Haşhaş özünün etkisinden sıyrılan Sancak, zihnini görevine odakladı. Kalenin avlusunun altındaki toprak eğitim salonunda, on beş genç adayı gözlemliyordu. Onların arasında iki kişi öne çıkıyordu:
İbrahim (Aday): Henüz on altısındaydı. Gözlerinde yoksulluktan kurtulma arzusu ve Bâtınî doktrinlerinin vaat ettiği 'eşitlik' idealine yönelik saf bir inanç vardı. Sancak, onun sadece bir araç değil, aynı zamanda kaleye içeriden bakabilen bir göz olabileceğini düşündü. İbrahim'in bu saf idealizmi, Sancak’ın planını dışarı sızdırmak için kullanabileceği en güçlü zafiyet olacaktı.
Miran (Gözetmen): Sert, yaralı yüzlü ve Sancak’ı sürekli izleyen adam. Miran, Rumi’nin emriyle Sancak’ın her sözünü ve hareketini not alıyordu. Sancak, ona karşı daima mesafeli ve Fedai inancına aşırı bağlı bir görüntü çizmek zorundaydı.
Sancak, eğitim sırasında fiziksel becerilerden çok gözlem ve felsefeye odaklandı.
“Hakikati bulmak için, sadece dövüşmeyi değil, aynı zamanda yalanları ayırt etmeyi de öğrenmelisiniz,” dedi Sancak, dersin bir parçası olarak kale surlarının dışındaki Selçuklu askeri hareketlerini gözlemliyorlardı. “Bir düşmanın zayıflığı, görünmeyen detaydadır. Bu kale bile, sonsuza kadar ayakta durmayacaktır. Her yapının bir çatlağı vardır.”
Miran, Sancak’ın surlara olan bu aşırı ilgisinden rahatsız oldu. “Kendi kalemizin zayıflığını öğrenmek neden önemli, Sancak?”
Sancak, Miran’a soğuk bir bakış attı. “Çünkü bir Fedai, düşmanın aklıyla düşünür. Eğer bir Selçuklu casusu olsaydım, sızma noktalarını arardım. Bizim görevimiz, o noktaları bulmak ve onları güçlendirmektir. Eğer zayıflığımızı bilmezsek, düşmanı nasıl yeneceğiz?”
Miran, bu cevaptaki mantığı çürütemedi ama şüphesi de tam olarak dağılmadı.
📜 Suikast Planı: Nizamülmülk'ün Hedefi
Sancak, kaledeki günlük rutini sırasında, en önemli hedefine ulaşmak için bir risk almak zorundaydı. Biliyordu ki, Hasan Sabbah’ın en gizli emirleri ne bir kütüphanede ne de bir depoda saklanırdı. Onlar, Üstad’ın özel meclisinden, güvenilir Fedailer aracılığıyla iletilirdi.
Bir öğleden sonra, Sancak, Rumi’nin kendisiyle görüşmek için odasına çağrıldığı haberini aldı. Rumi, Sancak’ın sadakatini hala tam olarak test ediyordu.
Rumi’nin odası, kalenin üçüncü katında, loş ve az eşyalı bir yerdi. Rumi odada yoktu, ancak Sancak masanın üzerinde duran, kenarları mühürlenmemiş bir parşömeni fark etti. Bu bir tuzak olabilirdi. Nizamülmülk’ün en keskin casuslarından biri olarak Sancak, bırakılan bir mesajı okumanın ölümcül bir hata olacağını biliyordu.
Ancak Sancak, parşömenin hemen yanında duran, İsfahan’dan getirilmiş, Selçuklu mührüyle mühürlü bir mektubu gördü. Bu mektup, Selçuklu içindeki bir köstebek tarafından gönderilmiş olmalıydı.
Sancak, kalbinin göğsünü dövdüğünü hissederek, hızla mühürlü Selçuklu mektubunu aldı. Mühür, sahte değildi; Selçuklu Vezirliği’ne aitti. Mektup, Vezir Nizamülmülk'ün İsfahan'dan Bağdat'a yapacağı bir kervan yolculuğunun detaylarını içeriyordu.
Rumi, bu mektubu buraya bilerek bırakmıştı. Sancak’ın masum bir şekilde odaya girdiğinde, Selçuklu’nun kervan planını öğrenmesini ve Fedai’lere bu bilginin sızdığını Üstat’a bildirmesini bekliyordu. Böylece Sancak, aktif olarak suikast planına katkıda bulunmuş olacaktı.
Sancak, bir casus olarak anında karar verdi: Rumi’nin bu tuzağını, kendi avantajına çevirecekti.
Hızla parşömene geçti. Parşömen, bir suikast emri değil, o mektuptaki Selçuklu kervanının güzergahına karşı alınacak pusu pozisyonlarını gösteren bir krokiydi.
“...Muharrem ayının on sekizinde kervanın geçeceği nehir yatağı, dar ve ağaçlıklı. Darbeyi vurmak için en uygun yer...”
Sancak, bilgiyi beynine kazıdı: Muharrem 18, nehir yatağı, İsfahan-Bağdat yolu. Bu, Nizamülmülk’e yapılacak saldırının tam zamanı ve yeriydi!
Rumi odaya girdiğinde, Sancak masum bir ifadeyle bekliyordu.
“Sancak, seni beklettim,” dedi Rumi, gözleri onu izliyordu.
“Sorun değil, yoldaş. Üstadımızın işi yoğundur. Ancak bu mektup…” Sancak, Selçuklu mührünü taşıyan mektubu işaret etti. “Bu, Selçuklu’nun yalanlarından bir kırıntı. Vezir, Bağdat’a gidecek. Bu, ona bir pusu kurmak için mükemmel bir fırsat.”
Rumi’nin yüzünde ilk kez bir memnuniyet parıltısı belirdi. “Bunu Üstad’a bildireceksin. İyi düşünülmüş, Sancak. Gözün keskinleşiyor.”
Sancak, başarıyla casusluk tuzağını atlatmış ve Nizamülmülk’ü kurtaracak hayati bilgiyi edinmişti. Şimdi, en zor kısım geliyordu: İbrahim'i aktive etmek.