Kocama yakalanmak.

2843 Words
* * * Kılıç, gözlerimdeki ateşi hissettiği an, dudaklarımı tekrar ardında büyük bir tutkuyla öptü. Öpüşmenin derinliği, her geçen saniyede daha da yoğunlaşıyordu. Bir an, dış dünyadan tamamen kopmuş gibi hissettim. Ancak tam o sırada ofis odasının kapısına gelen tıklatmayı duyduk. Hemen sıçrayıp kendimizi toparladık. Kılıç, hafifçe gülümseyerek kapıyı açtı ve "Gel," dedi. Kapıdan içeriye adımını atan Ayaz, bir anda bizleri görünce durakladı. Gözleri, önce beni, sonra Kılıç'ı süzdü. Kafasında binbir soru vardı, ama bunu yüzüne yansıtmamaya çalıştı. Sonra, nazik bir tonla, "Ne işin var burada?" diye sordu. Sözlerinde bir sertlik yoktu, ama gözlerinde bir miktar şaşkınlık vardı. Ayaz'ın sorusuyla bir anlık bir sessizlik yayıldı odada. Kılıç, Ayaz'la göz göze geldiğinde bir şeyler düşündüğünü hissettim, ama bana dönüp yumuşak bir şekilde gülümsedi. İçimdeki huzursuzluğu yatıştırarak, o an ne yapmam gerektiğini düşündüm. Sonra, her şeyin biraz daha netleşmesi için kendimden emin bir şekilde Ayaz'a döndüm. "Kılıç bana iş teklif etti," dedim, her kelimenin arkasında hissettiğim duyguyu yükleyerek. "Artık müdür yardımcısı olacağım." Kısa bir sessizlik daha oldu. Ayaz, hala şaşkınlıkla bakıyordu ama yüzündeki ifadenin karışıklığını sezdim. "Müdür yardımcısı mı?" diye tekrar sordu, bu kez bir parça daha kibarca. Cevabım her şeyin ne kadar hızlı değiştiğini, ne kadar ciddi bir adım attığımı bir kez daha hatırlattı bana. Gözlerim, Kılıç'la buluştu. Aramızda hiç konuşulmasa da her şeyin bir anlamı vardı. Ayaz, şaşkınlık ve merakla karışan bakışlarını Kılıç'a çevirdikten sonra, derin bir nefes alarak başını hafifçe salladı. Ama gözlerindeki belirsizlik bir anda yerini başka bir duyguyla değiştirdi. O an, içinde kıskanmanın yeşermeye başladığını fark ettim. Ayaz, bu duyguyu belli etmemek için ne kadar çabalasa da, vücut dilindeki küçük değişiklikleri okuyabiliyordum. Onun gözlerinin derinliğinde, her şeyin altındaki ince gerilimi hissedebiliyordum. Biraz daha uzun süre bakınca, sıradan bir iş teklifi gibi görünmeyen bu olayın onu fazlasıyla rahatsız ettiğini anlamam zor olmadı. Ama Ayaz, bu duyguları gizlemeye çalışıyor, ne kadar zorlasam da yansıtmamaya gayret ediyordu. Gözlerinde bir kıskançlık dalgası vardı ama bunu zarif bir şekilde gizliyordu. Kendini toparlamak için bir an için kaşlarını çattı ve ardından bir adım daha atarak, sanki konuyu başka bir yere çekmeye çalışıyormuş gibi, "Hımm, demek müdür yardımcısı olacaksın. Güzel bir adım," dedi, ama sesindeki tınıda bir belirsizlik vardı. Cümlesini bitirirken, gözleri hızlıca Kılıç'a kaydı. Yavaşça derin bir nefes alarak, Kılıç'a doğru bakıp gülümsedim. Kılıç'ın tepkisi, her şeyin normal olduğuna dair bir güven verdi ama Ayaz'ın bir adım geriye çekildiğini, hırslı bir şekilde bana bakışlarını tekrar verdiğini fark ettim. İçimde bir an, Ayaz'ın bu değişimi gözlerimle takip etmemin verdiği hafif gerginliği hissediyordum. O kıskanmıştı, ama bunu her zamanki gibi ustaca gizlemeye çalışıyordu. Bir adım daha attı, kendini toparladı gibi görünmeye çalışarak, "Sanırım buraya kadar geldim," dedi, kısa ve net bir şekilde. Ama yüzündeki hafif titrek gülümseme, içinde yaşadığı karmaşayı daha da belirginleştiriyordu. O an, Ayaz'ın bana karşı duyduğu bu hislerin farkına varmam beni biraz daha güçlendirdi. Ne de olsa, her ne kadar bazen onunla yarışmak zor olsa da, bu oyunun artık her iki tarafı da bildiğini ve ona göre hareket ettiğini biliyordum. Ayaz, adımını atarken, içindeki gerilimi saklamak için daha fazla çaba harcıyordu. Yüzündeki gülümseme, bir an için olduğu gibi kayboldu ve yerine alışılmadık bir ciddiyet yerleşti. Kılıç'a bir göz attı, sonra yeniden bana. Gözleri, her zamanki dikkatli bakışlarını kısarak, içindeki gizli duyguları gizlemeye çalışıyordu ama ben her zamanki gibi hemen fark ettim. Bu an, Ayaz'ın kıskançlığının daha da derinleştiği, duygularını kontrol etmeye çalıştığı anlardan biriydi. "Sana şans dilerim," dedi, ama sesi, söylediklerinin samimiyetini sorgulayan bir tonla yankılandı. Gözleri hâlâ Kılıç'ta, ona bir tür saygı gösterme çabasıyla, ama aynı zamanda gözlerindeki hafif öfke de gizlenemiyordu. Kılıç'ın, hiç umursamayan bir şekilde, "Teşekkür ederim, Ayaz. Benimle her zaman çalışabilirsin," demesi, ortamın gerginliğini biraz olsun dağıtmıştı, ama Ayaz'ın gözlerinde hala bir şeylerin eksik olduğunu hissedebiliyordum. Kılıç, Ayaz'a yanıt verirken bana doğru dönüp gülümsedi, ama bu gülümseme sadece bir maskeydi. Her iki adam arasında beklenmedik bir ilişki doğmuştu ve ben, bu ince gerilimdeki her hareketi ve duyguyu incelemeye başladım. Ayaz, kendini toparlayıp bana dönerek, "Başarılar," dedi. Ama bu kez bir tınısı vardı; belki de bana, belki de bu durumu biraz kabullenmek zorunda olduğunu ima ediyordu. Sözlerinin altındaki hırsı hissetmek, onu ne kadar zorladığını, belki de kendi yerinin sarsılmaya başladığını anlamama yetmişti. Bir anlık sessizlik oldu. O anki bakışlarındaki derin duygular arasında gezinirken, Kılıç'ın yanında olduğum için bir şekilde rahatlamıştım ama aynı zamanda, Ayaz'ın bakışlarındaki o gizli öfkeyi de hissedebiliyordum. Gözlerimle ona bir şeyler söylemek istedim, ama bir anda ne söylemem gerektiğini bilmiyordum. İhtiyacım olan şey, Ayaz'la olan ilişkimizin geleceği ve benim bu şirketteki yeni pozisyonumdu. Kılıç'la birlikteyken hissettiğim o güvenin, bir anlamda Ayaz'ı zor durumda bırakacağını biliyordum. Ayaz, birkaç saniye sessiz kalıp, neredeyse sıkıcı bir şekilde odadan çıkmaya karar verdi. Yavaşça yürüdü, her adımında üzerimdeki etkisini hissederek, kapıyı ardında bıraktı. O gidişi, aramızdaki bu gerginliği bir süre daha taşıyacağı bir yansıma gibiydi. Kılıç ve ben yalnız kaldık. Kılıç bana dönerken, bir an olsun ciddiyetini kaybetti ve hafifçe gülümsedi. "Her şey yolunda mı?" diye sordu. Gözlerindeki derin anlamı fark ettiğimde, bu sorunun sadece iş hakkında olmadığını, daha fazlasını ima ettiğini anladım. "Evet," dedim, sesimdeki sakinliği ona yansıtmaya çalışarak. Ama içimdeki karmaşayı, Ayaz'a dair hislerimi bir kenara bırakmaya çalışarak. Kılıç, odanın atmosferindeki gerginliği fark etmişti. Yavaşça yanıma yaklaşarak, elleriyle saçlarımı ve yüzümü nazikçe okşadı. Hissettiğim her dokunuş, içimde yeni bir kıvılcım uyandırıyordu. Ama Kılıç'ın yüzündeki ciddiyet, bu anın özel değil, işin gerekliliklerine dayalı olduğunu hatırlatıyordu. "Tutku," dedi, sesi daha önceki gülümsemesinden farklı, hafif ama kararlı bir tonda. "Bu tür yakınlıkları burada sürdürmek riskli olabilir. Şirketteki profesyonellik sınırlarını aşmamalıyız, bu yüzden dikkatli olmalıyız." Gözlerinde bir anlam vardı, fakat sözleri aynı zamanda bir sınır çiziyordu. İçimdeki karışık duyguları anlamaya çalışırken, söylediklerinin doğru olduğunu biliyordum. Ne de olsa, şu anki pozisyonumun ne kadar yeni ve karmaşık olduğunu hatırlatıyordu bana. Kılıç'ın uyarısını kabul ettim, bir yandan da ona karşı hissettiklerimi bastırmaya çalışarak, "Evet, anlıyorum," dedim. Onunla daha fazla zaman geçirmem, dikkatimi işime odaklamam gerekiyordu. Kılıç, başını hafifçe sallayarak beni gözleriyle inceledi ve ardından, "Şimdi sana işi öğretmesi için sekreterimi yönlendireceğim," dedi. "Burada ilk günün. Adım adım öğrenmen gerekecek." O an, kalbim hızla çarpmaya başladı. O anki heyecanımı ne kadar bastırmaya çalışsam da, titrememeye hiç gücüm yoktu. Kılıç'la geçirdiğimiz bu kısa ama yoğun an, hayatımda uzun bir dönemin başlangıcıydı. Onunla geçirdiğim her dakika, biraz daha çekilerek, bir adım daha yakınlaşıyor gibiydim. Kılıç'ın cümlesi bittiğinde, ellerini saçlarımda gezdirerek yavaşça geri çekildi. Kalbim pır pır ederek atıyordu, bu kadar kısa bir süre içinde yaşadığım duygusal fırtına beni sarhoş etmişti. Onun odasından çıkarken, her adımda ayağımın yere değmesinden korkuyordum. Odayı terk ettim, sekreterine doğru yönelirken, her hareketimde titriyordum. Bir yıl boyunca kalbimi dolduran duyguları artık bir şekilde kabullenmek zorundaydım. Kılıç'ın, kayınbiraderim olmasının getirdiği engelleri aşmak için bir yıl boyunca sessizce ona duyduğum aşkla yaşadım. Ama o an, bir yılın sonunda nihayet ilk öpücüğümüzü paylaşmak... Her şey o kadar hızlıydı ki, zihnimdeki karmaşa hiç bitmeyecekmiş gibi geliyordu. Sekreterin masasının önünde durduğumda, kalbimdeki heyecan bir kat daha artmıştı. Adım attıkça, dün akşam Kılıç'ı ne kadar uzak tutmaya çalıştıysam, şimdi her şeyin en yakın haliyle karşımda olduğunu hissediyordum. Sekreterin odasına adım attığımda, kalbimdeki heyecan neredeyse her hücreme sirayet etmişti. İçeri girdiğimde sekreter, masasında çalışıyor görünüyordu, ama beni görünce hemen başını kaldırıp gülümsedi. "Hoş geldiniz, Tutku Hanım," dedi nazik bir sesle. O gülümseme, biraz olsun içimdeki gerginliği hafifletti. "Merhaba," diyerek başımı salladım, ama sesim bile ne kadar titrediğini fark ettim. Sekreter, bana Kılıç'ın odasından çıktığımın farkında olmamış gibiydi, ya da belki de fazla fark etmek istememişti. Odanın ortamı yine iş odaklıydı, ama sekreterin gözlerinde bir merak vardı. O an, sanki her şey değişmişti, her şey daha farklıydı. "Size yardımcı olabileceğim bir şey var mı?" diye sordu sekreter, ama sanki aslında başka bir şey de sormak istiyordu. Belki de Kılıç'ın ne kadar yakını olduğumla ilgili kafasında sorular vardı. Ama ben şimdi buna odaklanmak istemiyordum. "Evet," dedim, nefesimi derin alarak ve mümkün olduğunca sakin olmaya çalışarak. "Kılıç Bey'in söylediği gibi, işin nasıl ilerleyeceğini öğrenmek istiyorum. Yardımcı olabilir misiniz?" Sekreter bir an gözlerini kısıp beni inceledi, sanki söylediklerimde bir şeyler arıyordu. Ama sonra bir gülümseme takınarak, "Tabii, hemen başlarız," dedi. "Kılıç Bey her şeyi oldukça net açıkladı, aslında sadece temel işleri öğrenmeniz gerekecek." İçimdeki heyecan, sekreterin söyledikleriyle bir nebze dindiriliyordu. Ama her şeyin daha yeni başladığının farkındaydım. Kılıç'ın odasından çıkarken hissettiğim o karmaşık duygular hâlâ içimdeydi, ama aynı zamanda bir tür azim de vardı. Artık iş dünyasına adım atmak, o dünyada yer edinmek benim için tek hedefti. Ama Kılıç'a duyduğum hislerin işin içinde olacağını biliyordum. Yavaşça derin bir nefes alarak masasına oturdum ve sekreterin anlatacağı her şeye kulak verdim. Zaman geçtikçe, içimdeki heyecan azalmadıkça arttı. İlk kez kayınbiraderimle bu kadar yakın olmuştum ve hissettiklerim bana ne kadar çelişkili gelse de, bu yeni dönemdeki yerimi bulmak zorundaydım. Kılıç'ın bana verdiği fırsat, aynı zamanda ona olan duygularımın bir adım daha yakınlaşmasına yol açacaktı. Ama iş ve duygular arasında denge kurmak, her geçen gün daha da zorlaşıyordu. Sekreterle geçirdiğim ilk birkaç saat boyunca, her şey bana yeni ve yabancı geliyordu. Ama zaman ilerledikçe, Kılıç'ın bana verdiği güveni daha iyi anlamaya başladım. Artık sadece bu işi en iyi şekilde yapmakla kalmayacak, aynı zamanda Kılıç'a karşı hissettiğim duygulara da yer açmam gerekiyordu. * * * Saatler geçtikçe işin detaylarını öğrenmeye başlamıştım. Sekreter oldukça sabırlı ve profesyoneldi, bana Kılıç'ın işleri nasıl yürüttüğünü ve şirketin genel işleyişini anlattı. Anlatılanlara odaklanmaya çalışsam da, aklım sürekli Kılıç'a kayıyordu. Bana olan yakınlığı, yüzüme dokunuşu, odadaki o büyülü anlar... Düşüncelerimi toparlamakta zorlanıyordum. Kalbim hâlâ hızlı atıyordu ve bu durumu sekreterin fark etmediğini umuyordum. Bir ara sekreter bana dönerek, "Kılıç Bey, size gerçekten büyük bir güven duyuyor. Müdür yardımcısı olmak, çok önemli bir sorumluluk," dedi. Sesi tamamen iyi niyetliydi ama söyledikleri beni hem gururlandırdı hem de içimdeki baskıyı artırdı. *Kılıç bana neden bu kadar güvendi? Yoksa hissettiğimden daha fazla mı şey biliyordu?* diye düşünmeden edemedim. "Evet, öyle görünüyor," diyebildim sakin olmaya çalışarak. Ama sesimdeki o ince titreşimden kendimi ele verdiğimi hissettim. Sekreterin yüzüne bakmaktan kaçındım ve önüme yerleştirdiği dosyalara odaklanmaya çalıştım. Gün bitiminde sekreter, "Bugünlük bu kadar yeter. Geri kalanını zamanla öğrenirsiniz. Ayrıca Kılıç Bey'in istediği gibi birkaç dosyayı kendisine ileteceğim. Yarın sabah daha kapsamlı bir plan yaparız," dedi ve kibarca gülümsedi. O an fark ettim ki, Kılıç'la geçirdiğim dakikalar ve ardından gelen bu yoğun iş günü beni tamamen yorulmuş hissettirmişti. Ama aynı zamanda içimde bir mutluluk da vardı. Ofisten çıkarken sekretere teşekkür ettim ve elimde birkaç dosyayla koridor boyunca yürümeye başladım. Binanın sessizleşmeye başladığı saatlerde koridorlar daha da uzun ve yankılı hissediliyordu. Adımlarım beni Kılıç'ın odasının yakınlarına götürdüğünde, bir an duraksadım. O kapının ardında geçen anlar, Kılıç'ın bana söylediği her kelime zihnimde yankılandı. O kadar yıl boyunca içinde sakladığım duygular bir anda gün yüzüne çıkmıştı ve Kılıç da beni geri çevirmemişti. Ancak bu, her şeyin daha karmaşık bir hale geleceği anlamına geliyordu. *Bu duygularla baş edebilir miydim? İşimi ve hislerimi bir arada götürebilir miydim?* diye düşünerek ağır adımlarla ofis binasından çıktım. Soğuk akşam havası yüzüme çarptığında, bir nebze de olsa kendime geldim. Ama kalbimdeki çalkantılar hâlâ durulmuyordu. O an, Kılıç'la paylaştığımız o anların beni değiştirdiğini anladım. Bundan sonrası, hem işimde başarılı olmak hem de duygularımla başa çıkmak için vereceğim bir mücadele olacaktı. Ama her ne olursa olsun, artık geri dönüş yoktu. * * * Eve adımımı attığım anda beni karşılayan sıcak hava, dışarının bunaltıcı sıcağından pek de farklı değildi. Güneş tüm gün boyunca camlardan içeri süzülmüş, evin içini bir fırına çevirmişti. Ayakkabılarımı çıkarmadan önce elim hemen duvardaki klima kumandasına gitti. Klima, bir tıkla hayat buldu ve hafif bir uğultuyla serin bir esinti yaymaya başladı. Ayaklarımı yerden kaldırıp bir an serinliği hissetmek istesem de, üzerimdeki kıyafetlerin ağırlığı buna engel oluyordu. Ayakkabılarımı çıkarıp çantamı rastgele bir köşeye bıraktım. Kendimi duşa atmak için sabırsızlanıyordum. Saçlarım enseme yapışmış, vücudum gün boyu terden ve nemden yapış yapış olmuştu. Banyoya doğru ilerlerken elbisemi çıkardım, peşimden sürüklenen kumaşın verdiği ferahlık biraz olsun nefes almamı sağladı. Banyoya adım attığımda, ilk iş suyun ısısını ayarladım. Soğuk ve serin bir akış beni bekliyordu. Elimi suya tuttum; serinlik cildime değdiği anda içimde bir huzur dalgası yayıldı. Kalan kıyafetlerimi aceleyle çıkarıp duşun altına girdim. Suyun serin dokunuşu, gün boyunca üzerime yapışan sıcağı ve yorgunluğu benden sıyırıp götürüyor gibiydi. Gözlerimi kapatıp suyun şakırdayan sesine kulak verdim. Kılıç'ın sesi, dokunuşu ve bakışları zihnimde canlandı. Odaya serin bir hava yayılırken, içimdeki sıcaklığın hâlâ dinmemiş olması tuhaftı. "Derin bir nefes al," diye mırıldandım kendime, ellerimle yüzümü yıkarken. Gözlerimi açtığımda aynada kendi siluetimi görür gibi oldum; yanaklarım kızarmış, gözlerimde garip bir parıltı vardı. Kalbim hâlâ öğleden sonra olanları tekrar tekrar yaşıyor, Kılıç'ın bana yaklaşmasını, saçlarıma dokunuşunu düşünüyordu. Duşun altında biraz daha kaldım, o serinlik vücudumu sarmalarken düşüncelerimle baş başa kaldım. Kendimi nihayet biraz toparlayıp duştan çıktığımda, banyodaki buğulanmış aynanın önünde kısa bir an durdum. Havluyu alıp vücudumu kurularken, artık üzerimdeki yorgunluğun yerini hafif bir serinlik ve enerji almıştı. Temiz kıyafetlerimi giyip banyodan çıktığımda, klimanın etkisiyle serinleyen evdeki hava yüzüme çarptı. Salona ilerleyip kanepeye bıraktım kendimi. Klimanın esintisi omuzlarımı okşarken, günün heyecanını ve sıcaklığını bir nebze olsun unutmak için gözlerimi kapattım. Ama bu kolay değildi. Kılıç'ın bakışları ve o anlar zihnime kazınmıştı. Kalbim her hatırlayışımda biraz daha hızla atıyor, içimdeki karmaşayı serin havaya rağmen dindiremiyordum. "Ama elbette yüzümde saçma bir sırıtış vardı. Elimle toplamaya çalışsam da bunu engelleyemiyordum. Elbette her güzel anın çabucak bittiği gibi bu an da bölündü ve kapı çaldı. Tabii ki Ayaz’dan başkası olamazdı. İş çıkış saatiydi fakat anahtarı olduğu halde hiçbir zaman kapıyı kendi açmıyor ve benim açmamı bekliyordu. Ama bu defa sinirimin had safhasına ulaşmış olacağım ki takmayıp kanepede yayılmaya devam ettim. Kafamın arkasını koltuğun tepesine yaymış, dinlenmeye çalışıyordum ve bu anın büyüsü bozulsun istemiyordum. Ayaz kapıyı çaldı da çaldı, hatta yumruklar indirdi ve en sonunda söylenerek kapıyı açtığını işittim. Gözlerimi açıp kafamı hafifçe kaldırarak ona baktım. Girer girmez beni gördü; kapıdan salonun içerisi görünüyordu. Koltukta yayıldığımı görünce çatık kaşlarıyla kapıyı sertçe çarpıp elindeki anahtarı cebine atarak bana doğru geldi. "Neyin var senin? Orada oturduğun halde neden kapıyı açmıyorsun? İki saat bekletiyorsun beni!" diye azarlamaya başladı, yine her zamanki gibi. Ben de şunu merak ediyorum: "Neden anahtarın varken kapıyı bu kadar çalıp yumruklar atıyorsun? Neden komşuları rahatsız ediyorsun mesela?" "Tutkusun, bu aralar iyice azıttın," deyince istemsizce vücudumu dikleştirdim ve "Neden bahsediyorsun?" diye sordum. "Burada oturduğun halde kapıya bakmıyorsun, bu neyse bunu geçebilirim. Ama sen benden habersiz nasıl evden çıkıp da şirkete geliyorsun? Üstelik abimin seni şirkete davet ettiğini, işe alacağını bana neden söylemedin? Ne ara oldu bu olay?" "Bak şimdi, sen böyle söyleyince yine dün balkonda olanlar geldi aklıma," diye kendi kendime düşündüm ama elbette bunu ona söylemedim. "Tabii ki dün geldiklerinde söyledi. Baktı canım sıkkın, ben de evde sıkıldığımı ve biraz gelir kaynağı hem de bu can sıkıntısından kurtulmak için çalışmak istediğimi söyleyince o da böyle bir şey önerdi. Ne var bunda?" Geçip karşımdaki tekli koltuğa oturdu ve öne doğru eğilip ellerini önünde birleştirdi. Bana sinirli sinirli baktı. "Kocan olarak bunu bilmeye hakkım yok mu? Neden benden gizli saklı işler yapıyorsun?" "Ona bakarsan, benim de karın olarak senin her şeyini bilmem gerekiyor ama hiçbir şeyini bilmiyorum." "Ne saçmalıyorsun? Yani ne saklıyormuşum ben senden?" diye çıkıştı. Tipik bir suçlu gibi... Ona ihanet ettiğine o kadar emindim ki, hem de birden fazla insanla ve birden fazla kez. "Sen sanki bana kocalık mı yapıyorsun?" dediğimde daha da sinirli baktı, kaşları biraz daha çatıldı ve yüzü gerildi. Kendimi açıklamak zorunda hissettim ve dayanamayıp dökülüverdim. "Ya sen bazen eve o kadar geç geliyorsun ki, bu adam nerede, ne yapıyor, kiminle diye düşünmeden edemiyorum. Beni ne manen ne de fiziksel olarak tatmin etmeye çalışmıyorsun, çabalamıyorsun bile. Ufacık bir çaba görsem belki bir nebze bu evliliğe tutunabilirdim ama şu an kendimi Rus klasiklerinde yaşıyor gibi hissediyorum. Uyanıyorum, yemek yiyorum, evi temizliyorum, çamaşır, bulaşık yıkıyorum. Sabah kahvaltı, akşam yemeği hazırlıyorum, duş alıyorum, ortalığı toparlıyorum, uyuyorum ve bu her gün böyle devam ediyor. Yaşıyorum ama aynı zamanda yaşamıyorum gibi hissediyorum. Canım sıkılıyor, bu benim çok canımı sıkıyor." Sırtına yaslandı ve kaşları biraz olsun düzeldi. Bir anlık, sadece bir anlık olsun beni anladığını ve yargılamayacağını düşündüm. En azından biraz hak vereceğini düşündüm. Ama elbette Ayaz bunu yapacak son insan bile değildi. "Kızım, birincisi ben erkek arkadaşlarla eğlenmeye çıkıyorum; birer lafın içiyoruz, muhabbet ediyoruz, sahile iniyoruz. Bilardo filan oynuyoruz, futbola gidiyoruz ya da inip halı sahada kendimiz oynuyoruz. Erkek arası muhabbet... Senin ne işin var?" "Sorun bu mu sence? Ben senin arkadaşlarınla buluşmana kızmıyorum ki." "Ya neye kızıyorsun?" Yüzünde ve sesinde öyle bir ifade vardı ki sanki her şeyin suçu bendeydi, dünyada olup biten her şeyin sorumlusu bendim. "Benimle ilgilenmemene kızıyorum. Daha doğrusu kızıyordum, artık kızmıyorum çünkü alıştım. Haber bile vermiyorsun bana. Bir nebze saygın olsa en azından haber verirsin. Tabii, evliliğimizin ilk başlarında azıcık da olsa seninle nerede ne yaptığını merak ediyordum ama artık etmiyorum. Sen de merak etme." Tipik bir narsist gibi bir tepki verdi ve hemen endişeyle, "Neden merak etmiyorsun? İnsan kocasını merak etmez mi?" diye geldi üstüme. Yüzüm histerik bir gülümsemeyle yayıldı. "Sen ne olsun istiyorsun Ayaz? Saçma sapan davranıyorsun. İşe giriyorum, sevinip beni kutlayacağına buna bile taş koymaya ve beni ruhen düşürmeye çalışıyorsun. Bu sadece bir tanesi, bunun gibi yüzlerce sebep sayabilirim. Ama artık kesinlikle eminim; senden boşanmak istiyorum. Arkadaşça bitirelim." Bir an gözü dönmüş gibi ayağa fırladı ve yanıma yaklaşarak hemen saçlarımı avucuna doladı. Saçlarım ıslak olduğu için dipleri o kadar çok ağırdı ki inleyerek çığlık attım. Fakat çığlıklarım onun umurunda değildi. En son bedenimin yerde sürüklendiğini ve kafama bir tekme yediğimi hatırlıyorum. Sonrası tamamen karanlıktı...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD