BÖLÜM 8

1036 Words
Geceyi yırtan rüyalar Elara’nın zihnine kurşun gibi saplanmıştı. Gözlerini açtığında, odasının tavanı bir hayalet gibi üzerindeydi; hareketsiz ama tehditkâr. Nefesi kesik kesikti. Kalbi, göğüs kafesini kırıp dışarı fırlayacakmış gibi atıyordu. Parmaklarını yorganın kenarına sıkıca bastırdı. İçindeki karmaşayı bastırmak ister gibi. "Geçidin içindeydim..." diye fısıldadı kendi kendine. Sesi sanki ona ait değilmiş gibi yankılandı odada. Rüyasında tekrar oradaydı. Bedeninden çekilip alınan ışık gibi bir his... Sanki kimliği elinden sökülüyordu. Ama aynı zamanda bir şeyler de yerine oturuyordu. Ruhunun derinliklerinde saklı bir yankı, ona hiç bilmediği bir ismi fısıldamıştı: "Koruyan kan..." Elara doğrulup yatağında oturdu. Pencereden içeri sızan rüzgâr, saçlarını yüzüne sürükledi. O kelimeler… Onları daha önce de duymuştu. Geçitte, Raphien’in gözlerine bakarken, o sessizliği dolduran şeydi bu. "Ben kimim?" Bu soru o anın merkezine çakıldı. Kapısı yavaşça aralandı. Lucien’in gölgesi içeri süzüldü. Elindeki kitapları masanın üzerine bıraktı. Gözleri, Elara’nın yüzündeki solgun ifadeye takıldı. "Geçidi gördün değil mi?" diye sordu sessizce. Elara, başını evet anlamında salladı. "Ben oradaydım... Ama bir şey oldu. Vücudum... sanki beni oradan atıyordu." Lucien yaklaşarak diz çöktü. Gözleri artık genç bir çocuğunki gibi yumuşak değildi. Yüzüne geçmişin izleri yayılmıştı; ağır, kadim ve biraz da üzgün. "Geçit yalnızca kanı tanır" dedi. "Ve senin içinde yankılanan şey sıradan bir insanın kanı değil." "Bu... Ne demek oluyor?" Lucien gözlerini kaçırmadan devam etti. "Elara, sen bir avcı soyunun son halkasısın." Sözler odanın havasını keskinleştirdi. Elara geri çekilmek istedi ama dizlerinin altındaki halı sanki onu yere çivilemişti. "Avcı mı? Bu... bir çeşit lanet mi?" Lucien başını iki yana salladı. "Hayır. Bu bir kader. Senin annen—annelerin zincirinin son halkasıydı. Ve ben onun için düştüm. Onu korumak için. Ama onun sana asıl mirası bu kan. Ve geçit... seni reddetmedi. Sadece hazırlıklı olmadığın için geri püskürttü." Elara, boğazında yükselen sıcaklığı bastırmaya çalıştı. "Raphien... O da gördü geçidi. O... bana yardım etmeye çalıştı." Lucien’in gözleri kısıldı. Raphien’in adını duyduğunda bir şeyleri anımsamış gibiydi. "Raphien, gökyüzünde bir zamanlar parlayanlardan biriydi. Ama onun yolu senin yolunla çarpışmamalıydı." "Çarpıştı ama..." dedi Elara boğuk bir sesle. "Ben istemedim. Ama oldu." Lucien derin bir nefes aldı. "O yol seni karanlığa çeker. Elara, düşmüşlerle arandaki bağ, kanınla çatışır. Seni tüketir. Ve Raphien, bunu bilmek zorunda." Elara gözlerini kapattı. İçinde çatışan iki dünyanın sesleri birbiriyle çarpışıyordu. Bir yanda mirası, avcı kanı. Diğer yanda o yabancı ama tanıdık gözlerde saklı sıcaklık. Kapının ardından ince bir gölge göründü. Raphien sessizce duruyordu orada. Ne kadarını duymuştu bilinmez, ama gözleri Elara’ya sabitlenmişti. Orada, karanlığın kenarında duran çocuk… Ve bir şey daha vardı gözlerinde. Kıskançlık değil. Korku değil. Teslimiyet de değil. Umut. Raphien, kapının eşiğinde uzun bir süre hiç kıpırdamadan kaldı. Işık, yüzünün yarısını gölgede bırakıyordu; diğer yarısı ise, sanki içindeki bütün çelişkileri ortaya döküyordu. “Duydun mu?” diye sordu Elara, sesi hem suçlayıcı hem de titrek. Raphien, adım atmadan başını hafifçe eğdi. “Yeterince.” Lucien, ona dönerek kaşlarını çatmıştı. “Burası senin yerin değil.” Raphien’in dudaklarının kenarı alaycı bir şekilde kıvrıldı. “Burası tam da olmam gereken yer, Lucien. Çünkü onun kanı tek başına yeterli değil… geçidi aşmak için başka bir şeye ihtiyacı var.” Elara, bakışlarını iki adam arasında gezdirdi. İçindeki gerginlik bir yay gibi geriliyordu. “Neden bana hiçbir şey anlatmıyorsunuz? İkiniz de biliyorsunuz. Geçit, kan, mühür… hepsi. Ben ise kör gibi ilerliyorum!” Raphien nihayet içeri adım attı. Yürüyüşü, her zamanki gibi sessizdi; ama bu sefer adımlarında bir kararlılık vardı. “Geçit, avcı soyunu tanır… ama aynı zamanda düşmüş olanları da. İkimizin de izini taşıyor. Bu yüzden seni reddetmedi, Elara. Seni geri itti çünkü henüz hangimizin yolunu seçeceğini bilmiyordu.” Lucien’in sesi buz gibi keskinleşti. “Onun yolu çoktan belli.” Raphien, gözlerini Lucien’den ayırmadan konuştu. “Hiçbir yol, başkası tarafından seçilmez.” Bu sözler havada asılı kaldı. Odanın içindeki gerilim, neredeyse dokunulacak kadar yoğunlaşmıştı. Elara, kalbinin her atışında mühürden yükselen hafif titreşimi hissediyordu. “İkiniz de…” dedi Elara, nefesini zorlayarak, “beni kendi tarafınıza çekmeye çalışıyorsunuz.” Lucien, öne bir adım attı. “Hayır. Ben seni korumaya çalışıyorum.” Raphien, hafifçe gülümsedi; ama bu gülüşün içinde kırgınlık vardı. “Ben de.” Bir an sessizlik oldu. Rüzgâr, pencere perdesini hafifçe dalgalandırdı. Sonra Raphien, Elara’ya doğru yaklaştı. Aralarındaki mesafe neredeyse yok olmuştu. Gözleri, onun gözlerine kilitlendi. “Eğer geçide bir daha gireceksen, seni ben götüreceğim.” Lucien’in parmakları istemsizce yumruk oldu. “Bunu asla—” “Elara’nın seçimi,” diye kesti Raphien, sesi keskin ama sakin. Elara, ikisinin arasında duruyordu. Bu anın, ileride her şeyi değiştireceğini hissediyordu. Mührün içinde, gri boşluktan gelen bir yankı çınladı: “Her seçim bir iz bırakır…” Elara, rüzgârın dalları hışırdattığı ormanın derinliklerinde, ay ışığının yere düşen solgun lekeleri arasında yürüyordu. Lucien’in uyarısı zihninde yankılanmaya devam ediyordu: “Sakın onunla yalnız kalma.” Ona kimin kastedildiğini biliyordu—Raphien. Düşmüş melek olduğunu bilmek, Raphien’in varlığını daha da tehlikeli kılıyordu. Fakat Elara’nın kalbi, beynine itaat etmeye pek hevesli değildi. Onu gördüğünde atışları hızlanıyor, nefesi sıklaşıyor, sanki vücudu kendi başına karar veriyordu. Nemoris’in eski taş köprüsüne vardığında, Raphien oradaydı. Yine gölgelerin içinden çıkmış, sanki karanlık onun derisinden süzülüyormuş gibi… Elara bir adım geri çekildi ama gözlerini ondan ayıramadı. “Beni gördüğüne sevinmedin mi, avcı?” dedi Raphien, dudaklarında küçümseyen ama aynı zamanda meraklı bir gülümseme. Elara’nın zihni bu kelimeye takıldı. Avcı. Nasıl bilebilirdi? Henüz kendi soyunun gerçeğini yeni öğrenmişti. “Sen…” dedi Elara, kelimeler boğazında düğümlenerek. “Nereden biliyorsun?” Raphien, yavaş adımlarla ona yaklaştı, her adımında çizmelerinin altında kırılan dalların sesi yankılandı. “Kan kokusunu bilirim. Ve senin kanın, sıradan bir insana ait değil.” Elara geri adım atmak istedi ama köprünün taş korkulukları sırtına dayandı. Raphien o kadar yaklaştı ki, aralarındaki hava bile elektriklenmişti. Bir an için, aralarındaki düşmanlık yok olmuş gibi hissetti—yerine başka bir şey geçmişti. Yasak, tehlikeli, olması imkânsız bir çekim. Raphien’in sesi alçaldı. “Beni öldürmen gerektiğini biliyorsun. Ama yapmayacaksın. Çünkü kalbin, avcılığından daha güçlü.” O an Lucien’in sesi zihninde bir çığlık gibi yükseldi. Elara, nefesini sertçe vererek ondan uzaklaştı. “Yanılıyorsun.” dedi ama sesindeki titreme, kendini ele veriyordu. Raphien gülümsedi, sonra karanlığın içine karışarak ortadan kayboldu. Elara, köprünün ortasında tek başına kaldığında, kalbi hem korkudan hem de başka bir şeyden çarpıyordu. Ve o an fark etti—bu hikâyenin sonunda kazanacak olan, ne Lucien’in emirleri ne de avcı kanunu olacaktı. Kalbi, hepsini alt edebilirdi… ama bunun bedeli çok ağır olacaktı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD