2.

2201 Words
Bedenimi mengene gibi saran bu acı öyle illetti ki zihnimi kurt gibi kemiriyordu. Acıdan hareket bile edemiyor, nefes dahi alamıyordum bazen. Arkadaşımı kaybetmenin acısı yüreğime öyle bir ateş düşürmüştü ki, kalbimin acısından dayanamıyordum. Yasmin ölmüştü... Günlerdir o gecenin vicdan azabı üzerime karabasan gibi çökmüştü. Yasmin ölmüştü ve ben ona çok geç kalmıştım. O gece oradan nasıl çıkarıldım bilmiyordum. Uyandığımda babam yanı başımdaydı. Beni kaybetmenin korkusu üzerinde olmasına rağmen bana acımamıştı. Olanlardan beni suçlamış, okuluma son verip beni Türkiye'ye getirmişti. Yasmin'i görmek istemiştim ama ne annem ne de babam buna izin vermemişti. Arkadaşımın cenazesine bile zorla gitmiş, araçtan inmeme izin vermemişlerdi. Öyle ki herkes o gece orada olduğumu herkesten gizlemişti. Babam bunu benim güvenliğim için yapmıştı. O gece şahit olduğum olayın üstü ne yazık ki örtbas edilmişti. Olay büyümeden kapanamıştı ve gerçek katiller ne yazık ki hala dışarıda elini kolunu sallayarak geziyorlardı. Bir yıl geçmişti. O geceden sonra hiçbir şey aynı olmamıştı. Yasmin’in çığlığı hâlâ kulaklarımda çınlıyordu. Uyandığım her sabah, gözlerimi açtığım ilk an, kalbimdeki boşluk kendini hatırlatıyordu. Bir yıldır koca bir boşlukta gibiydim. Vicdanım sızlıyordu. Artık Moskova yoktu. O geceyle birlikte hayatımın tüm ışıltıları sönmüştü. Babamın kararıyla annemin de desteğiyle babamın doğup büyüdüğü ve kimsenin bilmediği Rize’nin küçük kasabasına taşındım. Onlara göre bu “dinlenmek” için iyi bir fırsattı. Bana göre ise sürgündü. Rize’nin havası içimdeki fırtınaya çok benziyordu. Gökyüzü hep gri, yağmur hep hazır, sis dağların arasına saklanmış bir sır gibi çökmüştü. Bu yüzden burada kendimi gizlenmiş gibi hissediyordum. Sessizlik bana iyi geliyordu. Şimdi Rize’nin dağlarının arasında, bulutların üzerine gizlenmiş küçük bir kasabada yaşıyorum. Burada gökyüzü elini uzatsan dokunabileceğin kadar yakın, ama o kadar da ağır. Sis, sabahları kapımı ilk çalan misafirdi. Kapıdan çıktığımda, önümde uzanan yollar bembeyaz bir örtünün ardında kayboluyor. Her köşede suyun sesi vardı; ya bir dere, ya da kayaların arasından fışkıran bir kaynak. Gür ormanların içinde yürürken kendimi sürekli izleniyormuşum gibi hissediyorum. Ama bu kasabada insanlar kadar dağlar da konuşuyordu. Gece rüzgârı uluyan kurt gibi, yağmur ise sanki hiç durmayacakmış gibi yağar, sabah olduğunda ise gecenin korkutucu atmosferinin yerini huzurla dolar. Günlerim çoğunlukla kitap okuyarak, patika yoldan yürüyerek, kasaba halkının meraklı bakışlarından kaçarak geçiyordu. Burada yabancıydım; hem kıyafetlerimle, hem halimle, hem de gözlerimin derinindeki yasla… İnsanlar fısıldaşarak beni izliyordu. Buraya o kadar yabancıydım ki kendimi insanlardan soyutlayarak yaşayıp gidiyordum. Annem her ay düzenli olarak gelir birkaç gece kalıp giderdi. Babam daha az gelirdi. Burada güvendeydim ama vicdanım hiç rahat değildi. Yasmin'in son hali kabuslarıma ev sahipliği yapıyordu. Eskiden karanlıktan korkmazdım ama artık karanlıktan korkar hale gelmiştim. Üstelik o kulübede yaşamaktan da korkuyordum. Babama bunu birkaç defa söylemiştim, benim için kulübenin etrafına birkaç köpek almıştı ama onlar da işe yaramıyordu. Korkuyordum ve babam bu durumun ciddiyetinin farkında değildi. Kulübede yalnız yaşamıyordum. Babamın en güvendiği kişilerden olan Mazhar amca ve eşi Mercan yengeyle kalıyordum. Babamın öz amcası ve yengesiydi. Buraya geldiğim günden beri bana çok iyi bakıyorlardı. Annemden öğrendiğim kadarıyla bir erkek çocukları varmış ama yıllar önce bir kazada kaybetmişlerdi. Gece üzerime çöken kabuslar peşimi asla bırakmamıştı. Mazhar amca gece çığlıklarımı dindirmesi için bana kedi bile almıştı, Kedime sarılıp uyuduğumdan beri gece ataklarım azalmış gibiydi. İki katlı ahşap küçük bir evde kalıyorduk. Köyden uzak ve kocaman bir dağın tepesindeki yayladaydık. Herkesten uzak yaşamak onlara iyi görünse bile bana korkutucu geliyordu. Burada güvende olsam bile içim huzursuzdu. Arkadaşımın gölgesi asla peşimi bırakmıyordu. Üzerime sinen bu sis bana rahat nefes aldırmıyordu. Artık sıradanlaşan hayatımın bilmem kaçıncı sabahına uyanmıştım. Hava kasvetli ve soğuktu. Dağları mengene gibi saran sis bulutları dağın yamacına sığınan evleri kaplamıştı. Hiçbir şey görünmüyor, sanki bulutların üzerindeymişim gibi hissettiriyordu. Aşağıdan gelen sesler ve burnuma dolan iç yumuşatan havuçlu tarçınlı kekle uyuduğum yataktan kalktım. Gerinerek kapıyı açmaya çalışan kedime kapıyı açarak aşağıya inmesine izin verdim. Pijamalarımı değiştirmeden üzerime kalın bir hırka alarak terliklerimi giydiğim gibi banyoya yöneldim. Dişlerimi fırçalayıp yüzümü yıkadım. Saçımı gelişigüzel topuz yaparak aşağıya indim. Kedim peşine takılmadığımı fark etmiş gibi bacaklarıma dolanıp miyavlıyordu. Her sabah yaptığı gibi yine çirkefçe onu dışarı salmamı istiyordu. Kedimi kucağıma alarak mutfaktan gelen seslerle kapıdan içeri baktım. "Gunayduuun kınali kuzuum." Mercan yenge beni görür görmez tebessüm ederek fırından yeni çıkardığı tepsiyi gösterdi. "Sana kek yaptum, gel daa ye güzelce kizum." "Ellerine sağlık yengeciğim," kucağımda boynuma sokulmuş dışarı çıkarmam için miyavlayan kedimi hafifçe göstererek, "Ha bu Duman’u bi dışariya atayrum da geleyum." Diye laz aksanıyla konuştuğumda Mazhar amca oturduğu küçük yemek masasında kıkırdadı. "Oy güzel kizuma, ne güzel konişeysun böyle." Beni kızları gibi seviyorlardı gerçekten ve onlar böyle davrandıkça ağlama isteğimi tetikliyorlardı. Utangaç biriydim. En küçük iltifatta bile yanaklarım kızarırdı. Mercan yenge tebessümle bana bakarken kedimi dışarı çıkarma bahanesiyle utana utana dışarı çıktım. Kapıyı açar açmaz dışarı fırlayan kedime, "Nankör kedi." Diye mırıldanarak söylenmeden de edemedim. Sabah erken saatlerde dışarı çıkar, gece ise eve gelirdi Duman. Evet kedimin adı Dumandı. Mahzar amcayla günlerce isim hakkında düşünmüş sonunda ise erkek kedime Duman adını takmıştık. Çapkın ve yaramazdı. Gri siyah uzun tüylere sahipti. Bir yaşını doldurmuştu ama hala ilgi arsızıydı. Tatlı şeytan. Çoğu geceler koynumda kıvrılıp uyusa bile bazı geceler ise beni asla uyutmazdı. Bİraz hava almak istiyordum. Gece yine peşimi bırakmayan kabuslar beni sersem gibi yapmıştı. Ayakkabılarımı giyerek merdivenlerden indiğimde sisin kapladığı yeryüzüne baktım. Hava soğuk ve yağmurluydu. Bu havaya alışmış hatta sevmeye başlamıştım. Sonbaharın ortalarındaydık. Sobalar kurulmuş, yakılmaya başlanmıştı bile. Hırkama daha çok sarılarak kedimin gözden kayboluşunu izledim bir süre. Kadim ağaçların arasına girip tamamen gözden kaybolduğunda derin bir nefes alıp içeri girdim. Dışarısı artık kedim için tehlikeliydi, sanırım bugün sok dışarı çıkışı olacaktı. Her an kar yağabilirdi. Kurtlar ve ayılara yem etmek istemiyordum kedimi. "Mina kuzum gel de doyir karnunu da aç açına durmayasun." Mercan yengenin sesiyle ahşap kapıyı kapatarak içeri girdim. İçerisi sıcacıktı. Hırkamı çıkartarak mutfağa girdiğimde masaya oturdum. Buram buram huzur kokan bu eve ve bu insanlara alışıyordum. Günlerim sıkıcı ve ızdırap dolu geçse bile burada yaşamak güzeldi. Masaya geçtiğim gibi Mazhar amca tabağımı sevdiğim kahvaltılıklarla doldurdu. Bunu her sabah bıkmadan ısrarla yapıyordu. Havuçlu tarçınlı kekle yaptığım kahvaltıdan sonra Mazhar amca cuma namazı için köye inmişti. Mercan yengeyle evi toparlamış salonda oturuyorduk. Yeni duş almış saçımı kurutmadan oturuyordum. O kadar üşengeç biri olmuştum ki günlük kıyafetlerim ble sadece pijamalardan ve eşofman takımlarından oluşuyordu. Okumak için aldığım kitabı kucağıma hapsetmiş Mercan yengenin açtığı gündüz kuşağı programını izliyorduk. Yıllardır kayıp olan yaşlı birinin cesedini yeni bulmuşlardı ve katilleri ise çocuklarıydı. Tüylerim ürpermişti. "Tüh, boynun posun devrilsun!" Mercan yenge bana yapacağı yeni hırkayı örmeye devam ederken söylenmeye devam etti. "Günlerdur burada timsah gözyaşlarunu döktun da, biz de inanayduk!" "O mu öldürmüş annesini?" diye sordum Mercan yengeye. "He ya! boynu kırılsun!" Cıkcıklayarak ayaklandım. "Boynu kopsun o pis adamun!" Diyerek Mercan yengeyi onayladığımda Mercan yenge bana baktı. "Nereye gideysun kizum?" İçime düşen bu sıkıntıyı gidermek için dışarıdaki çardakta kitap okuyacaktım. "Çardakta biraz kitap okuyacağım." Diyerek salondan ayrıldım. Hemen arkamdan saçımın ıslak olduğunu ve üzerime kalın bir şey almamı söyleyen Mercan yengenin sesi evde yankılandı. Tabii yine çok da umursamadan üzerime hırkamı ve küçük bir şal alarak soluğu çardakta almıştım. Bana alışmışlardı. İçimdeki acının farkındaydılar ve bana saygı gösteriyorlardı. Bir yıldır hala yastaydım, arkadaşımın ölümüne neden olanların cezalarını çekmeden içim rahat etmeyecekti. Elimden hiçbir şey gelmiyordu. Babam beni buraya resmen hapsetmişti. O gece orada olanların çoğu beni görmüşlerdi, tanımasalar bile Yasmin'in yanındaydım. Orada yaşananlar iğrençti. Herkes kendini korumak için hiçbir şey olmamış gibi rahatça olayın üzerini örtpas edip hayatlarına devam ediyorlardı. Bunu bilmek bile beni öfkeden delirtiyordu. Dünyada adalet denen şey kalmamıştı. Kitabı okumama asla izin vermeyen düşünceler yumak gibi zihnimde birbirine dolandıkça dolandı. Sabah hafif çiseleyen yağmur yerini şiddetli sağanağa bırakmıştı. Dört yanı muşambayla kaplı çardak soğuktu ama soğuğa alışmıştım. Üşümek zihnimi uyuşturuyordu. Hatta öyle ki odamın camını açık bırakıp yatıyordum. Kışın bile gece camı açık bırakır uyurum. Mercan yenge geceleri kapattıkça kalkıp tekrar açar uyurdum. Kedimin dışarıda olduğunu hatırlamamla kitabı kapatarak oturduğum sedire bıraktım. Nemli saçımı giydiğim hırkanın altından çıkarıp küçük şalı omzuma attığım gibi çardaktan çıkarak etrafıma bakındım. Aptal kedim ortalıkta görünmüyordu. Yağan yağmur şiddetini arttırdıkça onun için daha çok endişeleniyordum. Evden çıkan Mercan yenge bana seslenince ona doğru döndüm. "Kinali kuzum, üsuteceysun öyle, içeri gir daa." Yağmurun kulak çınlatan sesi yüzümü buruşturmama neden oldu. Bakışlarım tedirgin bir şekilde etrafı incelerken içimden kedimin gelmesi için dualar ediyordum. Yağmurlu günlerde onu dışarı salmayı hiç sevmiyordum. Başına bir şey gelir korkusundan bu havalarda defalarca yağmura rağmen çıkıp Dumanı aramışlığım vardı. Bugün de o günlerden biri olacaktı sanırım. Çünkü içimdeki huzursuzluğa daha fazla dayanamıyordum. Mazhar amcanın çardakta asılı duran şemsiyesini alıp açtım. Mercan yengeye yaklaşarak, "Dumanı alıp geleceğim." Diyerek yüksek sesle konuştum. "Kizum dur hele, geli o birazdan. Yerler kayadur, başina iş gelur haa!" Diye uyarsa bile dayanamayıp bahçeden çıkarak çamurlu yoldan yürüdüm. Sık olmayan ağaçlık alana doğru yürüdüm. Kedimin sürekli dolaştığı yerlerde gezinirken gök gürültüsünün kalbime verdiği korkuyu bastırmaya çalışıyordum. Dakikalardır, ıssız dağın tepesinde "Duman," diye bağırıyordum. Dakikalar geçtikçe ıslanan ayaklarım daha çok üşüyor kedimi bulmamanın verdiği korku daha katlanıyordu. "Duman!" Diye tekrar bağırdığımda ağaçların sığlaştığı alana doğru yöneldim. "Neredesin oğlum?" Kedimi kaybetmenin korkusuyla boğazıma kadar dolan ağlama isteğimi geri bastıramadan hıçkırdım. "Aptal kedi! Seni bu sefer bulursam boynunu kır-!" Arkadaşımın son hali zihnime dolduğunda hıçkırarak dudaklarımı iki elimle kapattım. Arkadaşımın güzel yüzü kanlar içinde kalmıştı. O an hafızamdan asla silinmiyordu. Ne yere düşen şemsiyem önemliydi, ne de yağmurdan sırılsıklam olan bedenim önemliydi şu an. Acım yine o kadar artmıştı ki tek isteğim artık bu acının son bulmasıydı. Zihnimi esir alan bu acı geçmiyordu. Hıçkırıklarım arttıkça arttı. Ne yağmur dindi ne de kedim geldi. Dakikalarca olduğum yerde oturdum. Acım dindi, ağlamalarım durdu. Peşimi bırakmayan vizdan sızım yorgunca yerine sindi. Bacaklarımı kendime çekip kollarımı bacaklarıma dolayarak yorgunca karşımdaki çamurlu yola baktım. Ne aptal kedim geliyordu, ne de kalkıp eve gidebiliyordum. Üstelik yolumu yine kaybetmiştim. Mazhar amcanın beni bulmasını bekleyecektim. Dumanın peşine takıldığım her an kaybolurdum. Kaybolacağımı bile bile her seferinde kedimi aramaya gelirdim ve sonuç hep hüsran olurdu. Her seferinde Duman benden önce evde olurdu. Dakikalar sonra kendimi toparlayarak etrafıma bakınmak için hareketlenmiştim ki üzerime açılan şemsiyeyle bir an Mazhar amca geldi sanarak önce şemsiyeye ardından arkama döndüm. Mazhar amca yerine karşımda başka birini görmemle olduğum yerden hızla kalkarak arkaya doğru birkaç adım attım. "Kimsin?" diye sordum. Sesim pürüzlü çıkmıştı. Üzerine tuttuğu şemsiyeyi hafif arkaya doğru atarak gözlerime baktı. Acı kahve gözleri tehlikeli bir şekilde üzerimde hızla gezindi. "Kendini cezalandırmayı ne zaman bırakacaksın?" Adamın sert ve kalın sesi yağmurun sesini bile bastırdı. Acı kahveleri ve ses tonu o kadar tanıdıktı ki zihnimi kısa bir an yokladım. Onu daha önce bir yerde görmüş olabilirmiyim diye düşündüm. Hatırlamıyordum. "Kimsin?" Diye direttim aynı soruyu. "Mızmız bir kız çocuğu olmayı bırak ve hayatına kaldığın yerden devam et." Beni dinlemiyormuş gibi sert bakışlarını asla üzerimden çekmeden konuştu. "Kimsin diyorum sana!" Avazım çıktığı kadar bağırdım. Sabrımın son kırıntılarındaydım. Gerçekten beni umursamıyordu. "Takip et beni kız çocuğu," bir an duraksayıp halime baktı. Ayaklarım, giydiğim eşofmanım dizime dakar ıslanmıştı. Yere oturduğum için üstüm başım çamur içindeydi. Saçlarım, hırkam, omzuma attığım şa o kadar ıslanmıştı ki sırılsıklamdım. Bakışları üzerimde gezindikçe yüz ifadesi değişti. Bana resmen pis biriymişim gibi bakıyordu. Yüzünü ekşiterek önce şemsiyesine ardından yağan yağmurun şiddetine baktı. Her ne yapacaksa vazgeçip arkasını dönerek yürüdü. "Kara kedin evde seni bekliyor." Dalga geçercesine konuştuğunda hızla kaçarcasına yanından geçip gittiği yöne doğru koşmaya başladım. Bu adam her kimse beni korkutuyordu. Yağan yağmur o kadar şiddetliydi ki her yer çamur içindeydi. Patika yoldan aşağı doğru koştum. Yol çamurdu, sis kalındı. Ayağım kaydı, neredeyse aşağı yuvarlanıyordum. Tam o anda bir el bileğimden kavradı. Korkuyla çığlık attığımda bileğimdeki el bedenimi arkaya çekti. Başım göğsüne çarptı. Olanları idrak edemeyen beynim sarsılmayla uyuştu. Burnuma dolan bu koku o kadar tanıdık o kadar güven verici gelmişti ki, uyuşuk zihnime rağmen kirpiklerimi kırpıştırıp yüzümü kaldırdım. Kolumu mengene gibi saran bu adamın yüzüne dikkatle baktım. Keskin yüz hatlarına, tanıdık acı kahvelerine baktım. Yanaklarını saran sakalları, hafif etli dudakları ve hemen sağ kaşındaki yara izine dikkatle bakım. Bu adam kimdi? Zihnim yabancı adamı tanımamakta ısrarcıydı ama hislerim asla yanılmazdı. Bu yabancı adamla bir geçmişim vardı. Bacaklarımdaki gücün tamamen çekilmesiyle düşecek gibi oldum. Bileğimdeki eli belime tutundu. Düşmemem için şemsiyesini yere atarak sıkıca tuttu beni. Üzerimize şiddetle yağan karadenizin hırçın yağmur damlaları altında tanımadığım adama beni bırakmaması için sıkıca tutundum. Beni bırakırsa düşerdim. Beni bıraksın istemiyordum. Küçük acı kahveleri o kadar sert o kadar acımasızdı ki kalbim bir an burkuldu. Yağmurun altında ıslanmaktan hiç memnun olmamıştı. Giydiği temiz kıyafetleri hızla ıslanmaya başlamıştı bile. Dudaklarım şiddetle titredi. Boğazıma dayanan ağlama hissim o kadar ağır bastı ki bunu fark etti. "Sakın ağlama çocuk, seni teselli edemem." Alt dudağımı ısırıp onu göğsünden ittirdiğimde kıpırdamadı bile. Kolları arasından çıkmak için debelendiğimde bileğime saplanan acıyla kısıkça inleyerek bileğime baktım. "Bacağım koptu!" Diye feryat ederek bağırdım. "Bacağımı koparttın!" Sol ayağımın üzerine basarak ağlamaya başladım. "Canım acıyor, bacağımı koparttın pis adam!" Diyerek hıçkırdığımda yabancı adam sabrı kalmamış gibi bir elini bacaklarımın altından geçirerek beni kucakladı. "Bırak beni! İmdat!" Diye bağırdım bu sefer. Canım acıyordu ve bu adamı tanımıyordum. "Hala aptal bir sıçandan farkın yok!" Diyerek gözlerime baktığında dudaklarımı birbirine bastırıp gözlerine dikkatle baktım. "Kimsin?" diye sordum bu sefer sakin tuttuğum ses tonuyla. Üzerime aniden çöken ağırlığın zamanı değildi şimdi. En savunmasız anımda bayılamazdım. Ama ne yazık ki gözlerim hızla kararmaya başlamıştı bile. Adam sabrı kalmamış gibi, "Üç," diyerek mırıldandı. Neye üç? "İki," Dediğinde zihnim uğuldadı. İki de neyin nesiydi? Duyduğum son şey, "Bir." Demesi olmuştu. Ve sanırım beni öldürmüştü adam. Ben artık ölü müydüm? Ölüm bu kadar kolay mıydı gerçekten? Zihnim karanlığa gömüldüğünde hissettiğim tek şey yüzüme şiddetle düşen yağmur taneleri olmuştu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD