hissiyle yeni fark ediyordum. "Kötü bir şey yaşamış olmalısın. Bilinçsiz gibi yürüyordun. Halinden endişe duyduğum için geldim. Korkma, kim olsa gelirdim." O yüzden az önce garip garip bakıyor olmalıydı. Anladığımı belirterek şemsiyenin içine girdim. Bu kadar çabuk kabullenmeme şaşırsam da bu diyaloga bir an önce son verip yurduma ulaşmayı hedefliyordum. Zaten sıkılgan ifadesinden onun da bunu istediği apaçık ortadaydı. Şemsiyesi oldukça büyük olduğu için birbirimizden uzakta yürümeye başladık ama bana yaklaşacak olursa, zaten onlarca insana bırakmadan cebimdeki biber gazını ona boca ederdim. "Evin nerede?" Ona sorduğum soruyla bana aynı garip bakışıyla bakmaya başladı. "Bunu benim sana sormam gerekmez miydi? Sonuçta seni bırakacak olan benim." "Hayır, sen beni bırakmayacaksın. Gerekirse ben seni bırakırım ama yurdumun adresini tanımadığım birine söylemem." Önüne dönerek kısık sesle güldü. "Yurt? İyiymiş. Yalnız bu istikamette tek bir kız yurdu olduğunu biliyorsun, değil mi?" Kırdığım potla dilimi ısırırken afallayışımı ona göstermedim. Ben konuşmazken o devam etti. "Yurdunuz işlek bir caddede. Bu sokaktaki kızların çoğu da oraya gidiyor olmalı. Yani bir sıkıntı yok, korkma." Aramıza açtığı mesafeyi hiç bozmazken ve bana göz ucuyla bile bakmazken bilmeden içimi biraz rahatlatmıştı. Yağmurun sesiyle yürümeye devam ederken ağladığımı gördüğü aklıma geldi ve bir anda utanıverdim. Bir çabayla "Ağlamıyordum." diye konuştum. "Yağmur vuruyordu yüzüme." "Ağlıyordun." "Hayır ağlamıy- Ne?" Emin duruşuyla duraksadım. "Nasıl bu kadar kendinden emin olabilirsin?" "Çünkü göz bebeğin parlıyordu. Hiçbir yağmur göz bebeğine işleyecek kadar etkisinde bırakmaz insanı." Adımlarım sekteye uğradığında O da bana uyarak yavaşladı. "Onları kim parlattıysa, sana acı şeyler yaşatmış olmalı." Bu zamana kadar unuttuğum adamın yeniden aklıma düşmesiyle yüreğime buruk bir sessizlik peyda oldu. O bilmese de, gözlerimdeki bu geçici parlaklığın aslında kalıcı bir sönüşe başlangıç olacağının bilincindeydim. Adını bilmediğim çocuk beni yurduma bıraktığında, yolun kalanı boyunca aklımdan çıkmayan Boran yüzünden kırgınlık ve öfke patlaması yaşıyordum. Planını gerçekleştirmek için elbet bana yaklaşacaktı. Ne yapmalıydım? Onun beni oyuna getireceği gibi bende mi onunla oynasaydım? Odama girdiğimde oda arkadaşımın olmadığını gördüm. Onun yerine masanın üzerinde açık bırakılmış bir kitabı duruyordu. Bir anlık hayret ile masaya doğru ilerledim, çünkü O bir düzen hastası olarak hiçbir eşyasını açıkta koymazdı. Masanın önünde durduğumda bunun bir meal kitabı olduğunu fark ettim. Açık sayfa Fussilet suresindendi. İçlerinden özellikle bir ayet işaretlenmişti. O ayeti okuduğum an büyük bir bozguna uğradım. Çünkü ayette yazan cümleler, bugünüme karşılık çok net bir cevap niteliğindeydi; İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel olanla sav.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD