Uzun süreli misafirliğim burada gerçekleşeceği için Edwan ve Jessica bana kulübelerinden bir oda vermişlerdi. Küçük bir yatak, şömine ve gardırop. Benim için yeterliydi. Jessica'nın bana getiridiği kıyafetleri özenle gardıroba yerleştirmiş ve artık yürüyüşe çıkmak için hazırdım. Bulunduğum zaman üzerimde olan mont artık kurumuştu, onu omuzlarıma geçirirken odadan çıktım. Beni ilk karşılayan elbette Jessica olmuştu. Hemen üzerime atılmış ve ağabeyini çekiştiriyordu.
Kapının sürgüsünü kaldırırken "Mia... Seni alışverişe zorlamayacağım, o yüzden seni gezdirmesi için ağabeyimi görevlendiriyorum." dedi ve kulağıma yaklaşarak "Kendisi alışveriş yapmaktan nefret ediyor." diye ekledi kıkırdayıp.
Edwan "Fazla konuşuyorsun Jess, daha ilk haftadan misafirin evimizi terk edecek." dedi aynı şekilde alayla kıkırdarken.
Bu söylediğine bende gülümsemiş ve "Kimseyi terk ettiğim yok, hatırlatırsam beynimin içini anılarımla doldurmam gerekiyor." dedim kafamı işaret ederken.
İkisi aynı anda gülümsedi ve Jessica kapıyı açıp dışarıya çıktı. Arkasından onu takip edip Edwan ile ilerliyorduk. Küçük kasabanın içinde bir yük taşımıyorsan, araçla hareket etmek zor gibi görünüyordu. Yolları dar ve taşlı, karlar temizlenmiş ama buzluydu. Burada tek gördüğüm araç, atlar ve eşekler olmuştu.
Jessica ve Edwan'ı takip ederken yanından geçtiğim kulübelere ve antika dolu dükkanlara bakınıyordum.
Hayretle "Burası çok canlı ve kalabalık. Sahi... Burası neresi?" diye söylendim.
Edwan, onu rahat duyabilmem için biraz daha bana yaklaşıp "Burası Gotland'ın Visby meydanı. Tüm halkın toplandığı tek alandır. Marketler, ulaşım gerektiren her şey ve iş yerleri buradadır. Bu yüzden kimse akşama kadar buradan ayrılmıyor." diyerek sorumu cevapladı.
Merakla "Yani hangi ülke?" diye sordum.
Jessica durduğunda bizde durduk ve Edwan "İsveç." diye yanıtladığında "Şurayı görüyor musunuz?" diye sordu Jessica.
İsveç cevabında takılı kalsamda üzerinde fazla düşünemedim. Yoğun kar burasının İsveç olduğunu açıkça kanıtlıyordu. Edwan ile ben Jessica'nın gösterdiği yere baktığımızda dumanların tüttüğü ve yaşlıların ama aynı zamanda birkaç gencinde orada oturduğunu gördüm.
Jessica "Burası işi olmayan ya da ara vermiş herkesin ısınmak ve vakit geçirmek için girdiği Wall Kervanıdır." diye devam ettiği cümlesini "Siz burada oyalanın ben alışverişimi yapıp geleceğim." diyerek bitirdi.
Bizim bir şey dememizi beklemeyen Jessica arkasını döndü ve yürümeye devam etti. Edwan biraz uzamış sakalını kaşırken yüzüne dikkatlice baktım. Mavi gözleri adeta parıldayan bir elması andırıyordu. Montu tüm vücudunu sarıyordu, çünkü öyle orantılı bir irilikte vücudu vardı ki mont neredeyse patlayacak gibiydi.
Onun yanı başında kurduğum hayalle utandım ve kafamı başka yöne çevirdim ama o sırada bana doğru hızla koşan küçük çocuk, sert bir şekilde koluma çarpmış ve ayaklarımın yerden kaymasına sebep olmuştu. Islık gibi çıkan çığlığım sanki bana ait değilmişçesine küçük dilime vurmuştu. Ellerim sert bir omuzu kavradığında mavi gözlere denk geldim. Tuhaftı, oysa ki gözler yalan söylemez diyorlardı ama onun gözleri... Gizemliydi, büyülüydü. Beni etkileyecek cinstendi.
Hava soğuktu ama hissettiğim şey üşüme değildi. Alnımdan heyecan terlerinin akması ise her şeyle zıtlaşıyordu. Bana 'iyi misin?' diye sormasa kesinlikle gözlerinde ki büyüye kapılıp tıpkı bir sis gibi havada darma duman olacaktım. Ellerimi geniş ve sert omuzlarından çekip hızla bana çarpan çocuğa baktım. Öfkeyle ona doğru giderken Edwan beni durdurdu.
Bakışlarıma şaşırmış halde "Ne yapıyorsun? O daha bir çocuk." dedi elmas değerinde ki bakışlarını giden çocuğa çevirip.
Gözlerimi gözlerinden ayırıp çocuğa baktım "Kahretsin Edwan! Çocuk bir şey çaldı, elinde cüzdan var ve onu senin yüzünden kaçıracağım." deyip çocuğun peşinden hızla koştum.
Neyse ki çocukla aramda mesafe çok olduğundan koşmam onun dikkatini çekmemişti. Buzların üstüne basmadan kaymamaya özen gösteriyor dahası çocuğun beni görüp kaçmaması için çabalıyordum.
Bu sırada Edwan'da beni takip ediyor ama yaptıklarıma anlam veremiyordu. Bu kadar yakışıklı olmasaydı, kesinlikle bana karışamaz yanımda duramazdı. İster istemez gözlerindeki yansımam aklıma geldi, neredeyse onun bakışlarına hapsolmuştum. Ancak çocuk gözümün önünden kaybolduğunda kendime gelmiş ve derince nefes almak için durmuştum. Biraz eğilmiş ve ellerimi dizlerime koyup hızlıca nefes alıyordum.
Doğrulurken elimi yumruk yapıp dizime vurmuş ve "Kahretsin, seni velet!" demiştim.
Edwan karların temizlenmediği ara sokağa bakarken "Tanrım cüzdan senin bile değil. Ayrıca sinirliyken kesinlikle çok korkutucusun, merak etme çocuk buradan gitmiş. Gel..." deyip elimi sıcak avuçları arasına aldı ve beni çocuğa ait ayak izlerinin olduğu yöne götürdü.
Bembeyaz, parıldayan karın üzerinde ki küçük adımları takip ediyorduk. Neyseki elimi tutmasına rağmen küçük hırsızımıza odaklanabilmiştim. Tam karşımızda birisiyle konuşuyordu. Zayıf, uzun boylu ve esmer.
"Bu Bruno." dedim hayretle.
Edwan ise "Evet ama o küçük çocukla ne yapıyor?" diye sordu benimkiyle aynı merakla.
Susup izlemeye başladık. Bruno küçük çocuğu azarlıyor ama bir o kadar da korumacı görünüyordu. Sonrasındaysa çocuk gururla küçük ellerinde gördüğüm cüzdanı montunun cebinden çıkarıyor ve Bruno'ya uzatıyordu.
O sırada çocuk bize doğru dönüp işaret parmağıyla bizi gösterdi. Bruno, çocuğun parmağını takip etti ve gözleri bizi bulduğunda Edwan'ın arkasına saklandım. Sanki beni hiç görmemiş gibi davranarak saklanmam yaptığım en aptalca şeydi ama Edwan'ın arkasından ayrılmayıp yan gözle Bruno'ya baktım. Çocuğun uzattığı cüzdanı hızla alıp klapa kabanının cebine koydu. Hiçbir şey olmamış gibi bize doğru yürüdü ve tam Edwan'ın karşısında durup bana doğru baktı.
Gözlerim onun gözlerine iliştiğinde siyah renge sahip gözlerinin içi güler vaziyette "Merhaba Mia ve Edwan." dedi tebessümünü eksik etmeyerek.
Edwan soru sorar gibi bakarken ben onun arkasından çıktım. Sesim, merakım ve gördüklerime nazaran yaşadığım şokla dumura uğramış hâlde "Merhaba!" diyerek zar zor onu karşıladım.
Edwan'ın mavi gözleri bana değip Bruno'da sabitlendi ve "Burada ne yapıyorsun? Seni meşgul bir doktor sanıyordum." diye sordu şüphesini soğuk havaya karıştırıp.
Bruno'da karşılık olarak "Oldukça meşgulüm." dedi ve bana bakıp "Mia... Seninle özel olarak görüşmem lazım." diye ekledi.
Kafamı sallarken "Tabii, zaten muayene olmak için yanınıza uğrayacaktım." diyerek gülümsedim.
Benimle özel olarak görüşmesi gereken şey neydi acaba? 'Ben doktor rolünde büyük bir hırsızım ve insanların cüzdanlarını çalıyorum' ya da 'cüzdanı sahibine geri vereceğim ama sen sus' diye tehtit mi edecekti? Bu düşünceyle korkmuş ve farkında olmadan Edwan'ın koluna sarılmıştım. Edwan, kibar olup gülümsedi ve kolumu sorun etmeyip yürümeyi önerdi. Benimle gelecek olması içime su serpmişti.
Gergin, gizem dolu ve sessiz bir şekilde Bruno'nun muayenesine gidiyorduk. Halkın beklemede durduğu Wall Kervanının biraz ilerisinde iki katlı bina vardı. Diğer yapılara göre biraz daha yeni görünüyordu. İki çift merdiven basamağını çıkarken Edwan'ın kolunu tutmayı bırakmış ve kendi çabamla içeriye girmiştim. Bizi karşılayan yaşlı bir kadın olmuştu. Üst kata doğru çıkmış ve Bruno'nun yönlendirmesiyle odasına gelmiştik.
Odasını gösterirken "Burasıda benim muayenem işte..." demişti.
Ardından klapa kabanını ayaklı askıya astı, sanki cesetleri parçalayıp çivileyen katil kasap gibi soğukkanlıydı... Sanırım geçmişimde gerilim dolu çok fazla film izliyordum. Bu düşünceme gülümsedim.
Bruno "Lütfen oturun." dedi kendi yerine otururken.
Masasının tam karşısında duran kadife kırlentlere oturduk. Kesinlikle konforlu bir seçimdi.
Edwan, asılmış kaşlarını rüzgarda dağılmış saçlarına değdirip "Eee, Mia ile ne konuşacaktın?" diye sordu, şüpheci ve korumacı tavırlarıyla bu durumu fazla uzatmamayı seçerek.
Etkilenme Mia diye içimden geçirmiştim. Kendimi telkinlemeye çalışırken ister istemez büyülü gözlerinin üzerinde yer alan kavisli kaşlarına gitti gözlerim. Kumral olduğu için kaşları ne çok kalın ne de çok inceydi. Kaşları burnunun direğine yakın olduğu için biraz sert bakışlıydı.
Bruno "Özel konuşmak istiyorum." dedi meydan okurcasına.
Sanki İspanya'nın San Fermin Festivalinde (boğa güreşi yapılan şenlik) gibi hissetmiştim. Karşımda bir matador ve vahşi bir boğa duruyordu. Kim bilir hangisi boğa hangisi matadordu?
Gerginlik benimde gerilmeme sebep olurken "Tabii, Edwan... Sanırım bu gerekli." dedim onu sakinleştirmek amacıyla.
Edwan hiçte sakin olmayan bir halde ayağa kalktı ve "O halde kapıda bekliyorum." deyip arkasına bile bakmadan kapıyı açarak dışarıya çıktı.
Derin nefes alıp Bruno'ya döndüm. Sandalyesinden kalktı ve askıda asılı olan klapa kabanına yaklaştı. Cebinden, çocuğun çaldığını düşündüğüm cüzdanı çıkardı.
Tam karşımda, Edwan'ın oturmuş olduğu kırlente oturdu ve "Bu cüzdan sana mı ait?" diye sordu cüzdanı bana uzatırken.
Şaşkınlık ve merakla cüzdanı avuçlarımın arasına aldım. Onun parmakları elime değerken cüzdanın tokasına baktım. Cüzdanı bana verip koltuğa yaslandı ve beni izledi. Cüzdan siyahtı ve şıktı. Altınla kaplanmış tokasını kibarca yukarıya kaldırdım. İçinden sadece üç kişisel eşya çıkmıştı.
Gözlerim kısılırken "Hazfızamdan dolayı emin değilim. Her hangi bir kadının olabilir." dedim tereddüt ederek.
İşaret parmağını kızarık burnuna dokundurup "Dikkatini çeken bir eşya yok mu? Bir şey çağrıştıran..." diye sordu düşünceli hâlde.
Gözlerim cüzdana kaydığında içindeki eşyaları inceledim. Bir anahtar, şeşfaf cam şişede sarı parfüm ve kırmızı bir ruj vardı. Anahtarın şekli dikkatimi çekmişti.
Ben anahtarı parmaklarımda tutmuş dikkatlice bakarken "Özel bir anahtara benziyor, acaba nereyi açıyor?" diye sormuştu gözleri anahtara sabit bakar bir şekilde.
Dudağımı yukarıya kıvırıp "Bilmiyorum ama özel olduğu kesin." dedim cüzdana geri koyarken.
Bu sefer parfümü elime almış ve kapağını açıp burnuma götürmüştüm. Aldığım koku içimi ferahlatırken kafamda hissettiğim ağrıyla irkildim. Bu koku çok tanıdıktı.
Birden gözümün önünde resimler belirmeye başladı. Ayna karşısındayım, üzerimde kırmızı bir elbise vardı. Telefonum çalıyor ama aceleyle hazırlanmaya çalıştığım için yanıt vermiyordum. Telefon melodisi çalmaya devam ederken aynadaki yansımama bakıyordum. Duran parfümü alıp gerdanıma sıkıyor ve cüzdanıma katıyordum. Aceleyle aynanın karşısından ayrılıp odadan çıkıyordum. Telefonumuysa, telaşla yanıma almayıp unutuyordum.
Kafamı ellerimin arasına aldığım sırada tuttuğum parfüm şişesi sesli bir şekilde düştü ve tuzla buz oldu. Bruno telaşla bana uzanırken ayağa kalktım. Bir adım attım ve daha sonrasında gözlerim karardı. Tek hatırladığım kapının açılması ve Edwan'ın adımı seslenerek beni tutmasıydı.
❄
Bölüm sonu