Benim adım Cemre...
Atmaca'nın deli kızı Cemre...
Babasının prensesi Cemre...
Annesinin kuzusu Cemre...
Abisinin boncuğu, arkadaşlarının göz bebeği Cemre...
En önemlisi de Poyraz'ın papatyası Cemre...
10 yıl önce bir kötülük yapıldı bana.
Ölüme terk ettiler beni, ama bilmedikleri bir şey vardı.
On yıl önce Cemre'yi öldürdüler ve bir masal kaldı benden geriye.
Şimdi Cemre Güntay'ı, o on sekiz yaşında ki hayat dolu kızı arkamda bırakıp çıktığım Atmaca'ya yirmi yedi yaşında intikam için dönen Masal Öztürk olarak geliyordum.
İntikam hırsı o kadar gözümü karartmıştı ki benim elimi kolumu bağlayıp facialara sürükleyen o adamlara ölümlerin en büyüğünü vermeden bana gün yüzü yoktu.
"Masal, unutma acımayacaksın. Sana yapılanları unutmayacaksın."
"On senedir unutmadım zaten Helin." Karşımda ki Atmaca tabelasına gözlerimi dikmiş bakarken siyah bavulumun çekme yerinden tuttum ve küçük adımlarla mahallenin girişine ilerledim.
"Ama o zaman ailen yoktu. Şimdi onlarla komşu olacak kadar yakınsın. O zaman Poyraz senin için acıydı ve şimdi ise." Helin'in derin bir nefes aldığını hissettim istemeden bende yutkundum. "Sakın bu seni yumuşatmasın Masal. Seni bulduğumda kırık kanatlarını tek tek sardım uçmayı öğrettim sana ve sen tekrar yere çakılmayacaksın."
"Çakılmayacağım."
Telefonu kapadım ve deri ceketimin cebine koydum. Mahallenin ortasında adımlarımı durdurduğumda etrafta göz gezdirdim.
Her yer aynıydı...
Her yer Cemre kokuyordu...
Gözlerim tam karşıda ki pastaneyi buldu.
Cemre pastanesi...
Önce anne kokusu geldi burnuma, sonra kendisi çıktı unlu elleriyle.
Gözlerimden birer Cemre düştü yere...
Göz göze geldik bir kaç saniye takılı kaldı gözleri gözlerime.
Tanıdı mı beni?
İmkanı yok Masal kendine gel.
Sonra İlk aşkım, babamın sesi duyuldu...
"Yasemin kekler pişti."
"Geldim geldim."
Annem çekti gözlerini benden, dükkanın önünde ki masanın üstünden boşları aldı ve gitti ardına bakmadan.
Ah annem geldim, geldim ama senin kızın olarak sana gelmedim. O şerefsizleri yakıp yıkacak bir hırsla geldim.
Kendine gel Masal. Daha şimdiden böyle yaparsan bu oyunu bitiremezsin.
Derin bir nefes aldım ve pastaneye doğru ilerledim titreyen bacaklarımla.
Tam önünde durduğumda derin bir nefes aldım.
Sana geleceğim zamanı iple çekiyorum anne. Ama şimdi değil, şimdi sarılamam ben sana.
Pastaneden içeriye girdiğimde burnuma gelen tarçınlı kek kokusuyla durakladım.
Buruk bir gülümseme belirdi yüzümde o anda duydum çocukluğumun tek kahramanına ait sesi.
"Buyur kızım?"
Babam...
Gözlerini babama çevirdim. Tezgahın arkasında bana bakıyordu yorgun gözleriyle.
Çok çökmüş, o dik duruşlu babamdan geriye çökük bir adam kalmıştı.
Yutkundum ve titeyen bacaklarımla ona doğru ilerledim.
"Şey ben Suna hanımın evini soracaktım?" titremeyen sesime şükür ederken babam gözlerini üzerimde gezdirdi.
O sırada annem çıktı mutfaktan beni görünce durakladı.
"Ne oldu Cüneyt?" annem babama benim kim olduğumu üstü kapalı sorarken babam ezbere bildiğim evin sokağını gösterdi kafasıyla.
"Hanım kızım Suna Hanımın evini soruyor."
"Öyle mi?" annem gözlerini bana çevirdi ve gülümsedi. Gözlerinde ki ışık sönmüş annem göremiyorum artık o ışığı ben. "Suna Hanımı niye aradın sen kızım?"
"Kiralık evi varmış telefonda konuştum kendisiyle."
"Anladım kızım. Bekle biraz istersen burada, Suna hanım pazara gitmişti gelir şimdi."
Ben yutkundum ve kafa salladım. Usulca cam boyunda ki masaya oturdum.
Yan gözle annem ve babama baktım. Babam hesap yaparken annem gözlerini dikmiş bana bakıyordu.
Niye böyle bakıyorsun anne? Anladın mı kınalı kuzun olduğumu?
İmkanı yok ki bunun. Yedi tane ameliyat geçirmiştim bu hale gelebilmek için ve yüzüm çok değişmişti nasıl tanır beni?
"Bir şeyler ister misin kızım?"
Anneme çevirdim gözlerimi. Gülümsemeye çalıştım. O sırada babam elinde un çuvalı ile mutfağa girdi.
"Tarçınlı kek kokusu alıyorum." titreyen sesim kendini belli ederken annem kafa salladı.
"Daha yeni çıktı fırından getireyim. Çay da içer misin?"
Usulca kafa salladım ve etrafta göz gezdirdim. Annem mutfağa gidince dolan gözlerimi sildim hızla. Duvarlarda benim resimlerim ve onların aile resimleri vardı. Burukça gülümsedim.
Bu sırada açılan pastane kapısı ile oraya döndüm. Gördüğüm yüzle boğazım düğümlendi.
Abim ve Ozan...
Gelmeden önce herkesin hakkında araştırma yapmıştım. Tabi ki hepsini tanıyor ve anımsıyordum. Mesela Cihangir abimin kucağında Yağmur vardı. 4 yaşında annem ile babamın benden sonra olan çocukları.
"Anne biz geldik ve acıktık!" Ozan bağırınırken abim Ozan'ın kafasına vurdu.
"Sussana it! Müşteri var rahatsız edeceksin." diyip bana bakan abimden gözlerimi kaçırdım.
"Uff acıktım ya." söylenen kız çocuğuna baktım.
Bana mı benziyordu o?
"Tamam abicim dur." abim Yağmur'u sandalyeye oturttu.
Özlemle alev alev yandım. Eskiden bana Abicim derken ki naif tını vardı sesinde.
O zamanlar 23 yaşında toy bir sese sahipti ve güven veriyordu bana. Şimdi ise 33 yaşında koskoca bir adamdı. Olduğundan daha da güven vardı sesinde.
Annem çıktı elinde tepsi ile. Bana doğru ilerledi Ozan'a uyarı dolu bakışlar attı.
Elinde ki tepsiden tarçınlı keki ve çayı önüme bıraktı.
"Afiyet olsun kızım." anneme burukça gülümsedim ve arkasını dönüp abimlere doğru gitti.
"Acıkmış bu yamyamlar bende sana getirdim." abim masaya oturdu ve cebinden çıkardığı telefon ile birini aradı.
"Annem acıktın mı sen?" annem Yağmur'u kucağına aldı ve saçlarına öpücük kondurdu.
"Bende acıktım anne." Ozan'ın kıskançlık dolu sesiyle dolan gözlerimi keke çevirdim.
Titreyen elimle keki aldım ve dudaklarıma götürdüm. 10 yıldır yabancısı olduğum bu tanıdık tat boğazımdan aşağı inmedi.
Yutkunamadım dahi.
"Poyraz, bugün Doğan'ın mekanına gelecek misin? Tamam kardeşim orada görüşürüz."
Poyraz...
İsim takılı kaldı aklımda. İçimde kasırgalar koptu. Hızla çantamı açtım ve çıkardığım parayı masanın üzerine bıraktım.
"Siz bana evin adresini soylerseniz orada beklerim ben." dedim ve oturduğum yerden ayaklandım.
Tâbi ki biliyordum Suna teyzenin evini bu sadece bahaneydi. En ince ayrıntısına kadar düşündüm ve açık vermemek için en ufak pürüzleri dahi düşündüm.
"Kekini yemedin kızım?"
"Yok, elinize sağlık tattım çok güzeldi."
"Peki sen bilirsin."
Annem bana evin adresini verdi ve ben hızla pastaneden çıktım.
Gözyaşlarıma daha fazla engel olamadım ve ağlamaya başladım yolun ortasında.
Çok isterdim. O gece evden çıkmamayı, annemin dizinin dibinde oturup dizi izlemeyi çok isterdim.
Poyraz'a olan aşkım sonum olmuştu benim. Ondan da haberim vardı. Herkesten haberim vardı benim.
Poyraz avukat olmuştu... O şerefsiz adamın oğlu, benim imkansız aşkım avukat olmuştu.
Ve şuan bir doktor sevgilisi vardı...
Abim gibi doktor olan bir sevgilisi, abimin tanıştırdığı sevgilisi.
Bir hıçkırık daha kaçtı dudaklarımdan.
Ağlayarak Atmaca'nın sokaklarında ilerlerken sonunda varmıştım Suna ablanın zihnimde canlanan evine.
Bir umut zile bastım ve açılmayan kapı ile oflayıp evin merdivenlerine oturdum.
Tanıdığım sokaklarda göz gezdirirken tanıdık iki sima daha gördüm.
Bahar ve Gönül...
Çocukluğumun en önemli parçaları ve sırdaşlarım...
Bahar'ın kucağında oğlu Doruk vardı ve Gönül'ün koluna girmiş gülüşerek ilerliyorlardı.
Düğün fotoğrafları elime gelmişti dört yıl önce.
Doğan abi ile evlenmişti ve şuan altı aylık bir oğulları vardı.
Bahar'ı Poyraz'ın sevgilisi Kübra doğurtmuştu.
Onlar farketmesede ben hep onlarlaydım. Her anlarını izledim.
Mutluluklarına ve hüzünlerine, her anlarına azapla şahit olmuştum.
Bahar ve Gönül önümden geçip gidince gözyaşlarımı elimin tersi ile sildim.
Ben böyle planlamamıştım.
Ağlamayacaktım bir kere ama neden hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordum?
Henüz o şerefsizlerle karşı karşıya gelmemişken hem de.
Buraya kendim için gelmemiştim sadece. O şerefsizin elinden kurtaracağım biri daha vardı.
Benim varlığımdan haberdar olan tek kişi. O şerefsizin pis ellerine maruz kalan bir kişi.
Onun için de savaşacaktım burada.
Suna abla ile sözleşmeyi imzalamamızdan hemen sonra evin anahtarını aldım ve eve yerleştim.
Kısa bir duş aldım ve kendime kahve yapıp camın önünde ki kanepeye oturdum.
Neyse ki Suna abla temizletmişti evi ve eşyaları.
Mahallede ki tanıdık kişilerde göz gezdirirken perdenin arkasından, telefonum çaldı. Telefonumu kotumun cebinden çıkardım ve ekrana baktım.
Ekran da yazan isimle elimde ki kahveyi bıraktım ve aramayı cevaplayıp telefonu kulağıma götürdüm.
"Abla, geldin mi?"
"Geldim, mahalledeyim. Sen neredesin?"
"Ben gelemeyeceğim senin yanına bu gün."
"Gelme zaten dikkat çekmeyelim. Ben seni arayacagim."
"Abla."
"Söyle."
"Bu akşam Doğan abilerin mekanında olacak herkes haberin olsun."
"Neden? Abimde öyle bir şeyler dedi?"
"Cihangir abiyle konuştun mu?" heycanla bana soru sorunca gülümsedim.
"Hayır, sadece gördüm. Öyle kulak misafiri oldum."
"Anladım. Bu akşam Akşın'ın doğum günü var. Herkes orada olacak."
Bahar'ın kız kardeşi, Ozan ile yaşıt Akşın...
"Annemlerde mi?"
"Hayır, biliyorsun dün o malum tarihti. Bu akşam onlar evde olur her sene olduğu gibi."
Gözlerimi sıkıca kapadım ve derin bir nefes aldım.
"Abimle Ozan gider ama."
"Cihangir abiye Akşın ısrar etti yoksa oda gitmezdi. Ozan'da Akşın'nın sevgilisi diye gidiyor."
"Tamam neyse. Ben de geleceğim artık plana başlayalım."
"Dikkat çekmez mi? Sadece biz bize olacağız ve sen daha yeni taşındın buraya."
"Bir bahane uydururum ben. Orada yanıma gelme sakın dikkat çekmeyelim."
"Tamam abla."
Telefonumu kapadım ve cebime koydum.
O gece, her şeyin başladığı o gece Kadem tarafından kurtarılmıştım.
Leo, Helin'in kardeşiydi. Onlar yine bir kadının cesedini vericilerden bulmuş ailesine götürmek için yola çıkmışlardı. İkisi bizim mahalleden geçerken çıkan yangını görmüşler ve durup bakmışlar. O an ki halimden benim tecavüze uğradığımı anlamışlardı anlattıklarına göre. O ikisi yangını çıkartıp defolup giderken Leo üzerini ıslatıp içeriye girmiş ve kendisinin yanacağını da umursamadan cayır cayır yanan bedenimi kucağına alıp dışarıya çıkarmıştı.
Beni bulduklarında etlerim dökülmüş durumdaydı.
Helin o gece kendini benim yerime koymuş ve beni bu cehennem yerinde bırakmayı gönlü el vermeyerek o ailesine götüreceği kızın cesedini yangının ortasına bırakmıştı.
O gece ben o ölen kız Masal'ın yerine geçtim ve onun yüzünü aldım. Masal'ı ise Cemre olarak orada bıraktım.
O gece Yücel şerefsizi anneme telefonla konuşmak için yanından ayrıldığımı söylemiş. Birdaha geri gelmediğimi beni bulamadığını söylemişti.
Bütün mahalle saatlerce beni ararken İtfaiyenin gelipte o yangını söndürmesiyle benim sanılan ceset ortaya çıkmıştı. Yanında kıyafetlerim ve telefonumda olunca mantıklı gelmişti herkese.
O günden sonra ben öldü kabul edildim bu mahallede. Bir mezar yapıldı, içine Masal'ın ceseti konuldu ama üzerine Cemre yazıldı.
Masal'ın ailesi ile konuştu Helin. Anlattı bana olanları. Ailesi kızlarının acısıyla yanarken beni bastılar bağırlarına çünkü yüzüm Masal'dı benim.
O gecenin ardından yaklaşık bir yıl hastanede yatmıştım. Diğer iki yılda evde özel tedavi görmüştüm dökülen etlerim iyileşmiş yanan yüzüm ve vücudum estetik ameliyatı ile düzeltmiş, yanan saçlarım uzamıştı.
Bazı yerlerinde hala yanık izleri olduğu için dövmeler ile kapatmayı seçmiştim.
Sadece tek bir şeyi değiştirememiştim.
Ensemde ki doğum lekesini.
Sanki geçmişin izlerini belli edercesine doğum lekem olduğu gibi duruyordu. Helin onun üzerine dövme yaptırmamı istese de ben istememiştim.
Çünkü o Cemre'den geriye kalan tek şeydi.
Kısacası vücudumun her yeri dövmelerle doluydu sırf bu yüzden.
Bu süreçte tam tamına yedi tane ameliyat geçirmiştim.
Ve bu yüzden Helin ve Leo'nun hakkını ödeyemem. Onlar bir ölüyü yaşattılar.
Sonra bende Kadem'e katıldım. Şiddet gören, tacize uğrayan, tecavüze esir olan, alı koyulan tüm kadınlar için savaştım. Her türlü dövüş ve dil eğitimi aldım.
Sivil bir kuruluş olan Kadem gün geçtikçe yasal bir kuruma dönüştü.
Artık sadece kadınlara değil çocuklara da yardım ediyorduk.
Öyle ki yardımsever zenginler sayesinde Türkiye'nin dört bir yanına açılmakla kalmayıp yurt dışına kadar uzanmıştık.
Artık kadınlar arasında bilinen dilden dile dolaşan bir kurumdu kadem.
Yüzük, bileklik, kolye, küpe ve saat şeklinde olan sinyal vericiler artık hemen hemen her kadın da vardı. Zor anlarında o cihazın görünmez bir yerinde olan düğmesine basmaları yeterdi bize sinyal göndermeleri için.
Aldığımız sinyalini konumuna ekipler yola çıkar ve o kadını o karanlıktan çeker alırdık anında.
Bende de her ihtimale karşı bir kolye vardı verici olarak.
Kadem'in ana merkezi dört bir yanı duvarla çevrili beş tane binadan oluşan bir siteydi.
İlk binada biz Kadem üyeleri kalırken diğer binalarda o kadınlar ve çocuklar kalıyordu.
Yani ben kendimi Kademe adadım şimdi ise Cemre ve o kıza adıyordum.
***
Derin bir nefes aldım ve Doğan abininin Bahar Pizza adını verdiği pizzacıdan içeriye adımladım.
Burası eskiden esnaf lokantasıydı, tabi Doğan abi Bahar ile evlenince köklü bir değişime gitmişlerdi.
Her adımda konuşma seslerinin duyarken derince bir iç çektim.
Sonunda epeyce kalabalık bir masa ile karşılaşınca boğazımı temizledim.
Herkesin gözleri bana döndü. Herkes buradaydı. Tüm çocukluğum.
Ama en önemlisi Poyraz buradaydı...
Kalbimin ritmini değiştiren tek adam.
Poyraz tanımak ister gibi gözlerini bende gezdirdi ve ben ise tekrar boğazımı temizledim.
"Kusura bakmayın kapalıyız bu gün." diyen Doğan abiye baktım ve gülümsemeye çalıştım.
"Öyle mi kusura bakmayın. Ben yeni taşındım da mahalleye temizlik falan acıktırdı bir şeyler yemek için çıktım."
Doğan abi ve diğerlerini biraz tanıdıysam beni de davet edeceklerdi bu masaya. Onlar tanrı misafiri adını verdiklerini insanlarla ekmeklerini bölüşürlerdi biliyordum adım gibi.
"Ama siz gidebileceğim başka bir yer tarif ederseniz sevinirim."
Doğan abi yemeklerle dolu masada göz gezdirdi ve ardından eliyle masayı gösterdi.
"Buyurun, sizde yiyin bizimle. Bu saatte adam akıllı yer bulamazsınız."
"Yok ben rahatsız etmeyeyim sizi."
"Ne rahatsızlığı geçin lütfen."
"Çok teşekkürler o hâlde."
Doğan abinin gösterdiği yere, abim ve Poyraz'ın tam karşısına oturmuştum.
Poyraz'a bakmamaya özen göstererek başımla selam verdim herkese.
"Demek yeni taşındınız mahalleye?" Bahar'ın bana yönettiği soru ile kafa salladım.
"Evet, Suna hanımın evine taşındım."
"Hogeldiniz o zaman, umarım seversiniz mahalleyi."
"Sevdim bile." Bahar bana gülümsedi ve kafa salladı.
"Çalışıyor musunuz?" Mirza abinin sorduğu soru ile kafa salladım.
"Tercümanım ben."
"Hangi dil?"
Ozan merakla bana bakıyordu. İstemsizce gülümsedim. Nasıl özledim seni Ozan bir bilsen ablacım.
"Rusça ve ingilizce ağırlıklı ama bir iki dile daha bakıyoruz."
"Ne güzel." diyen Meltem ile göz göze geldim.
Meltem, Poyraz'ın kardeşiydi.
"Tanışmadıkta daha. Doğan ben."
Doğan abime kafa salladım ve Herkes isimlerini söyledi. Geldiğimden beri kafasını telefonundan kaldırmayan Poyraz yüzüme dahi bakmadan "Poyraz bende." demekle yetindi.
"Bende Masal... Masal Öztürk."
Poyraz kafasını kaldırıp bana baktı ve ardından yanında ki abimle göz göze geldi.
Ne dönüyordu burada?
Abimde bana bakınca boğazımı temizledim ve gözlerimi kaçırdım.
Ben gözlerimi tabağıma diktim onlara bakmamak için.
O anda kapısı açıldı mekanın ve içeriye birden fazla kişi girdi.
"Babamlar geldi." Poyraz'ın dediği şey gözlerimi kapadım açtım.
Bu konuyu sonra düşünecektim.
Kafamı çevirmemle buz kesmişti bedenim.
Yücel ve Rıza bize doğru geliyorlardı.
Art arda yutkundum ve cayır cayır yanan gözlerimi kapayıp açtım.
Yücel pişkince abimin yanina gitti ve ona sarıldı.
"Nasılsın yeğenim?"
"İyiyim dayı sen?"
O anda midemden yükselen kusma isteğini ile masadan kalktım ve zorlukla konuştum.
"Lavabo ne tarafta?"
"Koridora gir sağdan ilk kapı canım." diyen Bahar'a kafa salladım ve o sırada Rıza Poyraz'ın omzuna elini koyunca kusma isteğimi bastıramadım.
Elimle ağzımı tuttum ve hızla kendimi lavaboya attım. Yere çöküp içimdekileri çıkardım ve sifonu çekip ayağa kalktım. Aynaya baktığımda yüzüm buruştu. Gözyaşlarım kendiliğinden aktı gitti.
Böyle mi alacağım ben intikam?
Onları her gördüğüm yerde böyle olursam çabuk açık verirdim. Güçlü olmalıydım ben lanet olsun ki onlara katlanmalıydım.
Bu son mahvoluşumdu! Birdaha kesinlikte zayıf olmayacaktım! Yemin olsun onları ölmekten beter etmeden gitmeyecektim bu mahalleden!