"Komutanım, hedef araçtan indi." dedi büyük kayanın ardında saklanan teğmen. Komutanı cevap vermek için ağzını açmıştı ki, teğmenin sesi tekrar duyuldu.
"Komutanım yalnız değil. Beraberinde iki kişi var."
"Tamam Doruk." dedi ve devam etti. "Herkes mevzilensin, hata istemiyorum."
"Emredersiniz komutanım!" diyen sesler birbirine karışmıştı.
"Anıl, ilk atış sende koçum." dedi komutan, keskin nişancısına güveni tamdı. "Hedefi sağ bırakın, geri kalanları cehenneme postalıyoruz!"
"Emredersiniz komutanım!" dedi timdekiler. Bu sırada Anıl önce hangisini cehenneme göndermek istediğine karar vermeye çalışıyordu. Bir kaç saniye hedefin en yakınında olan iki soysuz arasında gidip geldi. Kararsızdı, bu yüzden timdekilerin kıkırdayacağı, komutanının ise delireceği bir şey mırıldanmaya başladı.
"Oo piti piti, karamela sepeti-" diye başlayınca arkadşlarının gülüşünü bastıran komutanın kızgın sesini duydu.
"Anıl o sepeti g*tüne sokmadan önce indir şunu!"
"Emredersiniz komutanım!" dedi ve tetiğe bastı. Kurşunun isabet ettiği adam yere düşerken alnının ortasından kan akmaya başlamıştı bile. Bir kaç saniye içinde ortalık savaş alanına dönerken timdekiler mutluydu. Böyle bir ortamda mutlu olmaları mantıklı değildi ama onlar deliydi. Onlar Türk askeriydi.
"Aferin çocuklar." dedi yüzbaşı etrafındaki cesetlere bakarken. Operasyonun düzenlenmesine sebep olan yılanın başı asteğmen Onur tarafından bayıltılmış bir şekilde ayaklarının önündeydi. Albay sağ istemişti, yaşıyordu ama yüzünden akan kanlar askerlerinin ve kendisinin sakin kalmakta zorlandıklarını kanıtlıyordu. Yüzbaşı adamın halini umursamadı, kaçmaya çalışırken oldu, der olayın üstünü kapatırdı.
"Uyandırın şunu." dedi askerlerine. Onur komutanın emriyle bir bidon suyu yerdeki şerefsizin yüzüne döktü. Adam inleyerek ve nefes almaya çalışarak gözlerini açtı. Yüzüne dökülen sudan kaçmak için kafasını sağa sola çevirirken Onur durmamıştı. Bidondaki suyun son damlasıda düşünce dudağını büzdü Onur.
"Çen balık mı olçun çen!" dedi adamın yüzüne doğru eğilerek. "Yakından daha da çirkinmişsin Şerefsiz." dedi ve adamın karnına hızla tekme atıp geri çekildi.
"Uyandı komutanım!" dedi gülümseyerek. Komutan Onur'un deli haline gülümsemek istedi ama yapamazdı, şu an görevdelerdi.
"Aferin Asker!" dedi ve elleri bağlı olan adamın saçlarından tutup ayağı kaldırdı. Tüm tim karşısında hazır olda beklerken adamı Mert'e fırlattı. Mert bir adım geri çekilip adamın yere düşmesine neden olurken sırıtıyordu.
"Bu it sende Mert!" dedi ve Mert'in, tıpkı timdeki diğer herkes gibi deli olduğunu hatırlayıp uyarma ihtiyacı duydu. "Ölmesin!" dedi sert sesiyle. Mert dudak büzüp karşıda olan bakışlarını komutanının yüzüne çevirdi.
"Ama komutanım." dedi oyuncağı elinden alınmış bir çocuk gibi.
"Sen beni mi sorguluyorsun asker."dedi sert sesiyle. Mert bakışlarını tekrar karşıya çevirdi ve konuştu.
"Hayır komutanım!" dedi güçlü bir sesle.
"O halde ne yapacaksın!"
"Öldürmeyeceğim komutanım!"
"Aferin Asker!"
"Sağol!"
Karan komutan bakışlarını askerlerinin üzerinde dolaştırdı ve daha fazla burada durmanın tehlikeli olduğunu hatırlayıp konuştu.
"Gidiyoruz."
"Emredersiniz komutanım!"
Tim sırayla komutanını takip ederek yürümeye başladı. En arkada Mert ve soysuz kalmıştı. Mert adamın ayağa kalkmasını beklemeden yürümeye başladı. Evet onu öldürmeyeceği emredilmişti, yani uçurumdan aşağı yuvarlamayacaktı ama süründürmemesi için bir emir almamıştı. Mert sırıttı, uzun süre yürüyeceklerdi ve o ilk kez yürümekten bu kadar zevk alacaktı.
***
Neredeyse sabah olmak üzereydi, iki gündür uyumayan timin yüzünde en ufak bir yorgunluk izi yoktu. Hepsi sakince yürümeye devam ederken elleri silahlarında, tetiktelerdi. 5 kişilik timde, yalnızca iki kişi sakin değildi, biri Mert, diğeri ise Doruktu. Yaklaşık iki saat önce Karan komutan, kandan yüzü gözü görünmeyen, üzerindeki kıyafetleri yırtılmış olan adamı görünce çıldırmıştı. Mert'e öldürme demişti ama evet, öldürmemişti. Ölmekten beter hale getirmişti! Mert plastik kelepçeyle ellerini bağladığı adamı halatlada bağlamış ve halatın bir ucundan tutarak çekiştiriyordu. Bazen halatı hızlıca çekiyor ve adamın düşmesini sağlıyor, düşmesini umursamadan yürümeye devam edip adamın sürüklenmesine neden oluyordu. Adamın üstü başı, yüzü gözü mahvolmuştu. Bunu gören Karan komutan adamı Mert'ten alıp Doruk'a vermişti ve adamın alacağı en ufak yara izinde bir sonraki operasyona alınmayacağını söylemişti. Doruk Mert'in yaptığı şeyin onun başında patlamasına sinirlenmişti, üstelik adama hiç bir şey yapamıyordu, bu daha da canını sıkıyordu.
"Komutanım saat üç yönünde hareketlilik var." Diye fısıldadı Anıl. Askerler bu sözle anında durup silahlarını hazırlamışlardı.
"Dağılın." dedi Karan ardından Doruk'a baktı. "Bayılt."
Doruk aldığı emirle adamın ensesine hızla vurdu, az da olsa içi rahatlamıştı. Adamı kayanın arkasına gizleyip başka bir kayanın arkasına geçti.
"Mert, Onur! Kontrol edin." diye emir verdi Karan. Askerler hızla dediğini yaparken derin bir nefes aldı.
"Komutanım." diyen Anıl'ın sesini kulaklığıdan duyunca konuştu.
"Söyle asker."
"24 kişi." dedi Anıl ardından mağaranın girişine baktı. "İçeride fazlası da olabilir."
Komutan cebindeki telsizi çıkarıp açtı.
"Albayım." Dedi ve karşıdan cevap gelmesini bekledi.
"Söyle asker."
"Albayım, bir sığınan bulduk. Tahmini 24, sayı artabilir. Ne yapmamızı emredersiniz?"
"Zorunlu olmadıkça sıcak çatışmaya girmeyin asker. Bulunduğunuz kordinatları bildirin, havadan halledilecek. Elinizdeki soysuzun sağ olarak gelmesi gerekiyor." diyen Albayı onayladı ve kordinatları bildirip telsizi kapattı.
"Sessizce uzaklaşıyoruz." dedi kulaklığına doğru ve tekrar yola koyuldular. Doruk uyandırdığı adamı çekiştirerek onları bekleyen helikoptere bindi. Bir operasyon daha bitmişti, timdekiler bir kaç saat önce gelecekteki üsteğmenlerinin yanından geçip gittiklerini bilmeden sessizce oturdu. Gerçi bilseler ne yapacaklardı orası meşguldü.
***
"Heval açsın, yaralısın. Hadi gel biraz dinlen, uyanınca haber ederiz biz sana." diyen adama başımı sağa sola sallayarak cevap verdim.
"O uyanmadan gitmem buradan." dedim bozuk bir Türkçe'yle. Böyle konuşabilmem için çok çabalamıştım, kısa süre de onlardan daha kötü Türkçe, daha iyi Kürtçe konuşur hale gelmiştim.
Arkamdaki adam üzgün bakışlarını üzerimde dolandırdı bir süre. Umursamadım, aylardır içlerindeydim, kamptakilere göre aptal bir aşıktım.
"Yaraların mikrop kapacak heval, sen bize lazımsın. Kalk bari yarana baksınlar." dedi, yaram mikrop kapmazdı, iyi durumdaydım. Sen bize lazımsın, demesinin ne anlama geldiğini biliyordum. Bir kaç ay önce sınırdaki bir köyde karşılarına çıkmış ve onlara katılmak istediğimi söylemiştim. Bir süre sorgulamış, kim olduğumu öğrenmeye çalışmışlardı. Bir kaç yalan ve göz yaşından sonra almışlardı beni. Eğitim adı verdikleri bir dizi saçma teste girmiştim. Maalesef iyi silah kullandığımı gizleyememiştim onlardan, büyük aptallık yapmıştım ama yine de beni daha fazla içlerine almalarına neden olmuştu. Bu iyidi, çok iyidi. İyi silah kullandığım için yerde karnı sargı bezleriyle sarmalanmış adamın yanındaydım. Gerisi çoral söküğü gibi gelmişti, aptal bir aşığı oynamak hiç zor olmamıştı. Bu salaklarda hemen inanmıştı. Yerdeki adam ise diğerlerinden daha aptaldı. Ona ben aşıktım, bir çok kez beni diğerlerine dalga geçerek anlattığını duymuştum. Ama aptal adam, bir dediğimi asla iki etmiyordu. Yinede burası onun mabediydi, aylardır girmek için çabaladığım tek yerdi. Eğer bugün istediğim şeyleri alırsam görevim sona erecekti. Ama etrafa bakabilmem için yalnız kalmam gerekiyordu.
"Ayşe, anlıyorum seviyorsun. Ama sana da yazık." dedi arkamdaki adam. Göz devirmemek için zor tuttum kendimi.
"Olmaz Sipan abi. Gidemem, benim canım gitsin önemli değil!" dedim bozuk kulanmaya çalıştığım Türkçemle.
"Sen bilirsin Bacım. Ben dışarıdayım, bir şey olursa seslen."
Allah'ım sonunda! Diye çığlık atma isteğimi bastırdım. Kalkıp göbek atacak kıvamdaydım ama bunu dışarıya yansıtmamayo çok iyi başarıyordum. Dolu gözlerimi arkamdaki adama çevirdim.
"Sağol abi." dedim minnettar sesimle. Adam gülümsemeye çalıştı. Bana güvendiği çok belliydi, çünkü ben onun öz abisine aşıktım. Bir nevi yengesi olarak görüyordu beni, ne aptal ama! Bu yüzden bizi yalnız bir süre yalnız bırakacaktı. Yavaşça arkasını döndü ve çadırdan çıktı.
Normalde dağdaki mağaralarda kalırdık ama bir ay önce askerlerimizin düzenlediği operasyonda kaybolan sözde komutanın yerimizi ifşa edebilme ihtimaline karşın ormanda çadırda kalıyorduk. Saçma bir önlemdi, açık hedef haline geldiklerinin farkında değillerdi. Umursamadım, bugün buradaki son günüm olma ihtimaliyle hızla kalktım oturduğum yerden ve mesleğimin getirdiği bir yetenekle sessizce aradım etrafın. Kilitli çekmeceleri, cebimdeki telle açıp alabildiğim tüm belgeleri aldım. Köşeye bıraktığım sırt çantasının içini boşaltıp belgeleri ve usbleri çantaya attım.
Son günümdü! Bitmişti!
Gülümsedim ve yerde yaralı yatan adama yaklaştım. İki gün önce saldırmaya uğraşmıştı, kimin saldırdığını bulamamışlardı. Elbetteki bulamazlardı, etrafı kontrol etmek için devriye gezerken yanındaki iki kişiyi sessizce halletmiştim. Onu ise akciğerine çok yakın bir yerden vurmuştum. Uyanmamasının sebebi o değildi, belli aralıklarla verdiğim ilaçtan dolayı uyanmıyordu. Kendimi ise ondan bir kaç metre ötede vurmuştum. Elbetteki kendime ölümcül yara açmamıştım. Ama yanımıza gelenler, onun bana zarar gelmemesi için önüme atladığı, düşüncesine kapılacağı kadar iyi bir şekilde vurmuştum kendimi. Aşık olduğum adamın, benim için canını hiçe saymasından kaynaklı olarak başından ayrılmamam onlara garip gelmeyecekti böylelikle. Her şey az önce çantama attığım belgeler içindi. Gitmeden önce aylardır yapmak istediğim şeyi yapmak için adımladım Şiwan'a doğru. Köşeye bıraktığım yastığı elime alıp ona yaklaştırırken bir bağırtı koptu dışarıdan.
"Askerler! Askerler!"
"Ha siktir!" diyerek yere attığım çantayı sırtıma taktım ve köşedeki silahı ve mermileri alıp kendimi dışarı attım. Çantaya zarar gelmemeliydi, ayrıca bulunduğum konumdan dolayı haber veremiyordum evet ama askerlerin şu an benim olduğum yerde ne işleri olabilirdi ki! Etrafımda patlayan silah sesleriyle ortada aptal gibi durduğumu fark ettim. Koşarak ilerimdeki kayanın arkasına saklanacakken kolumda hissettiğim sızıyla kaşlarımı çattım, kendi ülkemin askeri tarafından vurulmak canımı sıksa da umursamadım. Çantayı korumak öncelikli görevimdi.
Hatta aylardır uğruna bunca şeye katlanıp, acı çektiğim tek şeydi.
Çantaya zarar gelmesi demek ayların çöpe gitmesi demekti ve ben sil baştan başlamak istemiyordum.
Silah sesleri susup etrafa ölüm sessizliği çökerken bir kaç metre ötemde yerde göğüsünden vurulmuş adamı görünce gülümsedim. Sipan'ın açık gözleri bana abisini hatırlatırken onu öldüremenim içimde kaldığını fark ettim.
"Bakın burada ne buldum!" diyen sesle ne zaman yanıma geldiğini anlamadığım askere ters ters baktım, cidden neden buradalardı. Evet gizli operasyondu, kimse bilmiyordu ama yinede benim bulunduğum konuma saldırmamaları gerektiğini biliyor olmalıydılar.
"Kalk bakalım küçücük solucan!" diyerek az önce vurulduğum kolumdan sıkıca tutup kaldırdı. Sadece gözlerini gördüğüm adama ters ters baktım ama bu onun umrunda değildi, farkındaydım.
"Komutanım burada birini buldum." dedi yanımdaki adam. Komutan bana hiç bakmadan askerlerine döndü.
"Gidiyoruz." dedi ve yürümeye başladı. Bir asker dışarı çıkardığı Şiwan'ı uyandırmaya çalışırken konuştum.
"Uyanmaz, üç doz narkoz aldı." dedim, uzun zamandır normal bir şekilde Türkçe konuşmadığım için böyle konuşmak garip gelmişti.
"Sana kim konuş dedi lan" diyerek kolumdaki yaraya baskı yapan askere boş bakışlar attım. Benimde onun gibi bir bordo bereli olduğumu öğrendiğinde vereceği tepkiyi merakla bekliyordum. Rütbesi neydi bilmiyordum, operasyona giderken giydiğimiz üniformanın üzerinde rütbemiz olmazdı. Olası bir yakalanma durumunda tehlike arz ederdi.
"Yürü hadi, asabımı bozma!" diyerek kolumdan çekiştirdi, bir kaç adım atmıştı ki durdu ve bana dönüp cebinden çıkardığı plastik kelepçeyi koluma taktı. Bir şey söylemeden kelepçeye baktım. O tekrar yaralı kolumdan tutup çeliştirirken az önce yanımdaki askerin 'komutanım' diye seslendiği adamın Şiwan'a doğrultuğu silahı fark etmiştim. Arkamı dönüp ne yaptığına bakmak isterken çekiştirildiğim için bakamamış, yalnızca tek el silah sesini duymuştum. Derin bir nefes çektim içime, bitmişti.
Görev başarıyla sonlanmıştı.
*******