1.Bölüm - Anımsama -
Gözlerimi kırpıştırıyor ama açamıyordum. Sanki karanlık ve soğuk odada oturuyor, birisinin adımı seslenmesini umuyordum. Yüzüme değen küçük su damlaları beni kendime getirmeye çalışıyordu. Gözlerimi zor olsada açabilmiş ve pembeleşmeye başlamış gün ışığına alıştırmaya çalışmıştım.
Sırtüstü yatıyordum ve belime değen ıslaklık tenimi buz gibi yapmıştı. Gözlerim göğe bakarken ağaçların üzerinde duran karlar rüzgarın esmesiyle üzerime düşüyordu. Ben bu havada ne yapıyordum? Ayağa kalkmak için hareketlendiğimde başımda ve sırtımda hissettiğim keskin ağrıyla durdum. Neredeyse saplanmış olduğum bembeyaz karın içine tekrar uzandım.
Başımı ellerimin arasına almış ve hissettiğim ağrıdan ötürü derin nefes alıp veriyordum.
"Kahretsin! Bana ne oldu?"
Dudaklarımdan dökülen cümle ile sesim kulağıma hiç tanıdık gelmemişti. İşte o zaman ellerimi karnımın üstüne koymuş ve şaşkınlıkla gözlerimi irileştirmiş bakıyordum.
"Ben... Ben kimim?"
Geçirdiğim şok ile hızla yerden kalkmış ama vücudumun acısını yine hissetmiştim.
"Ahh! Her yerim acıyor."
Yanımdaki ağaca sızlanarak tutunup destek alırken etrafa bakındım. Bembeyaz derin kar örtüsü ve soğuk sessizlik. Ardından gelen rüzgarın getirdiği buz gibi yapan esintisi... İçimi ürpertmişti.
"Tanrı aşkına, neredeyim ben?"
Sorduğum soruların cevabını bilmiyor ve cevap alamıyordum. Kimdim? Buraya nasıl gelmiştim? Burası neresiydi? Hiçbirinin cevabını veremiyordum.
"Hava kararmak üzere, ne yapacağım?"
Aciz bir şekilde sarf ettiğim sözün ardından yürümeye başladım. Yan yana duran ağaçlara tutunuyor ve yürümeye devam ediyordum.
"Lanet olsun! Belki de ormanın daha derinine gidiyorum."
Duraksadım ve düşünmeye başladım. Daha ismimi bile bilmiyorken, bilmediğim ormanın içinde ilerliyordum. Sağ kolumu ağaçtan ayırırken bileğim kalın ağaç kabuğuna sürttü. Acıdan buruşturduğum yüzüm bileğimden düşen künye ile eski haline dönmüştü. Zar zor yere eğilip künyeyi aldım. Avuçlarımın içerisinde tuttuğum künyeyi incelerken titreyen parmak ve ayaklarıma engel olamıyordum.
"Mia... Sevgili kardeşin Amy'dan"
Künyeye kazınmış yazıyı okurken Mia adını anımsamıştım. Sevinçle gülümsedim. Bu künye benimdi ve benim adımı yazıyordu, ben Mia'ydım.
"Artık adımı öğrendiğime göre... Acilen ısınacak bir yer bulmalıyım."
Dudaklarımdan zar zor dökülen cümleler kurulduğunda yürümek için hazırlandım. Ne tarafa gideceğimi bilmesemde ilerlemekte olduğum yoldan devam ettim. Ağaçlar olmasa destek alıp asla yürüyemezdim. Yavaş ve dikkatli bir şekilde yürümeye devam ederken seyrelen ağaçların biraz uzağından gelen ışıklara kaydı gözlerim. Orada kesinlikle bir yaşam vardı. Adımlarımı biraz büyükçe atıp son anda duraksadım. Kalın karın örttüğü uçurumu az daha görmeyip düşüyordum.
"Kılpayı..." diye geçirdim içimden derin bir nefes alıp.
Küçük bir kasaba olduğu ortadaydı ama dışarıda kimseyi görmüyordum. Soğuk artık bedenimi ele geçirmiş ve bu uçurumu inebilecek takati kendimde bulamamıştım.
"Kimse yok mu? Yardım edin bana..."
Sesimin titremesini olağanca engelleyerek harcamıştım bu soluğumu. Fakat kimse duymamış olacak ki bir cevap gelmemişti.
Dizlerimin üzerine düştüğümde ölümün beni kucakladığı gerçeğine alıştırdım kendimi ve sonrasında "En azından ölmemek için çabaladım." diye mırıldandım.
Yere sağ kolumun üzerine uzandığımda kasabaya sırtımı dönmüş ve ormanın derinliklerine bakıyordum. Ellerimi başımın altına almış dizlerimi karnıma çekmiş kurtarılmayı bekliyordum. Gözlerim güçlükle açılıp kapanırken ağaçların arasında kırılan dal seslerini duydum. Gözlerimi zorla açık tutmuş, buğulu bir şekilde sese bakarken oldukça iri bir erkeğin siluetini gördüm.
Bana doğru telaşlı bir halde geliyordu. Kendime ve yaşadığım acıya direnmeyi bırakıp sonunda gözlerimi kapatmıştım. Beni kucağına almış ve yürüyordu. Yüzüm giydiği şişme monta değiyor vücudundan gelen sıcaklığı hissediyordum.
"Burada ne yapıyordun? Sırılsıklam olmuşsun?"
Kendi kendisine söyleniyor ve yürümeye devam ediyordu. Sesi kulağımı o kadar güzel okşuyordu ki... Yüzünü görmeden kalbim kıpır kıpır olmaya başlamıştı. Yüzüme edindiğim tebessüm ardından bilincimi yitirmeye başlamıştım. Sesler gidiyor, tepkim azalıyordu. Ellerim geniş omuzlarından düştü ve her şey bir süreliğine yok oldu.
❄
Ateşin çatırdayan sesi kulaklarıma doluyor ve yüzümü ısıtan sıcaklıkla bir hoş oluyordum. Odaya dolan başka sesler uyanmam için beni uyarıyordu. Gözlerimi açtığımda yanan şömineye dönük yorgana sarılmış bir halde buldum kendimi. Üzerimde ki kıyafetler taş şöminenin üzerinde kurumaya bırakılmış halde duruyordu. Kalkmak için hareketlendiğimde acıyla durdum.
"Ahh! Lanet başım!"
Yakınmalarımı duyan kim varsa yanıma gelmiş ve beni çevrelemişlerdi. Yanı başımda endişe ile bakan kızıl ve örgülü saçlara sahip yaşıtımda bir kadın, onun arkasında ise kumral, mavi gözlü, hafifçe kirli sakal bırakmış, genç ve oldukça iri bir adam duruyordu.
"İyi misin?"
Örgülerini ensesine savurup sormuştu bu soruyu. Ben ise anlamsız bir şekilde bakıp olayı kavramaya çalışıyordum.
"Neredeyim ben? Siz... Siz kimsiniz?"
Telaşla sorduğum soruya tepki olarak genç adam "Seni uçurumun başında bitkin bir halde buldum. Endişe etme, burası benim evim. " diye açıklama yapmış ve ardından sormuştu "Hiçbir şey hatırlamıyor musun?"
Gözlerimi şömineye çevirip çatırdayan ateşi izledim. Kafamı avuçlarıma alıp tekrar cevap bekleyen bu iki insana baktım.
"Başım biraz ağrıyor, ne yazık ki hiçbir şey hatırlamıyorum."
Verdiğim cevaba karşılık genç adam "Kendini yorma, hemen Bruno'yu buraya getireceğim. Jess... Ona iyi bak." deyip ayaklanmış ve montunu askılıktan alıp vakit kaybetmeden dışarıya çıkmıştı.
Genç adamın Jess diye hitap ettiği kadına baktım. Yüzünde ki çilleri ile sevimli ve meraklı bakışları üzerimdeydi.
Elimi ona uzatıp "Ben Mia... Öyle olduğumu umuyorum." dedim samimi olduğunu düşündüğüm bir gülümsemeyle.
O da elini elime doğru uzatıp tutarak "Ben Jessica ama bana Jess demen yeterli." dedi gözlerini kısmış bir şekilde.
Sesi de yüzü gibi naif ve çocuksuydu. Kulağı rahatlatan ve duymaktan usanmayacağım bir tona sahipti. Oldukça genç görünümlü ve bakımlı bir hanımefendiydi.
Burnunu sevimli bir halde biraz kıvırıp "Şey... Sana sormak istediğim çok şey var ama bitkin görünüyorsun ve aç olmalısın, değil mi?" diye sordu.
Kafamı hafifçe olumlu yönde sallayıp "İnanılmaz açım." dedim iştahımı gizlemeden.
Jessica ayaklanırken hırkasını zayıf bedenine sararak "Bunu tahmin etmiştim." deyip yürümeye koyulmuştu.
Dış kapı olduğunu düşündüğüm kapının sürgüsü yukarı kalktığı sırada bakışlarım oraya dönmüş ve artık yattığım yerde oturur haldeydim. İçeriye beni buraya getiren genç adam girdi ve arkasından kendisinden daha zayıf ama uzun boylu esmer bir adam geldi. Bu adam üzerinde ki klapa kabanı çıkarıp askıya taktı, ardından bana doğru yürüdü. Soğuktan kızarmış burnuna işaret parmağıyla dokunup önümde eğildi.
Eli alnıma değerken "Anlaşılan ev sahipleri sana iyi bakmış." dedi gülümsemesini eksik etmeden.
Ben ise tepki vermeyip öylece bakıyordum. Yüzü o kadar tanıdık geliyordu ki, şuan her şeyi hatırlıyor olmayı diledim.
Jessica gittiği odadan çoktan elinde tepsiyle gelmişti ve "Tabii ki iyi bakıyoruz Bruno." dedi tepsiyi özenle sehpaya bırakırken.
Arkada duran beni kurtaran adam "Bilirsin Bruno, Jess her zaman misafirleri sevmiştir. Onlara gözü gibi bakar." dedi ve ikisi Jessica'ya bakarak güldüler.
Bruno gülmesini durdurup bana baktı ve "Kusuruma bakmayın, kendimi tanıtmayı unuttum. Ben bu kasabanın doktoru Bruno Fernando, yaklaşık iki yıldır bu kasabadayım." diyerek kendisini tanıttı.
Küçük bir tebessüm edip kafamı salladım. Bruno, hiç fark etmediğim çantasını dizlerinin önüne koyup açtı.
İçinden stetoskopunu çıkarırken "Edwan, Mia'yı muayene etmem gerek ve daha rahat etmesi için odadan çıkabilir misin?" dedi anlayışlı bir ifadeyle.
Ben, adının Edwan olduğunu öğrendiğim adama bakarken "Sorun değil, kalabilir." dedim üzerimdeki yorganı çekerken.
Bruno kafasını salladı ve "Sırtını döner misin?" dedi bana yön vermeye çalışarak.
Sırtımı ona döndüğüm sırada üzerimdeki kıyafeti yukarıya kaldırdı ve stetoskopu tenime dokundurdu. Değen metalin soğuğuyla ürpermiştim. Kapının açılıp kapanma sesiyle odanın içine baktım. Edwan gitmişti, sanırım rahatsız olacağımı düşünmüştü.
Bruno "Şimdi kuvvetlice öksürmeni istiyorum." demiş ve bende dediğini yaparak kuvvetlice öksürmüştüm.
Stetoskopu sırtımdan çektiği sırada "Önünüze dönebilirsiniz Mia hanım."demişti.
Yavaşça önüme dönerek rahat bir şekilde geriye yaslandım.
Çantasından bir kutu çıkarırken "Ağrınızın olduğunu biliyoruz, bu ağrıyı tam olarak nerede hissediyorsunuz?" diye sordu.
Yüzüne bakıp "Gözlerimi ormanda açtığımda vücudumun her yeri acı içindeydi ama şimdi çok daha iyiyim. Burada olmadan önce başım çok fazla ağrıyordu." dedim minnetle Jessica'ya bakarken.
Bruno tebessüm edip "Bu güzel haber, en azından ağrınızın azalması güzel." diyerek bir kutuyu Jessica'ya uzattı.
Uzatılan kutuya bakarken "Kötü haber nedir?" diye sordum merakla.
Bruno yüzünü yere eğip "Vücudunuzda çok fazla kesik var, muhtemelen yüksekten düşüp ağaç dallarına çarptınız. Baş ağrınızın olma sebebi ise kafanızı sert vurmanızla alakalı olabilir. Hiçbir şey hatırlamamanız bu durumda çok normal karşılanıyor." diye açıkladı.
Gözlerimi yere eğip "Anlıyorum... Ama hafızam geri gelecek değil mi?" diye sordum marakla.
Gülümseyen Bruno "Tabii ki. Bunun için burada kalmalı ve hafızanızı tetikleyebilecek bir şeyler bulmalısınız." diye cevapladı.
Ardından Jessica'ya dönen Bruno "Ev sahibi sorun etmezse, tabii edeceğini sanmıyorum ama..." dedi espiriyle karışık.
Jessica "Asla sorun olmaz. Arkadaşım olmadığı için tüm gün yakınıp duruyordum. Mia sen benim kurtarıcı meleğimsin." dedi mutlulukla.
Her birimiz gülümserken Bruno ayaklandı ve "Verdiğim kutuda ağrı kesiciler var. Şiddetli ağrılar sonucunda hapları kullanabilirsiniz. Kremleride yaraya uygulayarak iltihaplanmasını engelleyebilirsiniz." dedi Jessica ile konuşurken, ardından bana dönüp "Arada bir muayyaneme gelmeniz ve kontrolümden geçmeniz gerekli, uğramayı ihmal etmeyin. Ben, sizin için polislerle irtibata geçmeye çalışacağım. Havadan dolayı internet ve telefon kesintisi yaşanıyor. Bu durum birkaç gün sürebilir." diye ekledi ilgiyle.
Tebessüm edip "İlgilendiğiniz için teşekkür ederim Bruno bey." dedim minnet duyarak.
Bruno elini uzatıp "Bruno demen yeterli, tanıştığıma memnun oldum Mia." dedi tebessümle.
Elimi eliyle tutup hafifçe sıkarken "Bende memnun oldum Bruno." dedim aynı şekilde tebessüm edip.
Bruno klapa kabanını asmış olduğu askıdan alarak omuzlarına geçirdi ve kapının sürgüsünü yukarıya kaldırıp dışarıya çıktı. O sırada Jessica, masadaki tepsiyi alıp yanıma oturmuştu.
Omzuma dokunarak "Gerçekten yakışıklı." diye ekledi ve ben yüzüne baktığımdaysa "Doktorumuzdan gözlerini alamadın." dedi alayla gülümseyip.
Yüzümün, beklemediğim utançla kızarmasını gizlemeye çalışarak "Jessica nasıl böyle söylersin, sadece yüzü tanıdık mı onu anlamaya çalışıyordum." dedim geçiştirerek.
Jessica yanımdan ayrılıp şömineye bakarken "Tabii canım, her neyse şömine sönmek üzere ve ağabeyim hala odun getirmedi." diye sinirle söylendi.
Şaşkınlıkla "Ağabeyin mi?" diye sormuştum.
❄
Bölüm sonu