İlk temaslar...

2480 Words
* * * Gözlerimin içine bakıyordu ve o an zaman durmuş gibiydi. Kalbim göğsümden çıkacak gibi atıyordu, bir yandan da vicdanım beni uyarıyordu: "Bu çok yanlış, dur hemen!" Ama içimde bir başka ses, bunca zamandır özlemini duyduğum sevgiye karşı koymamam gerektiğini söylüyordu. Kılıç'ın gözleri, sanki beni tamamen anlıyor ve içimdeki yaraları görüyor gibiydi. Dudaklarımız neredeyse birleşmek üzereyken, son anda kafamı yana çevirdim. "Yapamayız," dedim, sesi titreyen bir fısıltıyla. O duymadı ve , "Efendim?" diye sordu ve ben de yok bir şey deyip geçiştirdim. Ellerimi onun göğsüne koyarak biraz geri çekildim. Ama yine de bakışlarını üzerimde hissetmekten kurtulamıyordum. Kılıç derin bir nefes aldı, eli yavaşça omzumdan kayarak aşağı indi. "Şuanlık üzülmekte haklısın," dedi kısık bir sesle. "Ama bilmeni isterim ki... Senin mutsuz olmanı görmek bana hiç kolay gelmiyor. Ve eğer bir gün gerçekten cesaret edersen, kendi mutluluğun için adım atmaya karar verirsen, bil ki yanındayım." Bu sözler beni hem rahatlatmış hem de daha fazla içsel bir karmaşaya sürüklemişti. Ona cevap veremedim. Gözlerim yere indi ve kahvemin artık soğuduğunu fark ettim. "Teşekkür ederim," diyebildim sadece. Kılıç, yavaşça yerinden kalktı, sigarasını küllüğe bastırdı ve bana dönüp, "Hadi içeri geçelim. Yoksa yokluğumuzu fark edip yanlış anlayabilirler," dedi. O giderken ben birkaç saniye daha balkonda oturdum, yaşadığım bu kısa ama yoğun anı anlamlandırmaya çalışarak. "Hiç sanmıyorum," dedim arkasından, "Ayaz değil yokluğumu fark etmek, ben yokken sadece keyfine bakıyordur." **İçeride...** Suzan ve Ayaz bir şeylere gülüyordu. Suzan, oldukça sesli bir kahkaha atıyordu. Onun bu taşkın neşesi beni her zamanki gibi rahatsız etmişti. Kılıç ise sessizce yerine oturmuş, ciddi bir ifadeyle televizyona bakıyordu. Yüzünde herhangi bir iz yoktu, az önce yaşananların yükünü sadece ikimiz biliyorduk. Suzan, bana dönüp, "Ah canım, senin kocan o kadar komik ki... Şu anlattığı hikâyeye bak," dediğinde, hiçbir şey söylemeden zoraki bir gülümseme ile başımı salladım. Ayaz, beni hiçe sayarcasına Suzan'a döndü ve şaka yapmaya devam etti. O anda, içinde bulunduğum evliliğin ne kadar boş bir çaba olduğunu bir kez daha anladım. Ama artık bir karar vermeliydim. Bu hayatı böyle sürdüremezdim. İçimdeki bir parça, Kılıç’ın dediği gibi yeni bir başlangıç yapmam gerektiğini söylüyordu. Peki ya bunu yapabilir miydim? Ayaz’ı ve bu hayal kırıklıklarıyla dolu evliliği geride bırakmaya cesaret edebilir miydim? Sorular kafamda dönerken, gözlerim bir kez daha Kılıç’a kaydı. O da bana bakıyordu. Bu bakış, kaderimin yönünü değiştirecek olan her şeyin başlangıcı gibiydi. Bana bakıyordu… Sanki dünya durmuş, zaman bizim için bir anlığına bile olsa donmuştu. Ama bu, ne kadar doğruydu? O an içimdeki tüm karmaşaya rağmen, belki de hayatımda ilk kez gerçek bir bağ kurduğumu hissettim. Ondan uzaklaşmam gerektiğini biliyordum. Zihnim, "Dur!" diye bağırıyordu ama bedenim sanki kontrolümden çıkmıştı. Dudaklarımın kıpırdadığını hissettiğimde, Kılıç'ın gözlerinin derinliklerinde bir kararlılık vardı. O da aynı ikilem içindeydi, bunu görebiliyordum. O geceden sonra hayatımın eskisi gibi olmayacağını hissediyordum. Kılıç’ın dediği gibi, belki de yeni bir sayfa açmanın zamanı gelmişti. Ama bu sayfada onun yeri olacak mıydı, işte ondan emin değildim. Gecenin sonunda Kılıç ve Suzann'ı kapıya kadar geçirdik, hepimiz birbirimize sarıldık. Ve elbette, bana en samimi sarılan, daha doğrusu samimi hissettiren tek kişi Kılıç oldu. Ayaz ile beraber onları uğurladık ve ben kapıyı kapattığımda Ayaz'ın tam karşımda durduğunu gördüm. Sırtımı kapıya vererek durdum, ona garipser şekilde bakıyordum. Benim bu yorgunluğuma karşılık, elbette bir şekilde bana yardım etmeyen kocam gayet rahat bir şekilde duruyordu. Fakat aylar sonra yanıma yaklaşıp bana dokunmaya, öpmeye çalıştığında, ona iterek "Ne yapıyorsun sen?" dedim. Hemen kaşları çatıldı ve öfkeye büründü. "Ne demek, ne yapıyorsun? Karımı öpemeyecek miyim?" diye sordu. Kaşlarımı havalandırarak ve istedik bir gülümseme ile, "Karın, öyle mi? Şimdi mi hatırladın karın olduğunu? Peki bunca zaman neredeydin sen? Dışarıda başkalarıyla fink atarken ben bu evde, yatağımızda seni bekliyordum. Bir kere olsun beni memnun etmek için çabaladın mı? Hayır. Ama ben elimden geleni yaptım bu evlilik için. Ama artık katlanabileceğimi sanmıyorum," dedim. Ayaz'ın yüzünde büyük bir öfke gördüm. "Ne diyorsun kızım sen?" diyerek üzerime gelmeye başladı. Ben de kapıyla onun arasından çıkmam gerektiğini anlayıp salona doğru gittim. Az sonra o da yanımda belirdi ve bir eli havaya kalkmış halde, "Sen neden bahsediyorsun?" dedi, hesap sorarcasına korkuyordu. Geriye doğru gittim ve sadece yutkundum. Onun gözlerinde öfkenin pırıltılarını görebiliyordum. Az sonra neler olacağını, maalesef ki daha önceden tattığım için biliyordum. Ama yine de susmadım ve "Ben senden boşanmak istiyorum," dedim. Az sonra yanağıma sert bir tokat indi ve koltuğun üzerine düştüm. Elimle yüzümü kapatarak öylece bekledim. Yüreğim şaşmıştı, bu tokatla yüzümün yandığını hissediyordum ama o, pişman olmak yerine hala bağırmaya devam etti. "Bir daha asla şu boşanma konusunu açmayacaksın! Öldürürüm seni! Tutku, benim olmayacaksan, hiç kimsenin de olamayacak! Sen benim karımsın, beni elaleme rezil edemezsin, anladın mı? Bir daha bu konuyu asla açma, yoksa seni gebertirim!" dedi ve ceketini alıp evden çıkıp gitti. O ana kadar kendimi tutmuştum ve ondan sonra gözyaşlarımı serbest bıraktım. Beni zerre kadar şaşırtmamıştı, her zamanki haliydi. Fakat bu tokat ve onun tehditleri beni kararımdan döndürmek yerine, bu kararımın daha da pekişmesine sebep oldu. O başka kadınları mutlu ederken, ben evde onu beklemek zorunda mıydım? Ben ona sadık kalmak zorunda mıydım? Sırf boşanırsam öldürülürüm diye hayatım boyunca bu zindana takılı kalmak zorunda mıydım? Hayır, değildim. Ne olacaksa olsun, her şeyi göze aldım. Fakat ilk önce kendimi garantiye almalıydım. Bir işim, evim yoktu. Anne ve babamın yanına dönemezdim. Bu, benim için Ayaz'ın yanında kalmaktan çok daha kötü bir durum demekti. Kimseye muhtaç olmayacak, kendi ayaklarımın üzerinde duracaktım. Buna kararlıydım. * * * Kocamın abisine âşık olmak, belki de hayatımda yaptığım en büyük hataydı. Ama bile isteye yaptım sayılmazdı, âşk, bile isteye yapılmaz. Hele ki, mutsuz bir evliliğin içerisindeysen. Haksız olduğumu biliyorum ve Ayaz'dan boşanmak istiyorum ancak bunu ona nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum. Ya, Kılıç hiç boşanmayıp hayatına olduğu gibi devam eder ve beni silerse? O zaman ne yaparım? Bir işim bile yok. Meteliksiz, beceriksiz, asalak gibi hissediyorum kendimi. Bu bir senede bana kendimi bundan çok daha berbat hissettirdi. Düşünüyorum da, evlenmeden önce böyle değildim ama şimdi, bir kırmızı ruj sürmek, güzel ve iddialı bir elbise giymek bana fazla geliyor oldu. Beni bu hâle o getirdi ve şimdi beni beğenmiyor. Aynanın karşısına geçip kendime baktım. Herkese, her şeye, özellikle de Ayaz’a inat, dolabımın köşesinde duran, aldığım ama giymeye cesaret edemediğim o elbiseyi giymiştim. Lacivert, kalın askılı, vücudumu saran, dizlerimin bir kırış üzerinde biten ve her ne kadar kilo alsam da bana yakıştığını düşündüğüm o cesur elbiseyi nihayet giymeyi başardım. Saçlarımı tepede sıkı bir topuz yapıp kahküllerimi şekillendirdim, hatta çekinmeden eyelinerımı çektim ve o kırmızı rujumu sürdüm. Kendime iyi davranmayalı çok uzun süre olmuştu. Eskiden, yani bekarken, giyim kuşamdan ve makyajdan ne kadar zevk aldığımı bir kez daha hatırladım. Moralim kötü olsa bile, bu sayede düzelirdi ve kendimi neden bu kadar uzun süre bu zevkten mahrum bıraktığımı düşündüm. Elbette, Ayaz’ın bana söyledikleri yüzünden. Onun kötü yorumları özgüvenimi tamamen öldürmüştü. Ne zaman güzel ve cesur bir elbise giysem, fiziğimin kötü olduğunu ve bana yakışmadığını söyleyerek beni utandırıyor, adeta özgüvenimi yerle bir ediyordu. Üstelik, makyaj yaptığımda bir palyaçoya benzediğimi söylüyordu. Tüm bunları yeniden ve yeniden duyacağımı bile bile, o makyajı yaptım ve o elbiseyi giydim. Ayağıma, her ne kadar uzun zamandır giymediğim için zorlanacağımı bilsem de, siyah stilettolarımı giydim. Fakat evde birkaç adım attıktan sonra bununla uzun yol gitmemem gerektiğini anladım. Bu yüzden büyük bir çanta aldım ve ayağıma hızlıca geçirebileceğim spor ayakkabılarımı giyip, stilettoları çantama koydum. Taksi gelene kadar tamamen hazırdım ve içimi kıpır kıpırdı. Uzun zaman sonra bu kadar heyecanlıydım. Ve heyecanıma sebep, işe girecek olmam mıydı, yoksa Kılıcı görüp belki de onun yanında çalışacak olmak mıydı, bilmiyordum. Taksi geldiğinde beni aradı ve hemen aşağıya inip apartmanın önünde beni bekleyen taksiye bindim. Kısa zaman sonra şirkete varmıştım. Inmeden evvel, ayakkabılarımı değiştirmiş ve spor ayakkabılarımı çantama atmıştım. Taksi ücretini ödedikten sonra inip şirkete şöyle bir baktım. "Suzan, Kılıç ve Ayaz bu şirkette çalışıyordu. Bir tek ben eksiktim ve ben de gelince tamam oldu," diye düşündüm. Dünkü anılar, balkondaki o halimiz aklıma gelince bacaklarım titredi. Heyecandan kalbim güm güm atıyordu. Binaya girip asansöre yöneldim ve 32. kata çıktım. Şirkete daha önce gelmiştim ancak bu kata daha önce çıkmamıştım, çünkü Ayaz bu katta çalışmıyordu. Ama Kılıç, yönetici olduğu için bu kattaydı ve ben, sorarak da olsa, onun odasının nerede olduğunu buldum. Kapının önünde oturan sekretere yaklaşıp, "Kılıç’ın beni çağırdığını" söyledim. O da kılıcın şu an toplantıda olduğunu ve odamda bekleyebileceğimi söyledi. Ayağa kalkıp, benim için kapıyı açtı ve beni içeriye buyur etti. Sonra arkamdan kapıyı kapattı. Kılıcın odasına şöyle bir baktım; koyu kahverengi ahşap ve siyah renklerde döşenmişti. Perdeler açıktı ve buranın çok güzel bir manzarası vardı. İleride deri siyah uzun bir koltuk gördüm ve geçip koltuğun kenarına oturduktan sonra beklemeye başladım. Beklerken de etrafa bakınmaya devam ediyordum. Burası, benim hoşlandığım ve gerçekte evli olmak istediğim adamın odasıydı. Her yer tertipli ve düzenliydi. Masanın arka kısmındaki duvarda, Kılıç’ın ödülleri vardı. Aynı zamanda yardımsever biriydi ve bu kuruluşlardan aldığı ödüller de orada yerini almıştı. Masasının üzerinde herhangi bir fotoğraf çerçevesi yoktu. Karısına aşık bir adam, sadece kendi görebileceği bir pozisyonda masasının üzerine, en azından karısının ya da birlikte çekindikleri bir fotoğrafı koymuş olmaz mıydı? Kime ne anlatıyorum ki, onunla evliliğinin benimki gibi berbat olduğu açıkça ortada. Biz ne biçim yanlış kararlar verdik böyle, zaten Sudenaz ve Ayaz da çok anlaşıyor. Ben de Kılıç’la öyle, onların karakterleri birbirine benziyor. Bizimkiler de öyle. Keşke bu işe en başından durdurabilseydim ama yapamadım ve şimdi Ayaz’ın tehditleriyle baş başayım. Az sonra kapı açıldı ve Kılıç’ın içeriye girdiğini görünce hemen ayağa kalktım ve hafifçe tebessüm ederek onun simsiyah gözlerine baktım. Beni görünce sert yüz ifadesi biraz da olsa yumuşadı ve ‘Tutku, hoş geldin’ diyerek kapıyı kapatıp bana doğru adımladı. Ortada buluştuk ve birbirimize hafifçe sarılıp yanaktan öpüştük. Bu sırada benim elim onun omzuna gitti, onun eliyse benim belime. Geri çekildiğimizde ve elimdeki elini hala çekmemişken, gözlerime bakıyordu. Ve bu yakınlık beni adeta paramparça etti. Zaten ona karşı kendimi zor tutuyordum, bir yandan daha hızlı söyledikleri beynimde yankılanıyordu ama ben Kılıç’a karşı koyamıyordum. ‘Hoş buldum’ dedim gülümseyerek. Eli hala belimdeyken parmakları yavaşça tenime okşuyordu. Eli elbisenin üzerinde olmasına rağmen, sanki çıplak belimi kavramış gibi hissediyordum. ‘Nasılsın bugün?’ diye sordu. Evden çıktığım için ve iş görüşmesine geldiğim için çok iyiyim dedim, gülümsemeye devam ederek. ‘Buna çok sevindim’ dedi, parmakları belimi hala daha okşuyordu. Kendi kocamın bile bana böyle dokunmadığını fark ettim. Her dokunuşu çok özel ve çok güzel hissettiriyordu. Ona bakarken, sitemsizce bakışlarım dudaklarına düştü ve yeniden gözlerine baktığımda, onun bunu fark ettiğini düşündüm. Yanaklarım kızardı, gözleri hafifçe kısıldı, gözleriyle güldü. Evet, fark etmişti ve ben utancımdan yerin dibine girmek istiyordum. "Şuraya koltuğa geçelim, daha rahat ederiz," dedi. Ve benim yeniden içim kıpır kıpır oldu. "Rahat ederiz" derken ne demek istiyordu? Neler düşünüyordum, böyle tamamen saçmalıyordum; ben normal biri değildim ki. Bir işçi gözüyle bakmıyordu bana. Sonuçta kardeşinin eşiydim ve bana bu yüzden samimi davranıyor olabilirdi. Yanlış anlamam gerekirdi. "Tabii," diyerek onunla birlikte geçtik ve o, ben oturana kadar elini belimden çekmedi. Beraber koltuğa oturduğumuzda elini belimden çekince kendime bir garip hissettim. Daha fazla dokunmasına istiyordum. Hatta bedenim çok daha fazla şey istiyor, aklım çok daha sapıkça şeyler düşünüyordu fakat cesaret edemiyordum. Ondan bana doğru bir adım gelmediği sürece de cesaret edemeyecektim sanırım. Bana ne içmek istediğimi sorduğunda, "Soğuk bir şeyler olur, limonata alırım," dedim. Ofis serin olsa da hava bayağı sıcaktı; oldukça sıcak bir yaz günüydü ve dilim damağım kurmuştu. Telefon açıp sekreterine, "Bize iki limonata getirmesini," dedi ve telefonu kapattıktan sonra yeniden bana doğru dönüp gözlerime baktığında ona odaklandım. Yanında çapraz bir şekilde oturmuş, bacak bacak üstüne atmıştım. Ellerimi kucağıma koymuş, aslında ona beden dili olarak hazırım diyordum fakat o bunu fark etmiyordu. Hazır olduğum şey sadece bedensel bir aktivite değildi. Ben onunla bir yola çıkmaya hazırdım; onunla kalıcı bir şeyler yaşamak istiyordum, geçici değil. "Ee, nasıl gidiyor?" dedi. "İyi gidiyor," dedim. "Yani, en azından bugün iyi gidiyor. Sanırım okulu bitirdikten sonra hiç çalışmadım." "Doğru mu biliyorum?" diye sorduğunda kafamda onayladım. "Evet, hiç çalışmadım. Fakat elbette bolca iş başvurusunda bulunmuştum. Sanırım yeterli görülmedim," deyip kafamı önüme eğdim. Kucağındaki elimi tutmasıyla beraber hem şaşkınlık hem de heyecan dolu bir ifadeyle tekrar başımı kaldırıp onun gözlerine baktım. Samimi bir şekilde hafifçe tebessüm ederek, "Bu yönden utanmana gerek yok. Benim için önemli olan işi biliyor olmam ve zaten burada çalışmaya başladıktan sonra hemen, hem de diğer arkadaşlar sana ne yapman gerektiğini anlatırlar. Önce stajyer olarak başlarsan ve işi öğrenirsin. Bu sırada yarım maaş alacaksın ama bence senin için sorun olmaz. 3 ay kadar stajyerlik yaptıktan sonra tam zamanlı olarak çalışmaya başlayabilirsin. Ne dersin?" diye sorduğunda, geniş bir gülümseme ile cevapladım, "Ne diyeceğim, tabii ki de. Hay hay," derim. Elimi bıraktı ve omzuma dokundu. "O halde anlaştık, çalışmaya başlayabilirsin." Ayağa kalktığımızda, birden ayağım takıldı ve dengesini kaybedip düşecek gibi oldum. O an, Kılıç beni hızla yakalayarak belimden tuttu ve beni kucakladı. Kalbim, hızlıca çarpmaya başladı; bir an nefesimi tuttum. Gözlerimiz birbirine kilitlenmişti. Kılıç’ın bakışlarında o kadar derin bir şey vardı ki, o an birden her şey silikleşti. Düşmek yerine, onun kollarında güvende hissettim. Kılıç, "Dikkat et," dedi, sesi bile biraz daha farklı, daha yakın geliyordu. "Teşekkür ederim," dedim, sesim titriyordu. "Ama belki biraz daha dikkatli olmalıyım." Kılıç gülümsedi, ama elleri belimden çekilirken, o anki sıcaklık ve yakınlık bir anda kaybolmadı. Bir saniye, bir anlık bir boşluk vardı, ama bir anda her şey yeniden yerine oturdu gibi hissettim. Gözlerimiz yine karşılaştı, ama bu kez aramızdaki mesafe, her zamankinden çok daha küçüktü. Bir adım attık, ama Kılıç birden durdu. O kadar yaklaştı ki, neredeyse nefesini duyabiliyordum. "Bazen basit bir adım bile, her şeyi değiştirebilir," dedi, gözlerindeki anlamla. Bir an dilimi tutarak cevap verdim. "Belki de. Ama her adımda biraz daha yakınlaşmanın da keyfi var." Ve o an, gerçekten de, aramızdaki her şey daha yakın, daha anlaşılır hale geldi. Kılıç bir adım daha attı, aramızdaki boşluk biraz daha azaldı, gözlerimizdeki anlamı daha derinden hissettim. Söyleyecek bir şey yoktu belki ama bu sessizlik, bir cevap kadar etkileyiciydi. Kılıç’ın söyledikleri, içimde bir şeyleri ateşledi. Kalbim hızla çarpmaya başladı, ve o an, ne olduğunu düşünmeden, içimdeki duyguyu dışarıya çıkarmaya karar verdim. Yavaşça, Kılıç’ın biraz daha yakına yaklaşarak, gözlerine odaklandım. Aramızdaki mesafe neredeyse sıfır olmuştu. Onun söyledikleri, gözlerindeki derinlik, her şey birden bana cesaret verdi. Ne düşündüğümü, ne hissettiğimi bir an bile sorgulamadan, dudaklarımı onunkilerle buluşturmak istedim. Önce, bir saniyeliğine durdu. Şaşkınlık vardı gözlerinde, ama o şaşkınlık, zamanla yerini yavaşça bir karşılık vermeye bıraktı. Kılıç’ın elleri, belimden yavaşça kayarak omuzlarıma yerleşti. Dudakları, benimkilerin hafif bir itirazını kabul eder gibi, yavaşça ama derinden bir tepkiyle birleşti. Kısa bir an, dünyadaki her şey durdu. O an, sadece ikimiz vardık. Kılıç, başlangıçta tereddüt etmiş gibi görünse de, onunla bir olan o anın sıcaklığı, her şeyin doğru olduğunu hissettirdi. Sonunda, o da kendini tamamen bırakıp, karşılık verdi. İkimiz de bir an için duraksadık, ama o anın ardından, her şey daha da yoğunlaştı. Ne düşündüğümü, ne olacağını sorgulamadan, her şeyin doğru bir anda, doğru yerde olduğunu hissediyordum. Öpüşerek koltuğa devrildik, o altta, ben üstte ve dudaklarımızı ayırmadan, git gide daha da hırçınlaşan, tutkuyla harmanlanan öpüşmemize bir dur diyen bendim. Onun elleri belimden kalçama doğru kayarken, geri çekilip gözlerine baktım ve nefes nefese: "Yanlış bir şey yapıyoruz," dedim. "Olabilir," dedi, "ama günahı da, sevabı da benim boynuma..."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD