BÖLÜM 5

2370 Words
Sinemis Ali’ye hamile olduğumu ona bebeğimizin ağzından bir mektup yazarak söylemek unutamayacağımız bir anı olmuştu ikimiz için de. Bir süre oturduğumuz koltukta göğsüne yaslanıp öyle sessizce oturduk. İkimiz de bebeğimizle ilgili hayaller kuruyorduk kendi içimizde. İyice akşam bastırınca Şahika babaannenin evinden çıkıp yemek için rezervasyon yaptırdığım çok güzel bir balık lokantasına gittik. Oturup siparişlerimizi vermiştik ki Ali: “Aşkım” dedi, pek hoşlanmayacağım bir şey söyleyeceği belliydi sesinin tonundan. “Efendim Ali” deyince anladığımı fark etti “Şimdi söyleyeceklerimi sinirlenmeden dinlemeni istiyorum” “Peki, elimden geleni yaparım” “Sen Eylül’e çok güveniyorsun biliyorum, ben de güveniyorum. Çevremizdeki bütün kadınlarla o ilgileniyor zaten. Ama ben diyorum ki senin için ayrıca başka bir hastanede testler yaptırsak mı? Durumuna bakarız, vitamin, kan, mineral değerlerine falan baktırıp kafamızı rahatlatsak diyorum. Ne dersin?” “Olabilir” deyince şaşırdı “Kabul mü ediyorsun yani?” “Hayatım, ilk bebeğimizi benim yaşadığım üzüntülü dönem yüzünden düştü. Kendime iyi bakamadığım ve güçsüz olduğum için. Ben bu defa her şeye dikkat etmek istiyorum. Gereken ne önlem varsa alalım içimiz rahat etsin senin de dediğin gibi” “Aşkım çok teşekkür ederim” “Teşekkür etmene gerek yok. İyiliğimi istediğini biliyorum. Buna kızmadım. Sen şimdi dilinin altındaki diğer baklayı çıkar bakalım” deyince alnını kaşıdı “Tabii ki, ben hep unutuyorum bu ayrıntıyı. Sen beni benden bile iyi tanıyorsun ya” deyip gülümsedi cennet gülüşlü kocam. “Aynen hayatım, hadi söyle” “Buna kızacaksın hatta köpüreceksin ama ben sadece önlem için istiyorum. Diyorum ki, doğum yapana kadar, doğumdan sonra da bebek biraz büyüyene kadar işi bıraksan?” deyince kaşlarımı çattım. Kızmıştım gerçekten de. “Ali bunu söylemedin sayıyorum” “Neden? Kendini yormanı istemiyorum, işin ağır ve sen çok yoruluyorsun. Ara versen ne olur ki?” “Bak Ali, bu konuyu daha önce defalarca tartıştık seninle. Ben işi bırakmayacağım. Hatta son ayıma kadar da çalışmayı düşünüyorum” “Yok artık!” “Var artık! Ben çalışmayacaksam, böyle ‘aman bir şey olur’ korkusuyla yaşayacaksam sürekli, neden okudum o okulu? Neden dört yıl kafa patlattım? Ayrıca ben ev hanımı olabilecek bir kadın değilim. Delirmemi istemiyorsan bunu aklından çıkar” “Peki, ikinci çocuktan sonra ne olacak? Ben altı çocuktan bahsediyorum Sinemis. Nasıl baş edeceksin hepsiyle” “Öncelikle şu altı çocuk konusunda henüz hem fikir değiliz, bunu not al lütfen. Ha, sen çok istiyorsun diye altı çocuk doğurduğumu farz edelim. Ben o şartlarda da çalışmaya devam edeceğim. Tamam, çocuklar biraz büyüyene kadar çalışmam tabii ama bakıcı diye bir şey var senin de sürekli dediğin gibi. Bakıcıya bırakıp hayatıma geri döneceğim. Aklından bu konuyu çıkar ve bana bir daha bu teklifle gelme” dediğimde bozuldu. Hatta o da sinirlendi ama bir şey demedi daha fazla. Gerginliğimizden ikimiz de konuşmuyorduk. Neyse ki garson imdadımıza yetişti de suskunluğumuz bozulmuş oldu. Çalışma konusunu bir yana bırakıp gecenin keyfini çıkarmayı teklif ettiğimde Ali de kabul etti. İnadımın farkındaydı ve üstüme gelmemekle en iyisini yapacağını biliyordu. Mükemmel bir yemekten sonra mekândan ayrılıp eve geçtik. Sakindik ikimiz de ama Ali’nin yüzü biraz düşmüştü. Yatağa girince içim rahat etmedi ve yine açtım konuyu: “Aşkım, suratını asmayı bırakacak mısın?” deyince bana baktı yine o muhteşem gülümsemesiyle “Surat asmıyorum ki” “İçinden geçenleri biliyorum. Beni düşündüğünü ve bebek için endişelendiğini de biliyorum. Haklısın, yaşadığımız kötü bir şeydi. Ama sen de dedin ya, ilkini kaybettik diye bunu da kaybedeceğiz diye bir şey yok. Senin taşıdığın korkuları ben de taşıyorum. Benim için de kolay değildi. Ben de çok korkuyorum. Ama sırf bu korku yüzünden hayatımdan mı vazgeçeyim? Yıllarca hayalini kurup emek verdiğim bir şeyi, bu korku yüzünden bir kalemde nasıl sileyim. Bu meslek bana babamdan emanet sen de biliyorsun” “Aşkım ben bunları biliyorum. Benim düşündüğüm sadece seni de bebeğimizi de korumak. İlk düşükten sonraki hamilelikler hep risk taşırmış diyen sendin. Bundan korkuyorum” “Bak, sana söz veriyorum kendimi asla fazla yormayacağım. Zaten Cahit amca hamile olduğumu duyunca senden daha çok dikkat edecektir bana inan. Dün bana ne zaman çocuk doğuracağımı sordu. Hatta iş yüzünden erteliyorsam bundan vazgeçmemi söyledi. Babanla konuşmuşlar, o da torun sevmek istediğini söylemiş ona. Çok etkilenmiş, bu konuda bana çok destek olacaktır eminim” “Babam mı torun istiyormuş? Vay arkadaş ya, babamdaki değişime yetişemiyorum inan ki” derken epey şaşkındı Ali. “Öyle deme, insanlar yaşlandıkça değişirler. Baban da değişti, görmüyor musun? Biz evlenmeden nasıldı şimdi nasıl. Ben bebeği kaybedince benimle beraber ağladı adam” “Ciddi misin sen?” “Ciddiyim tabii, sen yoktun hastanedeyken odama geldi. Geçmiş olsun der demez ağlamaya başladı. Sonra da üzülmememi, genç olduğumuzu ve yeniden bebek sahibi olacağımı söyledi. Ben bunları düşünüp ya hamile kalmazsam diye korkarken bu haberi aldım. O yüzden de kat kat daha fazla dikkat edeceğim sağlığıma. Tabii bebeğin sağlığına da… Ama sen de biraz rahatla artık. Sen böyle panik olursan benim de elim ayağım birbirine girer” dediğimde gözlerimin içine baktı uzun uzun. Sonra da kolunu boynuma dolayıp beni göğsüne yasladı “Tamam, panik yapmayacağım. Ben sana hep güvendim, yine güveniyorum. Çalışmanla ilgili bir şey demeyeceğim artık. Ama başka bir şey istiyorum” “Nedir?” “Altı çocuk” deyince kahkahayı bastım. O da benimle beraber gülmeye başladı “Sen delisin Ali, gerçekten delisin” “Sana âşık olmak ve senden olan bir sürü çocuk istemek delilikse kabul ediyorum deliyim” dedi ve bir anda beni kenara kaydırıp yataktan kalktı. Gidip terasa açılan kapıdan çıktı. Ne yaptığını anlayamadığım için peşinden gittim ben de. Önce bana baktı, sonra da terastan şehre doğru bakıp: “Heeeey! Herkes duysun bilsin, ben delinin biriyim! Karımı her şeyden çok seviyorum, onun bana doğuracağı çocukları da çok seveceğim. Ben karıma deli gibi âşığım!” diye bağırıyordu “Ali ne yapıyorsun” dedim gülerek. “Aşkımı herkese haykırıyorum” dedi ve yeniden bağırmaya başladı “Hepiniz bilin! Bana olacağım! Dünya güzeli karım bana muhteşem bir evlat verecek! Hepiniz bilin ve karıma saygı gösterin!” dedi ve gülemeye başladı. “Ali sen aklını kaçırdın sanırım” derken ben de gülüyordum. “Ben seni tanıdıktan sonra bende akıl kaldı mı acaba?” “Ya sen nasıl bir insansın Ali, nasıl harika bir adamsın” deyip sıkıca sarıldım boynuna. Bir süre öyle kaldık, sonra Ali “O harika adamı sevginle boğacaksın ama” dedi. Çok sıkmıştım boynunu gerçekten. “Ay özür dilerim aşkım, sevgimden ya” deyince bu kez o bana sarıldı “Öleceksem sevginle öleyim ya” dedi ve beni kucağına alıp içeri götürdü. Nazik hareketlerle yatağa yatırdıktan sonra dudaklarımı öptü ve sonra karıma eğildi: “Bana bak ufaklık, bütün her şey seninle güzel olacak, bu neşemiz de senin yüzünden. Sen de orada sıkıca tutun ve bir yere kaybolma anlaşıldı mı?” dedi ve karnıma bir öpücük bıraktı yine. Sonra ikimiz de yatağa girdik ve ben yine Ali’nin göğsüne yaslandım: “Düşünsene aşkım bu evde onun sesinin yankılandığını” dedi, hayallere dalmıştı yine “Evet, mesela geceleri ortalığı inletecek olan ağlamalarını düşünüyorum. Sonra senin ona baktığını ve ilgilendiğini” “İlgilenirim tabii ki, seni yormam ben merak etme aşkım. O bir doğsun, isterse her gece uyutmasın beni razıyım” “Ben de razıyım. Yeter ki sağlıkla dünyaya gelsin, hiçbir şey önemli değil ondan başka” “Gelecek aşkım, hiçbir şey olmayacak ona ve hayatımıza katılacak” dedi. Umut vardı sesinde, içimdeki korkuları alıp götüren bir umut…   Sabah işe gidince ilk Cahit amcayı sordum, gelmemişti henüz. Ben de asistanına geldiğinde bana haber vermesini söyleyip odama geçtim. Her sabah ilk yaptığım şeyi yapıp kendime bir kahve söyledim ve çalışmaya başladım. Kahvem geldi, ben de arkama yaslanıp fincanı elime aldım. Bilgisayardaki bir şeye bakarken mesaj geldi telefonuma: “Kahve yok aşkım, unutma” yazıyordu. Ali hissetmiş gibi tam vaktinde yazmıştı mesajı. Güldüm bu duruma. “Odama kamera koyduğunu ya da şirkette bir muhbirin olduğunu düşünüyorum” yazdım ve gönderdim “Seni izlememe ya da haber almama gerek yok hayatım, attığın her adımı ezbere biliyorum” diye gelen cevaba daha çok güldüm. Sonra da kahveyi kenara ittim. Haklıydı, kahve içmemeliydim. Haklı olduğu bir diğer konu ise, bütün alışkanlıklarımı çok iyi biliyor olmasıydı. Ben ağzım kulaklarımda gülerken kapı açıldı ve Cahit amca göründü “Günaydın kızım, beni sormuşsun. Acil bir durum mu var?” dedi endişeyle “Günaydın Cahit amca, buyurun oturun lütfen. Size söyleyeceklerim var” deyince hemen karşımdaki koltuğa oturdu. “Seni dinliyorum kızım” “Hani sizinle konuştuğumuz bir şey vardı ya önceki gün” “Nedir o kızım? Bebek konusu mu?” “Evet, bebek konusu” “Evet?” “Sizin içinize doğmuş sanırım” dedim ve güldüm “Nasıl yani? Yoksa torun mu geliyor bize?” dedi heyecanla. “Evet, dede olacaksınız” deyince öylece kaldı karşımda. “Sinemis kızım sen ciddisin değil mi? Aman Allah’ım, bebek mi geliyor gerçekten?” “Ciddiyim Cahit amca. Normalde böyle şeyleri büyüklerle konuşmak bizde ayıp sayılır ama siz benim için çok değerlisiniz. Bir de bu haberi beklediğiniz için sizinle paylaşmak istedim” “Çok da iyi yaptın! Ah kızım nasıl sevindim bilemezsin. Benim torunlar hep uzakta, bayramdan bayrama, bir de işleri kursları olmazsa yazları görüyorum. Bir torun daha geliyor bize, ne kadar sevindim anlatamam” dedi ve yanıma gelip bana sarıldı. Cahit amcanın uzun süren tebriklerinden sonra o odasına geçti ben de çalışmaya devam ettim. Akşamüzeri odamın kapısında bana bakan birinin varlığını hissettim ve başımı kaldırıp baktığımda Ali’yi gördüm. “Hayatım!” dedim ve gidip ona sarıldım. “Bakmak istedim nasılsın diye” dedi ama ben biliyordum kontrole geldiğini. “Hoş geldin, ama merak etme kendimi yormuyorum” deyince: “Vallahi kontrole gelmedim hayatım, gerçekten” dedi. Yakalandığını anlamıştı. “Neyse, gel otur sana çay ikram edelim. Sonra çıkarız” dedim ve oturduk. Biz otururken Cahit amca da geldi ve Ali’yle biraz sohbet ettiler. Cahit amca çıkınca, ben de son toparlamalarımı yapmaya koyuldum. Tam hazırlanırken ablam aradı. Açtığımda: “Sinemis!” dedi telefonda müthiş bir coşkuyla “Efendim abla, ne oldu?” dedim. Bu kadar coşkulu bir sesle konuşması endişelendirmişti beni. “Sinemis sen hamile misin?” deyince kafama dank etti, haberi almıştı ve onun için bu kadar yüksek sesle konuşuyordu. “Evet, hamileyim abla da sana kim söyledi?” “Senin söylemen gerekirken Eylül’den öğrendim. O da tesadüfen dosyanı masasında görünce oldu” “Abla daha kimse bilmiyor ki” deyip kendimi savunacaktım ama izin vermedi. “Ben kimse miyim? Ben senin ablanım Sinemis” dedi hemen. “Abla haklısın da biliyorsun ilk bebeği…” deyip durunca: “Biliyorum ablacım” dedi sakince. “Neyse, şimdi iş çıkışı doğru bana geliyorsun. Ali’yi de ara yemeğe bekliyoruz sizi” “Ali yanımda zaten, beni ziyarete gelmişti de” derken Ali’ye de imalı bir bakış atmayı ihmal etmedim. “Süpermiş, doğru bize gelin o zaman. Onur da teyzem diye deliriyor. Seni görüp mutlu olsun çocuk” “Tamam, Ali’yle konuşayım ben ona göre haber veririm” deyince Ali ne olduğunu sordu “Ablamlar yemeğe bekliyorlar” deyince “Gidelim” dedi hemen. “Abla geliyoruz biz” dedim ablama ve telefonu kapayıp eşyalarımı toparladım. Ali’yle beraber çıkıp ablamlara geçtik. Bizi kapıda Onur karşıladı. “Teyzeee” diye üstüme atlayınca Ali hemen müdahale etti: “Hayatım kucağına alma sakın” deyince irkildim. İşimiz vardı doğuma kadar. “Tamam, almıyorum merak etme” dedim ve eğilip Onur’a sarıldım “Nasılsın teyzecim” dedim yanağından öptükten sonra “İyiyim. Seni çok özledim teyze” dedi yarım yamalak konuşmasıyla. O kadar şirindi ki onu ısırmamak için kendimi zor tutuyordum. Biz kapıda Onur’la kucaklaşırken bir başka minik de göründü: “Teyze” dedi o da. Ama teyzedeki y harfini kullanmadan. “Teyzem, gel yanıma gel” dedim ve Denef’e de sarıldım. Çocuklarla kucaklaşmam bittikten sonra içeri geçtik hep beraber. Koltuğa oturur oturmaz ablam gözünü bana dikti “Ferhat abi yok mu?” diye sordum ondan önce davranarak: “Gelir şimdi, yoldaydı” demesine kalmadan kapı çaldı ve Ferhat abi de geldi. Hemen sarıldı Ali’yle bana ve tebrik etti. Bir süre tebrikler, bebekle ilgili konuşmalar derken yemeğe geçtik. Yemekten sonra ablam çay demledi, biz de salonda sohbete daldık. Bir ara Onur ortadan kayboldu. Sonra elinde bir kâğıtla yanıma geldi. Dizimi dürtüp “Teyze bak” deyip elindeki kâğıdı gösterdi. Resim çizmişti bana. Kalabalık bir resimdi. “Bakayım” dedim ve elinden aldım resmi. “Kim bunlar teyzecim” dedim insanları gösterip. “Bu annem, bu babam, bu Denef” diye başladı. “Bu sensin teyze, bak güzel mi?” “Güzel olmaz mı, çok güzel” dedim. Herkesi siyah boyayla çizerken beni pembeyle çizmişti. “Peki, bunlar kim?” diye sordum bizi çizdiği yerden biraz ötede çizdiği iki kişi için “Bu dedem, bu anneannem” deyince kaldım öyle. Annemle babamı da çizmişti “Sen anneannenle dedeni mi çizdin?” “Evet. Onlar gezmeye gittiler ya uzaklara, o yüzden onları buraya çizdim” dedi. Bu beni daha çok etkilemişti. Gözlerim doldu, ağlamaya başladım. Sonra resimde tek başına duran insanı da sordum “Peki, teyzem bu kim?” “O da büyük anneanne. Hani o da uzağa gitti ya, onu da buraya yaptım teyze” dedi. Onur’un sözleri karşısında artık daha fazla dayanamadım ve kendimi bıraktım. Durmadan ağlıyordum. Ufacık çocuk annemle babamı biliyordu. Hatta babaannemi de biliyordu ve resimlerde çizmişti onları. Ben ağlarken Onur koltuğa tırmandı, sonra minicik ellerini yüzüme sürüp gözyaşlarımı sildi. “Teyze ağlama” dedi ve sonra yaklaşıp gözlerimden öptü beni. Daha çok şaşırdım bu yaptığına. Beni gözlerimden babam öperdi. Ağladığım zaman gelir önce gözlerimi siler sonra da gözlerimden öperdi. Onur o kadar özel bir çocuktu ki, sanki babamın kopyası gibiydi. Sadece bu yaptıkları değil, çocukluğundan beri yaptığı birçok hareket babama aitti. Ona sıkıca sarıldım: “Ağlamıyorum teyzecim, sen öptün ya gözlerimden artık ağlamam” deyip onu kokladım. Yanaklarını, saçlarını öptüm. Hepimiz şaşkındık bu durum karşısında. Onur yetişkin biri gibi davranıp hiç tanımadığı annemle babamın resmini çizmiş, üzerine bir de ağladığım için beni teselli etmeye çalışmıştı “Abla sen mi öğrettin bunları?” diye sorunca ablam “İnan bana bir tekini bile biz öğretmedik. Ne yapıyorsa kendisi yapıyor. Çok garip ama inanılmaz şekilde babama benziyor huyları” dedi. “Ben de fark ettim, hatırlıyor musun babam da böyle yapardı biz ağlayınca” “Hatırlamaz mıyım? Onur bana da yaptı aynısını, kaç saat kendime gelemedim” dedi. Onur’a baktım, kucağımda yatmış, uzun kirpiklerini kırpıştırarak bana bakıyordu. Eğilip bir daha öptüm onu. Yaşadığımız şeyler mucize gibiydi. Babamı çok erken kaybetmiştim ama sanki babam Onur’la yeniden hayat buluyor gibiydi. Adını verdiği torunu, tamamen ona benziyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD