İçimde tarif edemediğim mutlulukla etrafımda yürüyen askerlerin beni çekiştirmesini umursamıyordum. Burada kim olduğumu söyleyemezdim, dağ tehlikeliydi. Gelecekte olası bir gizli görevde kimliğim ifşa olmamalıydı. Bu yüzden adının Onur olduğunu öğrendiğim adamın beni çeliştirmesine asla mani olmadım. Ayrıca yanımda askerlerle yürümeyi çok özlemiştim, bunun verdiği güven hissi bambaşkaydı. Yanımdaki adamlarla aynı şey için savaşıyordum, vatanım için. Onların bilmemesi umrunda değildi ama ben herşeyden çok güveniyordum onlara.
"Nereye gidiyoruz?" diye sordum helikoptere binice. Cevap vermeyeceklerini düşünmüştüm ama komutan beni yanıltmış yüzüne sardığı bezin ardından konuşmuştu.
"Şırnak."
Duyduğum şeyle şaşkınlıkla havalandı kaşlarım.
Hadi be! diye düşündüm. Operasyona başlamadan önce görev yerim değiştirilmişti. Sadece Şırnak komutanlığındaki albay gizli görevde olduğumu biliyordu. Bir tek onunla iletişim kurabiliyor, ondan emir alıyordum. Ve yüksek ihtimalle karşımdaki adamlar benim yeni timimdi. Gülümsedim, hepsine şimdiden kanım yanamıştı.
"Neye gülüyorsun lan sen!" dedi Onur. Gülüşümü bastırmak için başımı yere eğdim. En iyisi albayın yanına gidene kadar susmaktı. Yüzlerindeki ifadeyi, karşılarında rütbe olarak büyük olan birinin karşısında ağızlarını açamadıkları hallerini çok merak ediyordum. Üstelik şu an söylesem de inanmayacaklardı. Zaten uçuş kısa sürecekti, bir süre daha katlanabilirdim bu sert hallerine.
Bir süre sessizce oturdum, onlar kendi aralarında sohbet edip bugün ki leşleri hakkında yorum yaparken onlara katılmak için can attığımı fark ettim. Yüksek ihtimalle bir hafta sonra onlarla operasyona katılabilecektim.
"İnişe geçiyoruz komutanım." diyen pilotun sesiyle kavuşacağım üniformamın heyecanıyla yerimde kıpırdandım. Operasyona çıkmadan önce eşyalarımı buraya göndermiştim. Albayın söylediğine göre lojmana yerleştirilmişti. Kimse bilmiyordu ama ben 4 aydan beridir onlarlaydım. Helikopter karargahın pistine inerken özlem dolu bakışlarımı gezdirdim etrafta ve havada asaletle süzülen bayrağa bakıp derin bir nefes aldım.
Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder!
"Yürü." diyerek kolumdan itti komutan, üstüm olduğu belliydi. Emrettiği şeyi yerine getirdim. Helikopterde adını öğrendiğim Doruk, sağlam kolumdan tuttu. Helikopter pistinin bir kaç metre ilerisinde duran adamla gülümsemek istedim. O ise şaşkın bakışlarla bana bakıyordu.
"Siz!" dedi ve timin üzerinde dolandırdı bakışlarını. Ardından bulunduşumuz ortam nedeniyle sert sesiyle konuştu. "Çabuk odama." dedi ve bana baktı. "Sende!"
Yanımdaki tim ne olduğunu anlamasa da Albayın arkasından hızlıca yürümeye başladık. Açıkçası yorgundum, üstelik Şiwan yüzünden vurduğum karnım ciddi şekilde acımaya başlamıştı. Bir de askerler tarafında sürekli olarak itilip çekilen kolum canımı sıkmaya başlamıştı. Kısa bir süre sonra tekrardan kavuşacağım üniformamın hayaliyle sustum bir süre daha. Uzun zamandır sesini duyduğum adamın odasına girince rahatlamıştım. Buraya aittim, o soysuzların arasında her saniye tetikte olmak yormuştu beni. Ama burası baba ocağımdı.
"Kapat lan şu kapıyı!" dedi Albay tüm tim ve ben odasına girince. Onur hemen albayın dediğini yapmıştı. Aylardır sakin ve güven dolu sesiyle beni destekleyen adamın ateş saçan bakışlarını üzerimde hissedince elimdeki kelepçelere rağmen dimdik durdum.
"Üsteğmen Anka Aden Korkmaz. Emredin komutanım." diyen sesim odada yankılanırken gülümsemel istedim. Arkamdaki timin bakışlarının bana döndüğünün farkındaydım, bende onlara bakıp yüzlerini görmek isterdim ama yinede onların şaşkın olduğunu biliyordum.
"Görev?" diye sordu Albay çatık kaşlarıyla. Gülümsedim.
"Görev başarıyla sonlandırıldı komutanım." dedim ve daha fazla yanamadan yanımda hala kolumu tutan Doruk'a baktım. Şoka girdiği her halinden belliydi. Bakışlarımı fark edince elini ateşe değdirmiş gibi hızla çekti. Onun bu haline gülmek istesemde karşımda albayın olduğunu bildiğim için bakışlarımı önüme çevirdim.
"Sağolsun arkadaşlar yolculuğumda eşlik etmek istediler." dedim hala gülümsemeye devam ederek. Albay timdekilere kısa bir bakış atıp bana döndü. Gülmemek için kendini kastığını fark edince sırıttım.
"Belgeler?" Diye sordu.
"Yanımda komutanım. İzin verirseniz vereyim?" diye sordum. Başıyla onaylayınca Doruk'a döndüm ve ellerimi, kelepçeyi çözmesi için uzattım. Hala kendine gelememişti, bu yüzden bir süre. Ne yapması gerektiğini anlamamış daha sonra ise elleri titreye titreye cebinden çıkardığı bıçakla plastiği kesmişti. Sırtımdaki çantayı yaralı koluma dikkat ederek hızla çıkardım ve bir adım öne çıkıp çantayı Albayın masasının üzerine koydum.
"Şiwan?"
"Öldü." dedim.
"Sen mi öldürdün?" diye sordu bakışları arkamda dolandıktan sonra.
"Sayılır komutanım." Dedim ve devam ettim. "Belgeleri alabilmek için hemen ölmemesi gerekiyordu komutanım. Bu yüzden yavaşça ölmesini sağlayacak bir şekilde yaralandım. Bir kaç gündür verdiğim narkozdan dolayı uyanıp beni ifşalayamadı. Sipan'ın bana inanması da çok zor olmadı."
"Ne yaptın?" diye sorunca gülümsedim.
"Şiwan ile birlikte kendimi de yaraladım." kaşları çatıldı ve başını sağa sola salladı.
"Kızım ben sana, bir delilik yapma, demedim mi?" deyince başımk dik tuttum.
"Akıllı davranarak bir sonuca ulaşamıyordum komutanım. Ayrıca ciddi bir yara değil. Ondan çıkan kurşunun beni sıyırdığına inanacakları bir yara aldım komutanım."
"Akıllısı bizi bulmaz, delisi bizden çıkmaz." diye mırıldandı, gülümsedim.
"Peki siz? Siz neden benim onaylamadığım bi yere saldırıyorsunuz?" diyen Albay'ın sesi kulaklarıma dolunca derin bir nefes aldım.
"Nasıl bir operasyonu bozabilirdiniz farkında mısınız?" deyince ona hak verdim. Bir kaç dakika önce o belgeleri almamış olsaydım, Sipan onları yakmış olacaktı. Benim aldığımı fark ettiği için yanıma gelmeye çalışmış ama askerler tarafından öldürülmüştü.
"Bu kız kaç aydıe o itlerin yanında durup bu belgelere ulaşmaya çalışıyor haberiniz var mı sizin!" dedi Albay, evet haklıydı ama timimi başarıya sonuçlanmış bir operasyon yüzünden azarlamasına izin veremezdim.
"Komutanım!" deyince sert bakışları beni buldu.
"Askerler gelmeden önce Sipan belgeleri aldığımı fark etmişti. Onlar Sipan'ı vurmamış olsaydı bu belgeler size ulaşamayacaktı." dedim ve biraz abartarak devam ettim. "Onlar sayesinde Sipan'ın sıktığı silah koluma denk geldi."
Albay bir süre yüzüme baktı, arkamdaki timin bakışlarında benim üzerimde olduğunun farkındaydım.
"Dua edin, operasyonun başarıyla son bulmasıns az da olsa katkınız olmuş. Yoksa aylarca operasyon yüzü göremezdiniz. Şimdi çıkın! Anka sende gidip dinlen, yarın Karan yüzbaşı sana timi tanıtır." diyen albaya selam verip odadan çıktık. Geçikmeli de olsa timin yüzündeki şaşkınlığı görmek tahmin ettiğimden daha büyük haz vermişti bana. Ayrıca onları maskesiz görmek birazcıkta benim şaşırmama neden olmuştu. Allah bunları yaratırken diğerlerine haksızlık etmişt, hepsi birbirinden yakışıklı beş dev adam karşımdaki duruyordu. Gözlerimin buluştuğu gözlerle yutkunmak istedim. Ormanın içinde, karanlığın ortasında yüzüme dahi bakmazken fark etmemiştim gözlerinin güzelliğini, bembeyaz tenini nazar boncuğu gibi süsleyen laciverte yakın göz rengi kalbimin teklemesine neden olmuştu, gece karası saçları ve kıpkırmızı dudakları vardı. Kısacası oldukça yakışıklı bir komutanım vardı ve bu başımı oldukça belaya sokacaktı. Derin bir nefes alıp odağımı başka yere çekmek için hazır olda durup konuştum.
"Üsteğmen Anka Aden Korkmaz, emredin komutanım!" sert yüksek sesim boş koridorda yankılanınca bunu söylemeyi ne kadar özlediğimi fark ettim. Günlerce tekrar etsem sıkılmazdım! Adının Karan olduğunu bizzat alnay tarafından öğrendiğim komutanım konuştu
"Rahat asker." dedi yumuşacık bir sesle. Ardından devam etti. "Neden daha önce asker olduğunu söylemedin?"
"Dağda bazen iki kişilik gruplar halinde gezen haberciler oluyordu komutanım. Size orada söyleseydim, duyulma ihtimali olacak. İleride bir görev olur da tekrar aralarına sızmam gerekirse, diye bir önlemdi." dedim, komutan söylediğime şaşırmış olacak ki kaşları havalandı.
"Aferin asker, detaylı düşünüyorsun." deyince hiç düşünmeden konuştum.
"Sağolun komutanım." Dedim ve devam ettim. "Komutanım izin verirseniz revire gidip yaralarımı kontrol ettirmek istiyorum."
Karan komutan, başıyla onayladı.
"Gidebilirsin asker, Mert, Aden komutanına revirin yerini göster." dedi, Mert'le birlikte selamımızı verip yanından ayrıldık. Yavaş adımlarla revire doğru ilerlerken fazla dayanamayacağım farkındaydım. İki yaramda derin değildi ama kan kaybım normalin üzerinde olduğu için odaklanma sorunu yaşıyordum. Üstelik iki gündür aptal aşık rolüm yüzünden yemek yememiştim. Uzun koridorun sonunda gördüğüm 'Revir' yazısıyla derin bir nefes aldım. Az kalmıştı.
Az kalmıştı...
Az kal-
Yere düşen bedenime sarılan kollar bilincim kapanırken hissettiğim son şeydi.
**