Yeni bir başlangıç
Çok uzun süre sonra dışarıya çıkmıştım. Annem ve babamın ayrılmasından sonra yeni taşındığımız liman kasabası olan ve ismine hep takıldığım yer olan Melekli Dere diye bir yere taşınmıştık. Bu liman kasabası sesiz sakin ve değişik bir biçimde huzursuz gelmişti bana. İlk zamanlarda mahalledeki çocuklar beni fazla sevmiş ve içlerine almışlardı. Oysa ben her zamanki gibi soğuk ve karamsardım. Mahalledeki insanlar mutlu görünüyor, her şey mükemmel geçiyordu her zamanki gibi.
Bir gün annem sabahın köründe beni “artık uyan ekmek almaya git” diye uyandırdı.
Bende her zamanki net ve üşengeç halimle tamam deyip uyumaya devam ettim. Bu uyandırma ve işkence gibi gelen ekmek alma muhabbeti 5 dakika sonra gene tekrarlandı. Ve mecbur bir şekilde yatağımdan çıkıp ekmek almaya gittim. Her zamanki gibi altımda şort, artık benim üstümde olmaktan sıkılmış kısa kollu bir tişört vardı. Fırın evimize yakın olmasına rağmen etraftaki insanlara selam vermek ve onlarla konuşma zorunluluğu içinde olmak kötü geliyordu bana. Ve bunu düşündüğüm gibi mahallemizin en sert ama bir o kadar da samimi olan çocuğu Aslan’ı gördüm. Aslan insanlara karşı sert ve sinirli biri gibi görünse de daha çok samimi ve hep gülmek isteyen biri gibiydi. Ama hiçbir zaman onun o hislerine tam olarak zaman ayıracak ve onları yeşertecek birini bulacağını düşünmüyordum. Bana karşı hep iyi davranan biriydi. Çoğu zaman her şey ile dalga geçer, boş konuşurdu. Ama bir o kadar da sert mizahıyla insanları ürpertir, korkuturdu. Tek sorunu hayvanları sevmemesiydi. Ve çok korkardı. Hele ki köpeklerden. Aslan’ı en samimi bulduğum arkadaşlarından duyduğuma göre, bir gün okul çıkışı etrafını köpekler sarmış. Ve o korkudan dona kalmıştı.
Zar zor arkadaşlarını arayıp “koşun etrafımı köpekler sardı” diyerek telefonu kapatmış. Arkadaşlarının hepsi koşa koşa yanına gitmiş. O ise köpekleri atlatmış ve sakince yürürken,
Umut nefes nefese kalmış ve endişelenmiş şekilde: “Ne oldu” demiş.
Aslan: “Hiç. Her zamanki köpekler işte. Etrafımı sardılar” demiş.
Umut ve arkadaşları bunu duyduğunda Aslan’a bol bol küfürler edip okula geri dönmüşler.Fırın yolunda Aslan’a selam verdikten sonra fırıncı Ahmet abi ile selamlaştık. Ahmet abi kilolu göbekli gür sakalları olan bir abiydi. Sevecen görünür, yardım ederdi insanlara. Genelde insanlarla çok konuşmayan, onları dinleyen ve daime güler yüzlü olan bir fırıncıydı. Onun hakkında bildiğim tek şey bunlardı. Eve dönüp anneme selam verdim. Sonrasında odama geçip kendimi yatağa attım. Telefonla uğraşmaya başladım.Telefonumda kayıtlı olan ve sohbet ettiğim o kadar az insan vardı ki sadece birisini önemsiyor ve değer veriyordum. O da benimle aynı sınıfta olan Dirok isminde bir kızdı. Dirok en başta bana çok sıradan gelmiş. Dikkatimi çekmemişti. Normal liseli kızlar gibi takılan, giyinen ve konuşan biriydi.
Ama okulun ilk günü, biyoloji hocasının bize “basit bir hayalinizi anlatın” sorusuyla başladı.
Sıradan herkes basit ve bilindik hayallerini dile getirdi. Kimisi zengin olmak istedi, kimisi mutlu olmak. Aile kurmak isteyen de vardı, ünlü bir iş adamı olmak isteyende. Herkes bu tarz hayaller kurarken, sıra Dirok’a gelmişti.
Dirok sanki hep bunu düşünüyor gibi: “Tüm gerçekleri bilmek, kimin ne olduğunu ve gerçekten ne istediğini bilmek istiyorum” şeklinde bir cevap verdi.
Hoca Dirok’un bu cevabı karşısında bir hayli şaşırmış. Yine de kurcalamak yerine diğerler öğrencilere hayallerini sormaya devam etti. Öğrencilerden tek tek cevaplar aldı. Sınıf 30 kişilik klasik bir sınıftı. Her karakterde, her tarzdan öğrencinin olduğu karmakarışık olayların yaşandığı bir sınıftı. Ben o gün Dirok'un verdiği cevaptan sonra onunla farklı olaylar yaşayıp, ne kadar rahat görünsem de aklımda bir hayli merak ettiğim biri olarak kaldı. Bu yaz onunla fazla sohbet etmiş olmama rağmen hiç özel konular hakkında konuşmamış, sadece günlük, sıradan konular konuştuk. Yolda karşılaştığımız zaman selamlaşarak ayak üstü konuşup yollarımıza devam gidiyorduk. Salonda annem ile otururken haftaya okulların açılacağını dile getirdi. Bunu duyduktan sonra daha da canım sıkılmıştı. Okuldaki ve kasabadaki huzursuzluğun nedenini bulamamış sadece yanlış hisler diye kendimce boş veriyordum. Akşam olduğunda annemle birlikte en sevdiğim yemek olan bol salçalı makarnayı yedikten sonra gece dışarı çıkıp boş sokaklarda yürümek istedim. Bu gece yürüyüşleri küçüklüğümden beri hep en sevdiğim şey olmuştu. Kimse olmadan, sesiz sakin yerlerden, bazen Cem Karaca şarkıları eşliğinde yollarda yürümek. O gece, normal bir gece yürüyüşü yapıyordum. Biraz ilerledikten sonra değişik bir şekilde her zaman boş ve sakin olan o caddenin kalabalık olduğunu fark ettim.
Yolda Umut’u gördükten sonra: “ne oluyor? niye herkes dışarıda?” diye sordum.
Umut “birinin Melek Teyzenin evine girdiğini ve onu öldürdüğünü” söyledi.
Bende bu sözleri duyunca Melek Teyzenin, kasabadaki en yaşlı insanı olduğu aklıma geldi. Sonrasında ise tek başına yaşadığı ve maddi durumunun da iyi olmadığını hatırladım. Kafamda sadece neden onun evine girmiş olabilirler ki diye düşüncesiyle hızlıca olay yerine doğru yürüme başladım. Oraya vardığımda jandarma ve ambulans gelmiş, sedye ile büyük siyah bir poşet tarzında bir şeylerin çıkarıldığını gördüm. Polislerin herhangi birini yakalamadıklarını ve hala suçluyu aradıklarını duydum. O an Melek Teyzenin bir gün yoldan geçerken bana uzatarak verdiği o yeşil elma aklıma geldi. Evinin bahçesinde kocaman, görkemli bir elma ağacı olduğundan dolayı dert etmeksizin canı çeken ya da bakan kişilere veriyordu elmaları. Eve gitmek için yola koyuldum. Yolda yürürken Dirok ile en yakın arkadaşı olarak bildiğim Özlem’i gördüm. Yanlarına gidip sohbet etme isteği içerisindeyken Dirok un ağladığını ve elinde duran hırkayı sıkıca tuttuğunu gördüm. Özlem ise korku ve endişe içinde olmasına rağmen bana bakıp normal bir tavır ile hiçbir şey olmamış gibi nasılsın? ne yapıyorsun? gibi sorular sormaya başladı. O an Dirok’un neden ağladığını soracakken Dirok hızlıca yanımdan geçti. Özlem hızla onun peşinden koşmaya başladı. Ben ise yerde olan kan izleri ve neler oluyor düşüncesiyle orada kalakalmıştım. Haftaya okul olacağını hatırlayarak bu olaylar üstünde durmamaya, fazla önemsememeye çalışmakla birlikte bir o kadar da merak ve endişe içerisinde eve gittim. Eve gider gitmez Odama geçtim. Yatağa uzanıp tavana bakarken Dirok ve o korku içindeki gözleri gözümün önündeydi hala. Telefonu elime alıp kendisine mesaj atmak istedim ama saatin çok geç olduğunu düşündüğüm için mesaj atmadan uykuya daldım.
Ertesi sabah her zaman ki gibi annemin “Sinan kalk ekmek al” sesiyle uyandım.
Tekrar rutin işlerimi halledip eve geçtim. Yatakta yatarken Dirok aklıma geldi ve hemen mesaj attım. Ona dün neden öyle olduğunu sordum. Sonrasında telefonda oyun oynamaya başladım. On beş ila yirmi dakika sonra biri beni aramaya başladı. Bu numarayı hiç bilmediğim ve kayıtlı olmadığı için reddedip oynumu oynamaya devam ettim.
İçimdeki bir hisle ve aklımdaki “ya önemli bir şey arama ise” düşüncesiyle bilmediğim numarayı kaydedip w******p uygulamasından profiline bakmayı denedim.
Ve evet istediğim gibi profili herkese açıktı. Profil resminden arayan o kişi Özlem olduğunu öğrendim. Hemen numarayı arayıp konuşmaya başladım.Özlem telefonu açıp nasılsın dedikten hemen sonra cevap vermemi beklemeden Dirok’u gördün mü? Ya da ulaşabildin mi? gibisinden sorular sormaya başladı. Ben ise hayır diyerek en son dün gece kendisiyle birlikte iken gördüğümü dile getirdim. Dün gece Dirok’a ne olduğunu ve neden o durumda olduğunu sordum. Özlem ise sadece koşudan geldiklerini, Dirok’un annesinin ona kızdığını ondan dolayı öyle olduğunu söyleyip Dirok’a ulaşırsam kendisine haber vermem gerektiğini söyledi. Tamam deyip telefonu kapattık. Bu konuşmadan sonra bir şeylerin ters gittiğini düşünerek anneme dışarıya çıkıp arkadaşlarımla buluşacağımı söyledim. Aslında arkadaşlarımla buluşmayacaktım. Dirok’un neden öyle olduğunu öğrenmek için onun evine doğru yürümeye başladım. Kasaba da her şey gayet normal bir şekilde ilerliyordu. Sanki dün Melek Teyze ölmemiş, her şey rüyaymış gibi. Melek Teyzenin evinin önünden geçerken onun her zaman ki yerinde yani bahçesinde olmadığını gördükten sonra dünkü olayların rüya olmadığını anlamış oldum. Biraz daha ilerledikten sonra Dirok’un evine yaklaşmış, evinin önünde polis arabasının olduğunu ve polislerin evden birsini çıkardığını gördüm. Polisler birini kelepçelemiş ve arabaya doğru götürüyorlardı. Bende o an sadece kim olduğunu merak edip yüzünü görmeye çalışırken gördüğüm yüz karşısında şaşkınlıkla baka kalmıştım. O yüz Dirok’un annesi olan Zehra ablanın yüzüydü. Dirok’un annesinin arkasından yakarışları duyuluyordu. Babası Memduh abi onu zorla tutuyordu.
Sadece annesinin Dirok’a bakıp “geleceğim yanına” deyişini duyduktan sonra polis arabasının hızlıca gidişini gördüm.
Aynı zamanda göz göze geldiğimiz Memduh abi endişeli ve kırgın gözlerle Dirok’u evin içerisine çekmeye çalışıyordu. O an sadece Dirok ve onun yanında olma isteği geçti aklımdan. Buradaki ilk senemde hiçbir şey olmamış. Sadece Dirok ile hayaller kurmuştum. Ama o şu an ağlıyor, benim ise tek yaptığım onları izlemekti. Sonrasında kulaklığımı takıp hızlıca eve doğru gittim. O şok içerisinde odama geçerek sadece düşünmeye başladım. Neler olduğunu düşünmeye.