Ne kadar süredire ona baktığımı bilmiyordum. Dudaklarımdan ancak ismi çıkabildiğinde ses tonum onu da titretmiş gibi kaşlarını daha çok çattı.
“Çoktan evlendiğini düşünüyordum. Afran Azizan nasıl oldu da Kalendar Ağa’ya rağmen bekar kalabildi?”
Ağzımdan çıkanlara ben bile inanamıyordum. Korkuyla mı yoksa öfkeyle mi söyleyebiliyordum anlamıyordum ama çoktan söylemiş ve Afran’nın benden uzaklaşmasını sağlamıştım.
“Kalender Ağa’ya rağmen sen sağ kalabildiysen benim bekar kalabilmeme çok şaşırmamalı. Gerçi kız kardeşin Gülendam dünden hazır benimle evlenmeye ama…”
Öfkeyle bornozumun yakasını düzelttim. Cam kırıklarının etrafından dolanıp bu sefer ben ona yaklaştım.
“Gülendam henüz 16 yaşında! O daha çocuk! Hadi onları anladım Afran ama sen…”
“Törenin göbeğinde yalnız bıraktığın kız kardeşini mi düşünüyorsun şimdi! En başından biliyordun bunun böyle olacağını ama giderken umursamadın bile.”
Sağ gözüm seğirmeye başlamıştı, ellerim yumruk olmuş şekilde yüzüne bakıyordum. Kendimi adeta sıkıyordum.
“Bunca zaman pisliktin, onca yılın sana tek getirisi daha iğrenç biri olmanı sağlamak olmuş.”
Bir hışımla eliyle boğazımı kavradı. Boşta kalan eliyle gevşeyen saç havlumu çıkartıp saçlarımı kavradı. Canım yanınca dudaklarımdan acı dolu bir inleme çıktı. Keskin mavi gözlerinden gözlerimi kaçıramıyordum.
“Şimdi beni iyi dinle! Eğer dönmezsen Gülendam denilen gelin olma meraklısı kardeşinle evlenmek zorunda kalacağım. Baban yediği dayaklara rağmen sırf bu yüzden pişkin pişkin sırıtarak geziyor. Harcarım kardeşini Efser bunu gayet iyi biliyorsun! Baktım gördüm canımı sıkıyor yapışıyor benden uzak durması için ona neler eder sadece durup bir saniyeliğine düşün! Ya benimle Urfa’ya gelirsin ya da önce seni öldürür sonra kız kardeşine cehennemi yaşatırım. Yaparım Efser!”
Fark etmeden çok fazla sıktığı boğazım nefes almamı engelliyordu. Ellerini üzerimden çektiğinde derin bir nefes alarak ve arka arkaya öksürerek dizlerimin üzerine çöktüm. Nefesimi dengeleyemiyorum. Önümde durmuş şekilde yukarıdan ayaklarının dibindeki halime bakıyordu.
“Doktor Sıla demek… Bak Efser, ne geçmiş elini çekti senden ne de Azizanlar…”
Yıpranan boğazım yüzünden kısık çıkan sesimle :
“Senden de elini çekmemiş, ne Azizanlar ne geçmiş…” dedim.
Pencerenin önüne gidip perdeyi araladı. Derin bir nefes aldıktan sonra konuşmaya başladı:
“Benimle döneceksin, evleneceğiz. Asistanlığını dondurmak için ne gerekiyorsa hallederiz. Konakta herkesle bir aradayken birbirimize tahammül edeceğiz ama odamızdayken söyleyeyim koltukta yatarsın. İşlerime karışmayacaksın, beni gün içinde aramayacaksın. Teklifte bulunmuyorum, yapmak zorundasın. Aksi halde hayatını cehenneme çeviririm ve bunda hiç zorlanmam biliyorsun.”
Söylediklerinde ciddi olduğunu bilsem de bir umut diyerek diretmeliydim. Kurtulmanın bir yolu olmalıydı.
“Hayır, Urfa’ya dönmeyeceğim. Bunu kendime asla yapmam Afran!”
“Ama ben sana yaparım.”
Bana doğru gelip önce beni kucağına aldı ardından cüssemin yarısı omzundan aşağı sallanmaya başladı. Filmlerde gördüğümde bundan kurtulmanın çok kolay olduğunu düşünürdüm ancak yaşadığımda anladım ki ne kadar debelenirsem debeleneyim asla mümkün olmuyordu. Afran benim neredeyse üç katım bir adama dönüşmüştü.
“Çığlık atarım!”
“İstersen senin için polisi ben arayabilirim ama bu inan bana halledemeyeceğim bir şey değil!”
Kapıdan çıktı ve asansöre doğru yürümeye başladı. Adımları hızlı ve büyük adımlardı.
Kalçam kafasının tam yanına denk geliyordu. Bornozumun alt kısmını olabildiğince aşağıya doğru çekiştirdi.
“Dışarıda mini evde mini, kızım senin hiç normal bir elbisen kıyafetin yok mu?”
“Belki de beni yere indirirsen namusun bozulmaz ha? Ne dersin?”
“Namusu mu düşünüyorsun şimdi?”
“Beni omzuna alıp zorla Urfa’ya götüren sen de az önce normalliği düşünüyordun. Şartlar eşit bence.”
Asansörün içine bindi. Kendimi neredeyse yere düşürecektim ama onun cüssesi sarsılmıyordu bile. Aynaya bakınca bornozumun alt kısmını tek eliyle tuttuğunu fark ettim. Aman ne hoş, kalçamı görmekten çekinecek kadar edepli bir beyefendi sanacaklar.
“Tüm eşyalarımı evde bıraktın! Afran yaptığın şey barbarlık. Beni evliliğe mi zorlayacaksın!”
“O eşyaları Urfa’da giyemeyeceğini gayet iyi biliyorsun. Ayrıca evlenmeni değil ama yaşamanı sağlayacağım. Evlenenler âşıklardır Efser, biz sadece paravan yapacağız.”
Asansör son kata ulaşınca apartman cam kapısından gördüğüm siyah bir araba ani bir frenle durdu. Arabadan inen biri kapıyı açtı, arabadan inen diğer kişi ise apartmanın kapısını açtı ve bacaklarımı görünce başını panikle öne eğdi.
“Aman be! Sanki bacak görmediniz açıkta. Meyhanelerde masada dansöz oynatan da benim zaten!”
Afran beni bir hışımla arka koltuğa atınca yüzümdeki saçları bile geriye atmama izin vermeden tek eliyle çenemi kavradı ve sıktı:
“Sen dansöz değilsin! Sen benim karımsın, Azizan gelinisin. Eğer bir kez daha ağzından böyle bir şey çıkarsa dilini keserim. Eğer biri tenine bakarsa nefesini keserim. Şimdi Urfa’ya gidiyoruz!”
***
Yol boyunca tek bir kelime çıkmadı ağzından. Bornozumun kenarını köşesini çekiştirerek yol boyunca kaçış planları yapmaya başladım. Yoldan çıkmış biri gibi davranırsam beni kabul etmezlerdi belki, belki boşanabilirdim evlensem bile… Hayal… Kalender Ağa ensemden bir kurşunla indirirdi beni.
Bacaklarıma bir kumaş parçası değince Afran’nın ceketini bacaklarıma örttüğünü gördüm. Yüzünde anlık olarak biz hüzün gördüğümü düşünmüştüm ancak bir göz yanılsamasıymış gibi anından kayboldu. Ceketi elimle alıp yüzüne fırlattım:
“Hiçbir şeyini istemiyorum. Özellikle kocalığını, eşliğini, arkadaşlığını!”
“Elde edebileceğin şeyler değil zaten. Zavallı Efser, ben eğlenceme bakarken sen odada ağlayarak beni bekleyeceksin.”
Buraya kadar emek emek işlediğim hayatımın sonu bu muydu? Bir konağın odasında sevmediğim bir adamın neden gelmediğini düşünerek mi geçecekti? Konaktakiler kocamı mutlu edemediğimi düşünme alçaklığını gösterecek hatta belki kuma getirmeyi üzerlerine hak göreceklerdi. Gözümden bir damla yaş düşerken kendimi telkin edebileceğim tek şey kardeşimi bir evlilikten o yaşta kurtarabilecek olmamdı sadece. Bu bile yetmiyordu öfkemin dinmesine, çığlık atarak kaçmak istiyordum.
Çalan telefonla birlikte irkildim. Benim telefonumun zil sesiydi. Kim arıyor olabilirdi ki? Teyzem mi? Telefonu eline aldığı gibi açıp kulağına götürdü Afran. Suratımı ona doğru yaklaştırıp arayanın sesini duymaya çalıştım ancak eliyle suratımı geriye doğru itiyordu durmadan.
“Arama kardeşim, arama!”
Bana döndü ve pis bir gülümseme ile konuşmaya başladı:
“Sıla ile iki gün içinde evleniyoruz. Onu bir daha göremezsiniz. Hastane ile işi bitti. Uygun bir zamanda gereken belgeleri başhekimliğe göndeririz.”
Telefonu kulağından çekip kapatırken telefondaki ismi okuyabilmiştim. Olcay aramıştı, belki de bir geleceğim olduğunu düşünecek kadar iyi anlaştığım tek erkek aramıştı ve Afran ona evleneceğimizi söylemişti. Yine de takıldığım şey bu değildi. Takıldığım şey hayatımın bitişi ve mesleğimin bir töre için son buluşuydu. Azizanlar’ın gelin çalıştırdığı bu devirde bile görülmüş şey değildi.
Uzun bir yolun ardından Urfa tabelasını görmüş ve nefesimin ciğerimi yaktığını hissetmiştim. Başımı cama dayayıp kurtulma planları yapmak yerine ölüm planları yapmaya başladım.
“Beni bugün öldürdün Afran Azizan, bu günü unutma.”
“Merak etme Efser, katil cesedini nerede görse tanır.”
Gözlerimi sıkıca kapattım. Babamın annem öldükten sonra attığı dayaklar, babaannemin bitmek bilmeyen beni anneme benzeterek rencide edişi… Gülendam’ın göz bebeğine dönüşüp benim bir hizmetçi gibi görülmem. Kulağıma sırtıma vurulan kemerin keskin sesi geldikçe irkildim, gözlerimi açmak istedikçe açamadım.
“Anası gibi aynı! Azizanlar’a bunu verip rezil mi olacağız bir de! Öldür at şunu bir yere, gebersin.”
“Erkek evlat veremez bu!”
“Sümsük!”
“Gülendam daha güzel, Afran Ağa eminim genç bir gelini daha çok sevecektir!”
Hepsinin yanında tek bir an ve tek bir cümle aklımı bir bıçak gibi kesiyordu. Dakikalarca süren dayağın ardından babamın söylediği tek içten cümlesi:
“O kadar dayak yedin bir gebermedin!”
Sırtımdaki kemer izleri sızladıkça sızladı, ömrüm boyunca Afran’ın bana bunu yaptığını unutmayacaktım. Azizan ve Köksal Aşiretlerinin bana yaptıklarını, hayatımı nasıl çaldıklarını asla unutmayacaktım.
Sırtımda bir elin varlığını hissedince irkilerek eli sırtımdan çekip bileğinden sertçe kavradım. Afran’a ilk kez öfkeli ve yaşlı gözlerle bakıp:
“Bana bir daha dokunacak olursan yemin ederim seni uykunda gebertirim Afran Ağa! Duydun mu beni?”
“Meraklısı değilim herkesin dokunduğu tenine dokunmaya, suratın bembeyaz oldu diye kendine getirmek istedim. Bir dahakine kendine gelmen için direkt tokat atarım.”
“Yerlerde sürünüyorsun o yüzden ölürsem bile bana dokunma bırak öleyim. Herkesin vücudunda gezen ellerinle tenime sakın dokunma!”
Gözlerimi yeniden yola çevirdim. Konağa gelmek üzere olduğumuzu tanıdık sokaklara girince anladım bir de Afran’ın beni emirlere boğmasından…
“İndiğimizde aileme karşı tek bir kusurda bulunursan veya bana yakışan bir gelin rolünden çıkarsan seni ben değil Kalender Ağa mahveder biliyorsun. Kim olduğunu unutmadan hareket edeceksin bundan sonra. Sıla yapmışsın adını, tuhaf bir tesadüf. Sıla, memleket demektir. Ve unutma Efser, sılaya giden dönmez. İki gün içinde karım olacaksın. Eğer evlenmezsen de kan davası kaldığı yerden devam edecek. Tüm ailen senin bencilliğinden dolayı tarih sahnesinden silinecekler.”
“Neden seninle evlenmem için bana nedenler sunuyorsun? Senin çıkarın ne olacak ki? Zaten yeterince özgür değil misin?”
Minik bir kıkırdama dudaklarından dışarı firar etti.
“Ben senin hayatta kalmanı sağlayacağım, sen kan davasını bitirip aileni kurtaracaksın ben ise evlenmiş gibi gözükerek Kalender Ağa’nın hayatımı kontrol etmesinden kurtulup kalan hayatıma devam edeceğim.”
“Aman ne güzel! Torun da isterler en kısa zamanda değil mi? Zahmet olmazsa dokuz ay sen taşırsın.”
Söylediğim cümleyi kulaklarım duyunca kendimi tokatlamak istemiştim.
“Urfa’ya hoş geldin Azizan Gelini, cehennemine yeniden hoş geldin…”